Yüzler, bir sohbet kitabı, iki sanatçı arasında geçen konuşmalar-yazışmalardan oluşuyor. Hatırlamak üstüne ortak geçmişlerine atıfta bulunarak yüzlerden, halk kültüründen, betimleme geleneğinden söz ediyorlar. Dino ve Yaşar Kemal'de abartılı bir sanat övgüsü var ama hoşuma gidiyor.
Her Sommer'in Öyküsü, yazarı Patrick Suskind olsa da, kitabı Sempe resimlediği için aldım. Bir neşesi olduğunu tahmin ederek okumaya başladım. Yanılmamışım, diğer yandan Suskind'in esprili bir tarafı olmakla birlikte (tarz olarak) bunu bile isteye öteleyebiliyordu. O konuda da yanılmamışım. Bir büyüme hikeyesi okuyoruz, bir çocukluk gösterisi ve doğa panoraması... Ve yine Suskind'in münzevi karakterleri diyelim. Vardığı yer itibarıyla ziyadesiyle atıl kalan ayrıntılar mevcut. Bana koyulaşabilirmiş gibi geldi, finali belirginleştirecek olaylar dizgesi tercih edilmemiş...
Cinlere Ayna Tutan Nakkaş, Emel Esin'in Siyah Kalem hakkındaki iki makalesinden oluşuyor. Birini yıllar önce okumuştum, kendi dönemi için ilginç ve ufuk açıcı yorumlar içeriyor. Temelde Nakkaş'ın etkilenmelerini, Bozkır ile İslam minyatürü arasında salınan, Şamanlıkla Kalenderilik arasında gidip gelen tarzının kaynaklarını irdeliyor. Heteredoks İslamın son derece ilginç ve ayrıksı karakteristiğini mesafeli bir dille anlatıyor.
Bilmeceler, Da Vinci'nin kimileri kahırla kimileri sırf güldürmek için çeşitli zamanlarda yazdığı kehanetlerden oluşuyor. Dehşetli bir gelecek tasviri var, okudukça, neden bu kadar öfkeli olduğunu, nasıl bu kadar sık biçimde kıyameti hayal ettiğini düşünüyorsunuz. Bazen ne mizahı ne de karamsarlığı anlaşılıyor . Da Vinci'nin ruh halinin anlaşılmazlığı hep vurgulanır. Kendi adıma mutsuzluğu anlarım, edebidir, romanesktir, sanata da yakışır. Hayal kırıklığı ve öfke de bir hesaplaşma olarak yine anlaşılabilir ama bu kıyamet ürküntüsü hep akılda olduğunu, hep hayatını belirlediğini gösteriyor. Pişmanlık, korku, şaşırtma ve çaresizlikle kendini korkutmaya, bugününü dengelemeye çalıştığı anlaşılıyor. Tuhaf bir ürküntü dengesi belki de...
Gündüz İnsan Gece Hırt, 3.Bölüm... Nasıl oldu hatırlamıyorum, ben serinin üçüncü bölümünü okumamışım ya da okumuşum da hatırlamıyorum, silinmiş aklımdan. İlk iki bölümü İsmail Gülgeç çizmişti, birincisi 39, ikincisi 24 sayfa... Son bölümü çizen Bülent Arabacıoğlu ise 80 sayfa çıkarmış. bu bölümü okuduktan sonra ilk iki kısmı tekrar inceledim. İzlenimim, her şey ilk bölümde bitebilirmiş veya son bölüm hiç üretilmese olurmuş. Süalp, son bölümle hiç ilgilenmemiş hissine de kapıldım, kafiyeli argosu, absürd savrulması yok gibi bir şey çünkü.
