Yeni şeyler öğrendiğimiz, neşeli, sağlıklı, tasası az bir yıl olsun. Daha önemlisi iyi insanlar olsun etrafımızda, yokluklarını da göstermesin bize...Beraber yürüyelim onlarla...
Hepinize iyi seneler
Salı, Aralık 30, 2014
Pazar, Aralık 28, 2014
Cumartesi, Aralık 27, 2014
Kapak
Cuma, Aralık 26, 2014
Emanet Şehir, 2014'ün 100 Kitabı Arasında
Perşembe, Aralık 25, 2014
Çarşamba, Aralık 24, 2014
Monoton bir grafik roman
![]() |
Zeina Abirached’in Ölmek Gitmek Dönmek – Kırlangıç Oyunu
yakınlarda yayınlanan yeni bir grafik roman. Lübnanlı kadın çizer
Abirached’in çocukluğunun geçtiği Beyrut’ta bir apartman dairesinde
yaşananları, komşuluk ilişkilerini ve savaş koşullarında aileler
arasında geliştirilen dayanışmayı anlatıyor. Dokunaklı bir hikâyesi var.
Grafik roman için ideal sayılabilecek bir tahkiye kurulmuş.
Otobiyografik nitelikli, insani bir meselesi olan, yavaş ve minimal
akışlı. Hikâye, bombardıman altında, ölümün eşiğinde mutlu olmaya
çalışan iyimser karakterlerin çevresinde gelişiyor. Buradan ekmek çıkar
mı? Çıkar elbet. Gel gör ki ben albümü sevmedim.
İki nedenim var. Birincisi, Abirached, Persepolis grafik romanıyla ünlenen İran asıllı ünlü grafik romancı Marjane Satrapi’ye
çizgi olarak fazlasıyla öykünüyor, öyle ki bazen taklit ölçüsünde
benzeşiyor. Çok anlaşılır değil yaptığı. Satrapi, benzersiz ve biricik
demiyorum, o da kendisinden önceki kuşaktan 1959 doğumlu çizgi romancı
ve yayıncı David B.’nin çinilemesinden, sayfa tasarımından ve geniş
anlamıyla hikâyeciliğinden çok etkilenmiş bir çizer. Böyle bakıldığında
Abirached ve Satrapi, ondan feyz almışlar denebilir ama Abirached,
Satrapi’yi David B.’den çok daha fazla andırıyor. İkinci olarak, çizer
minyatür-Doğu resmi aurasına sadakat göstermek gibi bir iddiayla albüme
girişmiş, çizgi olarak derinlik, uzaklık-yakınlık kullanmamış, birbirini
takip eden ve küçük jestler dışında değişmeyen kare istiflemeleri
yapmış. “Kamera açısını” farklılaştırmadan, karakterlerini bir gölge
oyununu andırır biçimde sahnesinde-kare önünde sıralamış. İlginç mi? Pek
değil. Birbirinin aynısı çok kare var. Sadece anlatım kutularındaki
ifadeler değişiyor. Bir başka deyişle Kırlangıç Oyunu hem özgün
olmamış hem de resim dili yeknesak kalmış. Buna karşılık süsleme
denebilecek mürekkep oyunlarına ve göze hoş gelecek dekoratif unsurlara
ziyadesiyle özen göstermiş. Temiz bir işçilik var, hakkını teslim
edelim.
Peki çizerin minyatür yorumu işlevsel mi, hikâyeyi büyütmüş,
derinleştirmiş mi? Evet diyemiyorum, minyatürde perspektif,
uzaklık-yakınlık olmamasının tasavvufla ilişkili gerekçeleri vardır.
Abirached, görsel bir ilgiyle seçmiş minyatürü, yani minyatürün ne
hikâyede yeri var ne de anlamlı bir göndermesi. Nakkaşın gerçeği
algılama biçimiyle Abirached’in tercihi birbirine paralel değil. Bu
durumda sırf hoşluk olsun diye seçilmiş bir üslupla karşı karşıyayız,
üstelik üslubun alenen hikâyenin önüne geçmesine izin verilmiş. Başta
ilginç geliyor, a la mode, çizgi hikâyeyi tamamlıyor gibi
hissediyorsunuz ama sonrasında farkettiğiniz radyo skeçi gibi diyalogla
“resmedilen” bir eylemlilik ve tek mekânda geçen bir teatrallik oluyor.
Yanlış anlaşılmasın, tiyatro ya da radyoyla derdim yok, benim derdim
grafik romanın gücünün kullanılamaması. Her mecranın kendine özgü
güçleri varsa, bundan azami ölçülerde faydalanmak gerekiyor, çünkü her
mecranın yine kendine göre sınırlılıkları mevcut. Vites düşürülünce
zaafiyetler de belirginleşiyor. Ardışıklık olmadığı ve birbirinin aynısı
kareler yeknesaklık yarattığı için çizgilerin ilginç olması yeterli
olmuyor. Üstelik kuraldır, çizgi ve üslup denemeleri, avangart
arayışları ancak kısa-az sayfalı hikâyelerde anlatının önüne geçebilir.
Hiç de bile diyenler çıkabilir, meramımı başka bir örnekle anlatayım.
Geçtiğimiz yıl Fırat Yaşa, Yiğit Değer Bengi’nin aynı adlı öyküsünden uyarlayarak Avcı Nun
adlı bir grafik roman yayınladı. Yaşa, enerjisini sevdiğim, anlatma
iştahı olan bir çizer. Avcı Nun’da yeni bir tarz denemiş, mağara
resimlerini model alarak ilkel çağ hikâyesini atmosfer olarak
tamamlamaya niyetlenmiş. Abirached ile kıyaslarsam, çok daha başarılı
olmuş, çizgiler hikâyeyi büyütmüş, başkalaştırmış, kendini göstermiş,
iyi bir katkı yapmış. Ama sorun yine aynı, minyatür ya da mağara resmi
gibi perspektifsiz bir çizgi uzun hikâyeyi sürükleyemez, hoş duran bir
çizgi esprisi, hikâye uzadıkça zayıflar, önemsizleşir, çizer narsizmine
dönüşerek hikâyeyi öteleyen bir noktaya geriler. Abirached, doğrusu iyi
bir çizer değil, hikâyesini güçlendirecek sahneler kuramıyor, zaafını
bilerek çiziyor demek daha doğru. O kadar çok tıpkısının aynısı kare
kuruyor ki, çizer değil acar bir bilgisayar programcısı bundan iyisini
çıkarırdı dedirtiyor.
Çizgiyle ilgili bir sürü saydırdım, kahırlandım, e peki hikâye nasıl
derseniz eğer, çizgi, hikâyeyi takip edilemez kıldığı için senaryodaki o
minimal tavır, mizahi göndermeler ve duyarlı anlatım önemsizleşiyor
derim. Hani çizgi bu kadar monotonlaşmasa hikâye tadını
gösterebilecekmiş. İyi bir çizgi roman çizeri, hikâye anlatan, hikâye
anlatırken kendini unutturan çizerdir. Çizgi roman görsel bir sanat
olduğu için zaten çizgi ön plandadır. Şurası çok açık ki çizgi roman
bakılan değil okunan olmak zorunda, çizerin “evvela ve mutlaka”
hatırlaması gerekiyor bunu.
Özetle Kırlangıç Oyunu, potansiyeli olmasına rağmen güdük
kalmış bir senaryoya dayanan, minyatür esprisinde çizilmiş ama
fazlasıyla uzatılmış bir grafik roman. Taklit aslını yüceltirmiş, bu
albüm, “bana her şey seni hatırlatıyor” misali Persepolis ve Satrapi’ye yaramış. Son
söz yayınevine, Sırtlan Kitap yeni bir yayınevi. Bu türden az satışlı
grafik romanları yayınlamak cesaret istiyor, özverililer ve kitap güzel
olsun diye uğraşmışlar. Yolları açık olsun.
[Bu yazı Temmuz ayında ArkaKapak.com'da yayınlanmıştı.]
Pazartesi, Aralık 22, 2014
Hangi Nietzsche?
