Çarşamba, Temmuz 31, 2019

Yeni bir serüven



Blutv ile senarist olarak 2020 yılı sonuna kadar sürecek bir sözleşme imzaladım. Yeni bir serüvene başlıyorum. Aksiyon iyidir. 

Salı, Temmuz 30, 2019

İştah


Çocukken, Ulus'ta bi çaycı abimiz vardı. Kürt'tü, solcuydu, gergindi, lafazandı, her zaman siyaset, elbette devrimci siyaset konuşmak istiyordu. Seksen sonrasıydı, galiba henüz askere gitmemişti, bana çok büyük biri gibi geliyordu. Büyük konuşanları, büyüklenenleri, hep yaşından büyük hatırlarız.

Şey derdi, "İnsan yavşaktır, düğüne gider oynar, cenazeye gider ağlar." Bunu öyle bir söylerdi ki, bana hayatın gerçeğini anlatıyor gibi gelirdi. Sekiz dokuz yaş küçüğüm ondan.

Esnaf dünyası parayla, ticaretle, kandırmayla, kandırılma korkusuyla geçtiği için insana güvenip güvenmemek meselesi hep akıldadır. Borç verirsen geri alamazsın, "paran kadar değerin vardır" vs vs Para kere para filan...

Mesele dedim ya, meselenin esnaflıkla ilgisi olmadığını çook sonra yaşadıkça anladım.

Yirmi yıl önce Amasra'da kalkmak üzere durakta bekleyen bir dolmuşa bindim, biz beklerken bir turist geldi, adres sordu, dolmuştakilere danıştım, onların tarifiyle anlattım. Dolmuşun ücretini sordu, ben de bilmiyorum. Dolmuştakilerin tamamı, sahiden tamamı, üç kuruşluk ücreti, beş on misli söylememi istedi. Hiç beklemiyordum, şaşırıp kalmıştım. Gavurun parası çoktu. Üstelik parayı alacak dolmuşçu dahi yoktu içeride.

Geçen pazar Kapadokya'da ünlü bir mücevherci, bir otobüs dolusu insana, bize şöyle dedi: "Etiketlere bakmayın, onlar turistler için, 50 Euro yazıyorsa, o sizin için 50 lira demektir".

Lira nerde euro nerde? Aradaki farkı düşünün. Gavurun parası var...Tezgah hazır, hep birlikte susalım.

Sorsan herkes merhameti, memleketi, peygamberi seviyor.  Herkes iyi insanları, aileleri, anaları babaları, güzel hikayeleri seviyor.

Zenginleri, hırsızları, arsızları sevmiyor. Vicdanı konuşuyor...

Oynarken ağlıyor, ağlarken oynuyor.

Fotoğraf: Aslı Gönen

Cuma, Temmuz 26, 2019

Kısa bir ara...


Kısa bir ara veriyorum, kısa bir gezi... Tatilsiz geçen senenin içinde minicik bir yolculuk. Pazartesiye kadar falan filan. Bol çizgili, serüvenli, iştahlı bir zaman dilerim okuyanlara... Gününüz güzel geçsin.

Salı, Temmuz 23, 2019

Avrupalı Bir Japon Hikâyesi

Okko, 12 yüzyılda, Ortaçağ Japonya’sında geçen bir aksiyon çizgi romanı. Bir Ronin etrafında gelişen bir hikâye gibi gözükse de Okko, tek kahramanlı ya da kahramanın yapıp eyledikleriyle gelişen bir anlatı değil. Diziye adını vermiş olması veya kapaklarda öne çıkartılmasına rağmen asıl kahraman gibi durmuyor hikâyelerde. Ondan korkup çekiniliyor, gücü ve tekinsizliği bir efsane gibi konuşuluyor ve fakat konuşulduğu kadar eylemliliğin içinde yer almıyor. Serüven geleneğini hatırlatarak söylersem, finalde kötü adamı alteden ve her şeyi sonlandıran çatışmanın jön prömiyeri olmuyor. Okko’nun dışında Nabura adlı gizemli yenilmez bir savaşçı, sarhoş bir din adamı ve hikâyeyi bize anlatan, sonradan keşiş olduğunu öğrendiğimiz genç bir balıkçıdan oluşan bir kahraman kadrosu var anlatının. Hepsinin bir gücü ve etkisi olduğunu düşünürsek, fantezi edebiyatının ve bilgisayar oyunlarının doğrudan etkisini görebiliriz. Okko’nun tek kahraman etkisinin azalmasını da pekâlâ buna bağlamak mümkün. Okko, Hub imzasını kullanan Humbert Chabuel’in (doğ.1969) çalışması. Olgunluk yaşında, 2005 yılında Okko’yu çizmeye başladığını, öncesinde televizyonlarda çalıştığını, reklamcılık yaptığını, video oyunları sektöründe mesai harcadığını biliyoruz. Okko’yu tasarlarken serüven edebiyatını sahiden sevdiğini gösteren ayrıntılar seçmiş.

