Pazartesi, Temmuz 31, 2017

Ne olacak bu mizah dergilerinin hali?


Muhalefet Defteri isimli mizah dergileri ve karikatür hakkında kapsamlı bir inceleme kitabı yayımlandı. Yapı Kredi Yayınlarından çıkan, Levent Cantek ve Levent Gönenç imzalı kitap, ikilinin kimileri daha önce yayımlanmış ortak imzalı çalışmalarına dayanıyor. Gönenç, bir Anayasa Hukukçusu, Cantek ise üniversiteden ayrılmış eski bir akademisyen. Gönenç’in çeşitli gazete ve dergilerde karikatürleri yayımlanmış, yayımlanıyor. Cantek de grafik roman senaryoları yazıyor, özellikle çizgi romanla ilgili pek çok kitabın yazarı. Muhalefet Defteri, kendi deyişleriyle çeyrek yüzyıl önce başlayan arkadaşlıklarının bir sonucu olmuş, tutkuyla konuştukları ortak ilgileri hakkında bir şeyler yazmak istemişler. İkisi de eski ve yeni mizah dergilerini topluyor, inceliyor ve izliyorlar halen. Gönenç “Ben karikatür çizmeye başladığım ilk yıllarda mizah dünyası büyülü bir dünya gibi geliyordu bana. Özellikle mizah dergisi ortamı… Tutturmuştum, babam beni kıramayıp İstanbul’da Gırgır ve Fırt’ın hazırlandığı yere götürmüştü. Tekin Aral ve başka bazı karikatürcülerle tanışmıştım. Hatta Tekin Aral bana bir tarama ucu hediye etmişti. O yıllarda çok zordu tarama ucu bulmak. Küçücük çocuğum, bana rüya gibi gelmişti o kısa ziyaret” diye anlatıyor. Cantek ise mizah dergisi üreticileriyle ilk karşılaşmasının beklediğinin aksine sert geçtiğini, Oğuz Aral’ın Limon dergisini çıkartmak üzere dergiden ayrılan gençlere öfkelenmesine çok şaşırdığını söylüyor: “Ben onları destekleyecek, teşvik edecek sanmıştım. O tepki sonraları bana çok zihin açıcı geldi. Romantize etmemem gerektiğini o vesileyle anladım. Baba-oğul, usta-çırak ilişkileri diye anlatılıyordu ama bir de para kavgası vardı. Haftada üç yüzbin satan, yüksek gelirli bir dergiydi Gırgır.” Cantek ve Gönenç’in ortak çalışması, mizah tarihinden ve bugünden ayrıntılarla dolu. Hem tutkulu bir merakın hem de eleştirel bir okumanın izlerini taşıyor. İkiliyle dergileri ve kitabı konuştuk.

Mizah dergileri neden önemliler? Tutkuyla, severek üzerlerine çalıştığınız için soruyorum bunu. Aktüelliklerinin karşılığı nedir ya da tarihçi malzemesi olarak değerleri nedir?

Levent Gönenç- Mizah dergileri birkaç açıdan önem taşıyor. Öncelikle mizahçılar açısından: birincisi, bu dergiler sayesinde mizah ile uğraşanlar hayatlarını idame ettiriyorlar, dergiler onların ekmek kapısı. İkincisi, mizah dergileri bu mecranın canlı kalmasını sağlıyor. Her hafta mizah üzerine düşünülmesi ve iş üretilmesi bu alanda, zaman zaman tekrarlara düşülse de, sürekli bir canlılığın ve dinamizmin var olmasını mümkün kılıyor. Üçüncüsü, mizah dergileri mizahçılar için bir okul işlevi görüyor, yeni mizahçılar bu dergilerde yetişiyor. Okur açısından düşündüğümüzde ise şunu söyleyebiliriz: Mizah dergileri çoğu zaman bir alışkanlık. Günümüzde artık pek böyle olmasa da, geçmişte mizah dergileri okurun bağlandığı, takip ve talep ettiği yayınlardır. Okurun ihtiyaç duyduğu haftalık bir mizah dozu var yani.

Levent Cantek- Arz-talep ilişkisiyle yaşayan bir derginin tarihi vesika değeri taşıması tabii ki başka bir şey. O niyetle üretilmiyorlar ama geriye dönüp baktığımızda popüler esprinin ne olduğunu anlamak, neyin eleştirildiğini, neyin azımsandığını görmek önemli. Bugünden geriye gittiğinizde, o espri size komik gelmeyebilir, bağlamı bilmiyorsunuz eleştiriyi kaçırabilirsiniz veya o günün normali, bugün için siyaseten doğru olmayabilir. O noktada tarihçinin meseleye nasıl bakacağı, nasıl yorumlayacağı sorunu giriyor devreye.

Gönenç- Mizahçılar vak'a-nüvis gibi üretiyorlar belki ama asık suratlı değil, yeri geldiğinde komik, yeri geldiğinde sarkastik. Böylece mizahçılar güncelin yansımasını dergi sayfalarına taşıyorlar. Bu yüzden mizah dergileri geçmişi anlamak için çok önemli ipuçları veriyorlar bize. Özellikle farklı dünya görüşlerini savunan mizah dergileri kendi bağlamları içerisinde değerlendirildiğinde, belli olaylara ve kişilere ilişkin çok önemli ayrıntıları yakalamak mümkün oluyor. Sonuçta mizahın tarihi ile tarihin mizahı iç içe geçiyor.

Cantek- Türkiye’de tarih algısı, daha çok seçimlerle, partilerle ilgili geliştiğinden mizah dergileri ve karikatür daha çok buna yarayacak biçimde kullanılıyor. Oysa mizah, yasaklanan, yok sayılan mecralardan beslenir. Argo ve cinsellik önemli mecralar, gündelik hayatın içinde kalan bir dil yine önemli. Mizah dergilerine ve esprilere, kadınların ve erkeklerin kullanımına başka türlü bakmak gerekiyor, daha işlevsel bir kullanımdan söz ediyorum.

Mizah dergileri muhalif olarak görülürler, bu yanlış bir kanaat mi? Veya nasıl bir muhaliflikten söz ediyoruz biraz açar mısınız?

Gönenç- Evet, mizah dergilerinin hep muhalif olduğu söylenegelmiştir. Bu yerleşik bir kanaat. Bunda büyük ölçüde gerçeklik payı da var. Ancak mizah dergilerinin tümünü veya mizahçıların hepsini muhalif saymak çok doğru bir tespit olmayabilir. Tabii burada asıl önemli olan muhalefetten neyi anladığınız. Eğer siz muhalefetten çoğunluğa karşı azınlığın eleştirilerini ve karşı çıkışları anlıyor iseniz mizah dergiciliği tarihinde bu tür örnekler çoktur. Ancak eğer muhalefeti azınlıkta olsa dahi belli bir gruba karşı olumsuz bir tavır alış olarak anlıyorsanız iş değişiyor. Örneğin Cumhuriyet döneminde uzun yıllar yayımlanmış olan Akbaba dergisi tek-parti döneminde Cumhuriyet Halk Partisi’nin yanında yer alıyor ve o dönemde ortaya çıkan muhalefet hareketlerini eleştiriyordu. Aynı şey içinde bulunduğumuz dönem için de geçerli. AKP iktidarın iktidara yakın olan mizahçılar, muhalefete muhalefet yapan bir mizah anlayışını benimsemiş görünüyorlar. Dolayısıyla “Mizah dergileri muhaliftir” derken mutlaka bu tespitin açıklanması gerekir.

Cantek- Ben Levent’in kaldığı yerden devam edeyim, muhalif dendiğinde ne anlaşıldığı önemli aslında. Hükümete, rejime karşı eleştirellik anlaşılıyor. Mizah dergilerinde otoriteyle, ebeveynlerle, öğretmenlerle veya evde babayla uğraşılır örneğin. Hayata, geleneğe karşı geliştirilmiş bir eleştirellik pek akla gelmez. Mizah dergileri bence asıl olarak o yönleriyle ilginç ve önemliler. Yani, apolitik oldukları iddia edilirken bu yönleri hiç akla getirilmiyordu, haksızlık ediliyordu demek istiyorum. Geniş bir tanımla bakmak lazım muhalefete.

Pek çok karikatürist mizaha hoşgörü gösterilmesi, dava açılmaması gerektiğini söylüyor. Katılıyor musunuz bu fikre?

Cantek- Bu da muhalefet tanımı gibi karışık bir mesele. Kim, kime hoşgörü gösterir? Güçlü olan, güçsüz olana gösterir. Tersi olabilir mi? Güçsüz olan hoşgörü göstermese ne olur ki? Cürmü kadar yer yakar. Ben karikatüristlerin devletten hoşgörü göstermesini istemelerinden doğrusunu söylemek gerekirse hoşlanmıyorum. Gazeteciler de eleştiriyorlar, edebiyatçılar da… Onların böyle bir çağrısı var mı, böylesi bir ricası… Otoriteyi eleştirmek bir riskse, sen bu riski göze alıyorsun demektir. Başka türlüsü oluyorsa, sen eleştirdiğin için suçlanıyorsan zaten orası demokratik bir ülke değildir.

