Üniversitede popüler kültür çalışırken olup biteni mutlaka izlemem gerekir gibi gelirdi. Delice bir tutkuyla aktüel olanın peşinden giderdim. Evde gazeteler keser, dosyalar yapar, kutulara yerleştirir, malzemeyi başlıklara ayırırdım. Bazı gazete ve dergileri izleyememek beni kahrederdi. Sırf bu nedenle kütüphaneye gider, fotokopiler çektirirdim.
Sonra gazete ve medya tarihiyle uğraştıkça bu huyumdan vazgeçtim. Güncel gazeteleri ve köşe yazarlarını takip etmeyi 90’lı yılların sonunda bıraktım. Kütüphaneye gidiyor, yalnızca eski gazete okuyordum. O dönemden kalma onlarca defter, binlerce sayfa fotokopi hâlâ bir yerlerde duruyor. 1930–1950 arası çıkan yayınlara yönelik merakım bir ara bütün dünyamı kaplamıştı.
Üniversiteden istifa ettikten sonra yayınevinde Türkçe edebiyat dosyaları okumaya giriştim, ömrüm gelen dosyalarla geçmeye başladı. Böylece, eski gazeteler ve kütüphane çalışmalarım geride kaldı. Yedi yıldır hayatımı sadece senarist olarak sürdürüyorum. E bu evre de beni yerli edebiyattan uzaklaştırdı, çıkan her kitabı izlemeye çalışır, kitapçıları dolaşır, yeni ve popüler olanı takip etmeye uğraşırdım. Hepsi geride kaldı. Az insan var hayatımda, çeşitli ilgilerimle de vedalaştım. Son iki yıl içinde on iki bin civarı kitap ve ilgili materyali elden çıkardım. Ev küçük, ona göre minimal yaşıyorum, yazıyorum ve evden dışarı sadece yürümek için çıkıyorum. Az insanlı, olabildiğince az şeyle ilgilendiğim, yazmayı sürdürebildiğim bir hayatı hep hayal ederdim, kaosun içinde debelendiğim yıllarım oldu, kaça kaça en nihayetinde gemiyi o kıyıya yanaştırabildim.
![]() |
Kaçma hayalim, şunu fark ettiğimden beri benim için bir hedefe dönüştü, Byung-Chul Han da diyormuş, “her şeyin görünür olduğu yerde hiçbir şey artık anlamlı değildir.” 17 yaşımdayken çıkan her yerli romanı okuyacağım diye kendime söz vermiştim. Ve bunu yıllarca tuttum. Kolaydı çünkü… Gerçekten çıkan az sayıdaki kitabı okuyabiliyordunuz. Yıllar içinde giderek imkânsızlaştı. Hele bugün, o kadar çok kitap, o kadar çok yazar ve yayınevi oldu ki mümkün değil artık yetişebilmek. Bir ara editörken, işim gereği manyakça çok okuyordum. Nafile bir yetişme telaşım vardı, deliliğimin farkında olarak inatla sürdürüyordum bunu. Hepsine nüfuz etmek, temas etmek, kaçırmamak, farkında olmak, peşinden gitmek… Biteviye bir öğrenme ve yakalama iştahı işte. Ellili yıllarla ilgili benden bir yazı istendiğinde, o yıllara dair gazete-dergi taramalarımı tamamlamadığım için yazamayacağımı söylerdim.
Bugün, “seyretmedim–okumadım–duymadım” dediğimde, kibirli olduğum, kendimi başka bir mertebeye yerleştirdiğim sanılabiliyor. Zerre ilgisi yok. Bilerek ve tasarlayarak olmadı ama galiba hissederek, artık takip edilmesi imkânsız bir çokluk içinde yaşadığımı bilerek ve sakınarak kendime bir yol seçtim. Doğru yol yok elbette. Ama en doğru açıklama bu olabilir. I did it my way. Palavracı Frank Sinatra şarkısını söylesin…
![]() |
1 yorum:
O kadar ki Dunya nin dort bucagindan ilginc olaylari yerleri,gorselleri derleyen bir blogun basliginda "conversation starter" notu var.Sagolsunlar buna kadar dusunmusler bizi
Yorum Gönder