Ronin İmgesi
Ronin, bilindiği üzere, efendisiz savaşçı (Samuray) anlamına geliyor. Japon tarihinde, derebeyleri yanlarında besleyebilecekleri ölçüde savaşçı tutuyorlar. Savaş olmadığında, kıtlıkla karşılaşıldığında veya gelirleri azaldığında Samurayların bir kısmı serbest bırakılıyor veya masrafları azaltmak adına uzun yolculuklara gönderilebiliyor. Bazen onur kırıcı bir suç, aşikâr bir hata veya ahlaki düşkünlük de samurayların efendisiz kalmalarına neden olabiliyor. Samuray hikâyelerine bakılırsa, dâhil olduğu hiyerarşide yükselemeyeceğini anlayan kimi savaşçılar, efendilerinden izin alarak dışarıya çıkıyor, ün kazanmak için başka türden bir yola giriyor. Bu kısa özet bile sanıyorum, serüven edebiyatının efendisiz savaşçıları, Ronin’leri neden sevdiğini açıklıyor. Otoriteyle bağını koparmış, saygınlığını yitirmiş, gittiği her yerde korku ve endişe yaratan silahlı bir adamı düşünün. Ronin’in kelime anlamının denizdeki dalgalar gibi savrulan insan olduğu söyleniyor. Bir seyyah gibi köyleri gezen, itibar arayan, bulduğuyla yetinen bir avare, aylak ya da kırsalın flaneur’u da denebilir… Üzerinde kıyafet gün be gün epriyen, kılıcından başka değerli bir şeyi kalmayan yoksul(laşan) bir adam aynı zamanda…

Aşina Tiplemeler ve Manga Melezliği
Hub, Ronin’in yanına şövalye hikâyelerinin sarhoş din adamını katmış. İçkiyle din ya da din ile cinsellik arasında tezatlık kurmak, din adamlarını hicvetmek, modern – seküler serüven edebiyatının sevdiği trüklerdendir. Hub, fazlasını yapmış, bunu fantezi edebiyatının büyücüsüne (Merlin) doğru evriltmiş. Miyazaki ile yaygınlaşan çevreci mistisizmine de başvurduğunu hatırlatalım. Noshin, doğanın ruhlarıyla irtibat kuran, onları kullanan alelacayip biri. Doğanın aynı zamanda güzel ve korkutucu, neşeli ve öfkeli olabileceğini gösteriyor. Fantezi edebiyatı, ruhaniliğe saygı göstermeden insan olunamayacağı telkinini verir. Ruhanilik, bir biçimde anlatının merkezindedir. Kimi tapar kimi yokmuşçasına davranarak inananlarla alay eder ama o ruhanilik olağandışı bir aktörmüşçesine hikâyelerin özellikle finalinde belirleyici olur. Büyücü Noshin gibi gizemli devadam Noburo da Japon folkloru kadar şövalye hikâyelerine, örneğin Robin Hood’un Little John’una yapılan bir gönderme. Noburo, zebanileri veya gulyabanileri betimleyen bir Oni maskıyla dolaşıyor. Daha ilk albümde ölmediğini görüyoruz, nasıl olduğuysa bir muamma olarak bırakılıyor, cevaplanmıyor. Hub’un iyi yaptığı en önemli şey anlatısını frankofon çizgi romanı ile manga arasında bir yere çekerek melezleştirmesi. Balonların kullanım biçimi manga tarzını hemen hatırlatıyor. Hikâye anlatıcısı Tikku’nun tipleştirilmesi de bu çerçevede düşünülmüş. Okko’nun Fransa’da epeyce manga yayınlayan Delcourt’tan çıkmasını tesadüf sayamayız. Hikâyelerde de bu melezlik kullanılmış. Türkçede Toprak Devri adıyla yayınlanan ikinci serüveni Japon halk hikâyelerinin tekrara dayanan (bir manastırdan diğerine gidilen, modern anlatılarla kıyaslanırsa sayfalarca-anlamsız biçimde oradan oraya sürüklenen) kurgusunu başarıyla kotarmış. Kişisel olarak önce neden bu denli “uzattığını” anlayamadım sonra fark ettim ki Hub, Japon otantizmini yansıttığını, o döneme özgü lirizmi ve şiddeti resmettiğini göstermek istiyor. Mutlaka enformatik, anlatıcı seyrinin dışına çıkan ve hatta bazen düğümü açıklayan bölümler kullanıyor. Bunlar da belgeselci tutumla ilgili muhtemelen.

