Salı, Haziran 24, 2025

De-influencing

Global popüler kültürde çok rastlıyorum, “de-influencing” deniyor, bir ürünün (ve hatta hayat tarzının) satın alınmaması ya da tercih edilmemesiyle ilgili muhalif bir eğilim bu. “Almayın” ya da “tüketmeyin” akımı diyenler de var.

Malum, yaşadığımız çağ gereği kimseye (öğretmene, doktora, esnafa, polise, mahkemeye, taksiciye, lokantacıya, kapıcıya, çalışana, çalışmayana) zırnık kadar güvenmiyoruz.  Hep kandırılacağımıza, yanlış yönlendirileceğimize inanıyoruz. Herkesin aptal, eğitimsiz ve eksik olduğundan eminiz çünkü. Sosyal medya çağında insanlar yorumlara ve tavsiyelere bakıyorlar, onların içinden gerçek olanları ayıklıyorlar. Yorum sahiplerini bile stalklıyorlar biliyorsunuz.

İhtiyaç hasıl olunca, kimi içerik üreticileri takipçilerine "popi" ürünlerle ilgili “bunu almanıza gerek yok” türünden açıklamalar yapmaya başladılar. Daha da ileri giderek tüketim baskısını eleştirmeye yöneldiler. Yani, bir şeyleri almaya, denemeye, trendleri kaçırmamaya zorlayan görünmez baskıya karşı bir itiraz geliştirdiler. E bu da bir tür dijital minimalizm yarattı, “az ama öz” satın almayı, “ihtiyacım yoksa almam” gibi yaklaşımları öne çıkardı. De-influencing akımı böyle başladı.

Bu ürünü almayın çünkü çok pahalı ve eşdeğeri var” veya “bunun yerine şunu kullanıyorum çünkü daha sürdürülebilir” cümleleri insanlara iyi geldi. Gösterişçiliği ve “ürün fetişizmini” eleştiren bir karşı kültür hamlesi olarak görüldü. Harcama baskısına, sahte otoritelere, manipülasyona hayır deme pratiği oldu. Kötü değildi.

[Bir köşeli parantez açayım: “Ben onu almıyorum çünkü gezegeni önemsiyorum” veya “reklama kanan biri değilim” cümleleri size aşina geliyor mu bilmiyorum. İnsanlar sadece ne kadar zengin olduklarıyla değil ne kadar “bilinçli” tükettikleriyle de statü kazanır oldular. E bu da “etik tüketici” kimliğini bir güç gösterisine dönüştürdü. E bunu da sınıfsal bir ayrıcalık ve entelektüel farklılık saymak gerekmiyor mu? Bourdieu hep anlattı bize bunları. ]

Ne ki, dünyayı kasıp kavuran güven erozyonu buraları es geçemezdi. Bazı içerik üreticilerinin de-influencing yaparken aslında başka markalara çalıştığı anlaşıldı. De-influencing içeriklerinin “tersinden etkileme” olduğu ve yine bir pazarlama stratejisine dönüştüğü görüldü filan. Kimi samimi videoların yeni tür reklamlar olduğunu öğrendik.

De-influencing, mikro direnişle teslimiyetin tuhaf bir bileşimi sayılabilir. Zira samimi itirazlar kadar kurnazca pazarlama stratejileriyle harmanlandı. Hem sistem içinde itiraz oldu  hem de direnişten çok direnişin gösterisine dönüştü. Direnmenin dahi algoritmaya hizmet ettiği bir dönem bu.

Son üç yılın en çok kullanılan kavramlarındanmış, bu kadar çok konuşulması, “kasa her zaman kazanır” siyasetinin gelişim yönünü göstermesi bakımından tipik elbette.  

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails