Salı, Mart 30, 2010

Pişman Bir İhtiyar Olacağına...

Gün’de küçülmüş, büzüşmüş dertop olmuş çizgisiyle patronun “doldur” dediği yere çizmekle başladı hikâyesi. Yıllardır çiziyordu, müebbet. Pişman bir ihtiyar olacağına çılgın bir ihtiyar olmayı seçti. Herkesten çok öfkeliydi ve herkesten çok aç. Sessizlik doğumla bozulur ölümle kurulur. Doğurdu. Gırgır’ı, çizginin Maracana’sını yarattı. Mizah diyarlarının protestan karıncası; karikatürün kuralıydı, çocukların krallığında. Mümini kalmamış bir dinin peygamberi olmadı Oğuz Aral. Budandıkça gürleşen ağaçları, terinden beslenen toprakları kaldı geriye. Hiçbir sıfat üstüne tam oturmadı: Babalık, despotluk, üretkenlik. Hepsi yalan, iftira ve doğru. Konuşanlar yenilenler oldu çokça.

Perşembe, Mart 25, 2010

Limon Soyu!


Gömlek cebinde plastik tarak, seiko saatin ruhu, yalancı levis, nike air. Kaan Ertem, kenardan ekmek çıkaran mizah. Herkesin yüzüne sinmiş umarsızlık, ötekine yapışan göz. Menemen kokan bürolar, tosun taslakları, malum yaveler ve serzenişler: Markalar, yükselme eğrileri ve hayattan meseleler. Kaan Ertem, kalıngözlük ve kepçekulak Türkiye’nin çizeri: Prekazi saçlar, tombul yanaklar ve Ay’a gidemeyen Türklerle akrabalık. Onikieylül çocuğunun Doksanlar tarifi. Boktan zamanlar, yıkılmış seneler; rahvan, ağır-aksak muhalefet. Limon soyu!

Pazar, Mart 21, 2010

Kalpdeşen


Gazetelerin tarihine bakarken genellikle sansürle olan mücadeleleri, demokratik talepleri ya da yasama, yürütme ve yargı karşı karşısındaki gözetleyici tutumları hatırlanır. Oysa gazetelerin tarihi aynı zamanda bir pazarlama-marketing tarihidir. Daha fazla satabilmek için arayışlara girmişler, günbegün yenilikler bularak okur sayılarını artırmaya çalışmışlardır. Çok satan gazete reklam demektir, gazeteler sadece okurlar değil reklam verenler için de çıkar. Çizgi roman satış arayışlarının bir sonucu olarak doğup gelişmiştir örneğin. Yazının az, resmin bol kullanıldığı bir anlatımın alt sınıfların ve şehre gelen göçmen nüfusun ilgisini çekeceği düşünülmüş, yüksek telifler ödenerek çizerler üretime teşvik edilmiştir. Gazeteler tiraj aldıkça çizgi roman yaygınlaşmış, sadece Amerika’da değil tüm dünyada satılan bir ürüne, bir sanayi koluna dönüşmüştür.

