Perşembe, Haziran 30, 2016

Hayat Memat


Yeşilköy'de ölen iki yabancının hikayesi ilginç. Sanıyorum, iki yıldır böyle hikayeler duyuyoruz. İki insan, iki baba, IŞİD'e katılan oğullarını ikna etmek için Türkiye'ye gelmişler. Acaba bir kafileyle birlikte mi gelmişlerdi? Başka aileler de var mıydı? Resmi aracılar olmuş muydu? Para konuşulmuş muydu? Soru çok.

Öyle ya da böyle, gelmişler buraya. Nereye? Türkiye'ye. Niye Türkiye'ye geliyorlar? Türkiye'de işleri ne?

Deniyor ki, Cem Uzan'ın el konulan çiftliğinde militanlar eğitim görüyor, sonra da buradan cepheye gidiyorlarmış. Doğru mu bilmiyorum, ama gözümle gördüğümü biliyorum, IŞID Militanlarını, Ulus'ta İsmetpaşa'da rap rap yürürken gördüm...Eğitim yapıyorlardı. Dahasını da duydum, atış talimi yapıyor, yaparken de DİSK'in duvarlarına ateş ediyorlarmış örneğin. Ben o kadarını bilmiyorum.

Nerede? Ulus'ta...Ankara'da. Valiliğin hemen yakınnda.

Şimdi, IŞİD'a IŞİD demeyen, hassasiyetle başka bir adlandırma kullanan bir hükümetimiz, bir iktidar partimiz var, sempati gösterdiklerini gizlemiyorlar zaten.  Bombalar patlatırlırken güvenlik zaafiyeti var deniyor ya, zaafiyet meselesi, ta oradani o sempatiden başlıyor.

O insanlar neden Türkiye'de eğitim görüyorlar sorusu bu bakımdan saçma artık. IŞİDçiler, buradalar, üstelik kendilerine benzemeyen herkesi öldürmek istiyorlar, ben öyle anlıyorum. Dışarıdan görülense şu: Türkiye, IŞID'a yardım ve yataklık ediyor, kendilerine sempati gösteriyor ve buna rağmen onun şiddetinin mağduru oluyor.

AKP'liler, IŞİD'a IŞİD demeyerek kendilerini kolluyor, kamuoyu nezdinde nasıl anlaşılacaklarını hesap ediyorlar ama insanlar ölürken, gösterdikleri hassasiyetin getirisi veya bu örgütün varlığının faydası nedir bildiklerinden emin değilim.

Getirisi ne bunun? Gizlice getirilen petrol mü? Nedir hakkaten?

Son patlama sırasında abuk sabuk şeyler yazan bir partili, hatırlayanlar olacaktır, ünlü bir şarkıcının kızkardeşiyle elleri kelepçeli resimler çektirmişti. Ağzı kulaklarında zevzekçe şakıyordu röportajında. Türkiye'deki İslam ile IŞİD'in savunduğu İslam arasındaki farkı anlamıyor ve göremiyor olabilirler mi bu insanlar? O kadar çok poz yapıyor ve o kadar çok aktüeli yaşıyorlar ki, bizim gülüp geçtiğimiz kelepçeli ellerin başka koşullarda kesilebileceğini akıllarına getirmiyorlar mesela.

Salı, Haziran 28, 2016

Cumartesi, Haziran 25, 2016

Bozkır 4


Bozkır yeni bölümüyle 221B'de... Murat (Başol) çiziyor, ben yazıyorum. Temmuz'da bayiilerde.

Cuma, Haziran 24, 2016

Edirne Kavala

Gümilcine'den bir sokak süslemesi.
Trakya'ya hiç gitmemiştim. İstanbul'dan Ankara'ya giderken bir Sakarya düzlüğü vardır, yeşil, sulak, göz alıcı, tenha... Her yer oralara benziyor.

Öyle oldu ki, Edirne'ye Metro Turizm ile gitmek zorunda kaldık, geçmiş deneyimlerim nedeniyle tedirgin ve hoşnutsuzdum. Korktuğum gibi olmadı. Sürücü ve muavin öyle tatlı ve neşeli Trakyalılardı ki... Mesele, işletme değilmiş, personelmiş dedim.

Edirne, küçük bir şehir, sakin, etraf kalabalık değil.

Benim, medeniyetle ilgili iki ölçüm vardır. Birincisi, bisiklet kullanımı; ikincisi, kadınların, gündelik hayattaki etkinliği. Kadınların rahat yaşadığı, rahat davrandığı, rahat bırakıldığı bir şehir Edirne. Konuşkanlar, güleçler, her yerdeler. Epey bisikletli görüyorsunuz, kadın erkek...

Camiiler muazzam. Asırlar önce yapılmış camiilerin estetik olarak gerisinde kalmak dayanılır gibi değil. Nasıl bu kadar zevksizleştik bilmiyorum.Romantize etmiyorum, o kadar zevksizce yapılıyor ki yeni camiiler, her yerden gözüksün yeter.

Edirne'de büyük camiilerin olduğu meydanda ilginç bir şey oldu. Üstü açık kamyonetlere doluşmuş altı yedi araba insan, şarkılı çalgılı, göbek atarak meydana geldiler. Önce anlamadım, Ramazan'da düğün olmaz gibi geldi, alışmışım Orta Anadolu aklına fikrine... Meğer, iftara geliyorlarmış. İnsan, iftara dans ederek, oynayarak gelemez mi? Gelir... Niye kimse gelmiyor. İşte dedim geliyor, Trakya'dayım. Güzel.

Şehir, tam bir sivrisinek cenneti. Felaket.

Karaağaç, enteresan bir yer. Orada bir süre yaşayabilirim gibi geldi. Bu söylediğime eşim dostum inanmayacak ama öyle hissettim.

Restore edilen Karaağaç Tren İstasyonu
Bulamamış olabilirim, zeytinyağlı yemekler yapan bir yer göremedim. Dağ taş ciğerci ve köfteci. Ciğer sevmem, yemedim. Köfteler, küçük porsiyonlu, ortalamanın üzerinde, yiyeni mutsuz etmez. Yine her yerde badem ezmesi ve kurabiye var, hediyelik sınıfından.

Bir günlüğüne Yunanistan'a geçtik. Önce Kavala'ya gittik, sonra İskeçe, Gümülcine ve Dedeağaç'a uğradık. Kavala hariç diğerlerinin Yunanca isimleri farklı.

Kavala güzel ve ilginç, İskeçe hakeza öyle. Gümülcine'de sokakta yürürken bir Türk sizi çevirip konuşmaya başlıyor. 80 yaşında bir amca kolumdan tutup "sana anlatacaklarım var" dedi mesela. Bi dolaşıp geleyim dedim, sonra da bulamadım o amcayı. Dedeağaç, hiç ilgimi çekmedi. Havaalanı, üniversitesi, kumarhanesi filan var ama bana tarihsel bir dokusu yok gibi geldi.

Yol boyu kafeler, barlar görüyorsunuz. Yine çok kadın var hayatın içinde. Barmaidlik, rağbet gören bir meslek anlaşılan.

Kahvelerde kağıt oynayan birileri yoktu. Frappe içiyor, konuşuyorlar, yayılmışlar, uzun süredir oturduklarını hissediyorsunuz. Sürekli bir sahil havası var. Tiril tiril, mışıl mışıl, klimalı ve yavaş. Lokantalarda da benzer bir atmosfer, sanıyorum en çok bir şey yerken ya da içerken konuşuyorlar.

Yemekler, kesin olarak bizden ucuz ve çeşitli. İçki fiyatları bizimkilerden bazen iki bazen üç misli daha ucuz. Gümrük'te bizim polislerin ilk sorusu, alkol aldınız mı oldu? Hoşgeldiniz bile demeden sordular hatta. Alkolün ucuzu olduğunun herkes farkında.  Yeni Rakı'nın oradaki ucuzluğu akıllara ziyandı.

Kitapçı görmedim, gazete bayiileri bizimkileri andırıyor, kitap ve çizgi romanı promosyon olarak veren üç dört dergi ve gazete vardı.

Esnaf, bana kriz havasında çalışıyor gibi gelmedi, bir iki yer hariç neşe ve iştahlı birilerini görmedim. Bıkkın duruyorlardı. Sokaklar öyle değil, gelip geçerken karşılaşılan insanlar güleryüzlüler, mutlaka selamlaşıyorlar.

Çay içme kültürleri yok, sıfır.

Garip bir şey. Bizde benzinlikler, yerleşim yerlerinin hafif uzağında, geniş bir alana kurulur ya... Burada binaların altındalar, apartman önünde iki pompa. Şaşırıyorsunuz. Üst kattaki komşu, genzini yakan bir benzin kokusuyla balkonda oturuyor. Tuhaf.

Her yerde Türk ya da buralardan göç etmiş Rum Ortodoksla karşılaşıyorsunuz. Üç kuşaktır Türkçe konuşan birileri sizinle konuşmaya başlıyor. Bafralı Teyze, Kütahyalı Amca sizi hüzünlendiriyor. Zalim dünya!

Pahalı ve büyük arabalar görmüyorsunuz yollarda.

Buraya TOKİ ile Ağaoğlu lazım diyebiliyorsunuz, uzun düzlükler, gökdelensizlik...Baktıkça gülüyor, Ortadoğu ve Balkanların en büyük binaları, kuleleri, bayrak direkleri bizde olacak ey Yunanistan diyerek kıkırdıyorsunuz.

Bayrak direği demişken, etrafta en çok çiftbaşlı Ortodoks bayrakları var. Yüksek tepelere, her yerden görülebilecek büyük haçlar diktiklerini de gördüm. Bizim bayraklar kadar değiller ama varlar.

Yol kenarlarında ve evlerin bahçelerine, ölenler için küçük ev ikonaları yerleştirilmiş, bir sektör olarak rağbette. Bizde yolkenarlarında heykeller filan satanlar olur ya, onları andırıyorlar.

Denizi severseniz, şöyle söyleyeyim, sahiller hep kayalık. Şehir içlerinde doldurulmuş plajlar var, küçükler...

Böyleyken böyle.

Edirne'den bir duvar yazısı

Cevat Kurtuluş



Perşembe, Haziran 23, 2016

Duvarda


Edirne'de gördüm bunu, Meriç'in üzerindeki köprüde, duvar yazılarına, graffitilere bakarken...Belli ki çizim deneyimi olan biri yapmış.


Yine Edirne'den... Karaağaç yolundaki faytonlara, turistlere yönelik bir uyarı.


Bu da şehir içinden.


 Duvarda Ankaragücü görmek ilginç oldu, stada yakın bir yere yazılmış.


İskeçe'den, Yunanistan'dan bir örnek. Sokaktaki elektirik dağıtım kutusuna işlenmiş.


Kavala'dan.


Yunanistan'da çok yerde bu ve buna benzer gözler çizilmiş. Kimisi ağlıyor, gözü yaşlı. Bağlamı anlamadım. Kıbrıs için ağlıyor filan dediler bir açıklama olarak ama doğrusu bana pek inandırıcı gelmedi.

Çarşamba, Haziran 22, 2016

Pazartesi, Haziran 13, 2016

Tuhaf Hikâyeleri Sever misiniz?