Gönenç- Mizah hoşgörünün olduğu ortamlarda daha rahat yapılır. Ancak bunun da bir sınırı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. En gelişmiş demokrasilerde dahi bu böyle. Yani mizahçılar mizah yapıyoruz diyerek hakaret veya küfür etme ayrıcalığına sahip değiller. Ancak bir dava söz konusu olduğunda bilirkişilerin ve mahkemenin bu fikri ürünün bir mizah eseri olduğunun ve mizahın doğasında sert de olsa eleştiri unsuru bulunduğunun farkında olması gerekir. Eğer ilgili yasa hükümleri bu anlamda çok dar yorumlanacak olursa dünyanın hiçbir yerinde mizah yapmak mümkün olmaz.

Mizah dergilerine ve karikatüre, tarihsel dönemler itibarıyla soruyorum, en çok ne zaman baskı yapıldı?

Gönenç- Mizah dergilerine ve karikatüre geçmişte farklı dönemlerde çeşitli biçimlerde baskı uygulanmıştır. Eğer “baskı” ile mizah dergilerine ve karikatüristlere dava açılmasını kastediyorsak, son dönemde bu tür davaların geçmişe göre arttığını söyleyebiliriz. Ancak mizah dergilerine ve karikatüristlere baskı her zaman dava yoluyla olmayabilir. Örneğin geçmişte Demokrat Parti zamanında mizah dergileri baskı yapabilmek için kağıt ve mürekkep bulamıyorlardı, bu malzemeler siyasi iktidarın izni ve onayıyla alınıp satılıyor ve mizah dergilerine bu anlamda bir ambargo uygulanıyordu. Hatta bu yüzden kapanmak zorunda kalan Tef mizah dergisi okuyucularını bu durumdan haberdar ederek son sayısını kese kağıdı kalitesinde bir kağıda basmak zorunda kalmıştı.

Cantek- Baskıyı belirleyen ölçütlerimiz neler önce onu düşünelim. Dava sayısı mı, hapis cezası mı, derginin baskı imkânlarının engellenmesi mi, dergiler çıkmadan evvel sansür edilmesi mi? Abdülhamit döneminde mizah dergileri çıkamadılar, 12 Eylül’de bütün siyasi davalar bir biçimde sonuçlanmadı, insanlar yıllarca hapis yatıp sonra beraat ettiler veya nelerle suçlandılar. Suç olarak görülen şeyler nelerdi? Şunu ölçemeyiz. Bir üretici, çevresinde olup bitenleri görüp ona göre yazıp çiziyorsa, çekinerek ve dolaylı yolla konuşuyorsa orada baskı vardır, kolay tespit edemezsiniz. İnsanlar yaşamak, geçinmek ve hayatını sürdürmek, ailelerini, yakınlarını düşünmek zorundalar. Bizim gibi ülkelerde otoriter eğilimler her zaman güçlüdür ve muhalif düşüncelere yönelik güç gösterileri sürekli tekrarlanır. Yoksa, bugünle geçmişe bakarak, hapse girenleri, işten çıkarılanları, ölenleri sayıca kıyaslayın, bir sonuç çıkarırsınız. İleride üzülerek hatırlayacağımız günleri yaşıyoruz.


 Mizah dergiciliğimizin tarihsel olarak en önemli üç kişiliği kimdi desem?

Gönenç- Mizah dergiciliği deyince belki ilk akla gelen isimlerden biri Akbaba’yı çıkaran Yusuf Ziya Ortaç. Ortaç pek çok anlamda mizah tarihimizi etkilemiş bir isim. Ardından tabii ki, Gırgır’ın fikir babası, kurucusu ve mizah yönetmeni Oğuz Aral akla geliyor. Günümüze doğru geldiğimizde ise tek bir isimden söz etmek pek mümkün değil. Çünkü günümüzde yayımlanan mizah dergilerinde daha çok kolektif bir yönetim yapısı mevcut. Dolayısıyla aralarından birini çekip almak fevkalade güç.

Cantek- Ortaç ve Aral’ın yanına ben, Engin Ergönültaş’ı da katardım. Ticari olarak başarılı ve uzun ömürlü dergileri olmasa da underground eğilimli bir tarzın üreticisi oldu ve günümüz dergiciliğini Aral’dan daha fazla etkiledi. Oğuz Aral’ı herkes bilir, Ergönültaş’ı bilenler bilir demek gerekiyor. 1978 yılında çıkan Mikrop, Gırgır’dan daha fazla bugüne kaldı.

Gırgır, dünyanın en çok satan üçüncü dergisi değil miydi? Bu bağlamda mizah dünyasının mitleri, abartılan ve azımsanan örnekleri var mı?

Gönenç- Mizah dergilerinden, özellikle Gırgır’dan ne zaman söz açılsa bu konu gündeme gelir. Bu bir gerçek midir, yoksa bir günümüzdeki moda terimle bir “şehir efsanesi” midir? Büyük ihtimalle bu inanmaya gönüllü olduğumuz bir efsane. Bir yandan dünya çapında bir başarı elde etmek milli gururumuzu okşarken, diğer yandan çok sevdiğimiz Gırgır’a bir paye vermek istemiş olabiliriz. Ancak nihayetinde Gırgır’ın hangi verilere göre dünyanın en çok satan üçüncü mizah dergisi sayılabileceği tartışılır. Örneğin dünyada satan tüm mizah dergileri incelenerek mi böyle bir sonuca ulaşılmıştır? Bu ve benzeri sorular bu tespiti tartışmalı hale getiriyor. Nihayetinde bu meseleyi çok fazla abartmamak ama Gırgırın da hakkını teslim etmek gerekir. Gırgır dünyada olmasa bile Türkiye'de en çok satan mizah dergisi, hatta dergi olarak tarihte yerini almıştır.

Cantek- Gırgır’ın yayıncısı Simavilerin en çok satan gazetesi olan Günaydın tarafından uydurulmuş bir asparagas bu aslında. Soğuk Savaş’ın iki süper gücü olan Amerika ve Sovyetler’den iki dergi, Mad ve Krokodil seçilmiş, evirip çevirilmiş, olan bu. Oğuz Aral, bunu uzun uzun anlatırdı, hatta buna göre Fırt dördüncü en çok satan oluyordu, Çarşaf beşinci filan. Sahiden komik, Amerika’da Sovyetlerde başka dergi yok mu, Japonlar neler yapıyordu, Hindistan’da Çin’de, onu geçtim Fransa’da ne çıkıyordu soran yok, inanılır gibi değil. Gırgır tabii ki çok satıyordu ama bu üçüncülük filan nerden çıktı, niye yetinemedik bu başarıyla bilmiyorum. Her yere gökdelen diken bir ülkeyiz, Avrupa’da bu kadar gökdelen var mı, sayıp dökenler oluyor, bence aynı şey… Solculuk sağcılık filan burada karışıyor, yetmiyor bize…

İslamcılar mizah söz konusu olduğunda ısrarla bir tebessüm vurgusu yapıyor, kahkahayı reddediyorlar. Nedir bu tebessüm hassasiyeti? Din ve mizah ilişkisi daimi bir uyumsuzluk ilişkisi mi içeriyor?

Gönenç- Biz bu konuyla ilgili düşünmeye başladığımızda esas olarak şunu gördük: İslami mizah yaptığını ileri süren mizahçılar aslında genel geçer mizahi kalıpları kullanarak mizah yapıyorlar. Siyasi olmayan işlerinde argo, küfür ve cinselliği çıkardıktan sonra yazdıklarının çizdiklerinin genel-geçer mizah üretiminden pek farkı yok. Siyasi nitelik taşıyan İslami mizah ise, bir dönem siyasetin marjinal alanında yer alan muhafazakar partilerin, başörtüsü, imam-hatipler vb. konularda savundukları görüşlerin, biraz da propagandacı bir tavırla mizah dergisi sayfalarında tekrarlanmasından ibaret. Günümüzde bu anlamda artık eleştirilecek bir mesele, yoluna baş koyulacak bir “dava” olmadığı için bu dergilerin içeriği gitgide kısırlaşmış ve çoğu kapanmış durumda. Sonuçta kahkaha caiz değil, tebessüm et dediğinizde, mizahı dar kalıplara hapsettiğinizde mizah boğuluyor. Çünkü bu mizahın doğasına ters. Bu yüzden ayrı bir “İslami mizah” kategorisi veya janrı olduğunu söylemek dahi güç.

Cantek- Ayinesi iştir kişinin derler ya… Başlangıçta hep büyük laflar ediliyor ama sonuçlara bakıyoruz, yeni bir şey olmadığı gibi taklitten öteye de gidilmiyor.