Başarılı bir çizgi roman Okko. Hikâyeden çok tiplemeleriyle başarılı ve ayrıksı demek gerekiyor belki de. Her bölümde gözalan, garip bir gerginlik taşıyan birileriyle karşılaşıyorsunuz; seçilmiş, estetize edilmiş folklorik öğelerle haşır neşir oluyorsunuz. Hikâyeden çok bunlar akılda kalıyor. Çok daha fazla şey anlatılacağını ima etmesi, hikâyenin geçtiği zamanın yıllar sonrasından bölümler aktarması bir dünya ve anlatı evreni yaratılmaya çalışıldığını gösteriyor. İyi çizilmiş, iyi renklendirilmiş Avrupalı Japon hikâyesi okumak isterseniz Okko iyi bir seçim.

Birgün Kitap, 2.7.2011

Perşembe, Temmuz 18, 2019

Mutlu Aile Fotoğrafı


Geçen babam verdi bu fotoğrafı, tarasan şunu dedi...Seviyormuş bu resmi, tam toparladığım, tam yoksulluktan yırttığım zamanlardı diye konuştu...Annem, 1974 olmalı, on yıllık evliydik bu resmi çektirdiğimizde dedi...

Kendime baktım, kolumdaki saatim fotoğrafta çıkmadı diye üzüldüğümü hatırladım. Galiba, Ulus'ta, Foto Aile'de çektirmiştik bu resmi...Ciciler giyilmişti filan..Bence 1975 olmalı, sonra okula başlamıştım, yaz ayları, Ağustos ya da Eylül başı...(Abim resme baktığında neyi hatırlar kim bilir?)

Bu resimler olmasa o kadar çocuk olduğumu hatırlamıyorum aslında, bölük pörçük anılar var sadece...

Fotoğraf çekilecek önemli, üstünü kirletme sakın, önemli... Kolda sünnet saati olmalı, önemli...Mutluyuz, mutlu olduğumuzu hatırlayalım, önemli...

Fotoğraflar hatırlamımızı sağlıyor, çekim anını önemli kılıyor, başkalaştırıyor, rutin dışına çıkarıyor, hafıza için belirginleştiriyordu... Öyleydi, kesin bir ifadeyle çook önemliydi, şimdi değil mi?

Selfie çağındayız, her şeyin resmini çeken, her anını paylaşan insanlar var artık...Fotoğraf nadide değil, pahalı değil, biricik değil, birilerinin tekelinde değil...

Fotoğrafçılık öldü, stüdyo fotoğrafı diye bir şeyi çocuklar anlamayacaklar, resimdeki tişörtlerin az bulunduğunu, kol saatinin fiyakasını filan kavramayacaklar...

Başka bir hayat, başka bir nostalji, başka bir teşhir istifi var artık...

Bugün önemli olan şeyler, yarın nasıl algılanacak bilmiyoruz...Mutlu Aile Fotoğrafları, Feysbukta yaşıyor..

Albümler, defterler açılınca değil beğen butonuna tıklayınca yaşayan fotoğraflarımız var artık...

