Cumartesi, Kasım 30, 2019

Hopdediks Diyorum


Frankofon popüler kültürünün evrensel ölçülerde iyi bilinen iki çizgi roman kahramanı vardır. Biri, Hergé’in Tenten’i, diğeri ona göre daha yerel/milli olan Goscinny-Uderzo ikilisinin yarattığı Asteriks. Hergé’in ölümünden bu yana Tenten çizilmiyor ama Asteriks’in albümleri devam ettiriliyor. Dizinin yazarı Goscinny’nin vefatından sonra çizer Uderzo bazen tek başına bazen farklı yazarların katkısını alarak Asteriks’i halen yaşatıyor. Sadece Fransa’da çıkan her albümünün milyonu aşan satış rakamlarında seyrettiği düşünülürse yarım asırdır nasıl bir ilgiyle izlendiği anlaşılabilir. Asteriks, Tenten’e göre hem daha mizahidir hem de aktüele ve Frankofon kültürüne bariz göndermeler yapar. Bu bakımdan hikâyesinden çok esprileriyle hatırlanır. Bizdeki yayınlarına bakılırsa her iki dizinin de sevildikleri görülebiliyor. Asteriks’in şöyle bir farkı var: Türkçede biri geçtiğimiz günlerde olmak üzere hakkında iki kitap yayınlandı. Kitap Yayınevi, 2002 yılında, arkeoloji ve eski çağ tarihçilerinin makalelerinden oluşan, akademik olduğu kadar neşeli bir derleme-Almancadan çeviri yayınlamıştı (Asteriks ve Roma Dünyası, Çev. Türkis Noyan). İkincisi, İmge Kitabevinden çıkan Nicolas Rouvière’in orijinali 2006 tarihli Asteriks ya da Uygarlığın Işıkları kitabı (Çev. İsmail Yerguz). Rouvière, bir Asteriks uzmanı sayılıyor, çeşitli makaleleri var ve yine 2008’de Asteriks ile ilgili bir başka kitap çalışması daha yayınlandı.

Çevirinin Gerekleri
Dikkatinizi çekmiştir, Türkiye ile ilgili yayınlanan farklı dillerdeki kitaplarda bize komik gelen ayrıntılarla karşılaşırız. Yazarı yerli ya da yabancı olsun, kimse herkesin bildiğini farzederek meselesini anlat(a)maz. Atatürk’ün adı geçtiğinde örneğin, dipnot atılır, yabancı okurun bilemeyeceği düşünülerek. Yabancı bir anlatı hakkında Türkçede bir inceleme kitabı yayınlamanın bu bakımdan sıkıntıları var. Asteriks’in her albümü Türkçede yayınlanmış olsa da yazar metnini frankofon okura yönelik kurduğundan yapılacak çevirinin ister istemez bu yönde bir akletmeyle düzenlemesi gerekiyor. Asteriks’in mizahi yönü de düşünülürse, (genel bir ilkedir, ‘mizah yaşadığı yere benzer’) Türkiyeli bir okurla bir Fransız’ın Asteriks’te güldüğü şeyler mutlaka benzeşir ama aynı değildir. Biz oradaki göndermeleri, aktüel bir tartışmaya dönük espriyi anlamlandıramayız. Zaten sırf bu nedenle Asteriks yayınlandığı ülkelerde Tenten kadar sadakatle çevrilmemiştir, az ya da çok yayınlandığı dile uyarlanmıştır. Çünkü dizi sadece hareket komiğine dayalı değildir, dil oyunlarının ağırlıklı bir yer vardır. Türkiye’deki uyarlamaların yakın zamanlara kadar sevilerek benimsendiğini, hatta kendi kuşağımdan pek çok yaşıtımın büyülü iksir (potion magique) yerine devegücütazıhızı şerbeti demeyi tercih ettiğini, nostaljik bir oflama puflamayla ‘tadı kalmadı bu çevirilerin’ diyerek hayıflandığını söyleyebilirim. Veya kendimi de katayım: Dizinin iki kahramanından biri olan Obélix’e yeni çevirilerde Oburiks deniyor, ben alışkanlıkla, yetmişli yıllardaki kullanımla Hopdediks diyorum. Asteriks hakkında bir kitap yayınlanıyorsa Türkiyeli okurun aşina olduğu adlandırmalar, uyarlamalar, yanlış çeviriler ve hepsinden önemlisi dizinin mevcut yayınından haberdar olunması gerekiyor. Çevirmen ve/veya editör bu aşinalığı metne katmak durumunda... Yoksa kitabın ‘yabancılığı’ her sayfada katmerleniyor.

Auteur ve Vignette
Asteriks ya da Uygarlığın Işıkları kitabında böyle bir özen gösterilmemiş. İlk sayfalarda çevirmen bir notu var: ‘metinde geçen kitap adları ve özel adlarla ilgili olarak karışıklıklara meydan vermemek amacıyla, olabildiğince daha önceki kullanımlara uyulmuştur’. Bu açıklama çok anlaşılır değil, kitap Asteriks hakkında olmakla birlikte herhangi bir kitapçıda veya kitap satışı yapan internet sitelerinde bulunulabilinen mevcut diziye (Remzi Kitabevi) bakılmamış. Örneğin Asteriks Hispania’da diye bir albümden en az on defa söz ediliyor, bu isimle yayınlanan bir albüm yok, olmadı da. Fransızcaları aynen aktarıldığı için kim kimdir çoğu yerde anlaşılmıyor. Hokusfokus, Büyüfiks, Kakofoniks, Dertsiziks, Toptoriks gibi isimler sayfalarda yer almıyor. Dizide tekrara dayanan pek çok deyiş ve ifadenin ne olduğuna, nasıl çevrildiğine hiç mi hiç değer verilmemiş. O kadar ki ses efektleri dahi bilinmiyor. Anlaşılan o ki çevirmen, Asteriks ya da bir çizgi roman okuru değil, şüphesiz şart değil olabilir ama tercüme edilecek pek çok kitap varken keşke tercih edilmeseymiş diyeceğim… İşin editöryal kısmını hiç katmıyorum. Okur olarak asgari bir özen gösterilmesini bekliyor insan. Epeyce de hızlı çevrilmiş, hemen her sayfada Türkçesi sorunlu, anlaşılmayan cümleler var. Onlardan değil ama bir iki kavramsal yanlıştan söz edeyim. Bunlar yine çizgi roman literatürüne olan uzaklıktan kaynaklanmış şeyler. Hemen tüm kitapta ‘Asteriks’in yazarları’ deyimi kullanılıyor, burada birebir çevrilen sözcük ‘auteur’. Bu sözcüğün ‘fail’ anlamından yola çıkarak Asteriks’in üreticileri veya yaratıcıları denmeliydi. Türkçede biz bunu ‘yazan ve çizen’ olarak kullanırız. Asteriks’in yazarı Goscinny çizeri de Uderzo’dur. Fransızlar bunu kullanmıyor değiller, textes / dessins ibareleriyle sunarlar sanatçıları ama fail anlamında, Latince auctor’dan ilhamla ayrı bir vurgu yaparlar. ‘Evren’in auteur’u Tanrıdır’, Asteriks’in aetur’u yazar ve çizeridir gibi. Biz bunu birebir çevirirsek ‘Goscinny ve diğer senaristler’ gibi anlaşılıyor. Uderzo’yu unutmuş oluyoruz.

Yine tüm kitap boyunca bir vinyet (vignette) kullanımı var, ‘13.sayfanın son vinyeti’ gibi…Biz vinyeti örneğin gazete ve dergi yazılarında metni rahatlatmak, anlatımı kolaylaştırmak için çizilen küçük betimleyici çizgi ve karikatürler için kullanırız. TDK sözlüğünde ‘Bir kitabın sayfalarını süsleyen başlık, süslü harf gibi motif’ denmiş, o da eksik. Çevirideki vinyetin tam karşılığı İngilizcedeki gibi ‘panel’, Türkçedeki gibi ‘kare’ olmalıydı. Tek parça resim kastediliyor. Çizgi romanda hikâye anlatımı, içinde resim ve yazı olan bu karelerin ard arda sıralanarak anlatılmasıyla oluşur. Bırakın Türkçedeki yaygın kullanımını sorup öğrenmeyi, herhangi bir Fransızca-İngilizce sözlükte (Fransız çizgi romanında) vinyet’e bakılsaydı eğer çerçeve, kare veya panel karşılıkları bulunurdu.

