Çarşamba, Kasım 30, 2016

Son Okuduklarım 8


Abidin Dino'nun kısa hayat öyküsü, iki kısımlı, ilk kısım, kendi notlarından oluşuyor, bir hatıra kitabı eskizi gibi...Başlamış, devam etmemiş. İkinci kısım, bir söyleşi. İlginç bir tokluğu var kitabın, anlatacak çok şeyi varmış hissi uyandırıyor. İyi sorular sorulsaymış, Abidin Dino çok şey anlatabilirmiş. Bir defa eğlenceli bir adammış. Rappacci'nin Kızı, fantastik edebiyatın köşetaşlarından olan bir uzun öykü. Atmosferi ve karamsar-karanlık tutkusu için okunmalı. Desen, Sempé yayımlamaya başlamış, umarım arkasını getirirler.  Sempé'nin iyimserliği, evren kurabilme ustalığı çok güzel. Bakarken-izlerken yüzünüze bir neşe oturuyor. Duman, Selçuk Demirel'in John Berger metnine eşlik eden çizimlerinden oluşuyor. Yakın zamanda gördüğüm en iyi Demirel işi diyebilirim. Severek çizmiş...


Arap Edebiyatına devam. Düğün Evi'ne başladığımda çok ümitlenmiştim, tekrara düşüyor, hantallaşıyor. İşte Warhol güzel bir görsel kitap. Bir hayat hikayesi, kısa bir entelektüel biyografi. İçerdeki Andrew Rae'nin bazı çizimleri çok başarılı. Neye Vinyet Neye Kısmet, Semih Poroy'un Varlık dergisinde yayımlanan vinyetlerinden derlenmiş. Güzel bir toplama olmuş. Bekarlık Sultanlıktır, Yalçın Çetin çizimli bir Aziz Nesin çizgi romanı. Bence, Aziz Nesin mizahını iyi anlatan, derli toplu iyi bir örnek. Çizgi roman dizisinin en başarılı kitabı da olabilir.


Par Avion, bir sergi kitabı. Abidin Dino'nun Gülten Akın'a yazdığı mektuplardan ve Seyran Destanı için kullanılan-kullanılmayan çizimlerden oluşuyor. Güzel kitap olmuş. Piyasaya dağılmamış olabilir, Ankara GaleriNev'den edinilebilir. Ne zamandır Bukowski okumuyordum, bir değişiklik olacağından değil ama yine de insan bir kıpırtı, bir başkalık umuyor, bulamadım, okumasam olurmuş. Blacksad'in beşinci albümü Amarillo, çizgiler enfes, senaryo, dördüncü albüme göre biraz dağılmış ama seviyorum atmosferini. Bay Tilki, güzel bir çocuk serisi, Kırmızı İp ikinci kitabı. İlki Kitapsever Bay Tilki'ydi. Başarılı bir dizi. Hep Kitap, ilginç seçimler yapıyor, izliyorum.

Salı, Kasım 29, 2016

Dün'den Kalan
















Yanılıyor olabilirim, benden kaynaklanan gerekçelerle, İstanbul'da, çizgi romanla ilgili ilk kez konuştum. Biraz derneğin ısrarı, biraz da  yarı akademik bile olsa, epeydir bir şey sunmamıştım, sunayım istedim. Arada eş dost gördüm, iki lafın belini kırdık, hava değişikliği oldu filan.

Hava değişikliği ruhen ve mecazen tabii. Yoksa o kadar çok yağmur yağıyordu ki, önce uçak şehre inemedi, iki buçuk saat hava kaldık. Havaalanından kaldığımız yere varmamı, sonra İlban Abi ile birlikte o yağmurda, Gayrettepe'den Karaköy'e iki saatte ulaşmamızı sayarsam saatlerce yolda kaldım. Saatlerce...

Salon o fırtınaya rağmen doluydu, İstanbul işte diyorsun, öyle ya da böyle, bir kalabalığı bir ilgisi oluyor.

Bir insanın ömrünü yollarda harcaması, tek bir şey yapamadan, bir yerden bir başka yere ulaşmaya çalışarak geçirmesi, bana o kadar anlamsız geliyor ki...Sürekli mücadele ediyorsun şehirle, yolla, trafikle... Delirtici bir şey...Sürekli tetiktesin, sürekli atlatmaya, geçmeye, baş etmeye çalışıyorsun.Ne kadar yaşıyoruz ki...

Dün'den geriye kalan şey, konuşmak, eş dost görmek filan değil  hep bu garip hissiyat oldu...

Fotoğraflar şuradan

Muammer



Pazartesi, Kasım 28, 2016

Bugün


Bugün, İstanbul'da, Salt Galata'da, akşam saat 19:30'da, Ersin (Karabulut) ve İlban Abi (Ertem) ile birlikte, şehri ve çizgi romanı konuşacağız. Biri tarihi (Puslu Kıtalar Atlası) diğeri modern İstanbul'u (Çizgili Tişört) anlatan iki usta çizerin arasında ben de biraz tarih, biraz sosyoloji, biraz falan filan yapıp, örnekler göstereceğim. Sohbete bekleriz.

Perşembe, Kasım 24, 2016

Göç



Bu memleketin elinde doğal gaz, petrol ya da getirisi olan bir başka maddi kaynağı yok, hiç olmadı, dışarıya bağımlıyız. Turizm dersek içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle var mı yok mu belli değil...

Eldeki tek şey, geriye kalan tek kaynak, hep böyleydi, getirisi ve potansiyeli olabilecek tek unsur insanımız...

Ama biz yetişmiş, eğitimli, enerjisi, kapasitesi olan insanımızı korkutuyor, suçluyor,dışlıyor ve göçe zorluyoruz. Demokrasiyi askıya alıyor, ifade özgürlüğünü engelliyor, hak arama hakkını yok sayıyoruz.

O gitsin yenisini buluruz durumu değil bu...

Çarşamba, Kasım 23, 2016

Nedir Bu Hegemonya?


Görmüş, duymuş olabilirsiniz. Ahaber, geçtiğimiz günlerde mizah dergilerini hedef gösteren on dakikalık, kendi deyişleriyle bir analiz yayımlamış.
link

Haber metninde kullanılan dil ve üslubu ölçü alırsak anlatılanlara nasıl analiz diyebiliriz bilemiyorum. Mesafesi ve mukayesesi olmayan bir yaklaşımı ciddiye almak doğru da değil ama ne yazık ki  hep birlikte yaşıyoruz, insan sıra mizah dergilerine mi geldi diye endişe ediyor.

Öte yandan şunu merak etmedim değil, bu metni kim yazdı veya neye dayanarak üretildi.

Meğerse, AKP'ye yakın kuruluşlarından biri olan Seta tarafından bu konuda bir rapor yayımlanmış. Yukarıdaki görsel, o raporun adını ve yazarını gösteren kapağına ait. Alt başlığında hegemonya geçiyor, ona da şaşırmıyorum. Rapor,  atıf ve iddialarıyla akademik olma iddiası taşıyor, bu bakımdan en azından bir cevap verilebilir. Gerçi, çok sayıda maddi hata içeren, alanı ve literatürü bilmediğini gösteren vasat bir metin...Levent (Gönenç) ile birlikte bir cevap yazacağız.

Haber videosuyla birarada düşününce hegemonya iddiası sahiden içler acısı. Rapor yazdırıyorsun, televizyonlarında haber yaptırıyorsun, hedef gösteriyorsun sonra yok algı operasyonu, yok iftira suikasti fılan sıralıyorsun. Bunlar hegemonya nedir bilmiyorlar, keşke kimden öğrendilerse ona bir sorsalar...

Alayına İsyan


Her ay Kafa'da...

Mimarlık ve Çizgi Roman


[Tanıtım Metninden.... ] İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin Kalebodur’un desteği ile birlikte Salt Galata’da düzenlediği “Mimarlık Ve…” buluşmalarının dördüncüsü 28 Kasım Pazartesi günü “İstanbulSMD ve Kalebodur’la Pazartesi Buluşmaları - Mimarlık ve Çizgi Roman” başlığı altında gerçekleşiyor.