Salı, Temmuz 16, 2019

Son Okuduklarım 30


Tabucchi, Düşler Düşü'nde pek çok sanatçının "görebileceği" rüyaları anlatmış, güzel "uydurmuş". Rüyaların garip temposunu, illiyetsiz gibi gözüken marazi değişkenliğini ustaca resmetmiş. Edebi olarak muammayı ve muğlaklığı sevdiği için güzel evirip çevirmiş. Boksör, Kleist'in dilimize çevrilen yeni grafik romanı. Nazilerin toplama kamplarından kurtulmayı başaran bir Yahudi boksörün hikayesi de diyebilirdim. Takıntılı, sert mizaçlı, sporculuktan çok kavgacılığıyla bilinen ters birisi Hertzko Haft. Almanları eğlendirmek için maçlara çıkarılıyor. Yaşamak için dövüşüyor, kazandıkça iltimas geçilerek kayırılıyor, hayatta kalması kolaylaşıyor. O karmaşadan sağ çıkması bile dikkat çekici bir hikaye zaten. Kleist, bu hikayeye, Haft'ın marazi karakterine uygun bir aşk ve saplantı unsuru da katmış. Haft, sevdiği ve evlenmeye hazırlandığı genç kadını, kampa götürülünce kaybediyor ve ta Amerika'ya kadar peşinden gidip, ismini sayıklıyor, izini kovalıyor. O sert ve zalim boksörün "yumuşak karnı" sahiden doğru mu bilinmez ama motif olarak tahkiyeyi güçlendirmiş. Bildiğin Gibi Değil, Osmanlı, bir popüler tarih kitabı. Kısa bölümler halinde Osmanlı'dan teferruatlar, anekdotlar anlatılıyor. Gazetelerde, dergilerde hafta sonu ilavelerinde olurdu böyle şeyler. Tarih magazini hep ilgi çeker. Kitabın farkı "eleştirel" olması, "sağcı" konuşmaması. Kolay okunuyor. İç tasarımı pek olmamış, demeden edemeyeceğim. Ten, Organları Sarıp Sarmalayan Elastik Kılıftır, Bjorn Rasmussen kendi janrında hatırı sayılır bir ilgi gören romanı. Kısa ama kolay okunur bir metin değil. Anlatıcı değişiyor. Okuru rahatsız etmek istiyor. Metaforlar kullanıyor, şiirimsi duruyor filan. Ne anlatıyor sorusunun cevabını vermek zor. Bana kalırsa cinsiyet tartışması yapıyor.


Yaratıcı Tür gibi kitapları okumamın sebebi galiba erkek kardeşim, Abim. Çok küçük yaştan beri, (sanırım o tür dergileri halen takip ediyor) Bilim ve Teknik okurdu... Edebiyat ve serüvenle ilgili bir çocuk olduğum için o tür dergilerde okuyacak pek az şey bulurdum. Yıllar içinde anladım ki okuduğum şeyler insan türünün dünyayı değiştirme güdüsüyle ilgili olanlardı. Yaratıcı Tür de "fikirler dünyayı nasıl yeniden yaratıyor?" sorusu etrafında gelişen bir metin. Bu tür kitaplar, iyi yazılırsa, uygarlık tarihi içinde gezinen akıllı bir "deneme" ve "yorum" okumuş oluyorsunuz. Mikro örneklerini Newsweek yapardı. Spekülatif ve abartılı yönleri olmuyor değil ama zihin de açıyor. Altın Çocuk, Göksel Arsoy'un hatıraları. Epey dedikodu var, o tarafı ilginç. İnsanlar kırılır ve incinir diyerek mesafeli yazılmış. "Hatasız bir oyuncu" profili var, o fasılsa sıkıcı. Türkiye'de biyografi yazmak çok zor derim hep. Bunu sadece hatırat okuyarak dahi anlayabiliyorsunuz. Kimsenin zaafı yok çünkü. Burun, Gogol'un ünlü hikayesinin yeniden yazımı. Sevdiğim bir seri bu. O hikayeyi ve yazarı bir kez daha anlatmak  pek parlak fikir değil gibi gözükebilir, ister istemez uyarlıyor ve başkalaştırıyorsunuz. Yazar ve dönemi, dipnot olabilecek ayrıntıları belirginleştiriyor ve "uzatıyorsunuz", "kısaltıyorsunuz". Burun'u Camilleri anlatmış. Kişisel olarak metnin başında gösterdiği anlatma iştahını sonradan kaybetmiş diyelim... Philip K.Dick, A Comic Biography adından da anlaşılacağı üzere yazarın hayatını anlatan bir çizgi roman. Doğrusu, epeyce sası, önce çizgiler bana bunu hissettirdi diye düşünmüştüm, sadece o değilmiş, coşkusu yok, heyecansız olmuş...