Penguen’in kapanmasını temel alarak soruyorum, mizah dergileri mi yaşanan zamanın gerisinde kaldılar yoksa dergicilik bakımından ömürlerini dolduruyorlar mı? Mizah dergileri daima çoksatar yayınlardı, artık değiller. Yeni bir dönem yaşıyoruz sanki. Ne yapacaklar, nasıl bir öngörünüz var gelecekle ilgili…

Gönenç- Penguen’in ve belki başka mizah dergilerinin neden kapandığı sorusunu tam olarak cevaplayabilmek için belki biraz daha beklemek gerekiyor. Çünkü bu dergilerin yerine yeni dergilerin çıkıp çıkamayacağını veya bu anlamda mizah dergiciliğin biçim değiştirip değiştirmeyeceğini zaman içinde göreceğiz. Ancak şurası bir gerçek ki, bugün mizah dergilerinin rekabet etmesi gereken çok fazla şey var. Başta televizyon ve sosyal medya. Gerçekten mizah dergileri bu rekabeti göğüsleyebilecek dinamizme sahip mi veya kapananlar bu dinamizme sahip miydi, tartışılır. Bunun dışında zaten dergicilik doğası gereği her zaman yıpranma riskini içinde barındırır. Her hafta okuyucunun karşısına farklı bir içerikle çıkmak neredeyse imkânsız gibidir. Okuyucu bir süre sonra derginin üslubunu kanıksar ve artık şaşırmaz olur. Bir tür “metal yorgunluğu”. Bu yüzden mevcut mizah dergilerinin doğal ömürlerini tamamladıkları da düşünülebilir. Ancak nihayetinde bu karamsar bir tabloya da işaret etmiyor. Geçmişte de dergiler çıkmış kapanmıştı ama yerine hep yenileri geldi. Bu kez de böyle olacağını tahmin etmek güç değil. Sadece biraz zamana ihtiyaç var. Okur bu dergilerin eksikliğini hissetmeli, bu dergilerde üretenler de bir tür iç muhasebe yapmalı. Bunun sonucunda ne olur hep birlikte göreceğiz.

Cantek- Ben 1970 öncesine döndüğümüzü düşünüyorum, daha az satışlı, daha dar kadrolu dergiler olacak. Üreticiler o yıllarda olduğu gibi çok çeşitli yerlerde işler yaparak geçinmek zorunda kalacaklar.

Son soru sizinle ilgili, nasıl tanıştınız, kitaba ve birlikte çalışmaya nasıl başladınız?

Cantek- Yirmibeş yıl önce galiba tanıştık, aralıklarla konuşuyorduk, son on yılda daha sık görüşüp, aramızda konuştuğumuz meseleleri yazıya dönüştürmeye başladık. Yaza yaza bir kitap çıktı işte…

Gönenç- O kadar olmuş demek ! Ben Cantek’i ilk kez Sanat Kurumu’nda bir toplantıda gördüğümü hatırlıyorum. Farklı bir tondan konuşuyordu bilindik meseleler üzerine. Mizah ve karikatürün teorik ve akademik boyutları üzerinde yeni yeni düşünmeye başladığım zamanlardı. Anlattıklarına kulak kesilmiştim.  Sonrasında çok konuştuk bu meseleler üzerine. Bir yerden sonra kalıcı kılalım dedik bu hasbihâli. Birlikte yazdığımız makaleler ve bu kitap böyle çıktı ortaya.

Başka çalışmalar da yapacak mısınız?

Cantek-Grafik roman hakkında bir çalışma yapalım istiyoruz ama nasip kısmet diyelim…Gönülden geçen çok da…

Gönenç- İkimiz de grafik roman tutkunuyuz ve son zamanlarda bunun üzerine de çok konuşuyoruz. Grafik roman Türkiye’de yeni yeni tanınan bir tür. Dolayısıyla, çok sevdiğimiz bu türü tanıtmak ve yaygınlaştırmak için bu kitabı yazmak boynumuzun borcu. Ama hayat gailesi işte...  Cantek’in dediği gibi, nasip kısmet...

Söyleşi, Aybars Yanık imzasıyla K24'te yayımlanmıştı.



Pazar, Temmuz 30, 2017

1951 Senaryosu


Aralıklarla da olsa 2014'ten beri yazdığım, Sefa (Sofuoğlu) ile birlikte hazırladığımız 1951 grafik romanının senaryosunu bugün bitirdim. İş artık Sefa'nın çizgilerine kaldı.En son 128.sayfayı çizmişti...Yirmiye yakın sayfa daha çizecek gibi görünüyor. Büyük terslikler olmazsa yıl sonuna yetişir diyelim.

Cumartesi, Temmuz 29, 2017

Ancak o siyasi kararla...


Bizde demokrasi var mı? Kırklı yıllarda da soruluyordu bu, 12 Eylül sonrasında veya 21.Yüzyıl başında... Cumhuriyetle ölçelim, diyelim yüz yıl olsun, bana sorarsanız, o yüzyılın içinde demokratik bir hayat yaşadığımız yılları eklesek toplasak yirmi yıl etmiyor. Şu dönemden şu kadar, şu aralıktan bu kadar filan diyerek iliştire iliştire anca o kadar çıkıyor.

O sebeple içinde yaşadığımız dönemi hukukla ve demokrasiyle açıklamak olsa olsa nafile bir çaba olur. Söylüyor, düzelsin istiyor, ısrar ediyor, anlatmaya, hatırlatmaya çalışıyoruz filan ama manzara ve cisim bu... İhraçlar, mahkemeler, tutuklamalar, kapatmalar, el koymalar hukukla değil ancak siyasi bir kararla aşılabilir, ancak o siyasi kararla bitebilir...

Cuma, Temmuz 28, 2017

Mizahın hasmı ve hempası bellidir!


Mizah dergilerinin ve onların pek çoğu içimizden tiplemelerinin bir tarihçesini çıkaran “Muhalefet Defteri: Türkiye’de Mizah Dergileri ve Karikatür”; Akbaba’dan Gırgır’a, LeMan, Penguen ve Uykusuz’a kadar ülkemizde yayımlanmış bütün dergileri etraflıca ele alıyor. Dergilerin perde arkalarını anlatmasının yanı sıra Zalim Şevki, Avanak Avni ve Abdülcanbaz’ın ardındaki yerli, yabancı esin kaynaklarını gösteriyor. Levent Cantek ve Levent Gönenç’in hazırladıkları inceleme, mizahın gücünü ve muhalif mizahın güçlüyü korkutan niteliği ile cesaretini de ortaya koyuyor. Türkiye’de mizahın tarihini yazarken sosyo-politik anlamda iktidar-muhalefet haritasını çıkarmayı hedefliyor. Cantek ve Gönenç, “Muhalefet Defteri”ni anlattı.

- Muhalefet Defteri’nde nereden yola çıktınız, temel meseleniz neydi?
LEVENT CANTEK- Böyle bir çalışma yaparken ister istemez mesele ettiklerinize yoğunlaşıyor, ayrıntıları betimliyor, farklı açılardan tartışmaya çalışıyorsunuz. Biz önce tarihsel bir perspektif çizdik, sonra karikatürün doğasını, açmazlarını ve gücünü irdelemek istedik. Önemli dergileri, iddiaları ve siyasetle ilişkisini anlatmaya çalıştık.
LEVENT GÖNENÇ- Bizden önce de karikatür ve mizah üzerine yapılmış çok önemli ve değerli çalışmalar var. Hepsi bize yol gösterdi. Galiba biz biraz daha “akademik” bakmayı denedik. İkimizin de akademik bir arka planı olmasıyla ilgili olabilir bu ama nihayetinde mizah ve karikatür Türkiye’de çoktan bu “akademik” ilgiyi hakediyor. Bizim bu kitabı yazarken zihnimizi meşgul eden temel meselelerden biri de buydu.

- Mizahın siyasetle ilişkisi, etkileşimi konusunu öne alarak devam edelim; nasıl bir etkileşimdir bu?
CANTEK- Siyaseti ve siyasetçileri temel alan bir mizah, siyasetin aktüalitesine bağımlıdır. Liderlere, siyasetçilere, kararlara, krizlere, çekişmelere ve seçimlere dayanır. Siyasi mizah, bunun yanı sıra, kamusallığın ve medyanın bir parçasıdır da. O kamusallık neleri içeriyorsa, o medya nasıl varoluyorsa o mizah da o hamurdan yoğrulur, o espri, o mizahın hasmı ve hempası bellidir.
Demokratik rejimleri etkilediği için söylüyorum, Fransız Devriminden bu yana, ülke kamusallıkları milliyetçi, seküler ve moderndir, buna muhalefet edenler hasımlaştırılır. Bizim mizahımız bu çerçevenin dışında değil elbette. Muhalifleri rejim dışı gösterme iştahı, medyanın, siyasetin ve bu çerçevede kullanılan mizahın motiflerindendir. Memleket kamusallığı ve çoğunluk değerleri değiştikçe, mizah da değişir.
GÖNENÇ- Siyaset, mizah için her zaman iyi bir malzemedir. Okur, söyleyemediğini mizahçının, karikatürcünün söylemesini ister. Böyle bakınca mizah siyasetten kendini soyutlayamaz. Ya da bunu ancak bir noktaya kadar yapabilir. Mutlaka gündeme temas eder, siyasete bulaşır.
Türkiye’de mizahın tarihini yazarken sosyo-politik anlamda “iktidar-muhalefet” haritasını da çıkarmak gerekiyor. Biraz da kitapta bunu yapmaya çalıştık.