Tatavla Hikayeleri, Furkan Nuka Birgün'ün üretimİ, çevremden anladığım kadarıyla takdir edilen bir ilüstratör... Birisi Türk Toppi'si dedi örneğin. Evet andırıyor, dikkatli bir çinisi var, emek verdiğinin fark edilmesini istiyor. Uğraşılmış kareleri var. Ben daha çok hikayeyle, ardışıklıkla, storytelling denebilecek türden hikaye anlatma derdiyle ilgileniyorum. Yoksa iyi bir çizer ve emekçi olduğu aşikar. Üstelik, Tatavla'yı anlatmayı istemek bile muhalif olduğunu gösteriyor. O da olumlu bir farklılık. Diğer yandan hikaye akışını, çizmek kadar umursamadığını düşündürttü bana. İlk hikayede kederli babanın oğlunun balıklar tarafından dibe çekilip kaybolduğunu öğreniyoruz. Tahkiyenin en can alıcı yeri ama çizilmemiş, iki satırla geçiştirilmiş. Bunu önemsememiş. Oysa bütün hikaye o iki satır için anlatılıyor. Üstelik görmüyoruz da "okuyoruz" ve bunu da etkilenecek kadar da okumuyoruz. İlginç buldum bu tercihi.
Modern Uyarıcıları Kullanma Kılavuzu, eskilerin deyişiyle bir broşür. Balzac, Fransızları keyif verici maddelerden uzak durmaya çağırıyor, gayet pedagojik ve milli bir refleksle onları uyarıyor. Bugünden bakıldığında çok sayıda arkaik çıkarımı var, abartıyor, hatta saçmalıyor filan ama... Coşkusu, haklı olduğuna inanan kavgacı dili, halkın çocuk olduğunu iddia eden kibirli bakışı... tek kelimeyle enfes ve romanesk...
Ankara'dan Sahneler ve Kaderin Mahkumları kitabı, alt başlığının açıkladığı gibi tamamı ya da bir bölümü Ankara'da geçen veya adını Ankara'dan alan filmlerin bir dökümü... Bol resimli, albüm havasında veya sahafiye işi... Uğur Kavas, derlemiş toplamış... En ilginç tarafı, ayrı basımı da yapılan kayıp bir filmle ilgili buluntular içermesi. Kaderin Mahkumları, ne ve neyi anlattığını pek bilinmeyen, Ankaralı tiyatrocuların çektiği , sonu ticari başarısızlık olduğu için kolay unutulan bir çalışmaydı. O filme ilişkin fotoğraflar kullanılmış.
Fitzgerald, neyi güzel anlatıyor diye sorulsa, üst orta sınıftan iyi eğitimli gençlerin savruluşunu, gece hayatlarını, sıkıntılarını onun kadar iyi anlatan bir başkası yok derdim.
1 Mayıs, şimdilerde novella dediğimiz uzunca bir öykü. Epeyce dağınık aslında, seyrelmeliymiş, çok şey ve çok karakter anlatmak istemiş... ama her ne olursa olsun, garip ve insanı içine çeken bir enerjisi var... Önsöz ve sonsöz gayet iyi seçilmiş... Belki diyorum, 1919 sonrası Amerikan toplumu ve edebiyatıyla ilgili bir şeyler de düşünülebilirmiş, çok tamamlayıcı olurmuş.
Heykelden Taşa, Saramago'nun başta Nobel konuşması olmak üzere çeşitli önsöz ve otobiyografik nitelikli kitaplarından seçilmiş metinlerden oluşuyor. Nobel kazanan yazarların konuşmalarındaki benzerlikler ilginç aslında. Bir de Saramago'nun bu kadar geç yaşta, bu kadar çok çalışmış olması ilham verici.
Türk Sineması'nda Yeşilçam Aşkları, tipik bir Agah Özgüç kitabı... Bazen çekinik kimi zaman alelacayip bir saldırganlık içinde, ziyadesiyle erkek bir kitap...Eski tarz magazin kitaplarından...
Yapayalnız, kederli bir grafik roman, en güzel tarafı ardışıklığı kullanma mahareti...Görsel devamlılığı dikkatle incelenmeli sanki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder