Perşembe, Kasım 29, 2018

Son Sözler

Korkmayın. / Sonra görüşürüz. / Çok kolay. / Düz mü yürüyeceğim? / Atlasam bi şey olmaz mı? / Ben uçabilirim / Yardımınıza ihtiyacım yok. /Senin için ölebilirim. / Bundan başka hayat var mı / Yaklaşırsanız atlarım. / Korkmuyorum. / Heyooo!! / Teker teker gelin lan! / Bu araba kaç basıyoo?!! / Korkma ben attığımı vururum. /  Suyun fazla derin olmaması önemli değil; asıl iş atlamasını, dalmasını bilmek./  Ben hamileyim. / Oolum beş taş çaldım  ruhun duymadı. / Bana bir daha sulu bira getirirsen fena olur. / Sen bakire değilsin! / Üstümüzdeki uçak ne kadar kocaman di mi? / Kımıldayanı vururum. / Bu sahnede dublöre gerek yok. Ben de yapabilirim. / İçinde kurşun var mı bu silahın? / Telefonda vururum, kırarım diyordun aha işte yüzüm ne yapacan bakalım! / Sevgili hayat artık ayrılmak zorundayız.  / Cinli perili odaymış bunların hepsi palavra şimdi oraya gidip mışıl mışıl uyuyacağım. / Aa manzara ne kadar müthiş arabayı uçuruma doğru biraz yanaştırsana. / Cesedimi çiğnemeniz gerekir. / Hocaysan hocalığını bil be!! oğlum senin yüzünden mezun olamıyor be!! / Biliyorum pahalı bir vazo ama n'apıyım elimden kaydı. / Nöbette nasıl uyursun lan! / Sayın yolcularımız Bolu'daki müessesemize ait dinlenme tesislerine birazdan varmış olacağız. Çaylar şirketten olup on dakikalık mola verilecektir. / Hadi vur vur!! yıkamazsın beni! Şu kaslara baksana koçum istediğin kadat geril! /  Attım bileti kardeşim bela mısın ya! / Ceza kanununda bir eksiklik var şu pencere kenarında duran saksılar tut ki rüzgarla düştü bir adamın kafasına ne olacak o zaman? /  Bırak lan o taşı... / Allahına güvensene oğlum. / Bana bekar olduğunu söylemiştin. /  Bu da pencü se! Severler güzeli genç ise al şu tavlayı hadi mektebine gülüm hadi uza uza.../  Frenler tutmuyor./  Dur kaçma!! / Yapamazsın. / Bırak şimdi atıyorsun. / Ey ruh! Geldiysen içimizden birini öldür hah ha hah! / Hadi canım sen de. / Akıntı var ne demek? İyi bir yüzücü böyle şeylerden çekinmez sen bugün şuradan şuraya yüzemezsen yarın nasıl rekorları kıracaksın! Atla diyorum suya! / Hepinizi seviyorum yaptıklarım için beni affedin. / Ne yaparsın lan? Neye güveniyon? / Çıkıyorum beni ateşinle destekle./ Ya kar lastiğine filan gerek yok abartma başımıza iş açma bin arabaya. /  Dur yahu bu işin şakası olur mu bir dengem bozulacak düşecem aşağı... / Şu köşede duvara dayalı paket ne? / Hapımı içtim mi hatırlayamıyorum.  / Hah ha çok matrak ya demek sen şeytansın ve beni bir hareketinle koz yapacaksın hihi çok iyi ya. / İsiminiz ne demiştiniz? Drak... Drakula di mi? Memnun oldum.
[Doksanlı yılların başında Koloni isimli bir fanzin çıkarmış, bu sözleri orası için yazmıştım. Gençlik hatırası kontenjanından paylaşıyorum.]

Pazartesi, Kasım 26, 2018

Nave te Çiye ve Erol Günaydın


İlginçmiş, belki on yıl önce fotoğraflamışım, eskileri karıştırmayınca unutulup gidiyor. Kütüphanede oburlaşıyorum, bir şeye bakarken bir şey daha filan...Sonra asıl baktığım şey dışındakiler aklımdan çıkıyor.