Cuma, Temmuz 12, 2019

Suya Giren Bebeler






Ne yaparsanız yapın, tasarladığınız her neyse onun dışında bir şeye dönüşüyorsunuz. Ankara'da deniz yok ya, deniz dediğin medeniyet ya, Çiftlik'te havuzlar yapılmış, yukarıdaki resim Marmara Denizi biçiminde yapılan Marmara Havuzuna ait...

Sayfiye havuzu...Güneş tepeye çıkınca, hava katlanılmaz olunca "vatandaşların" gidelim dediği yer...

Bu havuza herkesin girmesine izin verilmiyor, bürokratlar aileleriyle geliyorlar, yüzme yarışmaları, havuz balesi vs yapılıyor. Havuzun içinde kayıklar var, Denizci erler, bu kayıklarla ziyaretçileri dolaştırıyorlar. 

Geçen yüzyıldan, otuzlu yıllardan söz ediyorum.

Herkes giremiyor dedim ama yasak dediğimiz ne ki, illa ki delinecek...

Tarlada çalışan ameleler, çevre köylerden gelenler, uzaktan seyredip iştahlananlar, kaçamak yapıyor, herkes gittikten sonra çimmeye, yüzmeye, serinlemeye havuza atıyorlarmış kendilerini işte...

Gizli saklı, kaçak, habersiz, kaçmaya hazır... Biri, "lan" diyecek, çıkın havuzdan...

Elbiselerini çıkarıp donlarıyla girmişler suya...Kavruklar, bir deri bir kemikler...

Güneş tepede, sandalda bayrak dalgalanıyor.

Çarşamba, Temmuz 10, 2019

Pıt Pıt Sözlüğü (25)


İstidrak: Över gibi görünerek eleştirmek.

Eve giren hayat: Suad her gün bu güneşle beraber uyanıyor, sıçrayıp camları açıyordu. O zaman içeri sabah, hayat, sevinç, hele gençlik bütün bunlar, her şey, sade bu güneşle, sade denizin sesleriyle odalarına, kalplerine hücum ediyordu, insanı gelip böyle koklayarak ısıtan, denizin körpeliği ile serin bir sıcaklık veren güneşle yıkanıyorlardı...(Mehmet Rauf, Eylül).

Mahlas Beyti: Şairin mahlasının geçtiği beyit.

Umut: Bir memleketin yoksullarının birbirini değil, onları yoksul ve bileylenmiş kılan düzeni dişlemeleri nasıl sağlanır? Bir ülke, bütün bunları yapacak güce sahip olduğuna nasıl inandırılır? Bir halk nasıl ikna edilebilir hayatı değiştirebileceğine ve her şeyin çok güzel olacağına? (Ece Temelkuran Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita).

Külliyat: Bir yazarın bütün eserlerini içeren dizi.

Zümrüdüanka: Simurg, Kaf Dağı’nda yaşayan mitolojik kuş.

Pazar, Temmuz 07, 2019

Çizgi romandan grafik romana...


Çocukluğumda ('70'li, '80'li yıllar), çizgi roman okumak ayıplanan bir şeydi. Aileler, öğretmenler uzak durmamızı isterlerdi, bu "zararlı içerik”ten. Çoğunlukla gizli kapaklı takip ettiğimiz yayınlardı çizgi romanlar. Bugün, daha farklı bir atmosferden söz etmek mümkün sanırım. Gerek çizgi roman gerek grafik roman, okuruyla daha rahat buluşuyor. Bir anlamda "zararlı" olmaktan, "okunabilir" olmaya uzanan bir yolculuk oldu bu... Siz nasıl değerlendiriyorsunuz Türkiye'de çizgi romanın yolculuğunu? İçerik, okur kitlesi, yayın kalitesi, tema çeşitliliği gibi kıstaslardan bakarak dönemlere ayırmak mümkün mü bu süreci? Bir de grafik roman nerede dahil oldu meseleye?