“Mimarlık ve Çizgi Roman” buluşmasında, Türkiye’nin çizgi roman ve mizah alanında yazıları ve çizimleriyle öne çıkan karikatürist ve yazarları bir araya geliyor. 1990’lı yıllara kadar, Gırgır ve Fırt’ta yazılar yazan ve geçtiğimiz yıl İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası kitabını resimleriyle yorumlayan İlban Ertem ve Uykusuz mizah dergisinden tanınan, Sandık İçi, Sandık İçi 2, Sevgili Günlük, Amatör ve Çizgili Tişört isimli kitapları bulunan Ersin Karabulut’un buluşacağı Mimarlık ve Çizgi Roman buluşmasını Levent Cantek yönetecek. Türkiye’de Çizgi Roman, Çizgili Hayat Kılavuzu ve Anadolu Masalları başta olmak üzere çizgi roman ve mizah üzerine önemli kitapların yazarı olan Levent Cantek bu alanda Türkiye’nin sayılı akademisyenlerinden biri.

Mekan ve kentlerin çizgi romanlarda tasviri, çizerlerin yapılı çevreyi yorumlamaları panelde tartışılırken, aynı zamanda kentsel bellek ve mimarlığın değişiminin bu çizgilere nasıl yansıdığı da konuşulacak.

İki saate yakın sürecek, herkese açık ve ücretsiz olacak “İstanbulSMD ve Kalebodur’la Pazartesi Buluşmaları” adlı konuşmalar serisinde, ilerleyen aylarda da farklı pencerelerden mimarlığa bakılacak. Bu panellerde katılımcı konukların çağdaş mimarlık ve kent hayatı üzerine kişisel deneyimleri ve gözlemleri izleyicilerle paylaşılacak. Kalebodur’un desteği ile düzenlenen “Mimarlık Ve…” adı altındaki paneller serisi ile İstanbulSMD, mimarlık dışındaki alanlarda çalışanlarla mimarlığı ve kentleşmeyi bir arada tartışmaya açıyor.

“Mimarlık ve Çizgi Roman” paneli 28 Kasım Pazartesi günü saat 19:00-20:30 arasında Salt Galata’da ücretsiz izlenebilir. 


link

Salı, Kasım 22, 2016

En İyi 50


İdefix, her sene yaptığı gibi yılın en iyi 50 Romanını sıralamış. Bana da sormuşlardı, İletişim'de çalıştığım için İletişim kitabı, Türkçe edebiyat editörü olduğum için yerlilerden tek bir örnek seçmedim. Listede 8 İletişim kitabı var, 7'si Türkçe edebiyat, ne yalan söyleyeyim hafiften gururlandım.
link

Cumartesi, Kasım 19, 2016

Önsöz




Serüven’in fikir olarak ortaya çıkışıyla, “dergi” olması arasında iki buçuk ay gibi kısa bir zaman var. Raşit Çavaş’a, “Bir dergi düşünüyorum” dediğimde, “Tamam, yapalım!” dedi. Sadece bu kadar… Bana “aşk, gözyaşı, kan, ter ve ihtiras” vaad eden bir serüvene atılmak kalmıştı. Daha önce Çizgili Hayat Kılavuzu’nu (İletişim Yayınları, 2002) birlikte hazırladığımız arkadaşlarla konuştum. Hemen herkesin beni heyecanla desteklemesiyle daha da heveslendim. Bazen sırf adettendir, şıklık olsun diye duygusal ifadeler kullanılır. Ama bütün samimiyetimle yazıyorum: Serüven hayata geçtiyse eğer, bunun nedeni tek kelimeyle “paylaşmaktan kaçınmayan” insanlardır. Umut ediyorum ki, bizi vareden bu heyecan, Serüven’i kimselerin görmediği ayrıntıların tarihçisi, neşeli ama iddialı bir yorumcu ve alanın haysiyetli bir dergisi yapmaya da yeter.

Dergi çıkmadan önce, “Nasıl bir dergi?” diye soranlar oluyordu. Bir şeyler anlatıyordum elbet ama hep söylediğim bir söz vardı: “Hele bir yola çıksın, kervan yolda düzelir”. Ama bu, kervan’ın yola çıkış nedeni olmadığını veya bir tavrımız bulunmadığını göstermez.