Çizgi romanlar, aslında daha önce keşfedilen ve satış getiren gazete tefrikalarına biçimsel olarak eklemlenmişlerdir. Medya tarihçileri, tefrikaların ortaya çıkışıyla ilgili çarpıcı bir saptamada bulunurlar: buna göre ne zaman cinayet olsa gazeteler daha çok satmaktadır, her gün cinayet olmadığı için polisiye vakaları anlatan ve ertesi gün ne olacağını merak ettiren tefrikalar onların yerine ikame edilir. Gerçi, tefrikalar gerçek cinayetlerin tefrikalaştırarak sunulmasına engel olmamıştır. Bu tür haberler, edebiyatla ilgisi olan gazetecilere yazdırılmaktadır. Cinayetler iç gıcıklayıcı, ürpertici bir biçimde betimlenmekte, katiller mutlaka dehşet uyandırıcı nitelemelerle adlandırılmaktadır. Karındeşen Jack’ın gazetelerin yarattığı ilk seri katil olduğu kabul edilir. Muammayı geliştiren, katilin olağandışılığını pekiştiren devrin gazeteleridir. Katil, gazetelere mektuplar yazmış (ya da kimi gazeteciler onun ağzından cümleler kurmuş!), cinayetler bir gösteriye, günler süren bir tefrikaya dönüşmüştür. O dönem, hemen bütün gazeteler çok satmış, sonraki yıllarda, satış garantili ticari bir reçete olarak defaatle kullanılmıştır. Karındeşen Jack, tekinsiz adlandırması, abartılı betimlemesi, kafa karıştıracak kadar çok soruyla hatırlanması ve çözülemeyen cinayetleri nedeniyle popüler bir ikondur. Yeri gelmişken Patricia Cornwell’in bizde de yayınlanan Bir Katilin Anatomisi (Altın Kitaplar, 2004, Çev. Zeliha İyidoğan) ile Alan Moore’un handiyse ansiklopedik nitelikli benzersiz grafik romanı From Hell’i (Eddie Campbell Comics, 1999) meseleyle ilgilenenlere hararetle tavsiye ederim.

Bunca lafı yakınlarda yayınlanan bir İtalyan-Bonelli çizgi romanı, Gözler ve Karanlık (Hoz Comics, 2010; Çev. Fatih Okta-Ahmet Sekendiz) için sarfettim. Gigi Simeoni’nin yazıp çizdiği çalışma, grafik roman niteliğinde üretilmiş, çizgi ve senaryolarına aşina olduğumuz Bonelli Editore’nin bir yayını. Simeoni, Karındeşen Jack, Londra ve gazetelerin yarattığı dehşet ortamını İtalya’ya, Milano’ya taşımış; benzerlik ve göndermeler saklanmıyor, örneğin gazeteler seri katile verdikleri ismi, Karındeşen Jack’ten ilhamla koyuyorlar, Kalp Deşen! Bu defa katilin kim olduğunu en baştan biliyoruz. Neler hissettiğini, nasıl bir dönüşüm geçirdiğini izliyoruz. Öyle ki ister istemez bir sempatide duyuyoruz ta ki Matteo de Vitalis adlı komiserin ortaya çıkışına kadar. Vitalis, modern araştırma teknikleri kullanan eğitimli bir polis, bağnaz tutumları olan üstleriyle çatışıyor vs. Simeoni, yirminci yüzyıl başlarında İtalya’daki suç araştırmalarını, ünlü krimolog Cesare Lombrosso’yu hatırlatan ayrıntılar katmış anlatısına. Lombroso, kimi açılardan oldukça tuhaf çıkarımları olan, buna rağmen uzun yıllar suç-suçlu tipolojisini belirleyen, özellikle Avrupa’daki polis teşkilatlarını etkileyen pozitivist bilim adamıdır. Hapishanelerde uzun yıllar geçirmiş, suçluların kafa yapılarından tanınabileceğini iddia etmiştir. Simeoni, Gözler ve Karanlık’ta bu tür tartışmalara pek girmiyor, önsözde de belirttiği gibi CSI benzeri, “modern” bir suç araştırmacısı fikrine odaklanmış. Anakronik biçimde parmak izi alarak suçluyu yakalamaya çalışıyor veya kahramanına “bu psikiyatriyi ilgilendiren bir durum” dedirtebiliyor. Yüz küsur yıl öncesine bakılınca bir sakillik, bir çaresizlik, bir bilememezlik olması gerekirken, yok… Bonelli çizgi romanlarının tipik bir özelliğidir; gerçeklik vehmini güçlendirdiği için belgeselci bir tutum takınırlar ama kısıtlı bir malumatçılıkları, ölçülü bir eleştirellikleri vardır. Okur yorumuna açık bırakılan, özellikle muğlâk tutulan yönleriyse ya yoktur ya da hatırda kalmayacak ölçüde azdır. Gözler ve Karanlık, bana bir televizyon filmini hatırlattı, bizde de rağbet gören Bonelli çizgi romanları sinemayı çok sevdikleri, kahramanlarını ekseriyet Hollywood aktörlerinden “yüz” seçtikleri için televizyon metaforunu kullandım. Simeoni, her şeyi çok net göstermek isteyen bir çizer, jestler, sahneler belirginleştirerek resmediliyor, hikâyesi de öyle, katilin neden öldürdüğünü o kadar kesin anlatıyor ki okura hikâye dışında konuşacak bir şey bırakmıyor. Ayrıksı ve ilgi çekici olan katilin hayali arkadaşıyla ilişkisi, kitabın en başarılı yanı o… Diğer yandan böylesi bir hikâyeyi televizyonda rahatlıkla görmek mümkün… Yukarıda ismini zikrettiğim From Hell çizgi romanı sahici türden sertlik taşıyan çok katmanlı bir senaryoya sahipti, Hughes kardeşlerin yönettiği, Johny Deep’in başrolünü oynadığı sinema uyarlaması (2001) aynı ölçüde başarılı değildi ama o güdük hali bile televizyonlarda sansürlenerek yayınlanabildi. Çizgi romanlar, filmler, kitaplar pek çok açıdan televizyonda anlatılmayacak bir hususiyet içermek zorundalar. CSI hemen her ülkede yayınlanıyor, ona benzemek bir avantaj değil, kolay unutulursunuz… Sanatın değil kapitalizmin birörnekleştirici diline eklemlenirsiniz.

[Birgün Kitap, 20.3.2010]

Sokakta Bir Umut Gezer

Fotoğraf: Özgür Çakır
link

Cuma, Mart 19, 2010

Herşeye Rağmen...


Neyi anlatsa önce hüznü konuşur Tuncer Erdem. Sürekli sonbahar, Günbatımı. Gölgesiz Diyarlar. Koksaydı kükürt kokardı, dumanlı. Bir adam intihar edecek, mektubu hazır. Lokantalar, barlar, vitrinler, otobüsler bomboş. Rüzgâr uçuruyor mektubu, koşuyor adam peşisıra sokağa, caddeye. Koştukça doluyor sokaklar, açılıyor vitrinler. Neşeyle haykırıyor gökyüzüne, hayata adam. Mektup, bu hikâye. Tuncer Erdem, herşeye rağmen’in çizeri, vaiz.

Çarşamba, Mart 17, 2010

Ars Longa, vita brevis

Deli Gücük, Alacakaranlık Zamanlar grafik roman kitabından bir çizgi roman(Çok yakında!)
Çizgi: Murat Başol
Yaz. Aziz Tuna C.
link

Pazartesi, Mart 15, 2010

Bİr Keleş Oğlan...

Manzum ve mensur her gülmesinde bir kaval sesi. Tor tosunlar, koç öküzler, müezzinler, attarlar ve dülgerler. Keloğlan, içinden köy geçen Kafdağı hikâyesi. Mülkünde peri padişahının mührü ve Kavuklu’nun harcı. Bir şey var ama artık eksile eksile var. Unutulmuş bir fıkra tadı kaldı kalbimizin bakracında. Keloğlan, Nuh’un gemisinde yolcu.

Cuma, Mart 12, 2010

Güle Güle Abdülcanbaz

Çizgi: Mehmet Saygın
link

Nostalji ve Cumhuriyet Folklorü


(...) Nostaljinin kaynağı, bugünle didişen, genellikle modernizme yönelen eleştirel bir duyarlılıktır. Ama gerek eleştiri gerekse duyarlılık olarak tanımladığımız hissiyat, analitik değildir, asıl olarak bir tür vicdani serzeniş, siyasal romantizmle ifade edilebilecek bir tür yakınmadır. Modernizmin dönüştürücü gücü karşısındaki çaresizlik, geçmişe başvurmaya, bazen kaçmaya zorlar insanları. Geçmiş, bozulmamış olan “asıldır”. Nostalji, geçmişe duyulan özlem ve melankoli duygularını harekete geçirir, kendiyle var eder. Bir tür ümitsizlik kültürüne dönüşür; toprak, kültür, gelenek veya geleceği temsil eden gençlik yozlaşmakta, yitirilmektedir. Modernizm ve dolayısıyla kapitalizm, yozlaştırıcı ölçülerde her şeyi bir örnekleştirmekte, her türlü özgün nişi ayrım yapmaksızın köreltmektedir. Altın çağ nostaljisi genellikle bu dönemlerde devreye girer. Toplumsal değişim ne kadar hızlanırsa nostalji o raddede güçlenir (...) [Mostar, Mart 2010, Nostalji dosyasında yer alan yazıdan bir bölüm]

Perşembe, Mart 11, 2010

Yere En Yakın...

Altan Erbulak, Türk karikatürünün en az uyuyan adamı. Çubuklu pijama, pofuduk terlik; Böcek, taş arabası, Cafer. Yeşilçam’da “iyi arkadaş”. Yere en yakın çapkın. Çizginin Orhan Boran’ı. Gülünce gören gözler. Uzun bacaklı bıcırık kızların çizeri. Bedri’yle beraber Dolce Vita mümessili, Vatan’dan. Erol Günaydın’ı, Münir Özkul’u ve en çok kendini anlatan adam.

[Fotoğraf tiyatromuzesi.org'tan alınmıştır]

Pazartesi, Mart 08, 2010

Libidonun Seyir Defteri

Şehvetten titreyen gözler. İnsan ne cahildir mealinde espri. Cilalı İbo, mütercimi olamayacak komik. Hamamcı. Deli bakış, ayvadan ev. Muammer Karaca’nın tespih tanesi. Rüyalar ülkesinde çözülmüş makara. Kasımpaşa ve Tophane gözetleme kulesi, libidonun seyir defteri. Cilalı İbo, kırmızı rujlu tombul kadınları ve soyu tükenmeyen gangesterleri anlatan sinema bileti, sahaflarda.

Perşembe, Mart 04, 2010

Clark Çeken Xâni Baba

Fotoğraf: Özgür Çakır
link

Mendil Sesli Hikâyeler


Kapağını hançer yapıp dolaşırdı Limon, kendi ipiyle kuyuya inen masal kahramanı. Daha dün gibiydi Mikrop, yıkılmış bir şehrin gölgesi, acımış hayatlar, sokağa çıkma yasağı. Oktay Ekşi yazıları. Neye el atsa virane, ağıtlar ve mendil sesiydi hikâyelerin dili. Antrakt. Yürürlüğe konmuş bir gülme emri. Temel’i konuşuyor memleket yirmi yıldır.

Kentin fethini seyretti uzak bir tepeden Limon. Yerini bilen sözcükleri vardı heybesinde. Kendini koparıp sundu hayata, yıkanmamış ve “Mikroplu”. Daha Doksanlar yazılmamıştı takvime, ekşiydi.

Çarşamba, Mart 03, 2010

Mekânsızlıktır

Mizah, yürür mekânsızlıktır.

Çizgi: Mehmet Saygın

Pazartesi, Mart 01, 2010

Bal ve Asıl Hikâye


Bal Mahmut, yarası kabuk bağlamış mizah. Pansumanı lacivert elbiselerden, mezesi sofralarda. Karpiç’te beyaz ekmek meselesi. Billur hatıralar Bal’dan damlalar. Herkes hatırlar en güzel anlarını hayatının. Asıl hikâye, mizahı taştan çıkarabilmekte. Kolkola fotoğraf isteyen resmiyete nanik yapabilmekte.

Kedilerin Efendisi

Fotoğraf: Alper Dutkin
link
Related Posts with Thumbnails