Son söz kitabın auter’una: Rouvière de Asteriks hakkında yazmasa okunacak bir yazar değil epeyce geveze ve söyleyeceğini dolaştırmadan söylemiyor bir türlü. Yine de kitabın ikinci kısmının son iki bölümü için ilgiye değer diyebilirim.

Birgün Kitap, 26.6.2010

Perşembe, Kasım 28, 2019

Türkçe Dersi Ödül Töreni


Bilkent'te, bütün üniversitede yürütülen zorunlu Türkçe dersine bir yenilik katmışlar. Önce bir kitap "havuzu" oluşturulmuş ve öğrencilerden bu kitaplardan ilham alarak birer deneme yazmalarını istemişler, kendi ifadeleriyle "öğrencilerin güncel kitaplara ve kültür/sanat etkinliklerine dair görüşlerini ifade edebilmelerine ve bir akademik yıl boyunca özgünlük bağlamında kayda değer yazılar üretmelerine olanak" sağlamayı amaçlamışlar.

Öğrencilerin yazdığı denemeler, akademik bir jüri tarafından değerlendirilmiş... Finale kalan yirmi metni okuma imkanım oldu, abartmıyorum, ilginç ve hayata karşı muhalif şeylere rastladım,  hoşuma gitmedi desem yalan olur.

Sağolsunlar, nezaket göstermişler, benden öğrencilere verilecek ödül töreninde bir konuşma yapmamı rica ettiler.

Cuma günü (yarın) Bilkent'te olacağım, bu ay denk düştü, (o kadar da kaçarım, meğer poz yapıyormuşum) üçüncü üniversite konuşmam olacak...

Çarşamba, Kasım 27, 2019

Anadolu Ağızlarından (42)


Çatana: Ona buna sataşan, didişen.
İpil ipil: aydınlık.
Elidar: Parasız.
Haylamak: Hayvan otlatmak, sürmek.
İntileme: Çok yemek yiyenşn duyduğu rahatsızlık.
Kırcı: Dolu, sert taneli kar.
Mülaza: Arayı bulmak için yapılan sohbet.
Sahana: Sakın ha!
Masız: Yalancıktan yapılan eylem, söz.

Fotoğraf: Birol Üzmez


Salı, Kasım 26, 2019

Leman Çizgi Romanları (1-160 sayı)



Leman, 21 Kasım 1991’de çıkmaya başladı, kapanma raddesine gelen bir yayın grubundan ayrılırken, Limon olan isimlerini Leman adıyla değiştirmişlerdi. Daha önce Deli’nin denediği yola başvurarak, üreticilerinin kendi imkanlarıyla çıkan bir bağımsız dergi oldular. İlk sayının kapağında yer alan isimlere bakılırsa yirmi kişilik bir kadrosu vardı. Derginin satışı arttıkça, özellikle yüzüncü sayıdan sonra kadro otuz kişiyi geçti. 154.sayıda dergi dört sayfa artarak 20 sayfaya çıkarıldı. Leman’ın başlangıcında etkili olan üreticiler Kemal Aratan, Mehmet Çağçağ ve Tuncay Akgün’dü. Aratan, bir süre sonra aralıklarla kaybolmaya başladı. Derginin en önemli çizeriyken bu yükü daha çok Çağçağ çekmeye başladı.

Komik çizgili underground eğilimli bir tarzı temel alarak  konuşursak, Leman tam bir çizgi roman dergisiydi. Sadece çizgi roman değil çok sayıda banta yer veriyor, pek çok karikatürist köşesinde kısa çizgi romanlar kullanıyordu. Çağçağ’ın Daraloğlan ve Timsah’ı, Tuncay Akgün’ün Bezgin Bekir’i baştan beri vardılar. Ahmet Yılmaz’ın Kıllanan Adam’ı (Sayı:39), Erdil Yaşaroğlu’nun Marlon’u (sayı:46), Kaan Ertem’in Öğreten Adam ve Oğlu, Can Barslan’ın Limon’dan artakalan Hain Evlat Ökkeş’i (sayı:110) hemen akla gelen diğer bantlar…

Bantları listeye dahil etmedim.

Mizah dergilerinin sadece çizgi roman yapan isimleri vardır, bir gelenek olarak bu isimler mutlaka komik olması beklenmeyen işler üretirler, kendilerine bir özgürlük alanı tanınmıştır. Dergilerin genellikle 4 ve 6.sayfalarında üç sütunun ikisini alarak, bir de 13 ve 14.sayfada, ilki tam, ikincisi yarım olarak 1,5 sayfa çizgi roman kullanılır. Gırgır’dan bu yana genel eğilim bu yöndedir. Leman, başlangıçta ilk kısımda Kemal Aratan’ı arka taraftaysa Galip Tekin’i kullanıyordu. Her ikisi de bir yıl filan içinde dergiden ayrıldılar. Tekin yerine bir süre Suat Gönülay geldi, sanıyorum bir anlaşmazlık sonucu o da Kaptan İntikam isimli çalışmasını yarım bırakarak Limon-Leman mecrasından bir kez daha ayrıldı. Üretimleri dikkate alırsak Leman’ın çizgi romancısı Alp Tamer Ulukılıç’tı. Derginin son sayfasında tıpkı Limon’da olduğu gibi eleştirel, aktüel siyasetle ilgili hikayeler anlatan Alp Tamer, hatırda kalan, sonraki yıllarda konuşulan çalışmalar üretmese de aralıksız çizen bir emekçiydi.

Leman, kendi tarzına uygun olarak “serüvenden” çok insani durumları anlatan, psikolojik açmazlara odaklanan hikayeler yayımlıyordu. Böyle bakılınca yazıp çizdikleriyle Mehmet Çağçağ ve Ahmet Yılmaz, aşağı yukarı on yıl boyunca Leman hikaye ve esprilerinin belirleyici isimleri oldular. Pişmiş Kelle’den gelen Celalettin Benzer ve Limon’dan dönen ekibin içinde yer alan Ender Özkahraman bu evrenin en önemli öne çıkan diğer isimleriydi.

Listede eksikler var, şöyle ki, bir karikatürist, kendi köşesinde isim vermeden bir çizgi roman yaptığında, özel olarak belirtilmemişse not almamışım. Yıllar önce kendimce dergi üstüne çalışmıştım, bloğa taşırken, kabaca kontroller yaptım ama yetmemiş olabilir, yeri geldikçe düzeltmeler de yaparım gibi geliyor. İlk bölümü 160 sayıyla sınırladım. Vakit buldukça sonraki sayıları da paylaşacağım.


