![]() |
Salı, Ağustos 19, 2025
Tamlık bir fantezidir
Pazartesi, Ağustos 18, 2025
Vittorio Giardino anlatıyor
![]() |
Ben: Bir karakter yaratırken işin içine kendimi de katarım. Anlattığım her hikâye, kolay anlaşılmasa da bir tür itiraftır. Bazen arkadaşlarım yaşadığım kimi olayları fark eder ya da tanıdığım gerçek kişileri bazı karakterlerde teşhis edebilirler. Bunu ancak çok yakın arkadaşlarım fark edebilir, başkası değil.
Tehlike: Kadınlar tehlikelidir çünkü, en azından benim için, bir erkeğin hayatında vazgeçilmez olurlar. Hayatımda pek çok seçimim kadınlara bağlı oldu, dolayısıyla isterse bir kadın bir erkeği mahvedebilir. Elbette bunun tersi de mümkündür.
Hakikat: Evet, “biz hakikate sahip değiliz, karakterlerim de değil” dedim, böyle düşünüyorum.
Siyah beyaz: Sam Pezzo’da siyah-beyaz bir teknik kullandım çünkü noir bir çizgi roman yaratmak istiyordum. Bu nedenle renk bana uygun gelmedi, profesyonel olarak çizdiğim ilk çizgi romandı. Siyah-beyaz başladım, sonra renge geçtim.
Etkiler: Hergé ve diğerlerinden etkilenme vardı ama (ben de) belki de diyorum Gauguin, Van Gogh ve Hokusai daha güçlü bir etki bırakmıştır. “Tarzımı ben seçmedim, kendiliğinden oluştu” dediğim çok oldu. Herhangi bir sanat akademisine gitmedim, belki bu yüzden gördüğümü, gördüğüm şekilde çizerim. Tarzımın birçok yönü kullandığım araçlara bağlıdır. Kömür kalem kullansaydım sonuç farklı olurdu. Şimdiye dek neredeyse hep çini mürekkebi, dolma kalem ve fırça kullandım. Gelecekte ne olur, bilmiyorum…
Zanaat: Sayfalarımı kendim renklendiririm. Şimdiye kadar (neredeyse daima) suluboya kullandım, hızını ve serbestliğini seviyorum. Bilgisayarda renklendirmeyi bilmem ve öğrenmek istemem. Elbette bu yolla etkileyici işler yapılabilir, ama ben “zanaat”ı seviyorum.
Ödüller: elbette önemlidir ama insanı “iyi olduğuna” inandırmalarına izin vermemek gerekir. Böylece kibirlenme riski doğar, benim işimde öğrenme süreci hiç bitmez.
Süreç: Yaratımın tüm aşamalarını severim: araştırma, dokümantasyon, dekor, eskiz, çizim ve renklendirme… Hepsini severim. En az sevdiğim, hikâye bittikten sonra yayınevleriyle yayım hakkında konuşmaktır.
Ayrıntılar: Gerçek hayatta ayrıntıları gözlemlerim, istemesem de bana “konuşurlar”. Mesela bir eve girdiğinizde, henüz tanışmamış olsanız bile etrafa bakarak orada yaşayan insanlar hakkında çok şey çıkarabilirsiniz. Bu yüzden sayfalara fazlasıyla ayrıntı koyarım, belki fazla bile. Okurlar bu ayrıntıları bilinçli olarak fark etmese bile, hissederler.
Amaç: Çizgi roman, roman, film, müzik gibi şeyler şöhret ve servet için yapılabilir. Buna “şöhret için çalışmak” diyorum. Buna pek ilgi duymuyorum. Bir de gelecekteki kuşakların ilgisini çekecek, “klasik” olacak hikâyeler yaratmak için çalışmak vardır. Buna da “ölümsüzlük için çalışmak” diyorum. Başarır mıyım bilmem ama hedefim budur.
Fikir: yolculuklardan, yaşam deneyiminden, kitaptan, filmden, müzikten ya da herhangi bir şeyden çıkabilir. Doğru bir his, aniden ve beklenmedik şekilde gelebilir, yoğun olabilir ama enikonu kısacaktır, oysa hikâyeyi yaratma süreci çok daha uzundur.
Şaheserler: En başarılı çizgi romanlar günlük olarak tefrika edilmiş olanlardır ve baş karakter, eserin kendisinden daha ünlü olmuştur. Bu edebiyatta da olabilir (mesela Komiser Maigret), ama çizgi romanda daha kolay ve sık olur. Tefrika doğası gereği olumlu ya da olumsuz değildir. Şöyle anlatabilirim, şaheser niteliğinde tefrikalar da vardır, berbat grafik romanlar da. Çizgi roman okurum ama yayımlanan her şeyi okuyacak vaktim ya da imkânım yok. O kadar çok var ki! Onun yerine genellikle bir klasiği yeniden okurum çünkü onlar bana her zaman bir şey öğretebilir.