Serüven’in alt başlığı olan “çizgi roman araştırmaları dergisi” ibaresinin oldukça açıklayıcı olduğunu sanıyorum. Çizgi romanı üretici, okuyucu, koleksiyoncu, meraklı veya akademisyen ilgilerini kapsayacak biçimde ele almaya kararlıyız. Çizgi roman kavramını bilinen, tartışılmaz bir bilgi kategorisi olarak ele almaya niyetli değiliz. Çizgi roman denildiğinde akla gelen her türlü ürün, anlayış ve tutumlara karşı eşit mesafede durmak istiyoruz. Çizgi romanı kapalı bir metne, fetişleştirilmiş bir nesneye dönüştürmemeye çalışacağız. Çizgi romana içeriden bakan “fan” metinleri kadar onun doğasını sorgulayan denemeleri de kullanacağız. Bu, kimi zaman tutarlılık ve birliğe direnen, birbirleriyle çelişen metinlere yer vereceğimiz anlamına da geliyor. Böylesi bir “karmaşa” Türkiye’de çizgi roman araştırmaları gibi bir alanın sınırlılıklarıyla da maluldür kuşkusuz. Serüven adını seçişimizin bir nedeni de bu: bilinmeyen, daha önce keşfedilmemiş bir kıtanın kaşifleri gibi hissediyoruz kendimizi. Daha önce konuşulmamış çizgi romanlar, kayıp çizerler, unutulmuş ayrıntılar, görünenin arkasındakiler bizi hep meşgul edecek. Serüven’in seyir defteri, umarız, geleceğe güçlü bir arşiv olarak kalır. 

[Nostaljik görünüyor biliyorum, eski yazılarımı bloga yüklüyorum. 2004 yılında çıkardığımız Serüven için yazdığım önsöz.]

Cuma, Kasım 18, 2016

Dolar Niye Peşimizde?


Tecavüzün suç olduğunu söylemek, bunu hatırlatmak bile insana ağır geliyor. Gerim gerim gerilerek, tapınmayla tepinme arasında, inatla körleşiliyor, bu kadar aşikar bir mesele  ıvır kıvır düzeyinde bile konuşulamıyor. Tartışılacak nesi var ki bunun, taraf olunamayacak konular vardır, bu da bunlardan biri işte. Bu tartışma bize ne kazandırıyor? Bildiklerimizin sağlamasını mı yapıyoruz? Yoksa unuttuklarımızı mı hatırlıyoruz?

Gazeteci fıkrası gibi olacak ama dolar bize karşı bu kadar yükselmişken, başımıza bir şey gelirse ne olacak peki, evlendircekler mi lirayı dolarla...Evlenirsek düzelcek mi her şey...


Perşembe, Kasım 17, 2016

Pembe İyimser bir Renktir



Arakçı, metropolde tek başına yaşayan, beyaz yakalı genç bir kadının hayatının birkaç günlük kesitini anlatıyor. Reklam ajansında çalışan Corrina Park’ın kendisiyle, yaptığı işle, yalnızlığı ve geleceğiyle ilgili arayışını okuyoruz. Rutinleşen biçimde işine gidip gelen genç insan tekinin sıkıntılarını ve büyümesini izliyoruz da denebilirdi. Albümde güzel diyaloglar ve sahneler yok değil ama göz alıcılık ve asıl maharet çizgilerde, kareler arası akışkanlıkta. Kore asıllı Kanadalı çizer Michael Cho, bize metropol kalabalığını ve mekânsal sıkışmayı ustalıkla gösteriyor. Corrina’nın bir başınalığı, kendini sakınması, endişeleri, insanlardan kaçma arzusu, geleceği hakkındaki kararsızlığı, bilmezliği bu çizgilerle daha güzel pekiştiriliyor.  Hikâyenin yavaşlığı ve tekrarı, soğuk ve mesafeli bir atmosferle tamamlanıyor.

Nasıl bir hikâye Arakçı? Eskiden sanat dergilerinde küçük hikâye derlerdi, şimdi minimal demeyi tercih ediyoruz. Çizgi roman tarihinde bu tür anlatıların kendine yer bulması hele edebiyatla kıyaslanırsa çok ama çok yenidir. En fazla elli yıl geriye gidebiliriz. Çizgi romanlar süratli, mutlaka bir olağanüstülüğe dayanan tahkiyelerdir. Bu anlayışın dışına çıkmak, anlatıyı yavaşlatmak veya hikâyeyi bilerek tamamlamamak, endüstrinin işleyişi gereği çok da kolay olmadı. Avrupa’da “roman” vurgusu yaparak, edebiyatla yakınlık kurarak takdim edilirdi böylesi çizgili anlatılar. İlk örneklere bakarsak, ayrıksılığı abartarak vurguladıkları görülüyor, bazen balon ya da anlatım kutusu kullanılmadan sunuluyor bazen de tam tersini yaparak metni, söz sanatını çoğaltıyorlardı. Biçim, içeriğin önüne geçiyordu veya. Grafik roman akımı yaygınlaştıkça minimal hikâyeler sayıca arttılar, yeni bir okura hitap eden, editöryal ilgi gören bir tür oldular.