En Alttakiler (Limon’dan devam), Yaz.Galip Tekin, çiz. Kemal Aratan, Sayı: 1- 15.
Yolcu, Tuncay Akgün, Sayı: 1.
Torbacı (Limon’dan devam), Galip Tekin, Sayı:1-2.
Ahalinin Umudu, Fatih Kaçan, Sayı: 1.
Yol, Tuncay Akgün, Sayı: 2.
Kötü Adalet, Fatih Kaçan, Sayı: 2.
Aile Muhabbetleri, Tuncay Akgün, Sayı:3.
Tabutluk, Galip Tekin, Sayı:3-4.
Ahtapot, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı: 3.
Otostop, Tuncay Akgün, Sayı:4.
Aksak Ritm, Tuncay Akgün, Sayı:5.
Kürt Yazıtı, Galip Tekin, Sayı:5-6.
Oh Sıcacık, Fatih Kaçan, Sayı:5.
Çok Acı Bir Kayıp, Tuncay Akgün, Sayı:6.
Bir Bacağı Kırık Sandalye, Galip Tekin, Sayı:7.
Orpta, Galip Tekin, Sayı:8-9, 11-13.
Yılbaşında 12’den Sonra Ne oldu?, Fatih Kaçan, Sayı:8.
42 Numara Kahverengi Makosen, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:9.
Kurnaz Espritör, Fatih Kaçan, Sayı: 9.
Uzayda Bir Yerde, Galip Tekin, Sayı: 10.
Geçmişe Bakış, Fatih Kaçan, Sayı:10.
Mucit Türk, Fatih Kaçan, sayı:11.
Uyandırma Servisi, Fatih Kaçan, Sayı:12.
Büyük Av, Fatih Kaçan, Sayı:13.
En Büyük Kim, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:14.
Enver ile Denver, Mehmet Çağçağ, Sayı: 13-14.
Zengin ve Yoksul, Fatih Kaçan, Sayı:14.
Bir Küçük Kara Delik, Galip Tekin, Sayı:15-20.
Kardeniz’de Beyaz Balina, Fatih Kaçan, Sayı:15.
Appacık, Fatih Kaçan-Kemal Aratan, Sayı:16.
Acı Hatıra, Fatih Kaçan, Sayı:16.
Eğer O’ysa, Kemal Aratan, Sayı:17.
İsimsiz, Fatih Kaçan, Sayı:17.
Köprü’nün Arkadaşları, Tuncay Akgün-Kemal Aratan, Sayı:18.
Bir Tv Reklamının Arka Perdesi, Mehmet Çağçağ, Sayı:18.
İstedikleri Yere Gidenler, Yaz. Metin Kaçan, Çiz. Kemal Aratan, Sayı:19-31.
Köşe Yazarı, Fatih Kaçan, Sayı:19.
Ne İstediğini Bilirsen Şayat, Fatih Kaçan, Sayı:20.
Alma Aptal Kutusunun Ahını, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:21.
Enver ile Denver, Mehmet Çağçağ, Sayı:21.
Dün, Fatih Kaçan, Sayı:21.
Askerlikte Kısaldı Vesselam, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:22-26.
Çok Zor Durumlar, Fatih Kaçan, Sayı:22.
Kurulu Düzen Öyküleri, Mehmet Çağçağ, Sayı:23.
Gerçekleşen Masallar, Fatih Kaçan, Sayı:23.
Gündelikçi Hayalet, Fatih Kaçan, Sayı:24.
Birdy, Fatih Kaçan, Sayı:25.
Hastasıyım, Tuncay Akgün, Sayı:26-27.
Aids’e Çare Bulundu, Fatih Kaçan, Sayı:26.
Ölüm Hep Beraber, Galip Tekin, Sayı:27-29.
Deli Danalar, Mehmet Çağçağ, Sayı:27-29.
Dönüş, Galip Tekin, Sayı:30.
Kangala Malum Olur, Güneri İçoğlu, Sayı:31.
Bir İntihar Hikayesi, Galip Tekin, Sayı:31.
İnsan Şansını Kendi Yaratır, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:32.
Bebek, Galip Tekin, Sayı:32.
Suda Herşey Büyük Gözükür, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:33.
Atlılar, Galip Tekin, sayı:33.
Mesai-i Nemrut Bey, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:34.
İstikbal Yök’lerdedir, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:35.
Bok Çocuk, Erdil Yaşaroğlu, Sayı:35.
Safarinin Hası, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:36.
Yakamoz, Güneri İçoğlu, Sayı:36.
Kararlılık 92, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:37-38.
Yolun Karşı Kıyısı, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:39
Noter Huzurunda, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:40.
Şatodaki Cinayet, Güneri İçoğlu, Sayı:40.
Varolmanın Dayanılmaz Kıllığı, Güneri İçoğlu, Sayı:40.
Temiz İş, Yaz.Kutsi Akıllı, Çiz. Alp Tamer, Sayı:41-43.
Oyun Arkadaşları, Fatih Kaçan, Sayı:42.
Didaktik Öykü, Tuncay Akgün, Sayı:43.
Sudan Bahaneler, Kemal Aratan, Sayı:43.
Narsist, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:44.
Şevkatinle Sar Beni, Tuncay Akgün, Sayı:44.
Körle Yatan Şaşı Kalkar, Yaz. Cengiz Akın, Çiz. Cem Uygun, Sayı:44.
Sekiz Sütuna Rüya, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:45-47.
Jübiter’in Kanlısı, Gökhan Dabak, Sayı:45.
Tahtacılar, Tuncay Akgün, Sayı:46.
Vs.Vs.Vs, Kemal Aratan, sayı:46.
Kutsal Hazine Avcıları, Tuncay Akgün, sayı:47.
Temenniler, Kemal Aratan, Sayı:47.
Alçalan Değerler, Yaz. Tuncay Akgün, Çiz. Cemal Uygun, Sayı:48.
Yuppie Oedipus, Kemal Aratan, Sayı:48.
Hahaha…Hihihi, Yaz.Cemalettin Benzer, Çiz. Kemal Aratan, Sayı:49.
118.Kiometre, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:49.
Şişko Birsen, Celalettin Benzer, Sayı:50.
Kağıttan Yalnızlık, Alp Tamer, Sayı:50.
Gel Gör Menii Rock Neeeyleeedi, Yaz. Fatih Solmaz, Çiz.Kemal Urgenç, Sayı:51.
İçi Dışı Bir, Celalettin Benzer, Sayı: 51.
Şıpsevdi, Yaz. C.Benzer, Çiz. K.Aratan, Sayı:51-52.
Beraberlik Tripleri, Tuncay Akgün, sayı:51.
Pegasus’un Düşüşü, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:51.
Damsız Kafadarlar, Mehmet Çağçağ, Sayı:52-54.
Oto Biyografi, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:52.
Son Tango, Yaz. Celalettin Benzer, Çiz. Kemal Aratan, Sayı:53.
Eeeerkekname, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:53-57.
Duvarda Bir Suret, Kemal Aratan, Sayı: 54.
Ying Yang, Kemal Aratan, Sayı:55.
Örtmenim Canım Benim, Suat Gönülay, Sayı: 55-69.
Aşk var, Kemal Aratan, Sayı:56.
Raporlu, Kemal Aratan, Sayı:57.
Mandalina Hayatlar, Mehmet Çağçağ, Sayı:57.
O Her Yerde, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:57.
Bir Bevliye Problemi, Kemal Aratan, Sayı:58.
Şey Kuşu-Hassas Nokta, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:58.
İddia, Yaz. C.Benzer, Çiz. K.Aratan, Sayı:59-60.
1993, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:59.
Kısa Çöp, Alp Tamer Ulukılıç, Sayı:60.


