![]() |
Yıllar sonra akademide çalışırken benzer bir hissin yaygın olduğunu fark ettim. Buna imposter sendromu (kendini yetersiz hissetme sendromu) deniyormuş. Dışarıdan başarılı görünen birinin kendini yetersiz hissetmesi, başarısının geçici ya da şansa bağlı olduğunu düşünmesi diyelim buna. Sanki sahtekarlık yapmış, hak etmediği yeri kapmış gibi hissediyorlar, eksiklikleri anlaşılacağından, bilmediklerinin ortaya çıkacağından korkuyorlar.
Klinik psikolojide, özellikle yüksek lisans ve doktora öğrencileri arasında gözlemlenen bir durum olarak tanımlanıyormuş. İlk yoğunlaşması seksenli yıllar olsa da artık sadece bireysel bir psikolojik durum değil, sistemik ve yapısal meselelerle (sınıf, cinsiyet, ırk, aidiyet duygusu, kapitalist performans baskısıyla) birlikte ele alınıyor.
Kapitalizmde insan, üreten, başaran ve sürekli ilerleyen bir varlık olarak tanımlanır. Sosyal medya mecraları başarıyı estetikleştirip pazarlanabilir hale getiriyor, herkesin en parlak anlarını görüyoruz, hal bu olunca insanlar kendi normallerini “yetersizlik” olarak kodlayabiliyorlar. Bu da “ben orada olamam çünkü yeterli değilim” hissini yoğunlaştırıyor, başarılarını “şanslı bir tesadüf gibi” görebiliyorlar.
Çünkü sosyal medyada herkesin sahte özgüveni gerçek gibi görünüyor. Günümüz iş ve kültür ortamı insanı sadece “iyi” değil, görünür, kendini pazarlayabilen, network kurabilen biri olmaya zorluyor. İşin içine algoritma girince artık “değerli olmak” sayılarla ölçülüyor. Beğeni almayan bir paylaşım, kişinin değerini sorgulamasına neden olabiliyor. Aynı üretimi yapan iki kişiden biri viral olurken diğeri görünmezse, görünmeyen kendisini başarısız hissediyor. Böylece başarının gerçek ölçütü belirsizleşiyor.
On iki sene orada çalıştım. Aşırı rekabetçi ve üretim odaklı yapısıyla bu alanı bildiğimi düşünüyorum, halen de benzer bir yaratıcı didişme içindeyim. Akademik ya da yaratıcı alanlarda sürekli “daha iyiler” var. Özellikle yüksek lisans/doktora/yaratıcı üretim gibi alanlarda insanlar sürekli kendi yetersizliklerini büyüteçle izliyor. Çok hikaye var, yüksek lisans ve doktora arkadaşlarımın nerdeyse tamamı sakinleştirici ilaçlar kullanıyordu. Ve artık, hepimiz sosyal medya normalleri içindeyiz. İçine kapanık ya da mütevazı biriysen, “kendi başarını bile satamıyorsan” değersiz gibi hissediyorsun. Yani artık sadece iyi olmak yetmiyor, o iyiliği sürekli göstererek ispat etmen gerekiyor. İşte bu da imposter sendromunu tetikliyor.
İyimser ve inandığım bir yorumla bitireyim: yetersiz olanlar kendini yeterli sanırken, gerçekten yeterli olanlar kendinden şüphe eder. Böyle bir sendrom (veya his) gerçek bir yeterliliği gösteriyor da olabilir. Neoliberal sistem, bireyi her başarısızlıkta kendini suçlamaya iter. İmposter sendromu da bu ideolojinin bir uzantısı olarak, kişiye “sen yetersizsin” mesajı veriyor. Bu içselleştirme, dönüp dolaşıp sistemi görünmez kılıyor.
İmposter sendromu, sadece bir psikolojik bir tıkanma olarak görülemez, görülmemeli veya. Onu bireylerin “özgüven problemi” olarak ele almak yerine, onu üreten koşulları sorgulamak gerekiyor.
![]() |
2 yorum:
bir dönem finans sektöründe yöneticilik yapmıştım. işin bir parçası olarak, zamanı geldiğinde bana bağlı çalışanların performansını değerlendirmem, puan vermem gerekirdi. sistem şöyle çalışırdı, diyelim puan skalası 1-5 arasında, önce çalışan kendi kendine not veriyordu, sonra da ben kendi notumu veriyordum. "imposter sendromu" ile ilgili kısmı şurası, örneğin birini "5" olarak değerlendirdiysem, o kişi kendine hiçbir zaman "5" layık görmemiş olurdu. kendine "5" layık görenler ise tam tersi, kendini dev aynasında görenler olurdu, onlar da gerçek "5" alamazdı. bütün bunlar hayatımızda sosyal medya yokken yaşandı, onu da ekleyeyim. selamlar...
Son cümleniz çok önemli. 45 senelik terapist olan bir meslekdaşım, imposter sendromuna yakalandığında, bunu tetikleyen neden bana çok tuhaf gelmişti: diğerleri onun beceri düzeyini 1 defa sorgulamaya kalkmışlar ve bu durumu saldırı olarak görmüş, müthiş rahatsızlık duymuş ve sonrasında aklından atamamış, sonucunda "ben belki de gerçekten yetersizim"e vardırmıştı.. Hocam bunu düşünen.. O zaman "nedenler" benim için bir merak konusu oldu ve şunu gözlemledim: özellikle gençlik döneminde sürekli başarılı olan öğrencilerde ya da çevre tarafından "gifted" yetenekli ilan edilenlerde bu durumun ortaya çıkması neredeyse %100. Yani sürekli bir başarı durumu varsa önceki yaşamda, tek bir başarısızlık şüphesi ya da başarısızlık olasılığı bile değil, "performansın devam ettirilmesi" zorunluluğundan kaynaklanan sıkışma hissi, bu dururu tetikliyor.. O nedenle ara sıra başarısızlıklar yaşanması, hani en çok hatalardan öğreniyor oluşumuz klişesi gibi, yine bu sendroma karşı koruyucu kalkan vazifesi görüyor.. Daimi başarı ve buna bağlı performans kaygısı korkunç bir şey.....
Yorum Gönder