![]() |
Michel Onfray’ın yazdığı Maximilien Le Roy’un çizdiği Nietzsche’nin biyografik çizgi romanı Nietzsche – Özgürlüğü Yaratmak’ı
incelerken aklımda şu soru vardı: Nietzsche’nin çizgi romanı nasıl
yapılabilir? Güzel çizilmiş, el hak, grafik niteliği yüksek, tek tek
bakıldığında göz alan sayfaları olan bir çalışma ama… Nietzsche gibi
sahiden karışık, rivayeti bol, durmaksızın yazan, masa başında yaşayan,
pek çok bakımdan münzevi birisi nasıl anlatılır?
Bu soruyu bir parça oyun gibi sorduğumu, albümü okumadan kendimi
tarttığımı itiraf edeyim. Sondan başlayayım, akli dengesini yitirmiş,
frengiden ölmüş, gündelik hayata karıştığında taşkınlık yapan, kavgacı,
bazen sefahat düşkünü ve bazen her türlü hazzın düşmanı, günlerce
konuşmayan, ölümü kovalayan ve ölümden korkan biri Nietzsche.
Onfray ne yapmış? Bize onun hayatından kesitler sunmuş, hikâye
bütünlüğünden ziyade felsefi tutarlılığı sağlamak istemiş. Hikâye
dizgesini nasıl kullanacağınıysa daha ilk sayfalardan göstermiş.
Başlangıçtaki on sayfada hikâyenin anlatıldığı zaman dilimi altı kez
değişiyor. Mekân, kişiler ve bağlam kolayca anlaşılmıyor. Albümde bir
iki mektup ve metin alıntısı dışında anlatım kutusuna, bir üst sese hiç
başvurulmamış. Bütün hikâyeyi görsel bir devamlılık içinde anlatmayı
tercih etmişler. Le Roy iyi bir çizer ama iç hareketliliği olan bir
tarzı yok. Bu kadar fragmente, ileri ve geri zaman sıçraması yapan
hikâyede sanki daha hareketli bir çizgi kullanmalıymış. Onfray, yavaş
akan, okurun metne dâhil olmasına ket vuran anlatımında, özellikle
finale doğru giderken önemli bir tercihte bulunmuş. Kitap bittiğinde
kullanılan nota bakılırsa, okuru yönlendiren bir açıklama arzusu da
göstermiş. Nietzsche’nin anti-semit olmadığı, ölümünden sonra kız
kardeşi tarafından yazdıklarının manipüle edildiği iddiası hakkında bir
malumat vermiş. İç sayfalarda da ırkçı kız kardeşiyle benzer bir
minvalde tartışma yaşadıkları anlatılıyor.
Doğru bir tespit, Nietzsche çevresindeki Yahudi düşmanlarını ve
yükselen milliyetçiliği daima küçümsemiş ama gel gör ki faşistlerin en
çok okuduğu bir kaç yazardan biri. Karışık gelebilir, söz konusu olan
Nietzsche ise epeyce evirip çevirip kurcalamak gerekiyor zaten. Sırf
coşkulu biri diye faşistler tarafından sevildiğini düşünmek saflık olur.
Meseleye hikâye açısından bakarsak, albümün finali, Nietzsche’nin
anti-semit olmadığına dayandırılıyorsa ve ortada meşum bir kız kardeş
varsa, çocuklukta, ilk gençlikte ve sonraki yıllarda kardeşler arasında
daha net bir aşk nefret ilişkisi kurulmalı, uzlaşmazlıkları, çelişkileri
belirginleştirilmeliydi diye düşünüyorum. Onfray, bu finali
güçlendirmeye çalışmamış hatta aforizmaları andırır biçimde
Nietzsche’nin hayatından parçalar sunarak tahkiye bağını okura bırakmış.
Bu tercih, albümün çizeri Le Roy’a ister istemez ağır bir yük
bindirmiş. O da duygusal krizlerini ve tek başınalığını vurgulayan sayfa
tasarımları yapmış ki çoğu 70’lerde çizilmiş, uyuşturucu triplerini
betimleyen sayfaları hatırlatıyor. Nietzsche, iyi değilmiş hissi
verilmek istenmiş, ben öyle anlıyorum.
Nietzsche gibi dâhilerin en önemli karakter özelliklerinden bir
tanesi, bir zamanlar taptıkları olguyu, fikri ya da eğilimi gün gelir
teper olmalarıdır. Nietzsche’nin Wagner sevgisi ve inkâr ölçüsündeki
hoşnutsuzluğu, kadın düşkünlüğü ve nefreti, hemen her şeye yönelik
(yakınlaşma ve uzaklaşma) gelgitleri, irade savaşları, burjuva
dindarlığıyla kavgası, “yaşarken yaşayın” deyişi, yumuşaklığa karşı
husumeti bana sanki daha enerjik bir havada anlatılmalıymış gibi geldi.
Bilemiyorum, devrimler çağında yaşayan, Alman milliyetçiliği yükseldikçe
kitapları satmaya başlayan, hiç ummadığı biçimde ilgi gören,
feylesofluğu kadar trajedi kahramanı muamelesi gören birinden söz
ediyoruz. Onfray’dan daha eğlenceli ve deliduman bir kitap bekliyordum
diyerek bahsi kapatayım. Onfray’ın Bir Putun Alacakaranlığı (Sel
Yayıncılık) kitabı albümle birlikte okunabilir, onu da tavsiye etmiş
olayım. Le Roy’un Le Monde Diplomatique tarzı mesafeli duran Filistin’le
ilgili çalışmalarını biliyorum. Az çizgiyle kare kuran, sayfa içi
boşlukları bir tarz olarak önemseyen çizerlerden. Yetenekli ve üretken,
senaryo da yazıyor. Gaultier’in çizdiği Gaugin’i yazdı örneğin geçen
yıl. Türkçede de yayınlanabilir çalışmalara sahip.
Nietzsche – Özgürlüğü Yaratmak, iddiası olan bir grafik roman. Yazarı
Onfray nedeniyle ayrıca önemli. Ustaca çizilmiş, doğru seçilmiş
renkleriyle kendine baktıran bir albüm.
[Bu yazı Haziran ayında ArkaKapak.com'da yayınlanmıştı.]
Pazar, Aralık 21, 2014
Cuma, Aralık 19, 2014
Karaoğlan Hakkında
![]() |
Karaoğlan’ı diğer çizgi romanlardan ayıran özellikler
nelerdir?
Galiba en önemli özelliği uzun
yıllar çizilmiş olması. Ticari başarı kazanması, sinemaya uyarlanması, kısa
sayılabilecek bir süre bile olsa yurt dışında yayınlanması sanıyorum
Karaoğlan’ı diğer yerli çizgi romanlarımızdan ayırıyor. O çoklukta ve nitelikte Karaoğlan’la
kıyaslanabilecek bir başka çizgi romanımız Abdülcanbaz olabilir, hemen
sayılabilecek bir başkası yok.
Karaoğlan çizgi romanının 1960-70 yıllarının siyasi ve
kültürel ortamıyla ilişkisi nasıldır?
Her popüler anlatı, yayınlandığı
dönemle ilgilidir. Zamanı ve dönemin beklentilerini yakalayamazsa popüler
olamaz, yaşayamaz, kaybolur gider. Bu bakımdan bir ilişkisi var elbette.
1960-70 yıllarındaki Akşam gazetesinin yayın
politikasıyla Karaoğlan arasında bir paralellik görüyor musunuz?
Bir gazete ya da dergi, içeriğini
oluştururken bir tercihte bulunur. O tercihlerin toplamı gazeteyi var eden bir
politikadır. Bu politika sansürle, siyasetle ve doğal olarak ticaretle
ilgilidir. Akşam gazetesi, Karaoğlan’ı yayınladığına göre bir tercihte
bulunmuş. Şunu unutmayalım: Karaoğlan, gazetenin siparişiyle üretilmiş bir
çalışma. En baştan üretim kodları belirleniyor ve ortaya çıkan çalışma
inceleniyor, ancak o şekilde telifi ödeniyor. Paralellikten çok ardışıklık,
yayın politikasının parçası olmaktan söz etmemiz gerekiyor. Gazete yönetimi ne
istemiş olabilir? Geçmiş on yılın tecrübesine dayanarak, çizgi romanlar
okunuyor, tarihi kahramanlık hikâyeleri seviliyor, tarihi çizgi roman yaptıralım,
bir çeşitliliktir, yeniliktir, gazeteyi farklı gösterecek bir başkalıktır
demişlerdir. Muhtemelen bunu düşünmüş ve buna göre hareket etmişlerdir.