- Mizahın bu sosyo-politik alanda entelektüel bir iddiası olduğunu düşünüyor musunuz?
CANTEK- Mizah temelde bir his, entelektüel iddiası olması gerekmiyor, onu nasıl kullanacağınıza bağlı olarak ayrıca bir anlam kazanabilir. Muktedir karşısında alt kültürler, azınlıklar, muhalifler veya sanatçılar mizaha başvurabilir, baskıyı mizah yoluyla alenileştirerek eleştirebilirler.

Karikatür temelinde sorarsam ötekileştirilenlere karşı nasıl bir tavrı benimsemiş?
CANTEK- Karikatür, bir genelleme yapıyorum, popüler bir sanattır, çoğunluk değerlerinden beslenir. Herkesin kızdığına kızan, güldüğüne gülen bir yönü vardır. Siz, bir gazetede çiziyorsanız, bir mizah dergisinde çalışıyorsanız, bu çoğunluk değerleriyle, zamanın hakim yargılarıyla uyumlu olmak zorundasınız. Memleket karikatürü, tarihini incelersek, kabul edelim, rejimin düşman saydığı her şeye düşmanlık göstermiştir. Her türlü azınlık, her türlü muhalif görüş, çoğunluk değerleriyle uyuşmayan farklı milliyetler, marjinaller tahkir edilmiştir. Demokrasi kültürü geliştikçe, bu yargılayıcı tutum, tek tipleşmekten çıkıyor.
GÖNENÇ- Katılıyorum, karikatür bir popüler kültür ürünü. Dolayısıyla “satmak” için popüler değerlere, popüler söylemlere ihtiyaç duyabilir, prim verebilir. Bir sınır da olmalı tabii. Günümüzde insan hakları hukukunda kabul edilen “insan onuru” en iyi ölçüt gibi geliyor bana...

Türkiye'de sol eğilimli dergilerde karikatüre daha çok yer verilmesinin nedeni nedir?
GÖNENÇ- Bir sebebi solun yıllar yılı muhalefette yer almasıdır. Karikatür bu yayınlarda muhalif duruşun çizgili ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de solun etkilendiği ve takip ettiği ülkelerdeki yayınlarda da karikatür önemli bir yer işgal ediyordu. Bunun da bir etkisi olabilir.

- Karikatürle demokrasi arasında bir ilişkiden söz edilebilir mi?
GÖNENÇ- Siyasi karikatür ve demokrasi arasında her zaman doğrudan bir ilişki kurulabilir mi, bilmiyorum. Kitapta pek çok örneğini verdik; anti-demokratik karikatür örnekleriyle dolu karikatür tarihi. Dolayısıyla, bu meseleyi bizatihi bir sanat alanı ve ifade hürriyeti aracı olarak karikatürün doğası bağlamında tartışmak gerekiyor sanırım.

- Peki bu noktada sizce mizahın sosyal ve siyasi olayları hayra doğru bir etkileme gücü var mı?
CANTEK- Mizahın toplumları, siyasi iktidarları dönüştürdüğünü, onlar üzerinde büyük bir siyasi etkisi olduğunu söylemek çok doğru değil ama hiç yok demek de saçma olur. Benim ölçüm şu, sözünüz, çizginiz, hikayeniz, hatta kıkırdamanız, muktedirleri rahatsız ediyorsa, orada muhalif ve rahatsız edici bir şey vardır. Mizahı sadece siyasal iktidarla, siyasi rekabetle o düşünmeyelim, gündelik hayatı dönüştürücü etkisini de hesap edelim. Mizah, eleştiri kültürünü, ifade özgürlüğünü, demokrasi algısını besleyen bir “medium”. Gözle görünmeyebilir ama hayat, sürekli endişeye, yasa, eleme, kahırlanmaya dayanıyor, sadece bizde değil her yerde böyledir, yönetenler, ölümlerden, şehitlerden, intikamdan söz ederler.Böyle bir auranın içinde mizah bir sığınaktır.

- Kuşkusuz çok zor ve tehlikeli de bir iş..
GÖNENÇ- Mizahçı hınzırdır. Açıkça söylerse başına iş geleceğini bilir ama yine de söylemek istediğini söyler. Can Yücel mizah yüklü şiirlerini yazarken, mecburiyet hala oturuyor tahtında, bu yüzden böyle şiirler yazıyorum derdi. Kulağımıza küpe olsun...
CANTEK- Kolay iş değil, neşe sahiden cesaret istiyor, bize hayatın asıl yüzünü hatırlatıyor.

En çok da bundan seviliyor galiba. Sadece bizde değil yurtdışında da böyle bu..
CANTEK- Mizah dergileri, hemen her kültürde ilgi çeker, her zaman çok satan yayınlar olurlar. Pek çok farklı nedenle ilgi çekerler, komik bir abartıları vardır, ciddiyetle alay ederler, ebeveynlerle öğretmenlerle uğraşırlar. Geleneği eleştirirler, ergen bir lafazanlık taşırlar, neşeli bir meydan okuyuculukları vardır. Argo kullanır, erotizmin sınırlarında gezinirler. Biz de sevdik mizah dergilerini, global ölçütlerle bakarsak, tuhaf ve şaşırtıcı bir çeşitlilikte bir çizgi ve hikaye zenginliğimiz var. Yüksek satışlı yayınlarımız oldu. Nitel ve nicel olarak çok üreticimiz oldu.
GÖNENÇ- Biz mizahı seven bir toplumuz. Epeydir  “gülmek ayıptır, tebessüm edelim” şiarının arkasına takıldık ve sanki gülen değil bağıran bir toplum olmaya doğru gidiyoruz. Geçmişte ne kadar çok güldüğümüzü hatırlayalım. Ve bu konuda ne kadar büyük bir birikimimiz olduğunu...

- Şimdi sözü biraz da 1950 Kuşağı çizerlerine getirmek istiyorum. Sol ile nasıl bir temas kurmuşlar?
GÖNENÇ- 1950 Kuşağı çizerleri en başından beri bilinçli olarak sol cenahta mı duruyordur, emin değilim. Şöyle bir kolaycılığımız var; Demokrat Parti karşıtlığı “sol”dur. Oysa böyle değil. 1950 Kuşağı çizerlerinin çoğu apolitiktir başlangıçta. Onlar da solu, Türkiye’deki entelektüel camia solu öğrendikçe öğrenirler; özellikle 1961 Anayasası’nın sağladığı geniş özgürlük ortamında olur bu. Üstelik tümü de bu çabaya girmez. Bu kuşağın en büyük katkısı; Türkiye dışında ne olup bittiğini izlemesidir.

- Özel bir bölüm ayırdığınız Gırgır’ın farkını, Türk karikatürü ve mizah dergiciliğine katkısını burada da değerlendirmenizi isterim.
CANTEK- Gırgır, matbaa teknolojilerinin fazlasıyla geliştiği, karayollarının yaygınlaşmasıyla ülke çapında gazete-dergi dağıtımının yapıldığı bir çağda, büyük bir medya şirketi tarafından yayımlanıyor. 1960’a kadar büyük gazeteler yüz bin, çok satar dergiler en fazla on ya da yirmi bin satar, on yıl sonra gazeteler milyona, dergiler yüzbine ulaşıyor. Bunu niye söylüyorum? Çok satar olma iddiası veya zorunluluğu, dergi içeriğini belirler. Gırgır, herkesin anlayabileceği basitlikte, kimsenin siyaseten rahatsız olmayacağı bir mesafede yayın yaptığı için çok sattı. Dolayısıyla daha önce etkisi olmuş her dergiden ve akımdan, hem siyaseten hem estetik olarak farklıydı. Daha iyiydi ya da kötüydü demiyorum. Karikatürü ve mizah dergisini, ülke çapında popülerleştiren, çizerliği bir meslek haline getiren büyük ve benzersiz bir mecra oldu. Hiçbir dergi onun kadar telif vermemişti, hiçbir dergi karikatüre onun kadar ilgi yaratmamıştı.