Bizimkisi gibi sert ülkelerde, bağırarak kendini gösteren, abartıyı normalleştiren hikâyeler seviliyor. Çizgi romanı da içine katarak büyük edebiyattan söz ediyorum. Bizim karakterlerimiz olağandışı olaylar dizgesinin içinde öğrenir, olgunlaşır ve değişirler. Yazarlar bize büyük gerçeği ifşa eder, yalanı, riyayı, oyunu, dümeni, alçaklığı gösterir, bunun intikamını alırlar ya da alamayıp bağıra çağıra bir kez daha yenilirler. Sanat ve edebiyat, bizimkisi gibi ülkelerde olup bitenlerle rekabet etmekte zorlanırlar. Muhtemelen bu yüzden “bağırmak” zorundalar, ne söyleseler, ne yazsalar eksik kalacakları bir hayatın içindeler çünkü. Tanpınar’ın “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor” hayıflanması, öyle güzel anlatıyor ki içine bulunduğumuz halet-i ruhiyeyi. Arakçı, dikkatinizi çekerim, böyle bir siyaset ve kültür ortamında yayınlanıyor, bizimkisi gibi zorlukları olan bir kültürde üretilmemiş üstelik. Hayli Amerikalı, hayli Batılı, oralar için hayli normal bir sıkıntıyı mesele etmiş. Amerika’da, genel olarak Batı’da, mezuniyet sonrası, gençlik kültürünün ilgisini çeken bir hikâye odağı ve konuşulan bir anksiyetisidir.

Corrina, öğrenciliği sırasında stajyer olarak bir reklam ajansına girmiş, ortalamanın üzerinde bir görgüye ve zekâya sahip olduğu için kadrolu olmuş, kendine hayat kurabilmiş. Sorun şu ki, kolayca dâhil olduğu için kendini ve mesleğini sorgulama gereği duymamış.  İşe gidiyor, günü geçiriyor, bir erkek arkadaşı olsun istiyor, kedisine mamasını veriyor, televizyon izliyor, internette vakit geçiriyor ve uyuyor. Her zaman ihtiyatlı ve mesafeli, kendi koyduğu sınırları aşmıyor. Sonra bir gün, işle ilgili bir toplantıda gereksiz, meseleyi anlamadığını gösteren bir öneride bulunuyor ve her şey olumsuz biçimde tersine dönüyor. Patronu, pozcu ve klişeci sözlerle, reklamcı olmayı isteyip istemediğini soruyor. Mesleğine ve dolayısıyla kendisine hayran, Halil Cibran aforizmalarıyla konuşan reklamcı patron tiplemesi çok başarılı. Corrina, onun sözlerinden çok işsiz kalırsa başına gelecekleri düşünerek endişeleniyor. Kurulu düzeninin bozulacak olmasından dolayı tedirginliği giderek artıyor. Yazar olmak istediğini böylelikle öğreniyoruz. Yazar olmanın sahici ve vazgeçilmez bir tutkusu olup olmadığını ise bilmiyoruz. İş yerindekiler, Candi hariç, bir biçimde yalan söyleyen, kendini korumak için rol keserek “yaşayan”  insanlar. İş dünyasının rekabetçi ortamında insan kalabildiklerini, sanata ilgi duyduklarını, hâlâ hayalperest olduklarını ispatlamaya çalışıyorlar. Sakin, entelektüel ve anlamaktan yorulmuş, çok yaşamış birileri gibi davranıyorlar. Corrina, bu dünyaya isyan eden, direnen, muhalefet eden biri sanılmasın. Aksine, onlara benzediği için orada çalışıyor, rekabet edemediği için de dışlanıyor.