Genç Klip, Alp Tamer, Sayı:61
Hazır Halit, Yaz. C.Benzer, Çiz. K.Aratan, Sayı:61-69.
Zoraki Klap, Alp Tamer, Sayı:62-66.
Kemik Gücü, Celalettin Benzer, Sayı:67
Bildik Bir Yaşam, Alp Tamer, Sayı:67
Başka Çareleri Yoktu, Mehmet Çağçağ, Sayı:68.
Top 10, Emmeoğlu, Alp Tamer, Sayı:68.
İşini seveceksin-Tlk Höyük, Alp Tamer, Sayı:69.
Uçan Kuşlar Martılar, Yaz. C.Benzer, Çiz. K.Aratan, Sayı:70-.
Yaşgünü, Suat Gönülay, Sayı:70.
Kriminal Saplantılar, Alp Tamer, Sayı:70.
Kaz Döt Yılmaz, Yaz. C.Benzer, Çiz. K.Aratan, Sayı:71.
Vakur Barut-Sandalye Kız, Suat Gönülay, Sayı:71-73.
Elde Var Bir, Alp Tamer, Sayı:71.
Sokak Köpeği, Celalettin Benzer, Sayı: 72.
Out İn, Alp Tamer, Sayı:72.
Beş Samimi Arkadaş, Celalettin Benzer, Sayı:73.
Mazi Kalbimde Bir Yara, Alp Tamer, Sayı:73.
İntikam, Celalettin Benzer, Sayı:74.
Peçete Yürek, Suat Gönülay, Sayı:74.
Yalan Dünya, Celalettin Benzer, Sayı:75.
Yeşilçam Kozalakları, Suat Gönülay, Sayı:75-76.
Vatan Haini, Alp Tamer, Sayı:75.
Çirkin Kız, Celalettin Benzer, Sayı:76.
İz Peşinde, Mehmet Çağçağ, Sayı:76.
Memleket Meseleleri, Alp Tamer, Sayı:76.
Sevgi, En Keskin Acının Bile Merhemi, Mehmet Çağçağ, Sayı:77.
Sinirli Fevzi, Tuncay Akgün, Sayı:77.
Amacımız Kimseyi Kırmak Değildir, Suat Gönülay, Sayı:77-87.
Bay Gizemi Nasıl Bilirdiniz, Alp Tamer, Sayı:77-80.
Ferhat ile Şirin, Celalettin Benzer, Sayı:78.
Zümrüdü Anka Efsanesi, Mehmet Çağçağ, Sayı:78.
O ve O, Kemal Aratan, Sayı:79.
Altın Bilezik, Celalettin Benzer, Sayı:80-81.
Vahşi Çatılar, Güneri İçoğlu, Sayı:81.
Made in Turkey, Alp Tamer, Sayı:81-86.
Hüstü Bey Şeyleri, Can Barslan, Sayı:82-93.
Çıngıllı Cemile, Feyhan Güver, Sayı:82.
Cemaat-i Erkekus Maçosantus, Mehmet Çağçağ, Sayı:82.
Evet Doğru Söylüyorsun, Celalettin Benzer, Sayı:83.
Belgesel, Mehmet Çağçağ, Sayı:84.
Ayda, Hayat Var mı?, Celalettin Benzer, Sayı:85.
Dinamit Kardeşler, Mehmet Çağçağ, Sayı:85.
Amacımız Bazılarını Kırmaktır, Alp Tamer, Sayı:87.
Yolcu, Suat Gönülay, Sayı: 88.
İbret-i Paranoya, Suat Gönülay, Sayı:89.
Ali Story, Alp Tamer, Sayı:89.
Zibro Fm, Suat Gönülay, Sayı:90.
Dünyayı Kurtaran Adam, Mehmet Çağçağ, Sayı:90.
Tatil Mektubu, Alp Tamer, Sayı:90.
Bak ne diyom Abidin, Suat Gönülay, Sayı:91.
Gül gibi Damat, Celalettin Benzer, Sayı: 92.
Nasıl oluyor da?, Celalettin Benzer, Sayı:93.
Olaylar vee Gündem, Alp Tamer, Sayı:93.
Terelleli Pictures, Can Barslan, Sayı: 94
Emmoğlu, Celalettin Benzer, sayı:94.
Cinsel Doyumsuzluk, Alp Tamer, sayı: 94.
Sevgili Günlük, Alp Tamer, Sayı:95. (arka kapaktan içeriye girmiş)
Yaşanmış iki minik Hikaye, Celalettin Benzer, Sayı: 95.
Çevreci Pelin ve Duran Vay, Mehmet Çağçağ, Sayı: 95-96.
Amca… Amca, Celalettin Benzer, Sayı:96.
Sessiz Sinema, Alp Tamer, Sayı: 96 (arka kapağa dönüş)
Süpeeer Mamıt, Celalettin Benzer, Sayı: 97.
Aynı anda Aynı Yerlerde, Alp Tamer, Sayı: 97.
Kaptan İntikam, Suat Gönülay, Sayı:98-100, Yarım kalıyor
Bu memleket dinozorları, Alp Tamer, Sayı:98.
Bir Baba bir Oğul, Celalettin Benzer, Sayı: 100.
Geçti Bor’un Pazarı, Mehmet Çağçağ, Sayı:100.
Bu Memleketteki Keriz Sayısı…, Alp Tamer, Sayı:100.
Ava Giden Avlanır, Ahmet Yılmaz, sayı:100.
Kasr-ı Kanco ve TBMM, Ender Özkahraman, Sayı:101.
Halklarik Öyküler, Mehmet Çağçağ, Sayı:101.
Büyük Büyük Babam Derdi ki, Alp Tamer, Sayı:101.
İsmirahat Dede, Celalettin Benzer, Sayı:102.
Şaşılası Keşif, Yaz. Fatih Solmaz, Çiz. Gökhan Dabak, Sayı:102.
Yalanım Varsa İki Gözüm, Mehmet Çağçağ, Sayı:102.
Yanımdan Rüzgar diye siz mi geçtiniz?, Alp Tamer, Sayı:102.
Dam Salağın Maceraları, Celalettin Benzer, Sayı:103.
Tiner Şişesinde Balık Olmak, Ender Özkahraman, Sayı:103.
İki Cumhuriyetten Enstantaneler, Alp Tamer, Sayı:103.
Adımlar, J.Kosinski-Soner Tuna, Sayı:104.
Elam Kitab-ül Tüyap, Ender Özkahraman, Sayı:105.
Kozinski Hikayeleri, Soner tuna, Sayı:105.
Dirty Biking, Alp Tamer, Sayı:105-110.
İki Gözüm Önüme, Mehmet Çağçağ, Sayı:106.
Volvo’yu Beklerken, Tuncay Akgün, Sayı:106.
Şahmaran, Ender Özkahraman, Sayı:106.
İki Hikaye, Tuncay Akgün, Sayı:107.
Kurbağa Güncesi, Ender Özkahraman, Sayı:107.
Kelle Koltukta, Celalettin Benzer, Sayı:108.
Kış Geyikleri, Mehmet Çağçağ, Sayı:108.
Damsalağın Maceraları, Celalettin Benzer, Sayı:109.
Dedüğü Baba Ziyareti, Ender Özkahraman, Sayı:109.
Hakkari’de İlk Selpak, Ender Özkahraman, Sayı:110.
Kıyakçı Sami, Celalettin Benzer, Sayı:111.
Şiddet Abi’nin Dönüşü, Mehmet Çağçağ, Sayı:111.
Boğaziçi’nde Tanıdık Bir Martı, Alp Tamer, Sayı:111.
Yeter ki Mekansız Olmasın Aşk, Tuncay Akgün-Bahadır Boysal, Sayı:112-113.
Çingeneler Zamanı, Ender Özkahraman, Sayı:112-113.
Abbas Abazantus ve Arkadaşları, Mehmet Çağçağ, sayı:113.
Reality Show and Love, Alp Tamer, Sayı:113-114.
İki Kere, Ender Özkahraman, Sayı:114.
Haranın Müdavimleri, Mehmet Çağçağ, Sayı:114.
Yola Çıktım Mardin’e, Ender Özkahraman, Sayı:115-116.
Meyhane Öyküleri, Kaan Ertem-Ahmet Yılmaz, Sayı:115.
Sürreality Show, Mehmet Çağçağ, Sayı:115.
Leman 93 Yıllığı, Alp Tamer, Sayı: 115.
Salih Öyküleri, Alp Tamer, Sayı:116.
Mığırdıç, Ender Özkahraman, Sayı:117.
Abii ya Nası Çiziyonuz Bunları? Alp Tamer, Sayı:117.
Önce Özetler, Ender Özkahraman, Sayı:118.
Ben Çok Özel Biriyim, Alp Tamer, Sayı:118-124.
Paparazzi, Ender Özkahraman, Sayı:120.
Eko, Ender Özkahraman, Sayı:121.
Aşk Üzerine Bir Masal, Ender Özkahraman, Sayı:122.
Örümcek Kadının Öpücüğü, Ender Özkahraman, Sayı:123-124.
Estarabim, Ender Özkahraman, Sayı:125.
Sa’saa, Ender Özkahraman, Sayı:126.
Kan Davası, Bahadır Boysal, Sayı:127.
Çukulata, Ender Özkahraman, Sayı:127.
Tık tık, Mehmet Çağçağ, Sayı:127.
Nereye Payidar, Alp Tamer, Sayı:127.
Dev Demet, Celalettin Benzer, Sayı:128.
Çarşamba, Ender Özkahraman, Sayı:128.
Paşa Çocuğu, Ender Özkahraman, Sayı:129.
Şak Şak Haydar, Alp Tamer, Sayı:129.
Dadaist Şarlatan, Ender Özkahraman, Sayı:130.
Hami Likart, Alp Tamer, Sayı:130.
Durum Bundan İbaret, Alp Tamer, Sayı:131.
Yağmur Adam, Ender Özkahraman, Sayı:131.
Kurban, Ender Özkahraman, Sayı:132.
İşte Böyle Bir Fitbol Sezonu, Alp Tamer, Sayı:132.
Boynuzlar, Ender Özkahraman, Sayı:133.
Uzun Yol Fabl, Alp Tamer, Sayı:133.
Evin en Kevn, Ender Özkahraman, Sayı:134.
Çok Değil 1 Dakika Sonra, Alp Tamer, Sayı:134.
Faili Meçhul, Bahadır Boysal, Sayı:135.
Gözlik, Ender Özkahraman, Sayı:135.
Kolonyalı Adam, Celalettin Benzer, Sayı:135-136.
Esans, Ender Özkahraman, Sayı:136.
Tofaş Oğulları, Alp Tamer, Sayı:136.
Marko, Ender Özkahraman, Sayı:137.
Güççük Burcuva Öyküleri, Alp Tamer, Sayı:137.
Yarım Yüzyıl Sonra, Ender Özkahraman, Sayı:138.
Vasat Ketin 40 Çöpü, Alp Tamer, Sayı:138.
Lanet Olsun Doğduğum Güne, Bahadır Boysal, Sayı:139.
Şahbaz, Ender Özkahraman, Sayı:139.
Baki Kalan Şu Kubbede, Alp Tamer, Sayı:139.
Cembeli ü Binevş, Ender Özkahraman, Sayı:140-142.
Zerdüşt’ün Uykusuz Geçen İki Haftası, Alp Tamer, Sayı:140.
Bugünlerde Uzayda Bişeyler Oluyor, Alp Tamer, Sayı:141.
Türküyle Gelen, Bahadır Boysal, Sayı:142.
Şizofben, Ender Özkahraman, Sayı:143.
Rüzgarla Gelen, Alp Tamer, Sayı:143-149.
Vangölü, Ender Özkahraman, Sayı:144.
Misafir, Ender Özkahraman, Sayı:146.
Dönüşü Muhteşem Olacak, Mehmet Çağçağ, Sayı:146.
Midem Bulanıyor Anne, Ender Özkahraman, Sayı:147.
Yüksekova Tv, Ender Özkahraman, Sayı:148.
Vaatler Ülkesi, Ender Özkahraman, Sayı:149.
At, Ender Özkahraman, Sayı:150.
Beş Parmak Ailesi, Alp Tamer, Sayı:150.