- Son olarak bugünkü mizah üreticilerine ne öneriyorsunuz?
GÖNENÇ- Bugünkü mizah üreticilerinin dünyayı daha iyi takip etmesi gerekiyor. Hayat çok hızlı akıyor. Her sanat dalı gibi mizah ve karikatür de bunu yakalamalı ve peşine düşmeli...

Cumhuriyet Kitap, 20.7.2017
Gamze Akdemir

Perşembe, Temmuz 27, 2017

Parçapinçik edilen kanun kitabı


Teks'in son sayısından manidar bir sahne. Teks, Yargıç Trent'e ayar veriyor.

Özel bir ruh zerresi


Nereye gitseniz güvenlikçiler var. Çoğunun kıyafetleri polislere de benziyor. Hatırı sayılır bir iş sahası oldu. Gençlerle konuştuğunuzda anlıyorsunuz ki, bir meslek olarak özel güvenlikçilik pek gözde...Maaşı iyi, hem temiz iş, gideri var, olur yani neden olmasın filan diyorlar... Öyle adam akıllı şartı şurtu da yok. Niye bu kadar ilgi var diye sormanın gereği var mı? Açıklıyorlar işte.

Biliyorsunuz, Türkiye'nin hemen her yerinde, bağ bahçedeki, tarladaki mahsulü artık daha çok Kürtler ve kısmen de Türkiler topluyor. Karadeniz'de, Orta Anadolu'da, Akdeniz'de tütünü, çayı, fındığı, portakalı yerliler toplamıyor, hep dışarıdan birileri geliyor, çadırlarda kalıyor, mevsimlik çalışıyor, işlerini bitirip gidiyorlar. İnsan tabii şunu merak ediyor, oralılar, o mahsulün sahipleri, yakın köylerden birileri yok mu? Niye insanlar ta Urfa'dan, şurdan burdan geliyor, topluyor da, oralılar bu işlere yüz çeviriyor?

Sordum, yıllardır sorarım, parası mı az dedim? Çünkü, o paraya çalışacak adam bulamadığın için göçmenlere yönelirsin. Bir gün şahane bir cevap aldım, bana bu memleketi çok güzel anlatan bir açıklama gibi geldi hatta. Biri şöyle dedi, "parası iyi de iş ağır". Hakikaten şahane... Kimse, paraya az demiyor, o paraya o kadar çalışmak istemiyor.

Birkaç yıl önce bir matbaa sahibi, çalışacak ve iş öğretecek insan bulamadığından şikayet etmişti, geçtiğimiz ay, marangozluk yapan bir arkadaşım, vasıfsız birine en az iki bin lira vermesine rağmen insanların işi ağır bularak bin beş yüz liraya özel güvenlikçi olmayı tercih ettiğini anlattı. Zanaat öğrenmek, kendi işini yapmak, kazancını artırmak gibi öngörülerle ilgilenilmediğini söyledi.
İnsan, daha az para kazanacağı bir işi neden tercih eder?

Güvenlikçilerle konuştum, işin bir zorluğu yok, akşama kadar akıllı telefonla oynuyor, feyse bakıyor, binanın etrafında iki tur atıp gelenden geçenden kimlik soruyor, lak lak ediyorlarmış. Yerine göre değişiyor olabilir. Ben hep soruyorum, sohbet açıyorum. Bir ilgi yoğunlaşması olunca oldu olası merak ederim. İnsanlar neden bu kadar güvenlikçi olmak istiyor diye cidden bir cevap arıyorum.

Bir matbaacıyı ya da marangozu kimse görmüyor, sosyal olarak sınıflar arası, cinsiyetler arası karşılaşmanın olmadığı kapalı mekanlarda üretiliyor işler. Oysa bir güvenlikçi, avm girişinde her sınıftan insanı durdurabiliyor, üniformasıyla ayrıcalıklı ve "hoş" görünebiliyor. Bir performans sunabiliyor, suçlu arayabiliyor, filim çevirebiliyor, poz yapabiliyor.

Pembe İncili Kaftan'ı bilirsiniz, Muhsin Çelebi'den elçilik yapması istenir, iyi bir kıyafeti yoktur, gider tüm parasıyla bir kaftan alır. Sonra kendisine oturacak yer gösterilmeyince kaftanını yere serer,üzerine oturur. İşi bitip gideceği zaman da o kaftanı yerden almaz. Soranlara da "Sarayınızda büyük bir padişah elçisini oturtacak seccadeniz, şilteniz yok... Hem bir Türk, yere serdiği şeyi bir daha arkasına (sırtına) koymaz... Bunu bilmiyor musunuz?" der.

Israr ediyorum, bu memleketin insanları tam tekmil gösteri insanı, performans sanatçısı... Kaftana para dökmek, o son sözün yaratacağı hayranlığı hayal etmek...

Türkiye'nin tuz ruhunu arıyorum diyeceğim matrak yapıyorum sanacaksınız.

Çarşamba, Temmuz 26, 2017

Tabutla Selfi


Görmüş olabilirsiniz, ünlü biri öldüğünde, hayranları ya da celebrity hazcıları, sosyal medyada paylaşmak üzere tabutla selfi çektiriyorlar. İnsanın kanını donduruyor diye yazmış birisi... Kimsenin kanı filan donmuyor aslına bakarsanız. "Yok artık" filan diyerek, kahrediyor, küfrediyoruz filan ama hayat nasıl yürüyorsa öyle yürümeye, nasıl akıyorsa öyle akmaya devam ediyor. Google arama motoruna "tabutla selfie" yazarsanız bu tuhaflığın yeni ya da ilk olmadığını göreceksiniz. Resimleri ve haberleri incelerseniz, meselenin sadece ünlülerle, şehitlerle, olağanüstü ölümlerle ilgili olmadığını da anlayacaksınız.

Bir ara, çevremden çok insan vefat etti ve ister istemez çok cenazeye gitmek durumunda kaldım. Törenlerde selfilerin ve tabutun yanında çekilen fotoğrafların hiç eksik edilmediğine (gittim, bizzat yerinde gördüm esprisi olacak ama) kaşımı gözümü seyirtecek ölçüde şahit oldum. İkincisinden, üçüncüsünden sonra şaşırmamaya bile başlıyorsunuz. Yine de bir tanesi, sahiden alelacayip bir şeydi, anlatmasam olmaz. Bir defin öncesi, araba mezarın yanına yanaştığında aile bir türlü tabutu arabadan indirmedi, ne olduğunu da anlamadık. Sonra bir bağırış çağırış oldu. Bir bez gerdiler ve önce tabutu sonra kefeni açtılar ve o anları telefonlarıyla filme çektiler, inanılır gibi değildi.  Sırf bana tuhaf geldiği için insanları ayıplayacak değilim. Belki bir kez daha vedalaşmak istediler ama onlar vedalaşırken,  kaydedilmeyi istediler veya bundan rahatsız olmadılar.

Bizde "ölüye eziyet etmeyin" gibi bir halk deyişi vardır, saygıyla, vefayla, gözyaşıyla, süreyle ilgili bir ölçü anlatır. O kısmı geçiyoruz karşim.

Tabutla selfi iştahı, memleketteki ruh haliyle çok ilgili bana kalırsa. Hep tekrar ediyorum, biz sevmiyoruz, sevdiğimizi başkalarına göstermek istiyoruz. Öfkelenmiyor, öfkelenmiş pozu yapıyoruz. Üzülmüyor, ne kadar üzüldüğümüz görülsün istiyoruz. Ölüler, muhataplar, asıl hikayeler, olup bitenler değil bizim gösterimiz daha büyük anlam taşıyor.

Dünyanın en büyük gökdelenlerini ve en uzun bayrak direklerini boşuna dikmiyoruz. Tabutla selfi çekenlerin, çektirenlerin o her yerden görülsün istenen gökdelenden, o upuzuun direklerden farkı var mı?

Salı, Temmuz 25, 2017

Kayıp caddenin izinde


Tardi'nin Malet'den yaptığı uyarlama hakkında yazdım. Sabit Fikir Temmuz sayısında...
Yazı için link

Anadolu Masalları


Meraklısı için: 9-14 yaş çocuklara yönelik Anadolu Masalları derlememin yeni baskısı çıktı, Dipnot Yayınlarından.

Perşembe, Temmuz 20, 2017

Salı, Temmuz 18, 2017

Son Okuduklarım 17


Burroughs, siyah beyaz, sert ve undergorund bir iş olmuş. Yazarın ruhuna uygun olmakla birlikte çok da çizgi roman gibi durmuyor ilerledikçe, metin kendini çok gösteriyor ve çizgiler yazara teslim oluyor. Bizde bu tür işler, Express'te filan çıkardı veya daha da eski Sokak'ta. Özel İsimler Sözlüğü, ilginç bir hikayeye sahip, metin kısacık ve sanki, daha çok şey anlatılabilecekken pıt diye bitiyor. Başka bir hikaye olma potansiyeli varmış. Yine de kesin olarak ilginç. Heatwaves, erotik çizgi hikayelerden oluşan bir albüm. Bilmediğim bir çizerdi Bernardo Munoz, o beni heyecanlandırdı. Albüm, 1999 tarihli. Üçüncü hikaye, edebi açıdan daha derinlikli. Tılsım, Bolano okumak istediğim için arayıp bulduğum bir roman. Latin Amerika'ya özgü çok ayrıntı var, bol gönderme olduğu için arada duralıyorsunuz ama fikri ve tahkiyesi, temposu ortalamanın üzerinde. Beni kesmedi o ayrı.