1962 yılında Milliyet, Karacan adına bir yarışma açmış. Oyuncu Erol Günaydın da katılmış yarışmaya. Bir defa katılmış olması bile bana ilginç geldi. Kürtçe bir başlık kullanmış, o ayrıca ilginç. Yazı, yedek subaylığı sırasında yaşadıklarıyla ilgili. İyimser bir yazı. Karşılaştığı misafirperverliği anlatmış, umut dolu hissiyatını aktarmış.

Memleketin mutlu yılları, yeni bir Türkiye kurulacağına inanılıyor.

Erol Günaydın, yazısını şöyle bitirmiş: "Her bir ak tepenin üstünde bir küçük can bana el sallıyor. Haykırarak söylüyorum onlara, onları unutmayacağımı, tekrar döneceğimi, ben dönmesem bile bir başkasının döneceğini, onlara ışık getireceğini. Dağlarına yolların gideceğini, dağlarını tünellerin deleceğini (...)"

Yol yapmak çok önemli, ışık sadece elektirik değil elbet...O yıllarda Ülkücü Öğretmen denilen yedeksubay öğretmenlerin hatıraları, yorumları gazetelerde mutlaka yer buluyor. Günaydın da yazmış.

Yarım asır geçmiş üzerinden.

Cumartesi, Kasım 17, 2018

Anadolu Ağızlarından Guşlar


Gürleyik (serçe), pıtpıdık (tarlakuşu), efeyik (kumru), evkuşu (güvercin), sakça (karga), hacirrucir (kırlangıç), eloca (çulluk), sabuncu kargası (saksağan), gallanguç (kırlangıç).

Pazartesi, Kasım 12, 2018

Mithat Alam'da Söyleşi


Bu perşembe Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam film Merkezi'nde söyleşim var, denk düşerse artık... Bilginize.

Cumartesi, Kasım 10, 2018

Soluk Kesici Poe Çevirileri


Çeviriden söz edeceğim için baştan belirteyim: çevirmen değilim, yazarlığım yok değil ama kendimi öncelikle meraklı bir okur olarak tanımlamayı tercih ederim. Her meraklı okurun başına geldiği gibi okurken anlamlandıramadığım ifade ve deyişlerle karşılaşıyor, vakit buldukça onların peşinden gidiyorum. Başta çizgi roman olmak üzere fantastik ve ucuz (pulp) anlatılara da meraklıyım. Edgar Allan Poe, bu alanın öncü ve yönlendiricilerinden olduğundan haliyle sevdiğim bir yazardır. Poe uyarlamaları ya da esinlenmeleriyle büyüdüğümü, pek çok hikâyesini hafızadan anlatabildiğimi eklemeliyim. Poe, sadece benim gibi lanetlenmiş türlerin tutkunlarınca değil geniş bir edebiyatsever kesim tarafından sevilir. Tesadüf değildir, Türkçedeki Poe kitaplarında gerçekten önemli isimlere çevirmen olarak rastlayabiliriz. Üstelik Poe çevirileri bizde hayli eski tarihlere dayanmaktadır. Bildiğim kadarıyla Kenan Halet çevirisiyle 1928 tarihli Kızıl Ölümün Maskesi; Müfide Muzaffer çevirisiyle 1931 tarihli Müstatil Sandık; Morg sokağındaki İki Taraflı cinayet adıyla M.Sait çevirisi (1932); İşidilmedik Hikâyeler (1938) adıyla önsözü de olan 11 hikâyeden oluşan Siracettin Hasırcıoğlu çevirisi ve Altın Böcek adıyla Nazım Derso’nun çevirisi ilk önemli çalışmalardır. “The Raven” şiiri Karga adıyla Vasfi Mahir Kocatürk’ün Şaheserler Antolojisi’nde (1934) yer alır. Aynı şiir Kuzgun adıyla Tercüme dergisinin 41-42.sayılarında Ahmet Bağışgil tarafından çevrilmiştir. Annabel Lee’yi ilk çeviren de yine bildiğim kadarıyla Melih Cevdet’tir (Tercüme Dergisi, 34-36). Poe, nasıl bu denli popüler olmuştur, neden bu kadar çok çevrilmiştir sorularının sanıyorum tam bir cevabı yok. Sürükleyiciliği, tek etki üstüne odaklanması, sürpriz finalleri vs. olabilir. Belki yazdıklarının dergi ve gazete ölçülerine, sayfa doldurmaya da uygun olması da bir neden olabilir. Poe, sadece kitap olarak değil, basında da epey kullanılmıştır. 