Sürme, Ender Özkahraman, Sayı:151.
Ressamcı Tevfik, Ender Özkahraman, Sayı:152.
Aristo-Talat ve Günlüğü, Mehmet Çağçağ, Sayı:152.
Dinar yolunda Devrilen…, Ender Özkahraman, Sayı:153.
Hito, Ender Özkahraman, Sayı:154.
Kardeşim Benim, Ender Özkahraman, Sayı:155.
Atila ve Abdurrahman, Alp Tamer, Sayı:155-157.
Hırhızlar, Ender Özkahraman, Sayı:156.
Kara Şimşek, Ender Özkahraman, Sayı:157.
Kıçının Çatalını Kaybeden Adam, Can Barslan, Sayı:157-160.
Acar, Erdil Yaşaroğlu, Sayı:158.
Bir Sürekli Çatışma, Alp Tamer, Sayı:158.
Sıtkı, Ender Özkahraman, Sayı:159.
Meczub Biraderler, Alp Tamer, Sayı:159.
Masa da Masaymış Haa…Ender Özkhahraman, Sayı:160.
Biz..Biz.. Biz Kimleriz?, Alp Tamer, Sayı:160.


Pazartesi, Kasım 25, 2019

Bilal


[Bilimkurgu ve türler] Bilim kurgu terimi beni biraz sinirlendiriyor. Edebiyat alanında her türden etiketlemeye, kodlamaya ve sınıflamaya karşıyım. Jules Verne, George Orwell ve H.P. Lovecraft’ın ya da aynı şekilde Baudelarie, Kafka ve Poe’nun dünyaları arasında yıkılamayacak kadar sağlam engeller olduğu kanısında değilim. Bence türler arasındaki sınırlar gittikçe ortadan kalkmakta. Sürekli daha fazla sayıda yazar ister roman yazıyor olsun ister felsefe eserlerinin dokusuna geleceği katıyor. Öte yandan çocukluğumdan beri sıkı bir bilimkurgu okuru olduğumu da belirteyim. Bilim kurgu bana dünyayı içinde bulunduğu kozmik boyutta gözlemleme fırsatı verdi, dünya hakkında diğer yaşam biçimlerinin olası yaşam şekilleri ve insanoğlunun durumu hakkında sormakta olduğum sorularımı biçimlendiren küresel bir görüşe sahip olmamı sağladı.

[Sinema] Çocukluğumdan beri hayal gücümü harekete geçirir sinema. İlk gençlik yıllarımda yapmayı hayal ettiğim şeylerle bir paralellik kurduğum ve kendime yakın bulduğum bu sanat dalından çok etkilendim. Sinema hem fazlasıyla ilgimi çeken hem de aynı ölçüde ulaşılması zor bir şey olarak göründü bana. Bu yüzden çizmeye başladım, evde tek başıma özgürce sinema yapabilmemin bir yoluydu benim için.

[Çizgi roman ve Sinema] İkisi birbirinden çok farklı dünyalar. Sinemanın kendisi kısıtlamalardan başka bir şey değil zaten. Bir çizgi roman yarattığınızda yapım masraflarını, çekim yerlerini, malzeme ve oyuncuların maliyetlerini düşünmezsiniz. Her şey sınırsız bir özgürlüğü olan sanatçıya kalmıştır. Ama bu özgürlüğün içinde ipin ucunu kaçırma tehlikesi de yatmaktadır. Çizerler bu özgürlüklerini her zaman kontrol altında tutmak, dizginlemek durumundadırlar. Ama film endüstrisi değişim içinde. Dijital kamera gibi yeni aletler genç yönetmenlerin düşük bütçeli filmler çekmesine olanak sağladığı gibi bu insanlar seleflerinin hiç tatmadığı kadar büyük bir özgürlüğü de yaşamaktalar. Sanırım çok kutuplu bir sinemaya doğru gidiyoruz. Bir tarafta muhteşem gişe filmleri, diğer tarafta küçük bütçeli, neredeyse underground olarak nitelendirebileceğimiz ve çok ilginç şeyler ortaya koyabilecek bir sinema söz konusu olacak gibi (…) 

Cumartesi, Kasım 23, 2019

Cuma, Kasım 22, 2019

Fahri Doktora




Hoca’ya Falanfilan Üniversitesinden Fahri Doktora verilecekti. Bir öğleden sonra telefonla aramışlar, teşrif etmesini rica edip, nezaketle konuşmuşlardı. Hoca hem hatırlandığına sevinmiş hem de üniversite makamından iltifat gördüğü için gururlanmıştı. Karısı ödül sonrası bir konuşma yapması gerektiğini hatırlatınca iki fıkra anlatıp teşekkür eder geçerim canım diyerek kestirip attı önce. Karısı “iyi peki” deyince bu defa huylandı, bu kadın ne zaman “iyi peki” dese aslında beğenmediğini, aklına yatmadığını anlıyordu. Bir keresinde “gençler bu fıkralara gülmüyor Nasrettin, anla artık” demişti. O dediği mıh gibi aklından çıkmıyordu. Hâlbuki göle yoğurt çaldılar, oturdukları dalı kestiler diyerek konuşmasını 15 Temmuz’a bağlayacaktı. Mahalle kahvesinde tanıştığı biri vermişti o aklı ona. Hoca diyordu fıkrayı anlat 15 Temmuz’a bağla… Öyle bir kere de değil, üç kere beş kere bağla! Bak göreceksin nasıl kıkırdayacaklar. İsterse kıkırdamasınlar! Şimdi karısı yüzünü düşürüp, burun kıvırınca planları berhava olmuştu. Ehh dedi oturduğu yerden kalkarak “fıkra da anlatamayacaksam ne anlatacağım ben bu adamlara?”. Düşün Nasrettin düşün! Odasına gidip kukumav kuşu gibi büzülüp düşünmeye başladı. İçinden çıkılır gibi değildi.