Popüler olan her şey kamuoyunda ve siyasi iktidar nezdinde tedirginlik yaratır. Çizgi romanın çok sattığı, popüler olduğu, çocukların çizgi romanların asıl okuru olduğu zamanlara bakarken popülerlikle ve kontrol dışına çıkan şeylerle ilgili gerginliği hesap etmemiz gerekiyor. Türkiye’de çizgi roman aşağı yukarı elli yıl boyunca sadece pedagogları değil entelektüelleri de endişelendirmişti. Çizgi romanlardaki mesajın şırınga gibi çocuklara ve okurlara zerkedildiğine inanılıyordu. Hani bu mesaj nasıl anlaşılıyor veya çizgi romanın okuru olan çocuk nasıl bir çocuk sorusu akla getirilmiyordu. Bunun üstüne Ortodoks Marksizm eleştirileri de eklendi. Bugün daha farklı bir atmosfer var tespitini yapıyorsak, bu çizgi romanın artık çok satmamasıyla da ilgili. Eskisi gibi rağbet görmüyor, hayat değişti, dergicilik can çekişiyor vs. Çizgi romanlar artık çocuklara değil yetişkinlere ve özellikle kitap okuruna hitap ediyorlar. Bütün bunlara çizgi roman üreticilerinin endüstriyel kodların dışına çıkmaz arzularını, sanat ve estetikle ilgili kişisel isyanlarını ekleyelim. Eskiden de ayrıksı ve ortalamanın üzerinde işler ve denemeler vardı ama akacak mecra bulamıyorlardı. Şimdi buluyorlar. Geçmişte piyasa dergilerle şekilleniyordu ve kitapçılarda kendine yer bulamıyordu, daha çocuksuydu ve serüven ağırlıklıydı. Bugün dergiler yok, albümler ve nitelikli basılan, dikkatle hazırlanan kitaplar var. Geçmişle kıyaslarsak çok daha zengin bir yayın çeşitliliği olduğunu söylemek gerekiyor.

Çizgi roman ve grafik roman arasındaki farklılıklardan söz etmenizi istesek? Nedir iki türü ayrı kılan?
Temel farklılık anlattıkları hikâyeyle ilgili. Yaşlanabilen, yenilebilen, ölebilen kahramanları olur grafik romanların. Batman veya Ken Parker’ın ayrıksı bir macera yaşaması onu grafik roman yapmaz. Ayrıksı serüvenler yaşayan bir seriyal yapar. Biz orada, her ne anlatılırsa anlatılsın muktedir, her şeye gücü yeten bir kahramanı takip ederiz. O yayını kahramanı için satın alırız. Yazarı çizeri o kitabı kendi imkânlarıyla yayınlıyor diye, küçük bir yayınevi çıkarıyor veya tek albümde bitiyor diye bir kitap grafik roman olamaz. Çoksatar kitap olmak, bir mantığı gerektirir, içeriği ta baştan belirler, satar ya da satmaz o ayrı bir şey. Grafik romanlar bu bakımdan bir tepkidir ve zaten o refleks, edebi bir dilin taşıyıcısı olmayı gerektirir. Çok satarlıkla, çizgi romana özgü düalizmlerle veya kahraman özdeşleşmesiyle mesafelidirler.

Geçmişe göre olumlu yönde bir gelişme olsa da konu resimli kitaplar, çizgi romanlar, karikatürler olunca hâlâ küçümseyici bir tavır gösteren okur sayısı az değil. Bu türlerin ürünlerine, önemsiz ya da çocuklara has şeylermiş gibi davranıyor pek çokları. Burada çarpık bir “entelektüel okur” olma çabasından söz edebilir miyiz? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz, okurun çizgiyle sınavını?
Bu konuda yapacak pek fazla bir şey yok. İnsanlar bir şeyi güzel bulurken, bu tespiti yaparken mutlaka bir başka şeyi küçümsemek istiyorlar. Bunu yaparak o güzelliği seçen kendilerine kıymet vermiş oluyorlar. Sadece çizgi romanla ilgili değil, edebiyat okuru da bunu yapıyor, şu yazarın sadece iyi olması okura yetmiyor, diğer yazarlara beş basması gerekiyor. Dikkatle ne diyor diye bakınca şunu görüyorsunuz. Benim sevdiğim sanatken, benim sevdiğim edebiyatken benim sevmediklerim yani diğerleri çöp, palavra ve aptallık demek istiyorlar. Herkes bu yargılardan etkileniyor, sosyal medyanın etkileri de var bu dilin içinde. Herkes bağırarak konuşuyor, bağırmak da kavga etmek demek… Başka türlü fark edilmediklerinin farkında insanlar…

