Pazartesi, Kasım 30, 2009

Popüler Kültür ve Şiddet

Uluslararası Ruhsal Travma Toplantıları
Şiddetin Yaygınlaştırılıp Meşrulaştırılmasında Popüler Kültürün Rolü

- Futbolda Şiddet, İbrahim Altınsay
- Edebiyatta Şiddet, Ömer Türkeş
- Popüler Kültür ve Şiddet, Levent Cantek
- Sinemada Şiddet, Gaye Boralıoğlu

12 Aralık 2009
11.00-12.30, Armada Otel İstanbul

Salı, Kasım 24, 2009

Sokaklar

Tarlabaşı Sokakları
Fotoğraf: I-Strahd
link

Perşembe, Kasım 19, 2009

Dünden Bugüne Mizah

• Levent Gönenç - Türk Karikatüründe 1950 Kuşağı ve “İthal” Simge ve Görsel Metaforlar
• Şenol Bezci - Gırgır Dergisinin Yükselmesi ve Çöküşünde Bağlamın Önemi
• Levent Cantek - Gırgır Sonrası Mizah Dergileri: Leman’dan Uykusuz’a Yeni Eğilimler ve Süreklilikler
11. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi
KKM E SALONU, 10 Aralık 2009
09.00 - 10.30
Sabah namazını müteakiben konuşulacak oturumumuza bekleriz...

Cumartesi, Kasım 14, 2009

Pazartesi, Kasım 09, 2009

Vicdan Aklın Nabzıdır...


Ergün Gündüz, neredeyse bir yıl önce kendisiyle yapılan röportajda Serüven’e yönelik eleştirilerde bulundu (Strip, Ağustos 2005). Benzer sözleri başta Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen etkinliklerde tekrarlayan Ergün Gündüz’ün eleştirilerini aynen aktarıyoruz:

“Çizgi roman yayını olmadan, gelişimi sağlayacak ortam doğmaz... Şimdi, çizgi roman araştırması yayını çıkıyor bir yayınevinden, Flash Gordon'un elli yıllık geçmişini sadece yazı olarak, resimsiz basıyor. Çizgi romanla ilgili bilgiler veriyor... Tamam, bunların çıkması iyi güzel de, İNTERNETTEN DE ARASAN BULURSUN. Birçok resimli roman dergisi çıkmalı bu ülkede ki, ondan sonra sen işin analizini yapan kitapları bas. YAZIK DİYORUM YANİ, BU KADAR KÂĞIT HARCANIYORSA BARİ BİR ÇİZGİ ROMAN DERGİSİ İÇİN OLSUN BU. BENİM ELEŞTİRİM OLMUŞTU ONLARA, TERS ALGILIYORLAR VE BOZULUYORLAR BELKİ AMA DURUM BU. Daha topu topu dört tane Akrebin Gölgesi var, BEN denemişim... Bir tane Rr yapmışız, yine BENİM olduğum... Resimli Roman'da da, Joker'de de BEN varım. İÇİNDE YAYINCI VEYA BAŞKA SIFATLA BULUNDUĞUM 7 DERGİ VAR... Onların dışında son zamanlarda Arka Bahçe'nin yayını oldu, şimdi de Strip var Allahtan! Bunlar dışında bir şey de yok, BİZİMKİLERDEN BAŞKA DERGİ DE ÇIKMAMIŞ Kİ... Çeviriler hariç tabii... YEDİSİNDE YA SAHİP OLMUŞUM YA ÇALIŞMIŞIM, BUNLARIN ANALİZİ YAPILMALI ORADA AMA BİR TANE BİLGİ ALINMIYOR BENDEN. AMA FLASH GORDON FALAN VAR... Bu, şuna geliyor: Yazan kişi neyden hoşlanıyorsa veya elinde ne bilgi varsa, onu koyuyor. Yapılmasın demiyorum ama, öncelikle daha çok çizgi roman dergisi olmalı. İtalya'da böyle yayınlar çıkıyor, çünkü onların hep bir sürü dergisi olmuş. Bizde ise zor olan, asıl yapılması gereken atlanıyor. Bana “sınıf atlama” çabası gibi geliyor bu: HANİ OLUR YA, İYİ PARA KAZANDIN, İSTANBUL'A GELDİN BİRDEN, EN İYİ YERE YERLEŞİYORSUN, HEMEN TENİS ÖĞRENMEYE GİDİYORSUN. ÇÜNKÜ TENİS OYNANIYOR BURADA... ÖNCE DİĞER ŞEYLERİ YAP Kİ, TENİSİ DE DÜZGÜN ALGILA, DAHA DOĞRU OLACAKTIR O... Yani, öncelikle çok sayıda yayın olması gerek ki, çizgi romancı kendini göstersin”. (...)

Kişisel olarak çizer narsizmi ve “Abilik sendromu” ile ilgili epey bir tecrübeye sahip olduğumu düşünüyorum. Ergün Gündüz’ün hem Serüven’i küçümseyip hem de kendisine danışılmadığından yakınması bana tanıdık geliyor. Bu kadar çok “ben” denmesi de boşuna değil. Ayrıca Gündüz’ün benzer ifadelerini 15 yıl öncesinden şahsen biliyorum. Rr (Resimli Roman, 1991) dergisi için çizgi roman tarihi ile ilgili yazı yazmamı önerdiklerinde Gündüz benzer bir iddiada bulunmuş ve “Orada [Fransa’da] çizgi romanlarda trafik kazaları gibi bir yazı yazabiliyorlar, burada bunun yazılabilmesi için bizim daha çok çizgi roman üretmemiz gerekiyor, buna daha çok vakit var” örneğini vermişti. Güçlü bir narsist, işveren ve bir “abi” olarak karşımda duran Ergün Gündüz’e bu tür yazıların yazılabileceğini söylemiştim. Bir üniversite öğrencisiydim, iddiamın ciddiye alınmadığının da farkındaydım. Herneyse, beşeri münasebetlerim, yaptığı işlere verdiğim gönülden destek ve yazma iştahım nedeniyle olmalı Ergün Gündüz bana Joker’de de yazı yazdırdı. Yine ayrıca Joker kapandıktan sonra biri Interpress’e diğeri bana adını söylemediği bir başka yayınevine “nasıl bir çizgi roman dergisi” yayınlanırsa başarılı olur türünden “rapor mahiyetli” iki ayrı yazı hazırlattı. [Meseleyle olan ilişkimi açıklar mı bilmiyorum ama bu yazıların hiç birinden tek bir kuruş telif almadım, hatta o rapor mahiyetli yazıların nasıl kullanıldıklarını dahi bilmiyorum, sormadım da...] Belirtme gereği duyuyorum: O günlerden bu yana kendisiyle ne konuştum, ne de karşılaştım.

Türkiye’de çizgi işiyle uğraşan insanların büyük (gerçekten çok büyük) çoğunluğu okuryazar değildir. Edebiyatla-okumayla herhangi bir ilişkileri yoktur, hiç biri de bunu gizlemez, açıkça söylerler. Görselliğe olan yatkınlıklarının okuma kültürüyle ilişkilerini ister istemez sınırladığı iddiasına bel bağlarlar. Şöyle diyebilirim: Çalıştıkları mizah dergilerinde çıkan yazıları bile hiç okumamış sayısız çizer vardır. Altını çizelim: Bir alandaki üreticilerin entelektüel eğilimlerinin sınırlılığı o alanın toplumda nasıl algılandığını gösterir. Yaralayıcı olduğunu düşündüğüm bir soruyla devam edelim: Türkiye’de çizerler hakkında inceleme yazısı yazılmaması garip değil mi? Çizerler genellikle röportaj verirler, yaptıkları işleri, geçmişlerini ve hayat karşı duruşlarını hep kendileri açıklamak/anlatmak durumundadırlar. Çünkü sadece röportaj yapanlar değil, o röportajların yayınlandığı yayın mecralarının yöneticileri de bilmez o çizerlerin ne(ler) yaptığını. Örneğin Ergün Gündüz hakkında herhangi bir sanat dergisinde herhangi bir inceleme yapılmamış olması tuhaf değil mi? Bu durum sadece Ergün Gündüz’e özgü olmadığı için tuhaf değil elbet.