Hikâye, iki ayrı hayal kırıklığıyla, Corrina’nın onlarla başederek kendine yeni bir yol açmasıyla sonlanıyor. İyi bir insanla karşılaşıyor, hiç ummadığı anda oyun oynar gibi dergi çaldığı marketin kasiyerine yakalanıyor. O yüzleşme Corrina’ya iyi geliyor, karar vermesini kolaylaştırıyor. Mutlu son da denebilir buna, iyiliğin varlığı da… Hikâye, başladığı tempoda, birkaç günlük seyrin sonunda, genç kadının çalıştığı yerden istifa etmesiyle bitiyor. Arakçı, seyir süratiyle soap operaları, pembe dizileri andırmıyor değil. Çizgi romanda, siyah ve beyazın dışında üçüncü renk olarak pembe kullanıldığını hatırlatayım.

Bizim çizgi roman okurumuz bu tür öykülere alışkın değil, yayınevini sırf bu yüzden takdir etmek gerekiyor. Korkarım, hikâyeyle ilgilenebilecek edebiyat okuru da kitabın özgün adı olan Shoplifter için tercih edilen Arakçı tercümesini çok anlamayacak, pulp evreninin mübalağalı sertliğinin bir parçası sanacak. Belki de bile isteye geleneksel okuru cezbetmek için seçildi, bilemiyorum.  Shoplifter, alışveriş sırasında mağazalardan yapılan küçük hırsızlıklara verilen bir isim. Market hırsızlığı olarak biliniyor. Yaygın bir hırsızlık olduğu için, güvenlik sistemleri buna göre yapılandırılıyor. Çok daha eskiden bu çalma arzusu kleptomani olarak adlandırılırdı veya yakalanan küçük suçlular, bu psikolojik saplantıya sığınırlardı. Shoplifter, kapitalist sistemde sıradan insanların suç ve ceza sınırlarını zorladıkları, suç işleyerek rahatladıkları küçük nişlerden sayılıyor, pek çok suça göre sempatiyle bakılıyor. Corrina, tam da o niş içinde, suçluluk ile tuhaf bir meydan okuyuculuk arasında salınıyor. Kendini iyi ve güçlü hissettiği, hafif suçlu, hafif masum, hafif modern ve okura aşina gelen bir tutku içeriyor yaptıkları. 

Arakçı, farklı bir çizgi romanla karşılaşmak isteyen okur için iyi bir fırsat. Çizgileri, tasarımı, geçişleri, mizansenleri ayrıca çok başarılı. Geniş açıyı kullanma biçimi, birdenbire yakınlaşması ve ardışıklığı son derece etkileyici. Çizgili sanatlarla uğraşan herkesin bu yumuşak üslubu ucundan kıyısından incelemesi gerekiyor.

[Sabit Fikir, Ekim 2016]

Çarşamba, Kasım 16, 2016

Tiyatro ve Karikatür



- Yazınsal olarak genellikle mecazi anlamda tip karikatürize tanımı kullanılır. Mekanın karikatürize edilmesini nasıl yorumlarsınız?

Karikatürize etmek, basitleştirmek veya belirginleştirmek, anlatımı herkesin hemen anlayabileceği biçimde bir klişeye dayandırmak anlamında kullanılıyor. O bakımdan mekân da zaman da zamanın ruhu da karikatürize edilir. Ne amaçlandığı, ne niyetle yapıldığı önemli. İşlevselse, hikâyeye katkı sağlayacaksa her unsur kullanılır.

- Yazınsal olarak karikatürize etmek ile görsel olarak karikatürize etme arasındaki bağı/benzerliği nasıl görüyorsunuz?

Deyim ya da niteleme, karikatürden çıkmış gibi görünebilir ama karikatürün ilham kaynağı ya da öncüsü, ister istemez tiyatrodur, taklittir, gündelik hayatın içinde yaşayan jestler ve ilişkilerdir. Sanat, hayattan ve yaşanan zamandan beslenir, onu yorumlar ve yeniden hayata ve zamana sunar. Devr-i daimden söz ediyorum, bağ ve benzerlik olmadan, ne sanat ne de edebiyat yaşayabilir.

 - Grotesk ve abartı’nın sözlü ve görsel/grafik mizahta ortak paydada buluştuğunu düşünür müsünüz?

Grotesk ve abartı, mizah ve karikatürün kullandığı araçlardan biri ama sadece onlara dayanıyor demek yanlış olur. Her unsur, eskiyebilir, arkaik kalabilir, zamana yenilebilir… Grotesk veya bir hissiyat olarak abartı, yaşanan zamana kendini uyarlayabiliyor ve yaşayabiliyorsa, tahkiye içinde gerçeklik vehmine zarar vermiyorsa o ortak paydada varlığı sürdürebilir. Yok olmuyorsa, derslerde anlatılan bir tarih mezesi olarak hatırlanır sadece.