Güzel Allah’ım türlü türlü dert vermiş ama derman da vermiş. Hoca feysbuktan birilerine akıl sordu, kime danışayım dedi. Birisi Hocam bu mizah işindekiler silme solcu elitist, gitsen konuşsan, lafı ta Menderes’e getirir, İnönü’yü, 27 Mayıs’ı unuturlar. Astılar koca Başbakanı, daha ne olsun şu bu. Bir başkası, kürsüye yumruğu vurmasını, kavuğu kimseye devretmediğini söylemesini istedi. Hoca, peki dedi, tamam dedi ama saatlerce anlayamadığı şeyleri okuyup durdu. Tek anladığı ve yaparım, ben bunu anlatırım dediği şey, has hayranı olduğunu söyleyen, kendisine Hoca Reyis diye hitap eden kullanıcının yazdıklarıydı. “Hocam sen geleneksin! Bu geleneğin köklerini anlat cahillere”.

Hoca, başladı konuşmasını hazırlamaya. “Mesele” diyordu etli pilavı lüpletirken “kurumların sürekliliği.” Durup, düşündü, iyi bir başlangıç cümlesi olmuştu. “Biz bu mizahı yoktan devralmadık, evvela Bizans, ondan evvel Roma’yla, konuşa konuşa hasbihal ederek… di mi ama Hanım?” Karısı, pür dikkat onu dinliyordu diyemeyiz, “çok haklısın Nasrettin”i eksik etmiyordu ama asıl dizideki kötü adama öfkeleniyor, “şu çıyana bakar mısın, kandırdı yine kızı” diyerek hoşafını kaşıklıyordu. Hoca, tencereden bir kepçe daha aldı, mutluydu, bu doktorayı her bakımdan hak ediyordu.

Evvela Bizans, ondan evvel Roma, daha da evvel Antik Yunan” diyerek düşüncelere daldı. Her şeyi bütün teferruatıyla sarih bir dille açıklayacaktı. Alkışları hayal etti, salon kim bilir nasıl dolu olacaktı. Sadece güldürmeyecek, düşündürecek, gözleri nemlendirecekti. Esnedi. Ne zaman bu kadar düşünse uykusu geliyordu.

Üniversitedeki tören beklenen ilgiyi görmemişti. Salon bomboştu. Medya ve öğrenciler rağbet göstermeyince Rektör, “üç kişiye konuşamam ben, bütün memurları salona getirin” dedi yardımcılarına. Etrafındakiler, birisi tivitırda paylaşır, rezil oluruz diyerek bu fikirden vazgeçirdiler. “Erteleyin o zaman, sonrasına bakarız, nelerle uğraşıyorum” diyerek yürüyüp çıktı makam odasından. Hocanın olup bitenden haberi yoktu. Törenin yapılacağı salonun ön avlusunda bekliyor, kendisine eşlik eden bir asistan ve bir yardımcı doçent ile konuşuyordu. Buna konuşmak denirse tabii. Hoca, kurulu makara gibiydi, üç gündür hazırlandığı konuşmasının en çarpıcı bölümlerini, daha çok yardımcı doçente bakarak anlatıyor, arada duraklayarak, çalışılmış bir edayla sakalını sıvazlıyordu. “Evvela Bizans, daha da evvel Roma”. İşaret parmağını sallayarak “Romalı Perihan vardı, onu hiiç karıştırmayalım”. Adamlarda tık yoktu, varsa yok telefonları.

Hoca gençken benzer bir jestle “parayı veren düdüğü çalar” der kahvedekileri gülmekten işetirdi. Laf, Perihan’a gelince ikisinin de en azından sırtaracağını ummuş, garip bir biçimde hiçbir şey olmamıştı. İkisi de büyülenmişçesine telefonlarıyla oynamayı sürdürüyorlardı. Yardımcı Doçent,  oğlum git bi bak, bu tören olmayacak galiba” dedi. Asistan iç kısma, koridordan üst kata çıkmak üzere yanlarından ayrıldı. Hocanın aklı kurumlardaydı “Haksız mıyım, her kültür birbirinden besleniyor”. Yardımcı Doçent, donuk bir bıkkınlıkla başını kaldırdı “Hocam, mutlaka siz daha iyi bilirsiniz ama bu Bizans’ı karıştırmasanız sanki daha iyi olur”. Hoca, hiç anlamasa da şaşkınlıkla “sahi mi diyorsun?” diyebildi. “Valla öyle, şimdi Bizans dersek bu millet kumpas anlar, bu millet kâfiri, bu millet öyle deyince riyakârı anlar. Hocam sizin zamanınızda Timur vardı, nerden çıktı bu Bizans?”. Hoca ufalır gibi olmuştu, bacaklarının ağrıdığını hissetti. Adam saydırıyordu “Timur’un halktan kopuk, patrisyen, elistist, darbeci, camiilerde şarap içiren alçak bir millet düşmanı olduğunu anlatın Hocam” “Türk değil bir defa Allahsız haysiiiyetsiz. Yemişim ben onun çekik gözünü, sarkık bıyığını. Hepsi yalan. Düşün biz bu Fetö’yü Müslüman sandık. Ondan pay biç. ”

Asistan yanlarına döndüğünde Hoca bunalmıştı. “Sırf Müslüman olduğun için neler çektirdi bu Timur sana!” Bağırdıkça bağırıyordu: “Fil ne demek? Fil ne demek?” Yardımcı Doçent, birden o hararetli ruh halinden sıyırılıp asistana döndü “Ee” dedi “evladım konuşsana ne olmuş törene?”. Asistan kulağına eğilerek bir şeyler fısıldadı. Hoca tören düşünecek halde değildi. Kaç gündür çalıştığı konuşmayı halı silkeler gibi silkelemişti karşısındaki adam. Prostatı zorlamış, içi sıkılmıştı, küçük abdest diyerek kendini tuvalete zor attı.

Döndüğünde avluda kimseleri bulamadı. Yerleri paspaslayan çocuğa sordu, bilmiyordu, “Çankırılıyım ben” dedi çocuk, hiç duymadım estek köstek. Salona baktı, koridora çıktı, ne Yardımcı Doçent ne de asistan vardı. Aklı fikri “kurumların sürekliliği ve mizah” adını verdiği konuşmasındaydı, şu Yardımcı Doçent’i bulsa “hiiiç öyle değil bi defa” diyecekti. Adamın bağırır gibi söyledikleri kafasını karıştırmıştı ama aklettikleri yabana atılır gibi değildi yani. Koridorda yürürken asistan koşarak arkasından geldi. Törenin ileri bir tarihe ertelendiğini, Rektör Beyin acil bir işi çıktığını ve bir sürü ıvırı ve kıvırı dinledi ondan. Arabayla eve bıraktılar. Karısı her zaman olduğu gibi dizi seyrediyordu. Hoca bir süre hanımının karşısında oturdu. Evin içi havasız gibiydi, kalbi daraldı. Baktı, ocakta dünden kalan yemekler.

Reklamlar başlayınca karısı ona döndü “Aldın mı doktorayı Tontişim” dedi, yüzü gülüyordu. Hoca, daha büyük bir ontolojik sıkıntı içinde olduğu için cevap vermedi. Ne dese boştu! Hülyalı hülyalı salondaki vitrine bakmayı sürdürdü. Neden sonra “direneceğim, bir fikrim var, vazgeçmeyeceğim. Bugün olmazsa yarın, o da olmadı öbür gün ben bunu yazacağım” dedi. Karısı onu destekliyordu “Yaparsın tabii Nasrettin, senden iyi kim yazacak?”. Hoca iştah ve heyecanla ayağa kalktı: “Bunu kitap olarak yazacağım, kırk gün odamdan çıkmadan, hiç uyumadan yazacağım. Kıyamet kopsa masamdan kalkmayacağım”. Hoca içeriye, odasına giderken karısı çekirdek çitleyerek televizyonun sesini biraz daha açtı, “reklam almıyor bu dizi, yakında kaldırırlar

Hoca masasına oturdu, beyaz bir kâğıdı önüne çekip, kırmızı kalemle, ilk sözcüğünü sayfanın üst tarafına özenerek istifledi: “Giriş”, sonra onu karalayıp “önsöz” sonra onu da karalayıp “birinci bölüm” yazdı. En iyisi böyle başlamaktı. Kitaba daha çarpıcı bir isim koymaya karar verdi. “Doğuran Kazan” olabilirdi. Ya da “Kırpılan Yıldızlar.” Bir saat kadar sonra, yüzünden uyku akarak karısının yanına gitti: “Ben yatıyorum Hanım, çok uykum geldi. Şekeri fazla kaçırdım galiba”. Odasına geri dönerken “kitabı sonra yazarım” diye ancak kendisinin duyacağını bir sesle mırıldandı. Uyudu.