Milliyetçiliğin Türkiyedeki gelişimi göz önünde
bulundurulduğunda Karaoğlan eseriyle Suat Yalaz’ın bu gelişimdeki yeri hakkında
neler söyleyebilirsiniz?
Bir etkiden söz edemeyiz. Suat Yalaz bir entelektüel değil. Yazıp çizdikleriyle bir siyasi ya da kültürel bir tartışma yaratmış birisi değil. Karaoğlan, erotizmiyle öne çıkan aksiyona dayalı bir serüven çizgi romanıdır. Gazete okuru hesap edilerek üretildiği için yetişkinlere yöneliktir. Cinsellik, iddet ve siyaset bakımından çocukların okuyabileceği bir anlatı değildir. Siyasetle ilişkisi esasen dolaylıdır, ilk anda Türklük üzerinden milliyetçilik yaptığı söylenebilir ama vurgu bu her zaman belirgin değildir. Orta-Asyacı bir milliyetçiliği vardır, radikal sağla ilişkisi erotizmi nedeniyle mesafelidir. Dinin hiç bir zaman anlatıda ağırlıklı bir yeri olmamıştır. Dizinin yaratıcısı Suat Yalaz, 1932 doğumlu. Onun eğitim aldığı yıllarda resmi ideolojide Osmanlı, cumhuriyetle karşıtlık içinde kurgulandığından olmalı, Osmanlı'yla neredeyse hiç ilgilenmemiştir. Karaoğlan'da bilerek ve isteyerek Müslümanlık öncesi evreye yöneliyor... Başka bir tarih anlatmak istemiş, tabii ki bu bir iddia. İşin esasına bakarsak Karaoğlan tarih-dışı bir fantezidir. Tarih bir arka plandır.Tarih bir ahlâkî kategori olarak ele alınır, geçmişin bugünden daha iyi ya da bugünün geçmişten daha kötü olduğu gibi bir ahlâkî argüman vardır. İlk Türkler, hayalî bir evrende yarı-mistik karakter özellikleriyle anlatılır, geçmişin iyi ve temiz olmasının nedeni olarak gösterilirler. Bu çerçevede sizin sorunuza daha doğru cevap verebilirim: Karaoğlan, 27 Mayıs sonrası seküler milliyetçilikten etkilenmiş bir anlatıdır ama bu etkilenme ve bağlantılandırma arzusu sonradan kurulmuştur. Başlangıcı salt serüven hikâyesidir, yabancı çizgi romanlardan ve romanlardan etkilenerek üretilmiştir. Toplum değiştikçe buna uygun hikâyeler anlatıldığı olmuştur.
Bir etkiden söz edemeyiz. Suat Yalaz bir entelektüel değil. Yazıp çizdikleriyle bir siyasi ya da kültürel bir tartışma yaratmış birisi değil. Karaoğlan, erotizmiyle öne çıkan aksiyona dayalı bir serüven çizgi romanıdır. Gazete okuru hesap edilerek üretildiği için yetişkinlere yöneliktir. Cinsellik, iddet ve siyaset bakımından çocukların okuyabileceği bir anlatı değildir. Siyasetle ilişkisi esasen dolaylıdır, ilk anda Türklük üzerinden milliyetçilik yaptığı söylenebilir ama vurgu bu her zaman belirgin değildir. Orta-Asyacı bir milliyetçiliği vardır, radikal sağla ilişkisi erotizmi nedeniyle mesafelidir. Dinin hiç bir zaman anlatıda ağırlıklı bir yeri olmamıştır. Dizinin yaratıcısı Suat Yalaz, 1932 doğumlu. Onun eğitim aldığı yıllarda resmi ideolojide Osmanlı, cumhuriyetle karşıtlık içinde kurgulandığından olmalı, Osmanlı'yla neredeyse hiç ilgilenmemiştir. Karaoğlan'da bilerek ve isteyerek Müslümanlık öncesi evreye yöneliyor... Başka bir tarih anlatmak istemiş, tabii ki bu bir iddia. İşin esasına bakarsak Karaoğlan tarih-dışı bir fantezidir. Tarih bir arka plandır.Tarih bir ahlâkî kategori olarak ele alınır, geçmişin bugünden daha iyi ya da bugünün geçmişten daha kötü olduğu gibi bir ahlâkî argüman vardır. İlk Türkler, hayalî bir evrende yarı-mistik karakter özellikleriyle anlatılır, geçmişin iyi ve temiz olmasının nedeni olarak gösterilirler. Bu çerçevede sizin sorunuza daha doğru cevap verebilirim: Karaoğlan, 27 Mayıs sonrası seküler milliyetçilikten etkilenmiş bir anlatıdır ama bu etkilenme ve bağlantılandırma arzusu sonradan kurulmuştur. Başlangıcı salt serüven hikâyesidir, yabancı çizgi romanlardan ve romanlardan etkilenerek üretilmiştir. Toplum değiştikçe buna uygun hikâyeler anlatıldığı olmuştur.