Röportaj yapan kişinin alanla, röportaj yaptığı kişinin çalışmalarıyla ilgili bir birikimi olması gerekir. Aksi halde röportaj, röportajı yapılan kişinin kontrolüne geçer; kendini methettiği, yaşananları tahrif ederek aktardığı yanlış bir yola girebilir. Ben de yıllarca çizerlerle röportajlar yaptım; her söyleneni tekrar kontrol etmem gerektiğini ise zamanla öğrendim. Örneğin Suat Yalaz’a TRT’de gösterilen Karaoğlan filmlerini sormuştum, anlatırken birden İsmail Cem de çok sever Karaoğlan’ı dedi. İsmail Cem, TRT Genel Müdürlüğü yapmıştır ama Karaoğlan filmleri onun döneminde değil Milliyetçi-muhafazakâr Şaban Karataş’ın müdürlüğü sırasında gösterilmiştir. Bu ayrıntıyı bilmiyorsanız filmlerin İsmail Cem zamanında yayınlandığını sanabilirsiniz. Bir başka örnek Ergün Gündüz’ün Strip’le yaptığı röportajdan. Gündüz, Fransız Kültür’ün Türkiye’de incelemeler yaptığını, mizah dergilerindeki işleri değil de kendi çalışmalarını beğenerek seçtiklerini, Fransa’ya davet edildiğini anlatıyor. Gündüz, mizah dergilerindeki üretimler ile kendi çalışmaları arasında yapılmış tercihi önemle vurguluyor. Oysa biliyoruz ki ertesi yıl aynı Fransız Kültür, LeMan ekibiyle de bir işbirliği yaptı. Daha sonraki yıl benimle irtibat kurdular ve Lombak-Penguen dergisi çizerleriyle ortak bir etkinlik gerçekleştirildi. Kaldı ki Ergün Gündüz, Fransa’ya tek başına değil başka Türk karikatüristlerle birlikte gitti. Anlamak ve anlamlandırmak adına anlatıcının aktardıklarıyla sınırlı kalınırsa kolaylıkla yanlışa düşülebiliyor. Yanlışa düşmekten ise ancak alanı sürekli izleyerek kurtulabiliyorsunuz. Örneğin Gündüz kendini ve çalıştığı dergileri (7 dergi) milad alarak bir tarih yazıyor, “ondan önce ne vardı ki?” ya da “onlardan başka ne var ki?” türü iddialarda bulunuyor ve bunu söz konusu röportajda ilk kez söylemiyor. Bu tür romantik ifadeleri herkes kendine göre söyleyebilir, kendisini ya da çıkarttığı dergiyi bir başlangıç noktası olarak alabilir ama gerçekte bunun bir anlamı yoktur.

Serüvenciler olarak sevmediğimiz üreticileri yok saymak, onların çalışmalarıyla ilgilenmemek gibi tercihlerde bulunmuyoruz. Bu sebeple çizerleri, koleksiyoncuları, meraklıları oldukça şanslı sayıyoruz. Serüven’in başlangıcından beri çizgi romanı oldukça geniş bir çerçevede ele almaya ve herkese eşit mesafede kalarak “anlatmaya” çabalıyorsak eğer bu alana hâkim olan anti-entelektüelist tavra, “benci” iddialara karşı duyduğumuz hoşnutsuzluk nedeniyledir. İnsanlar okur-yazar olmayabilirler ama en azından birbirlerine ve emeğe karşı nezaket göstermeliler. Ergün Gündüz’ün çeşitli yerlerde yinelediği görüşlerini polemik yapmak için değil ne yapmaya çalıştığımızı anlatabilmek için kullandık. Polemik yapıyor olsaydık: Serüven’in her sayısının Ergün Gündüz’ün son dönem yaptığı her dergiden daha çok satıyor olmasının nedenini kendisine sormak isterdik. Ama biliyoruz ki nezaketsiz olduğu kadar gereksiz de bir soru olurdu, çünkü biz ticari olarak başarısız olmuş dergilerle ya da kötü anlatılmış hikâyelerle ilgilenmiyor değiliz.