Perşembe, Kasım 21, 2019

Son Okuduklarım 35


Yaşlı Adam ve Deniz, Hemingway'in ünlü novellasından uyarlanmış. Yazarın doğaya karşı mücadele veren inatçı erkek hikayelerini sevdiğini biliyoruz. Sorulsaydı, novellanın çizgi romana uygun olmadığını gerekçeleriyle anlatırdım. Hikayeye güç veren betimlemeleriydi çünkü. Görsel olarak yazıyı azaltmamız gerektiği için ne yaparsanız yapın kitaptan uzaklaşırsınız. Yaşlı Adam ve Deniz, mekanın sürekli değiştiği, diyaloğun hikaye geliştirdiği bir anlatı değil. Her neyse, Thierry Murat, denemiş, e peki sonuç nedir derseniz, başarısız denemez, kimse diyemez. Bir iddiası var, akıllı seyreltmeler yapabilmiş  üstelik. Fotoğrafla çalışmış, hareketli bir çizgisi yok ama bu durum, hikayenin temposuna aykırı düşmemiş. Uyarlamayı bilerek-isteyerek seçtiği anlaşılıyor. Bu da önemli, insan neyi yapıp yapmayacağını bilirse "doğru" ilerliyor. Son söz: önyargımın aksine fena bulmadım albümü.

Havana, Reinhard Kleist'in Küba yolculuğunu, adından anlaşılacağı üzere Havana'daki gözlemlerini anlatıyor. Estetik tasarımıyla ilginç bir çalışma. Finale doğru geliştirdiği siyasi tartışma daha belirginleşmeliymiş. Diğer yandan "underground" bir Havana olmaması, gece hayatından hiç söz edilmemesi albümü fazlasıyla hijyenik yapmış, o da ayrı bir handikap.

Yağmurdan Sonra Güneş, Cahit Sıtkı Tarancı'nın kitaplarına alınmayan, gazetelerde kalmış öyküleri. Edebiyatçılarımız telif gelirine ihtiyaç duyduklarından özellikle daha iyi ödeme yapan gazetelere epeyce kısa "metin" yazmışlardır. Tarancı, yazar olarak bildiğim bir edebiyatçı değil, gazete tararken okuduğum bir iki hikayesini istisna sayarsak, ilk kez okuyorum demek daha doğru. Okurken ilk izlenimim Akbaba hikayecisi gibi yazdığıydı. Salonların, alafrangalıkların, limon kolonyasının ruhu var yazdıklarında. Aşk meşk, evlilik, boşanma, kadın erkek ilişkileri çok ilgisini çekmiş, hele "aldatma" marazi biçimde onu meşgul etmiş...

İsimsiz Ceset, daha önce hiç okumadığım best seller polisiye yazarı Tess Gerritsen'in uzunca bir öyküsüymüş. kitabı resimlendirildiği için aldım, bir görsel tasarım yapıldı mı, sahiden merakımı yenemiyorum. Hoş, daha bakar bakmaz, çok yeknesak ve özelliksiz bulmuştum çizgileri ama yine de satın aldım. Öyküye gelince, yazarın sevilen iki kadın kahramanının bir serüveniymiş. Temposu var, muamma da iyi başlıyor ama "final" kendini hemen belli ediyor.


Kıyıda Tek Başına, Selçuk Demirel'in çizgilerinden ve çizgilere eşlik eden kısa metinlerden oluşuyor. Demirel üretimleri, edebiyatta bir şeye karşılık gelecekse, galiba en çok şiire yakın duruyor. Daha doğrusu o bunu çok istiyor. Epigraf kullanmayı ve alıntılar yapmayı seviyor. Hoşuna giden bir muğlaklık hali var, mecazlar arasında gezinen bir flaneur'u andırıyor. Metinler ve metinlere çizilmiş (tersi daha mümkün) ilüstrasyonlar bir ardışıklık, bir bütünlük içeriyor mu diye sorarsanız kolayca evet cevabı veremem. Yine de kıyıda gezinirken gençliğiyle karşılaşan Selçuk Demirel bölümünü bu Borgesvari göndermeyi oldum olası sevdiğimden olabilir, ilgiyle okudum.

Beklediğim Sen Değildin, Fabien Toulme'nin sahiden son derece akıcı çizgilerle ilerleyen grafik romanı. Toulme, down sendromlu çocuğunun doğum ve büyüme hikayesini anlatıyor. Başetme ve olgunlaşma hikayesi de denebilirdi buna. Çocuk sahibi olmak, sabır gerektiren ve geliştiren bir süreç... Garip bir biçimde sonucu büyük bir sabırsızlık da çıkabilir ama bunu yaşamak ve tecrübe etmekten kaçamıyorsunuz. Çocuk tuhaf bir sorumluluk getiriyor insana... Toulme, daha kızı doğmadan yaşadığı endişeyi güzel anlatmış, an be an an strese dönüşen korkusunu, hastalığı öğrenme dönemini, kabullenme ve mücadele etme gücünü kazanmayı başarıyla bölümlemiş... Çizgiler ve ardışıklığı incelemek lazım, çünkü zor ve insanı daraltan bir hikayeyi akışkanlıkla kurabilmiş.

Küçümseme, Moravia'nın duygu dünyasının iyi bir örneği. Bize yine bitti bitecek bir ilişki anlatıyor. Vehimlerle serpilen aldatılma korkusunu, sevilmeme endişesini her bölümde artırıyor. Bir şey olacak gibi oluyor, yok olmuyor ama o kasveti bize sirayet edecek ölçüde ustalıkla işliyor. Le Mépris sebebiyle roman, altmışlı yıllarda nasıl algılandı bilmiyorum ama orta sınıftan, okur yazar sıkıntılarından, evlilik eleştirisinden söz edilmiş olmalı. Üniversitedeyken Godard 'ın filmi kendi hayatına benzeterek yorumladığını-romanı öyle uyarladığını söylemişlerdi. İster istemez, senaryo-yapımcı filan derrken oralara takıldım ve kaçınılmaz olarak BB olarak gördüm kadını...

Devrimden Önceki Gün, Ursula K.Le Guin'in kısacık bir öyküsü...Bilmiyordum, meğer, Mülksüzler'in evvelini, devrimden önceki günün hikayesini anlatıyormuş. Kitabı, çevirisine güvendiğim ve saklamaya lüzum yok, içindeki ilüstrasyonları için aldım. Ursula'yı çok çeviren var ama bir kısmını okuyamıyorum, onun yalınlığını epeyce yavan bir şeye dönüştürüyorlar. Bu çeviri, öyle değil, edebi bir tadı varsa metnin, ne desem az kalır "korunmuş" diyeyim. İlüstrasyonlarsa güzel ama öyküyle doğrudan ilgili gözükmediler bana. Vinyetleri ise beğenmemek mümkün değil. Şık durmuşlar, renk katmışlar aralara... Öykü, temelde yaşlılıkla ilgili, üzerinden çok zaman geçmesine rağmen, yaşlı kadını ister istemez Ursula ile özdeşleştiriyoruz. Sokaklarda gezinen, iç döken, hatırlayan, unutamayan, özleyen, sayıklayan bir yaşlı kadın var... güçlü anlatılmış. Sakin ve ipeksi...

Çarşamba, Kasım 20, 2019

Çın çın



İstanbul'dan dönerken yanımda temiz pak giyinmiş otuzlu yaşlarda biri vardı.Bir şeyler okuyorum, yandan "çın çın" sesler geliyor, baktım, meğer telefonundan bir şeyler seyrediyormuş. Dikkat kesilince bir koyun sürüsünün video kaydını izlediğini anladım. Üstelik, öyle böyle değil, dünyadan koparcasına  seyrediyordu. Boyunlarına asılı çanlarla ordan oraya koşuşan, oturan kalkan, otlayan bir koyun sürüsü ne kadar izlenebilir dememek gerekiyormuş. Seyretti de seyretti.