Karga'nın Uçuşu, baskısı ve sunumu güzel hazırlanmış bir albüm. Hikaye, işgal altındaki Fransa'da geçiyor ve iyi anlatılmış. Çizgilere zaten diyecek yok. Bu kadar iyi resmeden üreticilerin hikayeleri genellikle okunmaz, "bakılır". Hayır, bu öyle değil, romantizmi ve yavaşlığı iyi kuruyor. Hırsız karakteri ayrıca ilginç. The Fires Of Askell, hafif de erotizmi kullanan, üç albümlük bir serüven çizgi romanı. Canlı çizgileri var, hafif komik, tempolu bir hikaye. Denizler, korsanlar, hazineler, türün tüm klişeleri var. Çağdaş İran Öyküleri, doğrusu İran Edebiyatıyla ilgili çok şey bilmiyorum, yıllar içinde buralara ulaşan filmler ve romanlar dışında "cahilim" demek gerekiyor. Antoloji olduğu için okudum bu kitabı. Aklımda en çok kalan mizahi tortu, en çok da kavanozlu hikaye, tam benlik. Üzümün Kardeşliği, Fante külliyatının iyi bir örneği mi emin değilim. Aile hikayesi, iyi karakterleri var, başlarken nereye varacağını bildiğiniz anlatılardan. Buna rağmen okutuyor.


İki Kardeş, Fabio-Gabriel Ba kardeşlerin bir edebiyat uyarlaması, ikiz kardeşlere odaklanmaları hoş olmuş. Hikaye, Latin edebiyatının  mitolojisini taşıyor, romanı bilmediğim için kıyaslayamıyorum. Beğenmedim diyemem ama bir iki yerde kopmalar var, özellikle bırakılmış muğlaklıklar mı yoksa çizerlerin bir yorumu mu merak ettim. Deli Dumrul'un Bilinci, eski bir kitap, metinlerarası gidip geliyor, ilginç ve az bulunur kitaplardan. Kusursuz Bir Cinayet, pulp evrenini ve snap ending nedir iyi bilen bir yazarın elinden çıkma güzel hikayeler. Yeni baskısı var mı bilmiyorum. Her macerasever okumalı.  Üç Gölge, Cyril Pedrosa'nın nefis çizgileriyle karşılaşmak için iyi bir vesile. Yeni bir yayınevi yayımlamış, umarım devamını getirirler. Masalsı ve yeni bir hikaye, grafik roman sevenler kaçırmamalı.

Pazar, Temmuz 16, 2017

Seyrüsefer Defteri En İyiler 2015 / 2014


Blogu takip edenler biliyor, her gün izlediğim bir film ya da diziyi kısa notlarla "kenarda" yazıyor, her ay sonunda topluca onları yayımlıyorum. Bu notlar, çok ayrıntılı olmadığı için eş dost eleştiriyor, hatta "kötü filmleri" neden yazdığıma anlam veremiyor, serzenişte bulunuyorlar. Herkesin az vakti var, iyi filmi işaret ederek onlara yardımcı olmamı istiyorlar. Oysa herkesin vaktini kullanma biçimi, sinema tercihleri ve aklını, zihnini rahatlatması farklı. Hep söylüyorum, ben çoğu insanın "kötü" dediği filmlerden bir şeyler öğrenirim. Neyin eksik ya da fazla olduğunu kötü anlatılmış hikayelerde iyi görürsünüz. Ayrıca ben türler arasında gezinmeyi, merakımı yenmeyi, nefsimi köreltmeyi severim. Eleştirenler, galiba, beni değiştireceklerini sanıyorlar, filmlerle ilgili derdini meramını uzun uzun anlatan biri olmamı istiyorlar. Böyle bir şey olmayacak. Bu yıl başında bu ısrarla ilgili bir şeyler yazmıştım, yineleyeyim:

"Doğrusu, kendimi bir meraklıdan fazlası olarak görmüyorum. Filmlere, dizilere not veya yıldızlar vermek, uzun uzun yorum yazmak bana göre değil (...) Yoğun bir hayatım var, hep bir şey okuyorum, işim ve sürdürdüğüm hayatın dışında kalan zevkim için kendimi çok belirlemek (ve etkilenmek) istemiyorum. Gezinmek istiyorum demek daha doğru. Sonuçta filmler ve diziler hakkında pek bir bilgim olmuyor, sinema yayınlarını takip etmiyorum, sinefilleri okumuyorum. Eğer onlar benim hayatıma dahil olmazlarsa sinefil tanımaya da çalışmıyorum. Ne kadar az bilgiye sahip olursam o kadar çok hoşuma gidiyor. Tabii şu da var, öyle bir hayat yaşıyoruz ki, bir filmden bir diziden haberdar olmamak çok zor  olabiliyor. Bazen bir yönetmeni, senaristi ya da bir başka çalışanın yeni işini bekliyor ve merak edebiliyorsunuz. Bütün bunlara rağmen dışarıda kalmaya çalışıyorum demek istiyorum. (...) Bilenler biliyor, büyük küçük, iyi kötü film ayrımı yapmam, şu veya bu türe odaklanmamaya çalışırım. Üst üste iyi ve büyük film seyredemem örneğin. "


Aşağıda 2014 ve 2015 yıllarında seyrettiğim filmlerden derlediğim bir seçki var, sevdiğim filmler. Bazıları zaten büyük filmler ama bazıları potansiyeli olup da bunu başaramamış yapımlar. Meraklısına diyelim...

A Most Wanted Man (2014)
Baron Prasil (1961)
Bin Jip (2004)
Durak (The Fool, 2014)
Filth (2013)
Frances Ha (2012)
Get Carter (1971)
I Vitelloni (1953)
Jagten (2012)
Judge (2014)
La Tête en friche (2010)
Leviafan (2014)
Memorias del Subdesarrollo (1968)
Men Women and Children (2014)
Mitt liv Som hund (1985)
Mr Holmes (2015)
Murmur of the Heart (1971)
Palo Alto (2013)
Pozitia Copilului (2013)
Ratcatcher (1999)
Red Riding Üçlemesi (2009)
Sånger från andra våningen (2000)
Snowpiercer (2013)
St. Vincent (2014)
Tale of Tales (2015)
The Grand Budapest Hotel (2014)
The Homesman (2014)
The Lobster (2015)
The Way Way Back (2013)
The Wolf of Wall Street (2013)
This is England (2006)
Una Giornata Particolare (1977)
Wadjda (2012)
Youth (2015)
Zipper (2015) 

Cuma, Temmuz 14, 2017

Takoz (5)


Kıraat: Metnin yüksek sesle, dinletmek amacıyla okunması. Kıraat etmek, genellikle ders çalışmak, okuyup bitirmek anlamında kullanılır
Derkenar: Haşiye, çıkma, hamiş, kenar notu, küçük açıklama.
Dibace: Eski edebiyatta eserin takdimi, sunuş yazısı, önsöz, sunuş, giriş.
Kötümser Bir İyimserlik: “Şair kafasıyla iyimser ama kalbiyle kötümserse, galiba o zaman kötümser bir iyimserlikten söz edilebilir. Bu çelişme, buruk, dokunaklı ve kahırlı şiirlerin anasıdır.” (Atilla İlhan, Cahit Irgat’ın şiirini niteliyor.)
Ha ha ha: Bir Cemal Süreya dizesi.
Cüz: Kısım, bölüm, fasikül.
Kalem Şuarası: Şiir yazan ama saz çalamayan şairlere denir.
Muaşeret Romanı: Ben bir muaşeret romanı yazıyorum. Çünkü İstanbul’u ilk softasından son levantenine kadar tanırım. Beyoğlu’nda konsolos medeniyetini, Fatih’teki kurunuvustâyı yakından bilirim. (Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul romanını anlatıyor.)
İntinsah: Matbaa öncesinde yazma eserlerin çoğaltılması. Kopyalama müstensih denir.
Kamus: Büyük sözlük.
Sıcak Şair: Turgut Uyar’ın deyişiyle Cahit Külebi.
Sözcü ve Seçici: “Ataç, bir toplumsal sınıfın hem şair seçiciliğini hem şair sözcülüğünü yapan kişiydi.” (Turgut Uyar).
Irmak: “Ülkemin ırmakları dışarı akar / Neden bilmem can havliyle akar.” (Cemal Süreya).
Lâ-edri: Kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen şiirlerin altına yazılan ibare.
Mir-i Kelâm: Söz söyleme ustası.
Musahhih: Düzeltmen.
Müstear: Takma isim, yazar ve şairlerin gerçek isimlerinin dışında kullandıkları imza.
Naşir: Yayıncı, yayınevi sahibi.
Şehrengiz: Bir şehri çevresi, yaşayanları ve tarihiyle anlatan eserlere verilen isim. 