Genel edebiyat okurundan ayrı bir çizgi roman/grafik roman okur tipinden (belki de ayrı ayrı iki tipten) söz edebilir miyiz? Okurun türlerle ilişkilenişi nasıl?
Sadece bizde değil her yerde bir değişim oldu. Okurun yaş ortalaması yükseldi. Çizgi romanların edebi niteliği değiştikçe, gördüğü entelektüel ilgiye bağlı olarak yeni okurlarla tanıştı. Geleneksel çizgi roman okuru erkeklerdir, serüven anlatılarını takip ederler. Son otuz yılda mangalar (Japon çizgi romanı) genç kadın okur getirdi, grafik roman da edebiyatseverlerin ilgisini çekti. Geçmişle karşılaştırdığımızda bu kadar kadın okur yoktu ve edebiyat okuru tür olarak çizgi romanla ilgilenmezdi. Bugüne gelirsek, benim çizgi romana başladığım yaşlarda olan bir çizgi roman okurundan söz edebilmek mümkün değil. En genç okur 13-14 yaşında olabilir. Onlar da Hollywood’la evrilen bir okur kitlesi…

Grafik romanlarınızın okurlarını göz önünde bulundurduğunuzda, genç okurun ilgisini ve eserlerinizle kurdukları bağı nasıl değerlendirirsiniz? Buradan hareketle, çocuk ve gençlerin, söz konusu türlerle etkileşimi üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Anlattığım hikayelerin niteliğinden dolayı farklı bir okurum olsun istiyordum. Altı yıl önce pek grafik roman yayımlanmıyordu ve doğrusu, benim grafik roman diye bir şey uydurduğumu sanan üreticiler, koleksiyoncular ve okurlar dahi oldu. Dünyada ne olup bitiyor pek ilgilenmeyen bir toplumuz, çizgi roman dünyamız bundan azade değil.  Çizgi roman satışlarını, yıllara bağlı olarak değişen okur ilgilerini takip etmeye çalışırım. Grafik romanın bizde de karşılık bulacağını ve türün günbegün çoğalacağını tahmin ediyordum. Çizgi roman daha çok nostaljiyle konuşuluyor, grafik romansa sanata ve edebiyata yakın durarak yarına da kalacak işler çıkartıyor. Okurla etkileşim meselesiyse biraz karışık, bir şeyi bugün anlatıyorsanız aslında aktüeli anlatırsınız ama ürettiklerinizle geleceğe de kalmalısınız. Hikâye, film, roman ya da çizgili bir anlatı hiç fark etmez, konuşulmazsa yaşayamaz. Etkileşim, piyasa arzıyla da oluşabilir. Amerikan süper kahramanları çizgi romanları bizde pek satmazdı. Sinema ve oyuncaklar öyle bir değiştirdi ki… şimdi çok satıyorlar. Çünkü tüm dünyada çok konuşuluyorlar.

Resimli kitap, grafik roman, çizgi roman gibi çizgiye dayalı eserlerin, çocuk ve gençlerin okuma deneyimlerine ne tür katkılarından söz edebiliriz?
Çizgi romanlar bu konuda bir servis aracı gibi görülürler. Yani çocuğun daha yüksek sanata veya okuma alışkanlığına ulaşabilmesi için kullanılan bir araçtır çizgi roman. Tabii ki böyle bir şey yok. Kendine özgü bir anlatım aracıdır ve böyle bir pedagojik sorumluluğu olamaz. Okumayı çizgi romanlardan öğrendim diyen çok insan duydum ama bu ölçülebilir bir şey değil. Çocuksanız, size dokunan şeylerle ilgileniyorsunuz. Okumayı sürdürürseniz, keşfediyorsunuz ve okuma çeşitliliğiniz ister istemez genişliyor. Çizgi roman okumayı hiç bırakmamış biri olarak söylüyorum, çizgi romanlar sayesinde daha iyi bir okur oldum diyemem ama bana hız kazandırmış olabilir. Pek akla gelmiyor ama okumak bir eğlencedir de ve ben çocukken kimi çizgi romanlar bana çok eğlenceli geliyordu. Dokunmak dediğim bu.