[Yeni Serüven 2 (8) için yazılmış bir önsöz, 2006 tarihli. Kapak resmi Mahmud A.Asrar'a ait...]

Perşembe, Kasım 05, 2009

Sahilde

Keşfetmek için Cahilus

Forresten İçin Takdim


Türkiye’de çizgi roman aralıklarla yüz yıl kesintisiz olarak seksen yıldır yayınlanıyor. Başlangıcını pek çok ülkede olduğu gibi Otuzlu yılların Golden Age dönemi Amerikan çizgi romanları oluşturmuş. Yerli üretimin yoğunlaşması ise ellili yıllarda gazetelerde yaşanmıştır. Özellikle tarihi çizgi romanlar bu yoğunlaşma döneminin başat türünü oluşturmuştur. Yetmişli yıllarda ise bir başka güçlü damar ortaya çıkar: Milyonu aşan toplam satışlarıyla mizah dergilerinde yayınlanan çizgi romanlar farklı bir geleneğin habercisi olurlar. Her şeyi başaran yenilmez kahramanların yerini zaafları olan mizahi kahramanlar almıştır.

Seksenli yıllarda ise anlatıcıların öne çıktığı, kahramandan çok o çizgi romanı kimin anlattığının daha fazla önem kazandığı bir başka dönem başlamıştır. İlerleyen sayfalarda gördüğünüz çizgi romanlar bu dönemin yarattığı anlatım biçimlerinden etkilenmiş ürünlerdir. Galip Tekin, Nuri Kurtcebe ve Suat Gönülay’ın öncülüğünü yaptığı tür olarak fantastik anlatılar olarak görülebilecek bu dönem ürünlerinde korku ve bilimkurgu öğeleri toplumsal eleştiri ile harmanlanmıştır. Eleştirel yaklaşımı ise sola yakın olmakla birlikte genel anlamıyla hayata-topluma karşı bir muhalefet olarak özetlenebilir. Ebeveynler, öğretmenler, politikacılar, askerler kısaca otorite konumundakiler bu yeni hikâyelerde eleştirilenler safında yer almışlardır. Kapitalizme yönelik husumet, toplumdaki rekabetçi yapılanma, modernizm karşıtlığı, bağnazlık, dini taassuba yönelik bir karşıtlık kurdukları da söylenebilir. Yakın dönemlerde ise dünya çizgi romanında yaygınlaşan otobiyografik anlatımlar Türkiye’deki çizgi romancıları oldukça etkilemiş, iddiasız, minimalist ve kişisel hikâyecilik yaygınlaşmıştır. Çocukluk anıları, aile ilişkileri, metropollerin soğukluğu karşısında özlemle hatırlanan küçük şehir ve kasabalar bu hikâyelerde sıklıkla başvurulan temalar olmuştur.

Türkiye’de çizgi roman hiçbir zaman endüstri olamamıştır. İtalyan çizgi romanlarının sevildiği, frankofonların yerli çizerleri etkilediği söylenebilir. Tamamı yerli çizerlerin üretimlerinden oluşan çizgi roman dergileri artık yüksek satışlar yakalayamıyor ama ısrarla yeni denemeler yapılıyor. Kapanan her dergiyi bu coğrafya insanlarının sebatsızlığına, yeni çıkan dergileri ise inatçılığına bağlamak mümkün.