Tuhaf geldi ama sonra dedim ki sosyal medya da kıkır gülerek kedileri seyredenlerden ne farkı vardı? Olabilir...

Sonra, adamın koyun tüccarı olduğunu, hayvanları satın almak için incelediğini farz ettim. Kendimce bir hikaye uydurup adamı ayrı bir gözle izlemeyi sürdürdüm. Muhabbetçiyimdir, normalde tanışırdım, konuşurdum, hikaye öyle hoşuma gitti ki, hiç lafa girmedim.

Salı, Kasım 19, 2019

Yavaşlık 4


Sabri Esat Siyavuşgil, "tempodan" söz ediyor, kurucu entelektüellerimiz "cemiyet" olarak yavaş olduğumuzu düşündüklerinden, süratseverliklerini fasılalarla gösterir, huysuzluk ederler. "Hayat değişti" veya "modern dünya" diye başlayan cümleler kurarlar.

Önce Sabri Esat'tan hoşuma giden bir alıntı yapacağım.

"Bundan kırk yıl önce Paris bulvarlarından bastonunu döndüre döndüre bir aşağı bir yukarı dolaşan boulevardier tipinin tarihe karıştığı nasıl bir hakikatsa, bizde de bugün kırk sene evvel İstanbul halkının bayıldığı gibi manda arabasıyla mesireye gitmek zevkine hasret çeken kimse kalmamıştır. Vaktiyle büyük bir sabır ve tevekkülle kabul ettiğimiz 'temiz iş altı ayda çıkar' düsturu bugün bizi çileden çıkarmaya kafi bir tembellik mazeretidir. (...) Çalışma hayatında gevşek, tenperver, fıstıki makam mizaçlı mesai arkadaşlarımızın evvelce müsamaha ile karşıladığımız bu ağır tempolarına isyan edecek raddelere geliyoruz. Bilakis, cıva gibi hareketli işlek bir kaza sahibi, çabuk karar verip iş çıkartan kimselerle birlikte çalıştığımız zaman biraz yorgunluk pahasına da olsa bizzat kendi hayat tempomuzun hızlandığını ve nihayet bu süratlenmeden keyif duyduğumuzu hissediyoruz."

Yavaşlık hakkında daha önce bir şeyler paylaşmıştım, Sabri Esat, 1951'de, artık tesadüf mü tevafuk mu, 13 Mayıs'ta, doğum günüme denk gelen bir günde yazmış bu satırları...

Cumartesi, Kasım 16, 2019

Hugo


 
Çizgi Roman: Kariyerimin henüz başlangıcında çizgi romanla ilgilenmeye başlamıştım. Desen konusu ilgimi çekiyordu: Resimlerle anlatmak, çizgi romanda yazıyı ve diyaloğu kullanmak. Aslında çizgi romanla büyüdüm diyebilirim çünkü benim zamanımda çizgi roman tanıdık bir eğlenceydi.

Gördüğüm en büyülü yer: Fantezilerimde ve dünyamda, Batılı eğitimim nedeniyle belki de, İrlanda’ydı.  Muhtemelen modern hikâyeleri, Yeats şiirleri,  James Joyce’un İrlanda’nın fantastik dünyasını anlatan; küçük yeşil adamlarla, konuşan taşlar ve yapraklarla süslü hikayeleri nedeniyle böyleydi. Bu hikâyelerde bütün Kelt dünyası aktiftir: taşlar konuşur, gökler konuşur, otlar ve hayvanlar... hepsi de önemlidir. İrlanda’ya, işte tüm bunları görmeye gittim.

Mezarlıklar: Bence o kadar da uğursuz değiller, biraz karanlık biri olduğum için belki de. Ayrıca  karga da benim çok sevdiğim bir hayvandır.

Corto Maltese: Ona aşık olacak ya da ondan nefret edecek bir noktaya henüz ulaşmış değilim, bu bir sempati ve dostluk ilişkisi. Hayatımın şu döneminde kendimi Corto Maltese ile beraber kalmak zorundaymışım gibi hissediyorum. İrlanda’ya geliyorum ve Corto Maltese burada; Danakil’e gidiyorum, Corto Maltese orada; Venedik’e gidiyorum....Nereye gitsem orada ve Corto Maltese’nin yaptıklarından başka bir şey yapamıyorum.

Venedik’te yaşıyorum: Burada sinema olasılığı pek yok, kendimi bana yakın olan şeylere adadım. Venedik sizi düşündüren, dolaşmaya çıkartan ve sokaklarda yürüten  tarzda bir sanata sahip. Bu nedenle Roma’daki gibi Cinecitta’ya sahip değilim ama  fantezi dünyamı besleyen kanallara ve çok güzel bir kente sahibim.

[Hugo Pratt'la, hayatının son günlerinde, 1995'te yapılan bir söyleşiden]

Perşembe, Kasım 14, 2019

23. İstanbul Grafik Tasarım Günleri


Meraklısına duyurulur. Bugün saat 14.50'de, Mimar Sinan'da Grafist 23 kapasamında bir panelimiz var... İlban Ertem, Ersin Karabulut, Lamia Karaali ve Ege Avcı'nın katılımıyla çizgi roman konuşacağız.



Çarşamba, Kasım 13, 2019

Karikatür



Ünlü karikatürcümüz Cem, 1935 yılında Yedigün dergisine karikatürden ne anladığını tarif etmiş, "Karikatür, san'atın zübdesidir. O da bir heyecan ifade eder. Mizah şekli alması, ifadesinin daha kuvvetli olması için olsa gerektir. Çok büyük ressamlar karikatür yapmışlar ve bir iki çizgiden ibaret olan eserleri san'at ve kuvvet itibariyle en büyük tablolarından hiç de aşağı kalmamış ve ölmez sayılmıştır. Bence beşerin çirkin görebileceği hadiselerin hakiki mahiyetini meydana koyan karikatür mutlaka güldürmez. Onun bir hakikati ifade etmesi, düşündürmesi lazımdır ve karikatür daima müsait bir zemin ve zaman ister."

Aslında genel olarak o dönem karikatürü tarif eden pek çok yaklaşımla benzeşiyor Cem'in sözleri. Örneğin sanat saydırmak ve itibar katmak için büyük ressamlardan bahsedilmiş, bu özürcü fasıl pek çok nitelemede önemli bir ağırlık taşır. Buna karşın karikatürün benzersizliğine bir vurgu yapılmamış, oysa çizgili sanatlar, Gogol'un paltosu misali, ister istemez resimden ve ilüstrasyondan çıkar. Bir başka klişe, karikatürün güldürmesi gerekmiyor vurgusu elbette, tercih edilense güldürürken düşündürmesi ve saire...

Bu özellikler başkaları tarafından sayısız kez yinelenmiş olduğu için çarpıcı denemez. Yaptığım alıntının son cümlesiyse hayli ilginç, sanki karikatüristin siyasi otoriteyle veya sansürle ilişkisini özetliyor, pragmatik bir tutumu olmalı demeye getiriyor.

Sahiden farklı bir yorumu daha var ve bu kısım, hemen ilk cümleyle, Cem'in sanattan ne anladığını veya ne beklediğini gösteriyor. Karikatür, sanatın özetidir, o da bütün diğer sanatlar gibi bir heyecan (güçlü bir duygu) ifade eder ve mizah şekli alması (komikleşmesi) onu etki olarak güçlendirir demiş.

Okurken karikatürün abartı yönünü anlatmak istiyor gibi gelmişti bana ama... galiba her ne türde olursa olsun anlatı, bir duyguyu abarttığı-kanırttığı, bile isteye belirginleştirdiği zaman sanat oluyor demek istemiş. Karikatür farklı bir şey yapmıyor derken özellikle bunu vurgulamış...

Ben abartı dedim ama o yıllarda "fazlalık" deniyor.

Biliyorsunuz zaman içerisinde yalap şalap, alelacele yapılmış işlere  "ola ola kendisi değil karikatürü olmuş" filan da denir...

Devam edeceğim.
Related Posts with Thumbnails