Bir okur olarak bu denli çok Poe ile karşılaşınca ya görmezden geliyorsunuz, çünkü daha önce okumuş oluyorsunuz ya da benim gibi “yine anlaşılmaz bir cümle mi var?” diye hayıflanarak göz gezdiriyorsunuz. Poe çevirilerinin yanlış ve “kötü” olduğunu düşünüyorum. Kibir ve müşkülpesentlikle yazmadığımı örneklerle açıklayacağım. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan, Hasan Fehmi Nemli’nin yaptığı tam çeviriyi (Dost Kitabevi Yayınları, 2009) istisna tutarak piyasadaki Poe çevirilerinin vahim hatalar içerdiğini göstermeye çalışacağım. Nemli’nin çevirisi umarım hak ettiği itibarı görür, en azından akademide, filoloji bölümlerinde temel alınır. 

Tomris Uyar’ın Kızıl Ölümün Maskesi (Nisan Yayınları, 1994) çevirisiyle başlayacağım. Okurken bana tuhaf gelen, sonradan İngilizcesine bakarak bu tuhaflığın nedenini çözebildiğim üç örnek: ilkinde şöyle deniyor, “senin zina böceği eğer buna benziyorsa, dünyanın en garip zinasıdır herhalde. Bu ipucundan (hint) yola çıkarak bir lokma büyü de katabiliriz işin içine (s.49)”. Neden ipucu denmiş, özgün metne bakılınca anlaşılabiliyor. Metinde geçen sözcük Hint; bu yüzden cümlede ipucu yerine ima etme, dokundurma, benzeyiş olmalıydı. İkinci örnekteki sözcüğü Tomris Uyar sürekli yanlış kullanmış: “çizmenin topuğu (toe), gevşek toprakta yarı gömülü duran kocaman bir demir halkaya girmişti (s.65)”. Cümle hemen ilgi çekiyor, topuk değil burun olmalı, zaten de öyle. Üçüncü cümleyi aynen aktarıyorum: “Titizlik (over-niceties) onu yorardı. Rabelais’in Gargantua’sını Voltaire’in Zadig’ine rahatça yeğlerdi; genel olarak diyebiliriz ki, tatsız şakalar (practical jokes) , süzme mizahtan çok daha gelirdi beğenisine (s.140)”. İlki ince espriler, ikincisi eşek şakası olmalı, cümle tuhaf ayrıca. İngilizcesiyle karşılaştırınca okurun asla fark edemeyeceği yanlışlıklarla karşılaşıyorsunuz. Sıralayayım: s.120’de sıkı zincirler (strong chain) “kalın zincirler”, s.127’de “yeğenimle birlikte” denmiş oysa cousin olmalı. s.127’de “Kasımın onuydu” denmiş oysa aslında October-Ekim olarak geçiyor. Aynı sayfada “Bir saat kadar” deniyor oysa half an hour denmiş. Bu ilginç: s.128’de “iki kere geçti Ümit Burnu’ndan” deniyor oysa to double: bir burnu dolaşmak anlamındadır. S.143’te “şu yudumu (bumper) yuvarla da kafan çalışsın” deniyor, bumper, ağzına kadar dolu kadehtir. Altın Böcek hikâyesinin orijinalinde geçiyor: “(…) a pirate of the Spanish Main. Burada geçen Spanish Main, Karayip Deniz Bölgesidir. Burayı gülerek yazıyorum: Hiç korsan romanı okunmamış, filmi görülmemiş sanırım, şöyle denmiş çünkü: “İspanyol kanından gelme korsan” (bir başka çevirmen Dost Körpe de “İspanyol bir korsan” demiş). Kimi sözcük tercihleri de ilginç, bunu imkân/olanak gibi eski yeni tercihi olarak görmek mümkün. Bu başka çevirilerde de örneğin Memet Fuat’ta da görülüyor ama kimileri yine de garip geliyor bana. S.134’te “bu görüntüyle ilk karşılaştığımda-görüntüden başka bir şey demek elimden gelmiyor” denmiş. Oysa apparition, hayalet demektir, görüntü değil. Memet Fuat’ın çevirdiği Olağandışı Öyküler - Morgue Sokağı Cinayeti (Adam Yayınları, 1982) kitabından iki örnek: s.81’de “Bothnia Burgacı” deniyor, bunun Botni Körfezi olduğunu, s.83’teki “su çevrileri” ile anafor, girdap denmek istendiğini özgün metinden anlayabiliyoruz. Memet Fuat çevirisini okurken takıldığım cümlelerden iki örnek: “Malta limanlarına bağlı gemilerden birinde (s.44)” denmiş oysa sadece Maltese Vessel deniyor, Malta gemilerinden birinde denmesi yeterli olurmuş. S.107’deki daha ilginç ve uğraştırıcı: “(…) ama eski şaraplar konusunda içtendi (sincere). Bu konuda hani ben de ondan pek farklı değildim: İtalyan şarapları üzerine epeyce bilgim vardı” denmiş. Sincere, içten ve samimi anlamına geldiği gibi gerçek olarak da kullanılır. Burada “gerçek bir uzmandı” olmalıymış. 