Karaoğlan’da öteki olmak için hangi niteliklere sahip
olunmalıydı?
Öteki olmak için Türk olmamak
yeter bir sebeptir. Türk olmamak zaten ahlaken ve fiziken bütün olumsuz
nitelikleri içerebilmektedir. Bir yabancı, hele asker, hele asilzade, hele
‘sevişen bir kadın’ fıtratı gereği kötüdür.
Karaoğlan’da bir karakterin ‘bizden’ veya ‘dost’ tanımına
girmesi için hangi özellikler gerekiyordu?
Türk olması, Türkleri sevip
güvenmesi, Karaoğlan’a aşık olması denebilir…
Karaoğlan’daki kadının erotik rolünü bir kenara
bıraktığımızda, kadın hangi açılardan ötekileştirilmiştir ve bu ‘kadın’ı
ötekileştirmede güdülen amaç nedir?
Önce yayın mecrasının ticari
beklentilerine bakmamız gerekiyor, erotizm satar çünkü. Sonra fotoğrafın
yaygınlaşmadığı dönemlerde çizgi, popüler kültürün erotizm membaı idi. Çizerler
bu tür erotik çizgiler kullanırlardı, madden bir karşılığı vardı bunun. Bir de
kişisel olana bakmak lazım. Suat Yalaz, hayatı boyunca erotik çizgi romanlar
yaptı, sevmese, ilgi göstermese bu kadar yapmazdı. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Karaoğlan, Türkiye’de yayınlanan yerli ya da yabancı tüm çizgi romanlar içinde
cinsel ilişkinin en fazla resmedildiği anlatıdır. Şunu demek istiyorum, kadın
(bedeni) ticari olarak ötekileştirilir, Karaoğlan bu bakımdan farklı değil.
Karaoğlan, çıplak görünen-su kenarında yıkanan her kadınla sevişti. Bunlar
genellikle yabancı kadınlardı ya da Türk olduklarının üzerinde hiç durulmadı.
Burada yabancı toprağı fethetmeyi andıran mest ederek üstünlük sağlamak gibi
vülger bir milliyetçilik var. Türk erkeğinin gücü gibi son derece naif bir
iddia... Poz ve narsizm açıkça görülüyor. Kadın vesile ediliyor yine.
Serüvenlerde başka da bir işlevleri yok aslında.
Karaoğlan’da Türk tarihinde yeri olmayan düşman
figürlerine rastlıyoruz. Sizce Suat Yalaz’ın bu düşmanları seçerken amacı
neydi, tarihte aslı olmayan bu düşmanlarda hangi ögeleri temel aldı?
Özel bir garezden çok serüven
için ihtiyaç duyulan kötü adamlar gibi düşünmek gerekiyor o düşmanları. Çünkü hikâyede
aslı astarı olan tarihi bir arkaplan yoktur, uydurulmuş bir geçmişten söz
ediyoruz, uydurulmuş milletlere bile rastlanır.
Suat Yalaz dönemin güncel olaylarına Karaoğlan’da yer
vermiş midir, verdiyse buna örnek verebileceğiniz bir seri var mıdır?
