![]() |
Cuma, Ağustos 30, 2024
Edebiyat magazini
Perşembe, Ağustos 29, 2024
Çarşamba, Ağustos 28, 2024
Alparslan
![]() |
Siz de fark edeceksiniz, hemen her yerde aileler Alparslan ismini tercih etmişler... Yaptığım işler nedeniyle ben de bakınmıştım bir ara, bana sorsalar "Eymen ve Asaf" isimlerinin popülerliğinden bahsederdim, Ali Asaf ve Ömer Asaf beni daha önce de şaşırtmıştı.
Ailelerin tercihleri önemli, çocuk gelecekle ilgili bir umuttur ve ona konulan isim, o umuta ilişkin bir projeksiyon misyonu taşır...Yani Alparslan isminin çokluğu ülkenin siyasi manzarasını özetliyor.
Diğer yandan, televizyonun artık izlenmediği söyleniyor ya, oysa isim seçimleri üzerinde beyazcamın etkisi hemen anlaşılıyor, demek ki, televizyon halen evin ortasında yaşıyormuş, kolaycı bir yorum yapılıyormuş.
Salı, Ağustos 27, 2024
Pırno
![]() |
Diğer yandan sosyal medya pek çok alanı açığa çıkardı, teşhir etti, lümpenliği hiç bu kadar açık görmemiştik, zenginlik hiç bu kadar gösterilmemişti... Tarikatları ilk kez bu kadar yakından gördük... Veganları da , kedileri de, pavyonları da, Ülkücüleri de... Cehalet pornosu, kavga pornosu, servet pornosu gibi say say bitmeyecek "yeni ve tuhaf" şeylerle karşılaşır olduk.
Adam haklı beyler dağılın, klişesini bırakıp çekiliyorum...
Pazartesi, Ağustos 26, 2024
Son Okuduklarım 94
![]() |
![]() |
Pazar, Ağustos 25, 2024
Dijital Detoks
![]() |
Bir süreliğine telefonlarını kapatan-hiç kullanmayan insanlar çok rahatladıklarından söz ediyorlar, psikoglardan da benzer tavsiyeler duyuyoruz Akıllı telefonların ve sosyal medyanın, hafızayı öldürdüğü, yaratıcılığı sönümlendirdiği, konuşmayı ve yüzyüze iletişim geberttiği filan anlatılıyor.
Etrafınızda akıllı telefon kullanmayan, instagram ya da whatsup gibi mecralara bulaşmayan birileri vardır, azınlıktalar, ne kazandılar-kazanıyorlar belirsiz, Bana havuzdaki damlacıklar gibi geliyor... Kendimden örnekler vereyim, kredi kartı kullanmak istemiyorum ama iktisadi düzen buna göre işlemiyor, ne yapsanız, karşınıza çıkıyor, denedim biliyorum, limitini sınırlayarak yanınızda tutmak zorundasınız... Veya araba karşıtıyım, minimal bir hayat sürdürüyor, yürüyerek bir yaşam sürdürmeye çalışıyorum. Ne ki tatile gitmek, şehir değiştirmek, vakit kazanmak derken en azından yolcu olarak "araç" kullanmak zorunda kalıyorsunuz...
Çocuklar söz konusu olduğunda zarar ziyan bahsi çok konuşuluyor biliyorsunuz...Bir yaş sınırlaması getirilmesi, bir yasak konulması isteniyor filan... Her türlü yasağın arzuyu çoğalttığını biliyoruz... Oradan varılacak bir yer olduğunu düşünmüyorum.
Ama evet, dijital detoksun, azaltmanın, sınırlamanın farkındalığı artırmak bakımından faydası olabilir... Kullandığım mecraları iyicil ve olumlu yönleriyle sahiplenerek, gerisine muhalefet etmek bana doğru bir yön gibi geliyor.