Son yıllarda gerek çeviri gerek Türkçe yayımlanan grafik roman / çizgi roman sayısında bir yükseliş var. Türkçe yazılmış/çizilmiş eserlerin çoğalmasında, mizah dergilerinin (popüler kültür dergilerinin de) etkisinden bahsedebilir miyiz? Bu yükseliş devam edecek mi sizce? Okurda karşılığını buldu mu süreç?
Ben yükseliş demezdim, çoğalma ve çeşitlilik belki daha doğru… İyi hikâye, okurda karşılığını bulur. Bence, tüm dünyada şu oldu,  yazarları çizerleri, sadece çizgi roman üreterek geçinebiliyordu, şimdi bu, en azından eskisi kadar mümkün değil. Ben karamsar değilim, ne olacak derseniz eğer, tıpkı edebiyatçılar gibi, başka işlerin yanında iş üretecekler artık. Ve bu da onları, sanata ve edebiyata yakınlaştıracak, ticari kaygılardan uzaklaştıracak.


Söyleşi: Safter Korkmaz
İyi Kitap, Haziran 2019.

Cuma, Temmuz 05, 2019

Çizgilere Derkenar 16


Yukarıdaki kare, bizde (ilk olarak Doğan Kardeş dergisinde) Tetikçi adıyla yayınlanan Le Tueur’un Long Feu isimli birinci albümünden. Karede görünen kitaptan söz edeceğim. Orijinal adı Der Kampf mit dem Dämon. Hölderlin – Kleist – Nietzsche olan genellikle Nietzshe adıyla sunulan Zweig kitabının Fransızca baskısı resmedilmiş... Bizde Gürsel Aytaç çevirisiyle ve Kendileriyle Savaşanlar adıyla İş Bankası Yayınlarından çıktı.

Çizgi romanın kahramanı olan kiralık katilin sıkıntı dolu hezeyanlarını izlerken ve tam da intiharın eşiğine geldiği anda görüyoruz kitabı. Başarılı bir gönderme, biliyorsunuz Zweig da dramatik bir biçimde intihar ederek hayatını sonlandırır. Sadece o değil, düzelteyim, Zweig’in kitabında anlatılan isimlerden Hölderlin intiharın eşiğinde sayılarak, hayatının son günlerini gözetim altında geçirir. Bir diğeri olan Kleist intihar eder ve nihayet Nietzsche ise zihinsel yeteneklerini yitirerek ölecektir. Metinlerindeki tutarsızlıkların Sifilis hastalığından kaynaklandığı iddia edilir. Kitap, ister istemez ölümle ve ölmekle ilgili kafa yoran, o kıyılarda gezinen sanatçıları anlatır.


Diabolik Yaz, güzel ve yeni bir hikaye. Nostaljisi de var, muamması da...Yeniliği şurdan, tabii ki, böyle bir hikaye ve kurgu, çizgi roman için farklı ve yeni duracak... Benim kastettiğim, edebiyat için de sinema için yeni durması...  Garip bir yerden başlıyor anlatacaklarına, oğul, babasının öleceğini ta en baştan söylüyor. Elli yıl önceki bir muammayı okuyoruz. Hikaye, hem polisiye  hem de büyüme hikayesi gibi duruyor. Arada kalmışlığı, melezliği başarısının nedeni. Pulp ile soğuk savaşı, gençlerle ebeveynleri, Nazilerle komünistleri, sağcılarla solcuları, aşkla cinselliği, suçla cezayı  iyi "karıştırıyor". Ben finalden çok, gittiği yoldan ve ayrıntılarından hoşlandım. Diabolik abartısında "büyük hikaye" ve "pulp" gözüküp "küçük" ve "edebi" kalabilmek-olabilmek maharet ister. Diabolik Yaz, bunun üstesinden gelmiş.


Perşembe, Temmuz 04, 2019

Anadolu Ağızlarından (30)



Cırtma: Cacık.
Düvlemek: Bağlamak, düğümlemek.
Gıygışık yürümek: Aksayarak yürümek.
Mitil: Yüz geçirilmemiş yorgan.
Minare kırması: Çok uzun boylu insan.
Löklemek: Bir şeyi bolca vermek.
Sınıkçı: Kırık çıkıkçı.
Tüllü: Türlü, çeşitli.
Yaren: Eşcinsel kadın.

Related Posts with Thumbnails