“Aşağılık bir yazar”, bir sandalye, bir halat, incecik bir jilet… Jaklin’in tek arzusu hayat hikâyesini kitaplaştırmak. Doktorlar ne derse desin eksik parçayı bulup çıkaracak. Çetin nerden bilecek neler olup bittiğini… Belki, Ringo, o da ne kadar bilirse artık… Bir gece… Her şey çığırından çıkıyor. Ya da zaten çoktan çıkmıştı da biz daha önce neler olmuş bilmiyorduk…

Tuhaf Hikâyeleri Sever misiniz? gençliğin ve deliliğin tuhaf renkleriyle dolu. Tek mekânda çığlık çığlığa, kurmaca içinde kurmaca… Roman içinde roman… Barlar, hastaneler, Kadıköy’de sokaklar, daracık evler…

Ece Erdoğuş, iştahlı bir yazar, dizginsiz ve muzip.

Cuma, Haziran 10, 2016

Al Da At Dercesine


İki pas yapamayan orta saha, bilmem kaç maçtır gol yemeyen kaleci, rakip sahaya ses hızında geçen Konkord Ziya, Dinamoçükreş’le maça çıkan Cumhur Abi, Dünya Kupası finalini Kars kaşarı yiyerek izleyen aklı havada rockçı…

Duvar pasıyla, “pardon”uyla halı saha futbolu,rakibin golcüsünü kaçıran çılgın taraftar, kaleci kazağını düzeltiyordu diye golü iptal eden hakem,antrenörlük yapan Borges, Mahmure’yi başkasına kaptıran kulüp başkanı…

Futbolu halkın afyonu olarak görmeyenlerin, endüstriyel futbola karşı çıkanların, ufak ufak takılanların, sıradan insanların ve figüranların anlatıldığı öyküler. Al da At Dercesine, edebiyatçı gözüyle futbol. Neşeli, oyunbaz ve âşık.


Alper Atalan | İlyas Barut | Murat Başekim | Emre Bayın | Can Belge | Bülent Çallı | Mustafa Çiftci | Necdet Dümelli | Serhan Ergin | Mahir Ünsal Eriş | Ayla Duru Karadağ | Giray Kemer | Ercan Kesal | Işıl Kocaoğlan | Kıvanç Koçak | Yekta Kopan | Hakan Kulaçoğlu | Akif Kurtuluş | Bağış Erten

Perşembe, Haziran 09, 2016

Yakınlaşma


İrem'i Beklerken Kafa'da devam ediyor... Ben yazıyorum, Sefa (Sofuoğlu) çiziyor...

Çarşamba, Haziran 08, 2016

Bir Taraftar Hikâyesi



Ben yazdım, Berat (Pekmezci) çizdi, Uğur (Erbaş) animasyonunu, Onur (Özmen) müziğini, Ahmet Mümtaz Taylan seslendirmesini yaptı. Socrates dergisi için Tivibu'ya hazırladık.

Nedir bu derseniz, taraftarlar hikayelerini anlattı, birinci seçileni senaryolaştırdık.

Salı, Haziran 07, 2016

Karikatürün sosyal ve siyasal olayları etkileme...


Levent'le (Gönenç) IJOCA, International Journal of Comic Art dergisine bir yazı yazdık: "A Comment on the Impact of Cartoon Art on Social and Political Events with a Special Reference to the Case of Turkey"
link

Pazartesi, Haziran 06, 2016

Cemiyet Kaçkını


Anayurt Oteli’nin Zebercet’i ile Tutunamayanlar’ın Selim’i arasında gezinen, okumuş yazmış, şehirli ve biraz da snop Oğuz… Edebiyat cemiyetine pek de yakışmayan, çirkin parmaklarıyla kitap sayfalarını karıştıran, fakat giderek Clark Gable çekiciliğini haiz olan Kerim… Biçimli ağzı, dudakları, gözleriyle Kuyucaklı Yusuf’un Muazzez’i gibi bir Makbule…

Kemal Selçuk, dost mu düşman mı oldukları belli olmayan iki yazar adayının bir kadın etrafında şekillenen ikircikli ilişkisini anlatıyor. Bursa’yı, yazma iştahını, yıllar süren bir öfkeyi, kaybetmeyi, unutamamayı resmediyor.

Cemiyet Kaçkını edebiyatı hayatın ta kendisi olarak gören karakterlerin romanı…
Related Posts with Thumbnails