Cumartesi, Ağustos 24, 2024
AlanDelon demişken
![]() |
Ünlü biri öldüğünde ardından herkes kendi ölçüsünde iddialı ve romantik sözler sarfediyor, onu hayırla yadediyor ya da gerçek yüzünü ifşalıyor... Hiç şaşmadan, her ölünün arkasından bunları okuyor ya da tartışmanın aktörlerinden biri oluyoruz.
İnternet öncesi popüler kültür daha uzun ömürlü olduğu için, o devirlerden kalma ikonlar daha derin ve ayrıntılı olarak "konuşuluyorlar". Yoksa istisnasız her şey bir hafta içinde unutuluyor.
Gündeme dair konuşmazsak, zamanı kaçırmış ya da yaşlanmış hissediyormuşuz. Bu konuda yapılan araştırmalar epeyce karışık şeyler söylüyor. Beğenilme arzusu duyarak çoğunluğa katılıyor ya da dünyayla ilişkimize bağlı olarak o çoğunluğa muhalefet de ediyormuşuz.
Popüler kültür ikonları, o kadar çok farklı kesim, sınıf, kültürel sermaye ve etnik toplulukça seviliyor ki, onlara gösterilen sempati ve hayranlığı tek bir nedenle açıklayabilmek mümkün olmuyor. Hele sinemada ve televizyonda ünlü olmuşlarsa...
Geçtiğimiz hafta Alain Delon vefat etti, o da benzer biçimde tartışıldı, sosyal medya polemikleri içinde defnedildi. Neler yazıldı? İşte Delon, tipik bir sağcıydı, göçmen karşıtıydı, denyoydu, biseksüeldi, öküzün önde gideniydi, dünya kadar kadına haksızlık etti falan filan... Ama dehşet yakışıklıydı, şöyle jantiydi, mahallemizin abisiydi, hayvanları çok seviyordu şu bu...
Delon gibi fiziken ayrıksı biri sinemada kaçınılmaz olarak star oldu, iyi adamı oynuyor, filmlerde etkileyici sözler ediyor, benzersiz aksiyonlar yaşıyor, güzel kadınlardan sevgilileri oluyor, iyilikle, aşkla gösteriyle pozla çarpıcı şeyler yapıyordu. Oysa hepsi sadece bir roldü, Alain Delon'un kendisi değildi. Herkesin bildiği bir şeyi anlatıyorum gibi geliyor değil mi? Ee diyeceksiniz, biz zaten bunu biliyoruz.
Bu filmleri çocukken kanarak izlediğinizi düşünün veya yine kanarak seyretmiş birilerinden dinlediğinizi... Onlarla büyüdüğünüzü... Alain Delon'un konuşulduğunu, fotoğraflarının dergilerde gazetelerde yayınlandığını, röportajlarını okuduğunuzu da ekleyin buna... Filmler, fotoğraflar, showlar, reklamlar vs hepsini ekleyin. Anlayacağınız Alain Delon, çoktaan kendisi değil gösterdiği-oynadığı olmuştur artık...
Burada tuhaf bir körleşme, idrak kaybı yaşanır demek istiyorum. Seyredenler olarak o rollerle ilgili yaratılan haleye kapılır ve örneğin Delon'un tıpkı filmlerdeki oynadığı karakterler gibi birisi olduğunu sanmaya başlarız. Ayırt edemeyiz.
Delon, gerçek hayatta tipik bir sağcı, illet bir denyo filan olsa da rol gereği bir devrimciyi, erdemli bir kahramanı oynadı, devrimci ya da ahlaken dürüst olması değil rolünü iyi oynaması yeterliydi. Yahu Adile Naşit'in bir cinsel hayatı yok muydu?
Şarkı güzelse, film iyiyse, rol etkileyiciyse, kitap şahaneyse... üreticileriyle onları ayırmak gerekiyor, ama bir türlü bunu yapamıyoruz. İyi baba rolünü iyi oynadı diye onun iyi baba olmasını beklemek zaten tuhaf...