 - Temelinde “Karagöz” oyunları olan bir geleneksel Türk Tiyatromuzda karikatür çizgisinin sahnede uygulaması sizce hala geleneksel bir yorum olarak mı görülüyor? Bu anlamda karikatür ile minyatür sanatı arasında biçimsel ilişki kurulabilir mi?

Soru biraz karışık. Önce bir ayrım yapayım, bence böylesi bir ayrımı yapmak gerekiyor, Türkçe Tiyatronun kurucuları, Karagöz’ü ya da Ortaoyununu kendilerine milad olarak görüyor ve gösteriyor olabilirler. Çıkan ürünlere, denemelere bakarsak eğer, bizim tiyatromuzun çıkışı ya da palazlanması, Batı Avrupa Tiyatrosuna dayalıdır. Konuşurken söyleniyor elbette bunlar. Üstelik, Karagöz ya da Ortaoyunu ne kadar millidir, ne kadar başka kültürlerden ve mizahlardan etkilenmiştir, onu çok hesap etmiyoruz. Aynı şey, karikatür için geçerli, itibarlı olduğu için minyatürle bir bağ kuruluyor. Büyük bir geçmişten, asırlar öncesinden bugüne uzanan bir gelenekten söz etmek hoşumuza gidiyor ama bizim karikatürümüz, minyatürden değil, Avrupa karikatüründen feyz alır, onları taklit ederek, kendini geliştirir.

Geleneksel Türk Tiyatrosu dediğimiz şeyler Karagöz ve Ortaoyunu ise ve siz onları karikatürün bir uzantısı, bir çeşitlemesi olarak görüyorsanız… şunu söyleyebilirim, yüz yıl önce dahi, Karagöz eski, esprisi eski, demode, yenilenmesi gereken, zanaatkarları ve temsilleri eksilen bir oyundu. Karagözü çağdaşlaştırmak, çocuklara indirgeyerek yeniden sevdirmek milli eğitimin sorunu olarak görülüyordu. Başarılı olamadı, çünkü mizah, aktüelden, olup bitenlerden nefeslenir, konuşulur olması gerekir. Gelenekle mizah, çok yan yana gelir şeyler değildir. Şunu demek istiyorum, Karagöz, Kavuklu, Hasrettin Hoca ecdadımız, tarihimiz, örfümüz, ahlakımız denilerek talim terbiye konusu oldular. Mizah adına değil pedagoji adına kullanılıyorlar.

-Tiyatro sahnesinde çağdaş karikatür yaklaşımı sizce nasıl olabilir?

Hikâyeye bağlı demek zorundayım. Bir de sizin karikatür derken neyi anladığınızı bilmiyorum. Commedia del arte karikatür müdür? Karikatürize midir? Veya çağdaş karikatür dediğiniz şeyi nasıl tanımlayacağız?

 -Karikatür, yapısı itibariyle iki boyutlu bir iletişim şeklidir. Tiyatronun görsel anlatımında genel olarak iki boyutlu pano dekor uygulamaları görülüyor. Bunun haricinde üç boyutlu grotesk uygulamaları sizce karikatür vurgusunu zayıflatır mı?

Kim uygulayacak, nasıl uygulayacak, ortaya çıkan üretim, hikâyeye nasıl katkı sağlıyor bilmiyorum ki… İyi yapılırsa iyi, kötü olursa kötü… Dekor, hikâyeyi besliyor mu, güçlendiriyor mu ona bakarız. Aslolan hikâyedir, gerisi detaydır. Dekoru olmayan sayısız başarılı performans seyrettim.

 - Karikatür oluşturmada kullanılan alaya alma, simge kullanımı, taraf tutma vb. yaklaşımların sözlü mizahta kullanımı, bu iki farklı anlatımın aynı temellerden beslendiğine varabilir miyiz?

Karikatür, mizahi bir anlatım aracı olduğuna göre…

 – 21. yy.‘da çizgisel, sözel ve görsel Türk Mizahı öğelerinin birbiriyle bağını nasıl görüyorsunuz ?