[2005 yılında, Norveç'te çıkan Forresten Dergisi Türkiye'den çizgi romanlar yayınlamıştı. Takdim amacıyla kısa bir yazı yazmıştım. Gülay Kutal çevirmişti]

Çarşamba, Kasım 04, 2009

Köprüde...

link
Işık5'e ait bir fotoğraf...

10.Sayı


Sürekli rakamlara başvurarak konuşanlara takılmak için üç türlü yalan olduğu söylenir: Yalan, kuyruklu yalan ve istatistik. Niceliksel bir kıyaslama yapacağımız için bu takılmayı baştan hatırlatalım istedik. İlk baskısı 2002 yılında yayınlanan Çizgili Hayat Kılavuzu kitabımızda Türkiye’de çizgi roman hakkında çıkmış yazıların bir listesi mevcut. Kaba bir hesapla o tarihe değin çeşitli dergi ve gazetelerde 500 civarında makale yayınlanmış. Serüven, 2004 yılından bu yana çıkıyor, sadece ilk 9 sayımızda 250’yi aşkın makaleye yer vermişiz.

Elbette rakamlar niteliği göstermez, ama üretime dayalı bir yoğunlaşmaya işaret eder. Serüven, beğenelim ya da beğenmeyelim, Türkiye’de çizgi roman adına yeni ve geçmişe kıyasla zengin bir birikim oluşturuyor. Kırk yılda yazılmamış, hatırlanmamış pek çok anlatı, olgu ya da üretici sayfalarımızda “konuşuluyor”. Bunun üzücü bir başka yanı da yok değil; her şeyi gecikerek anlatıyoruz. Çizgi roman, aralıklarla yüz yılı aşkın bir süredir bu ülkede yayınlanıyor, ama hakkında yazılanlar o kadar az ki itibar görmemesinin en temel nedeni de entelektüel ilgisizlik kuşkusuz.

Son yıllarda, Batı Avrupa ve Amerika’da alternatif kültürlere yönelik modaya dönüşen ilgi, bize de sirayet etti. Modanın rüzgarı, nostalji, iade-i itibar, şu veya bu nedenle çizgi roman medyada, sanat ve edebiyat dergilerinde –eskiye kıyasla daha fazla- yer almaya başladı. Ama pek çok yazı, meraklılarının kolaylıkla tespit edebileceği gibi baştan savma yazılıyor. Çizgi romanı değersiz, eften püften sayan, en iyi ihtimal çocuksu bulan genel bir kanaat nedeniyle olmalı bu yazılar yanlış yazma endişesine kapılmadan hızla üretilebiliyor. Bir roman ya da film için bu denli özensiz yazılabileceğini sanmıyoruz. Serüven, bu itibarsızlıkla mücadele ediyor. Bugün olmasa bile ileride aynı mecralarda mesafeli, tutarlı, iyi düşünülmüş ve mutlaka araştırılmış çizgi roman yazıları yayınlanabilirse eğer bizim de payımız vardı diye düşünüp, sevineceğiz. Emek vererek oluşturduğumuz birikimin gelecek yıllarda hatırlanacağını umuyoruz.

Serüven, sayfalarını karıştırdığınız 10.sayısıyla birlikte yeni bir döneme giriyor. 2007 yılında çizgi roman araştırmaları kitap dizimize, Japonca “serüven” anlamına gelen Bouken adlı bir manga-anime dergisine başlamak istiyoruz. Epeydir hazırlıklarını sürdürdüğümüz yerli çizgi roman çalışmalarımızın önemlice bir kısmını yayın desteği verdiğimiz, bu yılın bahar aylarında çıkacak olan kardeş yayın Tam Macera dergisinde kullanacağız.