Ha şunu kabul edebilirim, hayal ettiğimiz gibi olmadıklarını öğrendiğimizde hayal kırıklığına uğrayabiliriz. Ama babamız da, annemiz de, öğretmenimiz de sandığımız gibi biri değildir, şaşırırız, büyüdüğümüz mahalle aslında boktandır, çocukken bayıldığımız roman pek de parlak değildir. İyi ki farkına varıyoruz ayrıca... Aslolan galiba zihni açık tutmak, idrak yollarında olana bitene dikkat kesilmek...
Cuma, Ağustos 23, 2024
Son Okuduklarım 93
![]() |
Fabien Toulmé'nin son albümü Unutulmazlar, sıradan insanların kısa hayat hikayelerinden (an'larından) oluşuyor. İlk cildi olduğuna göre devamı da gelecek. Hikayeler, Toulmé'nin dünyayla kurduğu ilişkiye koşut biçimde iyimserler. Yanılgılara, hatalara, heba edilmiş zamanlara, kaçırılmış fırsatlara inat toparlanan, yeniden deneyen, daha doğru anlayan-farkına varan, başeden insanların hayat hikayelerini okuyoruz. Toulmé, yine sevdiği biçimde bu insanlarla tek tek konuşarak-görüşerek hikayelerini kurmuş. Emek verildiğini gösteren, işe sahicilik katan bir yöntemi var. Büyülü Gerzeklik, Tolga Hırsova'nın kısa hikayelerinden oluşan bir çizgi roman albümü. Sitkom havasında, iyimser, sakin kalmaya özen gösteren, iddiasızlık ölçüsünde bir iddiası olan değinmeler demek daha doğru. Çizgiyle anlaşılmayı kolaylaştıran pop-felsefi diyaloglar da denebilirdi....Albüm bittiğinde o yorum ve çıkarımlardan çok otobiyografik betimlemeler kalıyor geriye. Asıl o fasla yoğunlaşılması gerekiyormuş gibi geldi bana.
![]() |
Pavil'in Sureti, Ursula Le Guin hikayelerini andırıyor, sakin ve yavaş akan fantastik bir dünya hikayesi okuyoruz. Kıyametvari bir gelecekten sonra kurulan yeni dinli bir toplumun gizemli temellerini keşfetmeye çalışan bir yabancıyı izliyoruz. Bir meraklı olmadığını, bir görevle geldiğini, bir "nebi-evliya" aradığını anlıyoruz filan. Vardığı yeri değil (bana sürpriz gelmedi çünkü) ama akışı sevdim. Fırat Yaşa çalışmalarını seviyorsanız, nasıl bir grafik roman okuyacağınızı anlarsınız diyerek notumu bitireyim. ++ Frankofonlar, Napolyon'un Rusya Seferi'ni anlatmayı seviyorlar, bu trajik hezimeti güzel romantize ediyorlar. Hele üzerinden iki yüz yıl geçtikten sonra... Borodino Trompetçisi, sefere katılan masum yüzlü bir meleği andıran Vincent Bosse'nin hikayesini anlatıyor. Önemli bir farkla, Bosse yaşadıklarını, modern edebiyatın en güçlü yazarlarından birine, Tolstoy'a anlatıyor. Genel olarak kaotik bir sürükleniş görüyoruz, her defasında ölümün eşiğine gelip kurtarılan güzel yüzlü delikanlının farklı okumalara açık bir hikayesini okuyoruz. Akıllı ve dokunaklı bir grafik roman, renklerin ve "resmin" kullanılış biçimi eseri ayrıca derinleştirmiş.
Perşembe, Ağustos 22, 2024
Seyrüsefer Defteri 162-163
![]() |
![]() |
Çarşamba, Ağustos 21, 2024
Pazartesi, Ağustos 19, 2024
Orhan Boran ve Yuki
![]() |
Pazar, Ağustos 18, 2024
Kulüp Rakısı
![]() |
![]() |
Cumartesi, Ağustos 17, 2024
Grafik mizah derken...