Çarşamba, Temmuz 12, 2017

Hafıza Oyunu


"Kitsch" sözcüğünün genellikle kullanıldığı tarzı pek sevmiyorum. Onları "Gülünecek Komik Şeyler" fikrinden daha fazla ciddiye alıyorum. Doğrusu çocukluğumdan kalma, yıllardan beri görmediğim şeyler hakkında çok fazla düşünüyorum. Son zamanlarda dört  beş yaşlarımdan beri izlemediğim çizgi filmlerin kasetlerini aldım. Onlardan büyülenmiştim ve şu hisse kapılmıştım: "Vay, çok fazla ilgili olduğum şey bu mu?" Hafızam onları gerçekte olduklarından çok daha etkileyici hale getirmişti. 

Daniel Clowes anlatıyor.

Salı, Temmuz 11, 2017

Takoz (4)


Şiir maydanoz değildir: Salah Birsel yorumu.
Cönk: İçinde halk edebiyatından şiir, türkü, mani, fıkra, dua, hutbe türü anonim ürünlerinden yer aldığı meşin kaplı, ciltli defter mecmua. 
Süleyman Efendi: Orhan Veli’nin ünlü dizesi nedeniyle edebiyat çevrelerinde yıllardır konuşulan ünlü şiir oyuncusu.
Bak: "İsteyen denize isteyen kendine baksın." (Süreyya Berfe).
Ürperme: “Türkçenin ortasında geniş bir sevgi ve şefkat ürpermesidir. Reşat Nuri.” (Tanpınar).
Öğretmenler ve memurların romancısı: Mehmet Kaplan’ın Reşat Nuri Güntekin nitelemesi.
Bir nevi maskara Don Kişot: Halide Edip’in tanımlamasıyla Şıpsevdi’nin kahramanı Meftun.
Mazi: "Mazi lezizdir, ona geçen zaman ile bozulmadığı için itimad eder, onu solmadığı için severiz." (Abdülhak Şinasi Hisar).
Garip: “Vezinle kafiyeye, edebi sanatlara, burjuvaziye, eskilere, duygusallığa, şairaneliğe hayır!” manifestosu. 
Külliyat: Bir yazarın bütün eserlerini içeren dizi.
Anakronizm: Ne zaman yaşandığı belli olan bir kişiliği ya da olayı, başka bir dönemde geçmiş ya da yaşanmış gibi gösterme.
Zümrüdüanka: Simurg, Kaf Dağı’nda yaşayan mitolojik kuş.
Basmakalıp: Harcıâlem, klişe, sıradan, iptizal.
Fayda: "Ben güzele güzel demem / Güzel faydalı olmalı / Güzel dediğin işe yaramalı." (Eyüboğlu). Dizelerindeki 1950’lerin hemen başında şaire yönelik eleştirel biçimde tartışılmıştır.
Bahname: Osmanlı’da erotik edebiyatı ve cinsellikle ilgili malumat içeren kitaplara verilen isim.
Cem: Şarabı bulduğu için hazzın ve eğlencenin simgesi olan hayali kişilik.
Ceride: Gazete.
Ağız: “Kahramanlardan birini alıp onun ağzından anlatmayı daha kolay bulurum.” (Reşat Nuri).

Pazartesi, Temmuz 10, 2017

Muhalefet Defteri Çıktı



Uğultular


Bir rüyadan arta kalanlar, derinlerden, ta çocukluktan çınlayan hatıralar. Garip, güzel, korkunç… İstanbul’dan Antakya’ya uzanan, ormanda biten bir yolculuk. Neyi konuşsa hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilen erkekler.
Gönül Kıvılcım; Kader’in, Dolunay’ın, Melek’in ve ormandaki diğerlerinin hikâyesini anlatıyor… Tarihi olmayan zamanın, kadınların… 
Uğultular, hepsi görünen ve hiçbiri anlatılmayan küçük ve büyük sırların romanı. Neden peşinden gideriz geçmişimizin? Ejderha uyanır diye korkar mıyız?

Cumartesi, Temmuz 08, 2017

Her Şey Dahil


Birbirine dolanan arzular, hiç durmadan yağan yağmur gibi bizi kıstıran yorgunluklar, zamanın insafsızlığı, eksikliğin sıkıntısı, hayatın yeknesaklığı ve benzersiz coşkusu. 

Kerem Aslan, yarı karanlıkta bir zamanı anlatıyor, eve sığınan, evi bulan ve özleyen ince bir hüznü.

Her Şey Dahil, uyumsuzluk öyküleri, bulanık, perdesiz ve yanı başımızda.

Cuma, Temmuz 07, 2017

Galip ve Pı'ya Mektuplar


Pı’ya mektupların esası, bütün sözlüklerin en yıpranmış sözcüğü: aşk. Ümitsizlikten, terkedilmişlikten ölüyor her sahneye çıkan. Hiçbir kahkaha çınlamıyor karelerde. Berduşun soğuk elleri, hem "ibnenin" hem kaldırımın sesi; küçük kızlar gibi titreyen, karanlığa hissedar öyküler. Bitimsiz intikam hayattan. Şiddet yüzlü adamlar, karaağaçlar, arka sokaklar, uzak diyarlar, uzaylılar. Faust en meraklı okuyucu, Pı terkeden; Galip, çizmeye keş. 

Perşembe, Temmuz 06, 2017

Takoz (3)


Cep Kitabı: Chapbook, cep boyunda ucuz kitaplara verilen isim.
Üçüncü Hamur: Kısa ömürlü, düşük maliyetli kâğıt türü.
Kebikeç: Kitapları haşereden koruyan meleğin adı.
Küçük Adam Edebiyatı: Türkçe edebiyat eleştirisinde sıradan insanları, sokaktaki adamı anlatan roman ve öyküler için kullanılan niteleme.
Mısra haysiyetimdir: Yahya Kemal’in şiir sloganı.
Dübeyt: İki beyit anlamında, rubai için kullanılır.
Poetika: Aristoteles’in şiirle ilgili düşüncelerini içeren kitabının adı. Şiir üstüne düşünce ve teorilerin bütünü.
Cicili Bicili Boyacı Sandığı: Cahit Irgat’ın Yahya Kemal şiirine yönelik döneminde çok tartışılan nitelemesi.
Nevrozum: İlhan Berk’in İstanbul tarifi.
Hasaset: Edeb dışını edebiyatta kullanma, asalet karşıtı.
Düzd-i Sühan: Söz hırsızı.
İstidrak: Över gibi görünerek eleştirmek. 

Salı, Temmuz 04, 2017

Takoz (2)



Çağlar: Ece Ayhan’ın çalışmalarında kullanmadığı soyadı.
Galat-ı Meşhur: Yaygın yanlış.
Sanat şahsi ve muhteremdir: Fecr-i Ati’nin sloganı.
Nevzat Çorum: Yusuf Atılgan’ın mahlası.
Nisuaz: İstiklal Caddesi’nde, edebiyatçıların uğrak yeri olan pastane.
Şeyh-ül Muharririn: Yazarların şeyhi, ustası anlamında kullanılarak Burhan Felek için söylenmiştir.
Serin Esen: Halide Edip’in Akile Hanım Sokağı romanında idealize ettiği modern kadın karakter.
Kınar Hanım: Ermeni asıllı tiyatrocu. Ece Ayhan’ın Kınar Hanım’ın Denizleri kitabına, şiirine ilham olmuştur.
İki Çizgi: Memet Fuat’a göre Türk şiiri iki çizgide gelişti. Birincisi Nedim-Yahya Kemal-Nâzım Hikmet-Orhan Veli. İkincisi Şeyh Galip-Haşim-Necip Fazıl-Dağlarca.
Açlık Grevi: Nâzım’ın haksız yere hapiste tutulmasını protesto etmek için başlattığı açlık grevi. Eyleme destek olmak için Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday da açlık grevine başlamıştır (1950).
Tasfiye Lazım: 1940 yılında Gavsi Ozansoy’un aynı isimli yazısıyla başlayan eski şiire yönelik eleştirel gençlik hareketi.
Bibliyofobi: Kitaptan hoşlanmama, kitap sevmezlik.
Bibliyofil: Kitap tutkunu.
Kitaptanır: Bibliyognost, kitapları iyi bilen, bilgisi olan.
Kitap Düşmanı: Bibliyoklast, kitapları yok eden kişi.
Tezhip: Yazmalarda sayfanın yaldız ve boya ile bezenmesi.
Vassal: Bozulmuş ve yıpranmış yazmaları yenileyerek onaran sanatçı.
Dar-ül Kütüp: Kitaplık.
Hafız-ı Kütüp: Kütüphaneci, kitap koruyucusu.