Son sözümüz, ekip olarak hazırladığımız Çizgili Kenar Notları kitabıyla ilgili. Türkiye’de toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak dışlanmış, marjinalleştirilmiş olanlar, kenar mahallelerde yaşayanlar, yoksullar... mizah dergilerinde yayınlanan çizgi romanlarda nasıl resmediliyorlar? İletişim Yayınlarından çıkan kitap bu soruya cevap arayan yazılardan oluşuyor. Çizgili Kenar Notları’nın Serüven okurlarının ilgisini çekeceğini düşünüyoruz. Herkese iyi okumalar…

[Serüven'in kapanış sayısı, kapak Taner Duran'a ait...Ocak 2007]

Pazartesi, Kasım 02, 2009

Aslolan Hikâyedir, Anlatılan Senin Hikâyendir…

Çizgi roman, yaygınlaşmasını ölçü alırsak, geçen yüzyılın başında Amerika’da, gazete sahiplerinin nasıl daha çok satabiliriz iştah ve endişesiyle ortaya çıkmış bir anlatım aracı. Sanatsal nitelikleri ve estetik değişimlerini ayrı tutalım, okuma yazması ve tahsili kıt insanlara az yazıyla bol resimle anlatılacak bir biçim olarak tasarlanmış. Çizgi romanlar ilgi görüp, tiraj getirdikçe, yüksek telifle çalışan, bir gazeteden bir diğerine transfer olan üreticiler ile çizgi romanları pazarlayan ajanslar da zuhur etmiş peşi sıra. İlk örneklerde güldürmeyi amaçlarken farklı gazete okurlarını yakalamak arzusuyla giderek yeni konu ve türlere yoğunlaşmış çizgi roman. Başlangıçtaki biçimi nedeniyle “comics” olarak adlandırılması bu yüzden. Dünyadaki yaygınlaşması, sadece mizahi değil farklı türlerle geliştiği bir devrede yaşandığı için her ülke başka bir adlandırmaya yönelmiş. Bazıları konuşma balonları nedeniyle “balon(lar)”, kimileri ardışık biçimde birbirini izleyen kareleri nedeniyle “bant” ya da çizgi romanı ilk yayınlandığı gazetenin adıyla yaygınlaştırmışlar. Biz ise “romana” benzetmiş, roman sıfat tamlamasıyla adlandırmasıyla tercih etmişiz. Gerçi sinemaya da benzetmişiz, “sinema romanı” dediğimiz de olmuş ama “roman” hep baki kalmış.

Çizgi roman, günümüzde, Amerika dışında Fransa ve özellikle Japonya’da bir endüstri olarak varlığını sürdürüyor. Hemen her ülkede üretilse de global eğilimleri asıl olarak bu üç ekol biçimlendiriyor. Yetenekli üreticiler ancak bu “merkez” ülkelerde çalışma şansı bulabildiklerinde uluslararası itibar kazanabiliyorlar. Global dolaşım, pek çok sanat biçiminde olduğu gibi İngilizce ve festivaller dolayımıyla gelişiyor. Bugün, çizgi romanın en yoğun üretildiği ülke olan Japonya’nın, Japon çizgi romanı anlamına gelen manganın ulaştığı global ilgi yine İngilizce üzerinden gerçekleşebiliyor. İlgi çekici olan, bu yaygınlaşmanın dünya çizgi romanının yaşadığı küçülmeye deyim yerindeyse ilaç olması. Manga’nın, çizgi roman okurlarını artırdığı kadar değiştirdiği de söylenebilir, örneğin Amerika’da kadın çizgi roman okurunun artışı mangaların çoğalmasıyla ilişkilendiriliyor. Japonya’da oldukça sert rekabet koşullarında varolma savaşı veren manga, ister istemez farklı kesimlerden okuru yakalamaya çalışmak durumunda kalmış. Çok karakterli, türler arasında gezinen hikâyeciliklerinin en önemli gerekçesi bu olsa gerek. Şunu söylemek yanlış olmayacak, dünya çizgi romanın ana damarını, ilerleyen yıllarda asıl olarak manga (nitelik ve nicelik olarak) belirleyecek, bu aşikâr... Manga’ya gösterdiğim teferruatçı ihtimam Yordam Kitap’tan çıkan Kapital Manga yüzünden.