Çok anlamadım bu soruyu. Bir bağ olması gerekir diyerek mi soruyorsunuz? Hangi örneklerle hangi örnekleri, kimlerle kimi kıyaslayacağız?

- Karikatürün iki boyuttan çıkıp, üçüncü boyuta kavuştuğu satirik heykel örnekleri mevcut. (Mehmet Aslan, Kemal Masaracı) Ben bunu obje tiyatrosu ve kavramsal sanat arasında görüyorum. Aynı zamanda Türk Tiyatrosu Sahne Tasarımı örneklerinde abartılı yüz hatlı maskeler ve grotesk anlamda biçimi bozulmuş kostümler de mevcut. Karikatürlerde kullanılan abartılı hatlar sebebiyle bu tür yorumlar da sizce karikatürize sayılır mı?

Anlatırken karikatürize bir abartı diyorsak, yapılan işler karikatürizedir.

 - Karikatür estetiği Türk Tiyatrosu’nda “komik, gülünç, absürd veya grotesk” türlerde daha çok tercih ediliyor. Ama karikatür sadece güldürü amaçlamaz. Bu önyargının temeli Türkiye’de karikatüre eğlendirici gözle bakılması olabilir mi?

Yine aynı argümana başvuracağım. Önyargı varsa hikâyede kullanılabilir veya ters yüz edici bir etkiyle bambaşka bir noktaya varılabilir. Karikatür güldürür diye bir önyargı varsa, bu tiyatro üreticisinin sorunu olamaz, bu yargı başlı başına bir avantaj ya da dezavantaj değildir. Önemli olan hikâye içinde nasıl kullanıldığıdır.

-Dönem dönem tiyatro sahnelerinde ve mizah dergilerinde gördüğümüz politikacı, patron, yobaz, memur vb. tiplerin görsel olarak birbirine benzerliğini nasıl yorumlarsınız?

Bir metne dayanıyorlar, o metinde nasıl nitelendiklerini bilmiyorum, tek tek bakmak gerekiyor. Oyuncu bildiğini oynayabilir, Yönetmen öyle yönlendirmiş olabilir. Seyirci böyle daha iyi anlayabilir diye düşünmüş olabilirler. Bir benzerlik varsa klişedir ama klişe tek başına kötü bir şey demek değildir.

- Sahne tasarımında karikatür çizgisinin kullanımı genelde karikatüristlik yapan tasarımcılar ve tiyatrocular tarafından tercih ediliyor. (Hüseyin Mumcu, Mahmut Tibet, Oğuz Aral, Kemal Aratan gibi) Bunun bir yönetmen yönlendirmesi olduğunu düşünüyor musunuz?

Tek tek örnekleri bilmiyorum. Mantıklı olan çok parçalı bir işin her bir parçasını bilen birine devretmektir. Eğer öyle yaparsanız, anlatınızı güçlendirirsiniz.

- Savaş Dinçel, Nejat Uygur, Oğuz Aral, Altan Erbulak gibi hem oyunculuk hem de çizerlik yapmış isimlerin karikatüristlik temellerinin sahne üzerindeki hareket, mimik ve mekan kullanımını beslediğini düşünüyor musunuz?

Hepsini sahnede seyretmiş değilim ama oyunculuk farklı birikimlerle beslenmesi gereken bir performans gerektiriyor, mutlaka faydalanıyorlardır. Öte yandan kimi oyunlarda, kimi rollerde sırf bu marifetleri nedeniyle tercih edilmemiş de olabilirler. Mimik ve jestler kolay değiştirilemiyor veya karikatürize bir mekân tasarımı oyunu basit de gösterebiliyor. Her oyun ve hikâye bu yüzden ayrıca değerlendirmek zorunda.

[Cem Çevikayak isimli bir arkadaş yaptığı yüksek lisans tez çalışması için sordu bu soruları.]

Pazartesi, Kasım 14, 2016

Behzat Ç. 10.Yıl Özel Baskısı



Her Temas İz Bırakır'ın yayımlanışının onuncu yılı nedeniyle iki Behzat Ç. romanını biraraya getiren özel bir kitap hazırladık. İçerde Deniz'in (Karagül) kitap için özel çizimlerini kullandık ve kırmızıyı öne çıkartan bir estetik tercihte bulunduk.
Related Posts with Thumbnails