![]() |
Pazar, Ağustos 17, 2025
İçerik Organizmaları: Algoritma canlıları
Cumartesi, Ağustos 16, 2025
Umut Endüstrisi: Yarın Gelecek-Gelmeyecek
![]() |
Umut, bu yönüyle başarısızlığı öteleyen bir erteleme mekanizmasıdır. Böyle bakınca yalnızca iyimserliğin ön şartı değil, çoğu zaman eylemsizliğin ve teslimiyetin bahanesi olabilir. Albert Camus’nün “absürd” kavramını hatırlayalım: Hayatın anlamı yoktur ama biz ona anlam yüklemek için umut ederiz. Umut, Camus’ye göre “ölümden ya da hayatın boşluğundan kaçma yoludur.” Büyük bir kötülüktür; çünkü hayatın gerçekliğiyle yüzleşmemizi engeller. Sisifos, taşı tepeye tekrar tekrar çıkarır ama “bir gün orada kalır” umuduyla değil, hayatı olduğu gibi kabul ettiği için bunu yapar.
Kapitalizm ise bu umudu janjanlı bir ambalaj -bir tür ideolojik vitrin- içinde paketleyip bize sunar. Statükoyu kabulleniriz; çünkü “yarın” dediğimiz zaman aralığı her zaman kurtuluş ihtimali taşır. Umut, bu bağlamda, iktidar elinde toplumsal enerji ve öfkeyi soğutma aracına dönüşür. Şimdi olmasa bile yakın gelecekte bir şeyler düzeleceğine inandırılırız.
Aksini düşünenler de var elbette. Ernst Bloch, “henüz olmayanın bilgisi” olarak tanımladığı umudun, insanın değişim kapasitesini beslediğini söyler. Fikren kendime yakın bulduğum Gramsci ise “zihnim karamsar, iradem iyimser” derken, umudu irrasyonel bir beklenti değil, aklın gördüğü olumsuzluklara rağmen eylemi sürdürebilme gücü olarak tanımlar. Mücadele azmini, iradenin iyimserliğine bağlar.
Umutsuzluğu benimsemek, bu boşlukla yüzleşmek ve yine de yaşamı sürdürmek anlamına gelir. Bu, karamsarlık değildir; “her şey kötüye gidecek” demek hiç değildir. Aksine, beklentiden arınmış bir bakış, harekete geçmeyi kolaylaştırır. Beklentisizliğin güç veren bir potansiyeli vardır. Ne bir kurtarıcıya, ne sistemin kendi kendini düzelteceğine, ne de bireysel ilişkilerde “bir gün düzelecek” yanılgısına yaslanırız.
Genç bir asistanken, “İnsanlar nasıl oluyor da hayata devam ediyor; mutsuzluk ve başarısızlıkla, duygusal kıtlıkla nasıl baş ediyorlar?” diye düşünürdüm. O yıllarda sosyal medya yoktu. Olsaydı, aklım iyice karışırdı, sahiden karışık be Mıstık abi. Platformlarda umut, çoğunlukla tek bir görsel, slogan ya da ilham verici bir cümleye indirgeniyor; scroll ederken yarım saniyede tüketilen bir “iyi his” haline geliyor. Bloch’un eylemci umudundan fersah fersah uzak, anlık bir duygusal uyaran bu.
Sosyal medya algoritmaları, umut söylemini de tıpkı öfke ya da korku söylemleri gibi “etkileşim” odaklı yönetiyor. Bir içerik, kullanıcıyı platformda uzun süre tutar ve “paylaş-beğen-yorum yap” üçgeninde dolaştırırsa yaşar; yoksa bir parmak hareketiyle aşağıya - mezara gönderilir.
Üstelik platform ekolojisi, ortak bir “büyük umut”tan ziyade çoklu mikro-umutlar üretiyor. Her alt-kültür, kendi estetik ve jargonuna göre bir umut inşa ediyor: Aktivistler radikal değişim umudu taşır, fitnesçiler “yeni bir ben” hayalini kurar, finansçılar zengin olma yollarına sarılır vs
Ve işin ilginç tarafı şu, sosyal medyada umutsuzluk bile, umut benzeri bir duygusal pakete dönüştürülüyor. Üretilen melankolinin içinde, anlaşılma ve bağ kurma umudu istifleniyor. Böylece umutsuzluk bile umut ekosisteminin parçası oluyor.