![]() |
"Bu iki tanım arasında bir farklılık göremiyorum ben. Yalnız bir tanesi "durağanlığı" diğeri ise "eylem" ifadesini kapsıyor. Örneğin bir resimde veya doğadaki bir bir çizginin eğiliminde mizah unsuru görülebilir. Bu[rada] "çizgide mizah" var denebilir. Oysa çizgiyle mizah yapmak bir eylemin tanımıdır. Bunu da mizah çizeri gerçekleştirebilir. Batı'da "Grafic Humour" denir ki, karşılığı grafik mizahtır yaz da "çizgi mizah"tır. Tartışma konusu olabilir mi böyle bir şey? Ne değiştirilmek isteniyor?"
Turhan Selçuk, yaptığı işleri karikatürden ve karikatürcülerden ayırmak istiyordu, onu anlıyorum ama bu meseleyi oldum olası karışık buluyorum. Bir farklılık vurgusu yapılıyor ama kastedilen grafik mizahın yerine karikatürü koyun ve metni bir kere daha okuyun...Karikatür, çizgiyle mizah yapmak değil mi? Sahiden daha net bir ayrımlara ihtiyaç var...
Vesile oldu diyerek paylaştım, yoksa daha iddialı açıklamaları da oldu, aynı sorun oralarda da görülüyordu.
Cuma, Ağustos 16, 2024
Neo Osmanlı Yeni Türkiye
![]() |
[Murat Bergi'nin Neo Osmanlı Yeni Türkiye fotoğraf albümünden ilhamla,,,Fotoğraf da onun çalışmalarından bir ayrıntı]
Perşembe, Ağustos 15, 2024
Brazz
![]() |
Çarşamba, Ağustos 14, 2024
Son Okuduklarım 92
![]() |
![]() |
Salı, Ağustos 13, 2024
Elinin körü
![]() |
Pazartesi, Ağustos 12, 2024
Kara Davut
![]() |
Pazar, Ağustos 11, 2024
Avrupai
![]() |
Bu havayı bir Alman ya da Fransız dergisinde de görebiliyorsunuz. Yirmili yılların ideal kadın ve erkeği böyle çiziliyordu diyorsunuz. Çağ estetiğini yakalamak-izlemek denebilir buna... Diğer yandan birörnekleştirici bir akıma kapılmak da vasatlaşmak demek. Piyasa üslubu belirliyor ama kendi olabilmek, kendine özgü bir tarzı piyasaya kabul ettirebilmek çok daha zor. Ratip Tahir bunu başarabilmiş...
Cumartesi, Ağustos 10, 2024
Efemine
![]() |
Tef'in kapağında iki erkeksi kadın, "kapak kızını" küçümsüyor: "Güzel olmasına güzel ama biraz efemine değil mi?"
Dünyaya farklı bakması ve muhalefet etmesi gereken bir mizah dergisi, kadınların görünürlüğünden ve meydan okuyuculuklarından, erkeklerle eşit olmalarından neden rahatsız olur ki... demek pek akıllıca değil. Başka bir zamanın mantığından ve iradesinden, tepkilerinden söz ediyoruz.
Mizah dergileri, çoğunluk değerlerine dayanarak varolurlar. Ellili yıllarda konuşulan ve kabul gören bir espriyi, tam da o zamanda kapağa taşıyıp yinelemişler.
Doğru ya da yanlış dediğimiz şeyleri iktidar üretir. Doğrunun ve yanlışın kaynağı olan iktidar, söylemi üretip çoğaltırken, meşrulaştırırken kendi varlığını da üretip çoğaltır, meşrulaştırır. Bir başka ifadeyle doğru ve yanlış, iktidarın parçasıdır, ihtiyacıdır. Tuhaf gelmesin, en az doğru kadar yanlış da iktidarın varlığını pekiştiren, yok edilmemesi gereken, ihtiyaç duyulan bir durumdur.