Verdi diyemeyiz. Karaoğlan’ı
çizemez olduğunda aktüel siyasete dair yorumlar yapıp konuştuğu oldu ama
dizinin aktif yayın sürecinde bu türden yorumlara hiç girmedi. Handiyse
apolitik tavırlar gösterdi. Müşteri taleplerine göre Ramazan sayfası veya
erotik çizgi romanlar yapan birinden söz ediyoruz. Tutarlı bir pragmatikti.
Geçtiğimiz yıl, Karaoğlan’ı şimdi çizseydi iyi bir Müslüman olarak çizeceğini
filan söyledi. Tam ona uygun bir açıklamaydı. Sokağı ve takvimi izliyor.
Gazeteci gibi ufku sabah doğup akşam batıyor ama iyi bir esnaf gibi malını
pazarlıyor, çoğunluk değerlerine oynuyor vs.
Karaoğlan’ı bir propaganda metni olarak nasıl
yorumlarsınız?
Ticari bir ürünü propaganda metni
olarak göremiyorum. Karaoğlan satması ve okunması için başka şeyler yapan bir
yaratıcının elinden çıktı. Suat Yalaz, propaganda çizgi romanları çizdi,
Karaoğlan bunlardan biri değil.
Sizi Karaoğlan üzerine bir kitap yazmaya iten ne oldu,
kitabınızı yazarken neyi amaçladınız, amaçladığınız hedefe ulaştınız mı?
“Erotik ve milliyetçi bir ikon: Karaoğlan” adlı kitabınız yayımlandıktan sonra Suat Yalaz’dan bir dönüt aldınız mı, aldıysanız bu dönütü nasıl değerlendirirsiniz?
2002 tarihli eski bir kitabımdan söz ediyoruz.
O tarihte iki kitap yazmayı düşünüyordum. Çizgi roman üreticileri başka sanat
dallarında olduğu gibi eleştiri müessesesine alışkın değiller. İkinci kitabı
yazmaktan o sebeple vazgeçtim. İkinci kitap Abdülcanbaz'la ilgili olacaktı.
Onun adının da Ulusalcı ve Erotik Bir İkon olmasını tasarlamıştım. Birlikte
düşünülmüşlerdi. İlgimi kaybettim. Karaoğlan kitabımın yeni baskısını bile
yapmıyorum.
“Erotik ve milliyetçi bir ikon: Karaoğlan” adlı kitabınız yayımlandıktan sonra Suat Yalaz’dan bir dönüt aldınız mı, aldıysanız bu dönütü nasıl değerlendirirsiniz?
Kitap çıktıktan sonra nahoş
yazılar yazdı, ucuz yazılar… Sonra telefon açıp özür diledi. Ne yapmaya
çalıştığımı anladığını sanmıyorum. Sürekli olarak ben çok sattım, filmlerim
hasılat rekoru kırdı yalan yazıyor gibi başka şeylere takılıp durdu çünkü.
Aralıklarla lafım geçtiğinde bana kahırlanıyor, duyuyorum. Bir tv programında
kitabı hiç duymadığını bile söylemiş. Yok saymış. Bunlar sahiden mühim değil. Pulp
fiction anlatılarının yazarları böylesi tepkiler verirler, güçlü narsisttirler.
O kadar şey anlatıyorsunuz o “ben çok sattım” fikrinde dolanıyor, hâlbuki iflas
etmiş bu işlerden. İcralar, borçlar gırla…
Pragmatiktirler diyorum ya. Beni yok sayıyor ama bir kitabı çıkarsa
mutlaka bana imzalayarak, övgüler yazarak gönderiyor örneğin. Kızarak
anlatmıyorum, vakıa bu, onu aktarıyorum.
Bu söyleşiyi Bilkent Üniversitesinden bir grup öğrenci, bir ders kapsamında yaptılar. Kasım 2014
Perşembe, Aralık 18, 2014
Çarşamba, Aralık 17, 2014
Resimli Türkçe Edebiyat Takviminden
![]() |
Gaye Boralıoğlu, Kanuni Orospu hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde... |
![]() |
Seray Şahiner, Şalter hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde... |
![]() |
Seray Şahiner, Şalter hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde... |
![]() |
Ayhan Geçgin, Günler, Parçalar hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde |
![]() |
Barış Bıçakçı, Bağıran Adam hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde... |
![]() |
Mahir Ünsal Eri, On İki Mehmet hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)