Lafı uzatmayayım… sosyal medyada umut ve umutsuzluk üzerine yazacağım bir süre…Girizgah diyelim
![]() |
Cuma, Ağustos 15, 2025
Seyrüsefer Defteri 172
![]() |
![]() |
Perşembe, Ağustos 14, 2025
Kulisten ekrana, Rock'tan reele
![]() |
Elbette, birinin ya da bir grubun hayranı olmanın, şarkılarla ve sahnedekilerle duygusal bir bağ kurmanın olumlu görülebilecek yönleri var. Ne ki, gündelik dilde grupiler olumsuz ve küçümseyici biçimde hatırlanıyorlar. Müzisyenlerle sevgili olmaya çalışan, ün peşinde koşan, kolay erişilen, “ünlüyle birlikte olma”yı bir başarı sayan kadınlar olarak kodlanıyorlar.
Rock mitolojisinde ilham perisi (muse) sayılan, grupların filli bir parçası olarak görülen grupiler çok. Epeyce hatıra kitabı ve haklarında ayrıntılı röportajlar çıktığı için öykülerini de biliyoruz. Pamela des Barres en ünlülerinden biri olabilir.
Bu kültür sadece rock sahnesine özgü değil tabii. Yıllar içinde gerek edebiyat dünyasında, gerekse mizah dergilerinde grupi benzeri fanlara denk geldim. Özellikle imza günleri hakkında birisi akademik çalışma yapsa çok farklı fan portreleriyle karşılaşır bence… Ya akademicim, birazcık kıpırdasan, popüler kültür “akıyor”, dalsan o suya…
Şimdiki zamanda “grupi” bir Rolling Stone fıkrası gibi anlatılmıyor. Bu kavram fenomenlerin, Youtuber’ların, rapçilerin ve influencer’ların çevresinde dolanan, onlara yakın olmaya çalışan hayranlar için de kullanılıyor. Çok daha karmaşık bir meseleye dönüşmüş durumda. Sosyal medya çağındayız, grupilik artık genel olarak arzunun, özel olarak şöhret arzusunun ve toplumsal görünürlüğün boca edildiği bir yerde yaşıyor…
Üstelik artık evden kaçıp turne otobüslerine binmeye de gerek yok. Dijital olarak her şeyi takip eden, DM atan, algoritmaları tetikleyen, yorumlarla bağıran figürlere evrildiler. Fiziksel bir yakınlıktan çok, simgesel, dijital ve sosyal sermaye kazanımına yönelmiş bir grupilik bu. Sosyal medyada bir ünlüyle çekilmiş bir fotoğrafı, ondan gelen bir DM’yi paylaşmak hem dikkat çekiyor hem de o dikkat üzerinden bir tür mikro-şöhret sağlıyor.
İnsanlar dikkat çekince değer kazandığını hissediyor ve bana kalırsa grupiliğin temelinde yatan asıl güdü bu. Sosyal medya çağında da olsa, değişmiyor: ünlüyle arkadaş ya da sevgili olmak, onunla eğlenmek ya da konuşmak, o şöhretle “eşitlenme” hissi yaratıyor. Bu sayede insanlar kendi değerini o yakınlıktan devşiriyor.
#MeToo sonrası, geçmişteki kimi “groupie” ilişkilerinin istismar içerdiği, yaş farklarının ve güç dengesizliklerinin çoğu zaman görmezden gelindiği ortaya çıktı. Şaşırmadık değil mi? Hani Mıstık abi, selebriti seven bir kız arkadaşımıza kibarca “Sen onlardan biri olmuyorsun; onlar seninle sadece yatıyorlar” demişti de kıyamet kopmuştu ya… Yirmi yıl oluyor. Bkz RakınrolAnkara
Yanlış anlaşılmak istemem, grupileri yalnızca cinsellikle tanımlayan görüşe katılmıyor, fazlasıyla erkek bir yerden anlatıldıklarını düşünüyorum. Bu insanlar özgür iradeleriyle istediklerini yaşamış, bilinçli biçimde bir hayat tarzını seçmiş olabilirler. Bugünkü sosyal medya fanları için de benzer bir değerlendirme yapılabilir. Ahlaki bir yerden bakmıyorum demek istiyorum. Ama mesele netameli; yokmuş gibi de davranamayız.
![]() |
Çarşamba, Ağustos 13, 2025
Kaybolma sanatlarından dijital maske (3)
![]() |