Çevirmenlerle ilgili bana çok garip gelen iddialar vardır. Kimileri için sözlüğe bakmadan çevirir derler methederek. Yaptığı çeviri doğrudan matbaaya gönderilen çevirmenlerden de söz edilir. Bilenler biliyor, kimi çevirmenler kendilerinden bu biçimde bahsederler gururla. Oysa yazdığı metin “edit” edilmeyecek yazar nasıl ol(a)mazsa, sözlüğe bakmayan-dokunmayan iyi çevirmen de olamaz. Yayın için gelen çeviriyi gözü kapalı basıma gönderen yayınevi de yaptığı işin hakkını veriyor değildir. Elbette bunlar birer ideal, koşullar, ister istemez niteliği etkiliyor, bunun farkındayım. Beklentim, çevirmenin işine saygı göstermesiyle ilgili... Bunu yaparsa, okur olarak bana da saygı göstermiş olacaktır. Poe çevirilerini incelerken kimi çevirmenlerin sözlüğe bakmadıklarını, kimi çevirilerin de “edit” edilmediği görülebiliyor. Adam Öykü, vakti zamanında bir Poe sayısı yapmıştı (Temmuz - Ağustos, 1999); Yurdanur Salman’ın çevirdiği “Kalabalıkların Adamı”nda “boyalara bulanmış güzel, yaşlı kadınlar (belldame)” (s.10) diye bir cümle geçiyor, oysa beldame, acuze ya da kocakarı anlamındadır. Belli ki sözlüğe bakılmamış, tecrübeye dayanılmış ve doğal olarak yanılmış Salman. Poe çevirmenleri içinde en genci olan Dost Körpe ise bana kalırsa en az sözlüğe bakanı. Bu nedenle Türkçedeki en sorunlu Poe çevirisi ona ait. Bütün Hikâyeleri I (İthaki Yayınları, 2000) adlı çeviriyi temel alarak yanlışlardan bir seçme yapacağım. 