Çizgi roman, tür olarak serüven edebiyatı içinde kendini vareden, sağ(cı) eğilimleri epeyce güçlü olan bir anlatıdır. Hayata bir Amerikan sanatı olarak başlaması, sosyalist ülkelerin çizgi roman karşıtlığı göstermesi, hakkındaki sağ nitelemesini pekiştirmiştir denebilir. Latin Amerika üretimleri ve diğer ülkelerdeki sayılı istisnaları hariç tutarsak çizgi roman sol siyasetin anlatım aracı olmamıştır. Elbette, popülerliği nedeniyle ilgi çekmiş, resmi ya da sivil örgütlerce kullanılmak istenmiştir. Örneğin hemen her yerde hükümetler, çocukların ilgisinden önce endişelenmiş sonra nasıl manipüle edeceğini, bir “eğitim” aracına dönüştürebileceğini tartışmıştır. Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’de çizgi romanın altın çağı sayılabilecek 1955-1975 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı epey toplantı düzenlemiş, çocuklarımızın bu gayri-milli illetten nasıl kurtarılacağını masaya yatırmıştır. Doksanlı yıllardan itibaren de devlet kurumlarımız çeşitli biçimlerde çizgi roman yayıncısı olup, milli (ve hadi diyelim pedagojik) hassasiyetlerle resmi üretimleri teşvik etmişlerdir. Amerikan kaynaklı anti-komünist çizgi romanlar veya Çin’in Kültür Devrimi hakkında çıkardığı çalışmalar aynı paydada hatırlanabilir.

Çizgi romanın sol siyasetin anlatım aracı olamaması ise piyasa koşulları ve geleneksel algılarla ilgili. Fransa’da çıkan Roman BD ve onu izleyen Amerikan Graphic Novel akımı, türü anaakım dışına çıkarmaya çalışan estetik arayışlar olmuşlar, geçmişte çizgi roman olarak düşünülemeyecek pek çok konu ve anlatıya karşı meydan okuyucu bir ilgi göstermişlerdir. Kapital’i temel alarak bir çizgi roman yapılması, üstelik bu uyarlamanın asıl metne sadakat göstermeden esinlenerek oluşturulması, öncelikle bu global akımlardan kaynaklanıyor. Eskiden olsa, Kapital’in sayfaları kapladığı, yazının görseli ezdiği, ideolojik bağlılığın senaryoyu unutturduğu bir resimli kitap çıkardı karşımıza. Bu akımlar, çizgi romanın özniteliklerini belirginleştiren yeni bir dil oluşturmaktan söz ediyorlar ve bunu, geleneksel olana, sinema ya da edebiyata benzemeden yapmaktan yanalar. Şunu da eklemek gerek, Kapital’in çizgi romanı, ancak endüstrisi olan ülkelerde üretilebilir ve global yaygınlık gösterebilirdi, öyle de oldu. Başka ülkelerde olsa, partilerin ve çizgi roman dışı insanların müdahil olacağı, ücretsiz dağıtıma dönüşecek politik bir eylemle nihayetlenebilirdi. Böylesi ürünler, satmayacakları için, “taht sahibinin” makbul gördüğü bahşiş ve icazetle kendini varedebiliyorlar, doğrusu bu da benim ilgimi çekmiyor. Kapital Manga’yı şu yüzden beğendim: Bir hikâyesi var ve feyz aldığı metnin meselesini gözümüze sokmuyor. İyilik ve eşitlikle ilgili derdi olduğunu dramatik bir dille resmediyor. Kareler arası devamlılığı ve kurgusu iyi. Haklı bir ilgi görecek…

[Birgün Pazar, 1.11.2009]
Related Posts with Thumbnails