Popüler kültürse daha garip işliyor.
O gün için o kısa saçlı, sigara içen, pantolonlu kadın "yanlış", "düşman" ve doğru kadın modelinin karşıtıdır. Çoğunluk değerlerinin belirleyicisi olarak iktidar, hem o karşıtlığı onaylar hem de o karşıtlığın varolmasını ister.
Popüler kültürün garipliği de burada kendini gösteriyor. "Kötü" ve "yanlış" olan, arzu uyandırıyor ve ilgi çekiyor. O kısa saçlı erkeksi kadın zaman içinde normalleşiyor, ticaretin ve modanın parçasına dönüşüyor. "Kötü" ve "yanlış" olan, zaman içinde "iyi" ve "doğru" oluyor, forma değiştiriyor.
Kamusal alan tartışmalarında popüler kültürün işlev ve etkisi, "adam akıllı" akla getirilmiyor.
Cuma, Ağustos 09, 2024
Çarşamba, Ağustos 07, 2024
Salı, Ağustos 06, 2024
Pazartesi, Ağustos 05, 2024
Pazar, Ağustos 04, 2024
Sıcak... Çok sıcak
![]() |
O yaşlarda bence asıl mesele iklim değil de kalabalıktı... İnsanlar çoğaldıkça kaynakları tüketiyor ve birbirleriyle yaşadıkları rekabeti ruhen kaldıramıyordu. Büyük laflar ettiğime bakmayın, taklit ediyordum, insan epeyce zaman taklit ederek öğrenir.
Cinayetin tek sebebi yok elbette, bir akademik disiplin olarak kriminoloji buna ciddi biçimde kafa yoruyor... Modern Psikoloji bunu zaten sürekli konuşuyor. Öldürme içgüdüsünü çocukluğa bağlayan da var, çevresel ve dönemsel koşullara dikkat çeken de... Polislerle konuşmuşluğum, "psikopat" diye kestirip atan epeycesini dinlemişliğim var...
Sıcakların cinayetleri artırdığını ispatlamak zor ama ömrü kısalttığı kesin...
Cumartesi, Ağustos 03, 2024
Marx Göğe Yükselirken
![]() |
Bir devamlılık bekliyordum, yanılmışım. İkinci bölüm, yan hikâyeleri tamamlamayan ya da onları bütünüyle unutarak, bu bölüme özgü gerilimler çıkartan bir içerik taşıyor. İkinci bölümü, ‘bize’ bakarak Engels anlatıyor ki bu, Kapital özetinin tahkiyeyi alt etmesi anlamına geliyor. Örneğin kahramanın yaşadığı cinsel ve romantik gerilimler bu bölümde hiç hatırlanmıyor. Kadınlar hikâyeden bütünüyle çıkıyorlar. Mesele, erkekler arasında cereyan eden, ekonomi ve siyasetin konuşulduğu tipik bir Kapital prospektüsüne dönüşüyor. Tipik diyorum çünkü geçmişte ve yakın zamanlarda, Türkçede ya da başka dillerde yayınlanan Kapital uyarlamalarından pek bir farkı yok bu bölümlerin. Haksızlık etmeyeyim, bu kez Japon kırsalından (oysa Britanya’da geçiyordu hikâye) sıralanıyor tenakuzlar. Temel kavram ve yaklaşımlar gündelik hayatın içinden, basitleştirilerek ve mutlaka esprilerle betimlenir hep, yine öyle anlatılıyor. ‘Çocuklar veya halk anlayacak mı?’ gibi bir ebeveyn/öğretmen endişesiyle betimlendikleri için bu bölümleri çizgi roman değil resimli anlatım sayıyorum. Bir başka deyişle, ikinci bölümde uyarlamaya dair sadakat ve ideolojik hassasiyet kurguya galebe çalmış, barizleşmiş, niteliğini baştan ayağa eksiltmiş.