Önce sözlüğe bakılmadan yapılan çeviriden örnekler: s.35’de Battle-lanter: Borda feneri yerine Savaş feneri denmiş; s.63’te “Nice Dini Meclisi” denmiş, nasıl denmiş bilinmez, aslında İznik Konseyi olacak; s.103 Arktik Dairesi denmiş Kuzey Kutbu olacak; s.64 “Homer Junior’ın kırk beş tragedyasına ne olduğu üstüne konuştu” denmiş söz konusu Homer, Genç Homeros olmasın?. S.118’de mekâna denmiş oysa uzaya olacak (space). S.173’te “yatıyorum” denmiş oysa “I lie”, yalan söylüyorum deniyor. S.141’de “ticaret” denmiş ama önemsiz olacak, peddler değil peddling deniyor çünkü. S.250’de “Edebiyatçı dilberlerin” denmiş oysa Belles-lettres edebiyat demektir. S.170’te “topuk üstünde dönmenin” denmiş oysa değil, pirouette, ayak parmakları üzerinde dönmektir. S.167’de “Tanrı’nın her şeye gücü yeter” denmiş oysa omnipotence denmemiş, omnipresence denmiş. S.40’tan gerçekten komik bir alıntı: “her ne kadar yaşamım boyunca antikacılık (abç) yapmış ve Balbec, Tadmore ve Persepolis’teki yıkılmış sütunların gölgelerini, ruhum bir harabeye dönüşene dek içmiş olsam da” diye çevrilmiş. Antika değil antikiteye olacak “antikiteye düşkün olmuşsam da…”. Aynı yanlış s.210’da yineleniyor “antikacılar ne aptal!” denmiş, antikite uzmanları olmalıydı. İnsanın bu kadar da olur mu diyesi geliyor ama ne yazık ki çeviride benzer nitelikte çok hata var… Okunsaymış anlaşılırmış, bu da çok açık: s.41’de “brandalarla yüklü olan gemi bazen denizin üstüne fırlıyor” diye yazılmış branda değil bütün yelkenleri açık olmalıydı. Aynı sayfada [Haritayı inceliyor ve] “Kutup Girdabı’na doğru dört aylık bir sürede akan ve oradan yeryüzünün derinliklerine inen hızlı bir akıntı olarak betimleniyor,” denmiş. Haritada 4 ay gibi bir zamanın neden-nasıl yer aldığını anlayamıyorsunuz. Four mouths yazılmış oysa mounths değil “dört koldan” denmesi gerekir. S.57’de “konuşmalara engel oluyordu” denmiş, özgün metne bakılınca konuşma değil intercourse-ilişki dendiğini görüyorsunuz. S.141’de “her kötülüğün yazarının” denmiş oysa faili (author) denmeliydi. S.74’te “ya şeytanın ya da (…) kendi dehamın (my better genius) bulduğu (esinlediği)”diye çevrilmiş, kendi deham yerine iyilik meleğim denmesi gerekiyor, cümlenin gelişinden bile fark edilebilirdi. S.80’de “hayal meyal anımsıyorum” denmiş orijinalinde “I have a distinct recollection” deniyor (net bir şekilde anımsıyorum). S.243’te “gölgenin gölgesinin (shadow of a shade)” denmiş hayalet gölgesi denmeliydi. S.59’da “Her sabah burnumu birkaç kez çekiştiriyor ve yarım düzine kadar yutkunuyordum” diye geçiyor, orijinalinde cümlenin ikinci kısmı şöyle :“I swallowed half dozen of drams” – “beş altı tek yuvarlıyordum” olabilir mi? S.78’de “pusula (compass), manyetik bir iğne (magnetic needle)” denmiş, karıştırılmış, pergel ve pusula olacak. Çeviride, özgün metinde olmayan katkılar da var elbet. S.136’da “yerlere ve özellikle de mekânlara” denmiş oysa özgün metinde sadece place and time deniyor. Bazı sözcüklerin gündelik dildeki karşılıkları da bilinmiyor ya da üzerinde düşünülmemiş: s.61’de “tek yaptığım bir ressamın dükkânına gitmekti” deniyor, ressamın atölyesi, işliği daha uygun değil mi örneğin? S.195’te “kölelerinden biri” deniyor oysa Vassal köle demek değildir. S.69’da “deli külahı” denmiş o soytarı külahı olmasın?. Yine aylar karıştırılmış, Ekim yerine Kasım (s.177), dikey yerine düşey (s.80) yazıldığı olmuş, önce kilometre sonra mil (s.89) denmiş, rakamlar karıştırılmış… Gerçekten çok sayıda hata, özensizlik ve uydurma var kitapta. 