Pazartesi, Temmuz 03, 2017

Yanı başımızdaki Çizgi Roman


Sadece bizde değil, çizgi romanın endüstri olduğu ülkelerde bile olabiliyor, grafik romanla ilgili yanlış bir algı var. Sanılıyor ki, başlayıp biten bir serüveni anlatan her tek çizgi roman eseri grafik romandır. İlgisi yok; baskı niteliği, sunum, hacim veya başlayıp bitmesiyle açıklanamaz grafik roman. Her şeyi başaran muktedir bir kahramanın hikayesi, örneğin Batman veya Örümcek Adam, grafik roman olamazlar. Özel bir albümlerinin olması, ayrıksı bir macera yaşamaları onları grafik roman yapmaz. Yıllar önce, anaakım çizgi roman içinde yayımlanmış öncü nitelikli bir seriyal senaryosu veya serüveni, örneğin Frank Miller’ın yazdığı bir Batman, çığır açmış, grafik roman türünün gelişimine katkıda bulunmuş, piyasadaki kabulünü kolaylaştırmış olabilir, bugünse durum epeyce farklı. Denebilir ki, dünya kadar albüm ve kitap üstünde neden grafik roman ibaresi yer alıyor? Yapılana ticari bir kurnazlık demek zorundayız. Grafik romanlar merak uyandırdığı için vara yoğa grafik roman etiketi konabiliyor. Amerika’daki marketlerde pelerinli olmayan her Avrupalı çizgi roman bu isimle nitelenebiliyor. Eskiden Japon çizgi romanları aynı kaderi yaşıyordu. Grafik romanı çizgi romandan ayıran en temel farklılık, hikayelerin niteliğiyle ilgilidir. Yaşlanan, ölen, başarısızlıklar yaşayan, çizgi romana göre yavaş akan hikayelerin sıradan nitelikli karakterlerini anlatıyor grafik romanlar.

Antonio Altarriba-Kim (Joaquim Aubert) ikilisinin Kırık Kanat’ı bir grafik roman. Türkçede 2011 yılında yayımlanan Uçma Sanatı’nın bir tür devamı. Albümün yazarı Altarriba’nın babasının sonu intiharla biten yaşam öyküsüydü Uçma Sanatı. Grafik romanların ortak özelliklerinden biri (oto)biyografik nitelikler taşıması, yazar ve çizerlerin, ekseriyetle, kendi hayatlarına, yakın çevrelerine ve ailelerine, özellikle ebeveynlerinden birinin yaşam öyküsünde odaklanmalarıdır. Uçma Sanatı’nda bu eğilime uyarak, bir büyüme ve yaşlanma hikayesi anlatılmıştı. Altarriba, aynı mantıkla, arka planda 20. yüzyıl İspanya siyasi tarihini kullanarak bu kez annesini “konuşmak” istemiş. Albümün sonsözünde yazdıklarına göre bir kadın okurunun “peki ya anneniz?” sorusuyla başladığını söylüyor Kırık Kanat’a. Soru, babanızı bu kadar anlatırken anneniz neredeydi, neden onu anlatmadınız demek istiyor, yazara bunu hissettirmiş. Kırık Kanat, bu yüzden de bir grafik roman. Çizgi roman üreticilerine bu tip sorular sorulmaz çünkü. Okurlarının ve üreticilerinin böylesi bir sıkıntısı yoktur. Erkek kahramanın mücadelesini izleriz ve/veya erkeksi-erotik bir kadın kahramanın “pataküte”sini okuruz. Tıpkı erkek kahramanlar gibi onlar da yenilmez ve muktedirlerdir, kötüleri birer ikişer tepelerler. Altarriba’yı rahatsız eden ve hikayeyi başka türlü anlatmaya zorlayan politik bir doğruculuk içeriyor kadın okurun sorusu. Brecht’in “Okuyan Bir İşçinin Soruları”nda geçer: “Nereye gittiler Çin Duvarı bittiği gece/ Duvarcılar? Yüce Roma’da/ Geçilmez zafer anıtından. Kim dikti bunları? Kimleri yenerek? (…) Sezar, Galyalıları yendi/ Bir aşçı da mı yoktu yanında?” Tarih kitapları nasıl zaferler kazanan kralları yazıyorsa çizgi romanlar da yenilmez kahramanları anlatıyor. Grafik romanlarsa sıradan insanları, kenarda kalanları, büyük değil küçük hikayeleri, zaferleri değil hayal kırıklıklarını.

Kırık Kanat, bu ayrımın farkında olarak anlatılmış, hikayenin dört bölümü annenin yakınındaki birer erkeğe ayrılmış: Petra’nın babası, patronu, kocası ve ömrünün son günlerindeki “sevgilisi.” Kadının itibarsızlığını, ikincilliğini gösteren özellikli bir seçim… Doğru ayrımlar, doğru çıkarımlar yapılmış. Anlatılanlar, ister kronolojik olsun ister bir duyguya yoğunlaşsın, iyi bir hikayenin odağında insanlar, dönüştürücü olaylar ve fikirler olmak zorundadır. Bunu yaparken karakterinizi tanımlar, arzularını ve dertlerini açıklar, psikolojik eşiklerini gösterir ve yorumlarsınız. Petra, erkekler dünyasında temkinli adımlar atan, niyetini saklayan, soğukkanlı, mesafeli, tedbirli biri. Öyle ki kolundaki çolaklığı kimselere hissettirmeden ömrünü sürdürebiliyor, en yakınları dahi onun bu durumunun farkına var(a)mıyorlar. Altarriba, annesini anlatırken maddi olmayan ve maddi izlerin peşinden gitmiş. İlki, haliyle elle tutulur şeyler değil; kurumlar, gelenekler, inançlar ve itikatlar içeriyor. Petra, doğarken annesi ölmüş, babası çok sevdiği karısının ölümünden sorumlu tutarak onu öldürmek istemiş, kolundaki çolaklık o teşebbüsün hatırası. Çok küçük yaştan itibaren ev hizmetinde çalışıyor, okula gönderilmiyor, bağnazca koşullandırılıyor erkeklere karşı, üstüne üstlük tecavüze uğruyor, sürekli hezeyanlar yaşayan yatalak bir babaya bakmak zorunda kalıyor vs. Petra, kendini erkeklerden uzaklaştırarak neredeyse aseksüel birine dönüşüyor, saplantılı bir titizliği ve çalışkanlığı var, çalıştığı evi ustalıkla çekip çeviriyor. Ruhunu çalışarak kurtaranlardan, siyasete inanmıyor, fikrini söylemiyor, tarafını göstermiyor ve otorite karşısında her zaman geçiştiriyor, takiyye yapıyor. Altarriba, benzer bir yorumu, maddi izleri anlatırken, İspanya’nın tarihi ve faşizan siyasi iklimi için de kullanıyor; asker ve bürokrat yöneticileri, onların yardımcılarını gösteriyor bize. Büyük siyasetin içinde sakınarak yaşamaya çalışan birileri söz konusu olduğunda Petra yalnız değil. Biliyoruz ki, iyi hayat hikayeleri tek bir biyografi içermezler, bir sınıfın ve toplumun tarihini resmedebilir, karmaşık olaylar dizgesini açıklamaya yarayabilirler. Gerçek dediğimiz şey, karmaşık ve çok yönlüdür. Farklı görüşlerin gösterilebilmesi, tarihe ve hayata tek biçimli bakmamızı engellediği için önemlidir. Petra’yı veya çevresindekileri haklı ya da haksız göstermek, tarihi yargılamak gibi bir kaygısı yok hikayenin. Öte yandan bunu hiç yapmıyor demek de mümkün değil. Okura seçme şansı veren iyi hikayelerden Petra’nın biyografisi. 

Kırık Kanat’ın başarısı, her insanın hayatının heyecan verici ve anlatılabilir olduğunu göstermesinde yatıyor. Çizgi roman dilini ve tekniklerini kullanarak, bizi yanıbaşımızda olup bitenlere bakmaya, empati kurmaya, mağdurun dilini anlamaya, hatırlanmayanları hatırlatmaya çağırıyor. Altarriba-Kim ikilisinin ilk albümleri olan Uçma Sanatı da böyleydi; Kırık Kanat, anlamlı bir hikaye, iyi tasarlanmış ve devamlılık taşıyan bir çizgiyi görmek ve okumak imkanı veriyor bize. Grafik romanın ayrıksılığına iyi bir örnek sunuyor üstelik.

Sabit Fikir, Haziran 2017
Related Posts with Thumbnails