Yine de en azından finalde, sürekliliği olan, tansiyonu yüksek bir bölüm sahnelenmiş. İlk kitaptan tanıdığımız, suya daldırıldıkça ağırlığı artan paçavra gibi, yaşadıkça çaresizliği artan fabrika işçisi Karl, trajik bir cinayete tanık oluyor. Kıyametvari bir mali kriz esnasında, borçları yüzünden batmak üzere olan bir atölye sahibi, kasasındaki paralarla kaçmaya çalışan Banka sahibini bir sokak arasında öldürüyor. Karl, ölenle öldüreni umursamadan, katilden bankaya yatırdığı kadar parayı kendisine vermesini istiyor. Katil de bir sus payı gibi o paranın iki mislini kendisine uzatıyor. Böylelikle erdemli işçimiz, cinayeti görmezden gelerek ve parayı alıp kaçarak en önce dürüstlüğünü kaybediyor. Bu türden çelişkilerin resmedilmesi anlatıyı güçlü kılan nişler. Şaşmaz-sapmaz bir işçi klişesi olmaması gerçekçi. Diğer yandan Marx ve Engels’i göğe yükselen melekler gibi göstermek, endüstri öncesi üretimi ve ailevi dayanışmayı çözüm/kurtuluş yolu saymak gibi oldukça naif, saflığı sırıtan ve kolay zedelenebilecek bir son söz taşıyor kitap. Para kokan, müstehzi ve mağrur Daniel ile kendi kendine yeten, durgun bir yüzle dervişane konuşan Çiftçi/Peynirci Baba dışında herkesin mağlup olduğu bir hayat resmediliyor. Üstelik Marx, bize, kolektif değil açıkça bireyci bir mesaj vererek, kuşkuculuğu ve dirayeti elden bırakmamızı öneriyor. Kuşkuculuğa ve izaha diyeceğim yok ama uyarlama adına itirazlarım var.
Robin’in tehlikeli bir maceradan kurtulup babaevine dönmesiyle taçlanan, geleneği ihyacı bir iade-i itibar Kapital Manga’nın ana çizgisi olunca benim aklıma Marx’tan çok Polanyi geliyor. Ona göre, piyasa güçleri, ekonomiyi geleneksel toplumsal ilişkilerden koparınca insanlar cemiyet, etnik köken, din ya da dışlanmaya direnecek farklı kültürel temelleri esas alan bir dayanışma arayışına girerler. Polanyi, bireysel kazanç güdüsünün insan doğasının temel güdüsü olmadığını düşündüğü için maişetin çok farklı biçimlerde sağlanabileceğine inanır. Karşılıklı saygı temelinde toplumsal ilişkilerin ve medeniyetin değişebileceğini umut eder diyelim. Hal bu olunca, uyarlamayı yapanların her ne kadar Marksist kavramları refere etseler de başka saiklerle bir gelecek tasavvur ettiklerini düşünüyorum. Doğruluğunu hiç tartışmadan yazıyorum, hani Japonlar, geleneklerini yitirmeden modern olmayı başarabildiklerini düşünürler ya, uyarlama sahipleri bu resmi kanıya kendilerini kaptırmış görünüyorlar. Geleneklerimizi korursak, büyüklere olan sevgimizi, mesleğimize olan sadakatimizi yitirmezsek, bize hep çalışarak ve sırtını dönük vaziyette konuşan köylü gibi kapitalist arzulara direnebiliriz buna göre. Kapital söz konusu olunca öyle olmaması gerekiyor elbet. Edip Cansever’in dizesini hatırlatıyor ve yazıyı bitiriyorum: ‘Ben burada bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum’.
[Bu yazı daha önce Radikal Kitap'ın 5 Şubat 2010 tarihli sayısında yer almıştı.]
Cuma, Ağustos 02, 2024
Ankara'ya yeni gelenlere
Perşembe, Ağustos 01, 2024
Son Okuduklarım 91
![]() |
![]() |