Çevirmen Dost Körpe’den kötü bir cümle: “çocuk, annesinin soluması kesilmeden nefes almaya başlamamıştı (s.56)”. Ne demek istediğini anlayamıyorsunuz. Çevirmen alınmasın ama bütün kitabı özetleyen bir cümle bu... Kitabı okuyamadığınız, nefes alamadığınız için bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Şunu anlarım: insanlar hata yapmadan öğrenemezler, hatalarımızla kendimizi geliştiririz. Yukarıda gösterdim: Tomris Uyar ya da Memet Fuat gibi iyi yazar ve çevirmenler de yanlışlar yapabiliyorlar. Hemen her çeviri kitapta size garip gelen bir cümleyle karşılaşabilirsiniz. Çevirinin yazmaktan zor olduğunu düşünüyorum. Her dil bilenin çeviriye kalkışmamasını diliyorum, şurası çok açık ki Poe çevirmek herkesin harcı değil. İş bu yazı, bizi Dost Körpe’nin kapsamlı ama ziyadesiyle kötü Poe çevirisinden kurtardığı için Hasan Fehmi Nemli’ye ithaf edilmiştir.

[Türkçedeki Edgar Allan Poe çevirileriyle ilgili bir yazım. Yazının tamamını ileride bloga yükleyeceğim. "Edebiyat'ı 'Edebiyatçı Dilberleri' Diye Çevirebilmek: 'Soluk Kesici' Poe Çevirileri", Mesele, Ağustos 2009.]

[Derginin kapak resmi idefixe.com'dan alınmıştır]

Cuma, Kasım 09, 2018

Yavaşlık 1


Ankaralı olunca İstanbullulardan "Ankara yorumu" duymaya alışıyorsunuz. Laf, mutlaka bir Ankara eleştirisine ve iki şehrin karşılaştırmasına dönüşüyor. Sevdiğim bir İstanbullu abim, Ankara'da bir dükkana girdiğinde, alacağını alıp çarçabuk çıkamadığını, istisnasız herkesin "yavaş" olduğunu, bir türlü işini halledip tamamlayamadığını, satıcıların mutlaka sallandığını söylemişti. Esnaf para üstü veremiyor, yerinden kalkamıyormuş falan filan. Aklımda yer etmiş bir eleştiriydi, o gün bugündür, bunu ölçüp biçerim.

Beni tanıyanlar bilir, işimi çabuk halletmeye çalışırım, yavaş biri değilimdir. Yavaşlık beni de çileden çıkarır çoğu zaman.

Dün Eskişehir'den dönerken trende fantastik bir şey yaşadım. Bir vagon dolusu Hintli turistle beraber Ankara'ya geldim. Hintli bir kalabalıkla karşılaşmak bana çok ilginç geldi, bağırarak konuşmaları, sürekli ayağa kalkıp dolaşmaları, biteviye yer değiştirmeleri, satıcıyla uzun uzun konuşmaları, bisküvi paketlerini delirten bir titizlikle incelemeleri, hep birlikte çatır çutur elma yemeleri filan... itiraf ediyorum, bayıldım. Correct olmayacak biliyorum ama sitcom gibiydi.

Şunu fark ettim, sürekli ayakta oldukları için vagondan gelip geçenlere engel oluyorlardı. Ben olsam, pıt diye çekilirim, hızlanırım, ihtimam gösteririm. Hintliler bu konuda inanılmaz bir "gamsızlıkla" kenara çekilmiyor, aheste yürüyüşlerine devam ediyorlardı. Arkada kuyruk olmuş, birileri beklemiş hiiiç umursamıyorlardı. Çeşitli duygularla defalarca izledim bu sahneleri. Şaşırdım, hafiften kızdım, güldüm, bir mana aramaya çalıştım. Sonuçta niye acele ediyoruz ki... dediğim de oldu. Trenin vagon sayısı belli, gidecek oturacaksın işte diyebiliriz diye düşündüğüm de.. Hintlilerin yavaşlığı, benim aculluğum, Ankara esnafının rehaveti, İstanbullu müşterinin sabırsızlığı...

Yaşam sür'ati diye bir şey var. İklime, günlere, mevsimlere, bölgelere, belki şehirlere ve çağlara göre "denişiyor" galiba. Kuşlar uçuyor hoh hoh.

Perşembe, Kasım 08, 2018

Salı, Kasım 06, 2018

Anadolu Ağızlarından (9)



Yazılı: Nişanlı olan kadın veya erkek.
Dili güllü: İnsanın yüzüne güzel konuşan, kötü huylu kimse.
Cinni cüre: Deli dolu konuşan.
Kemçik: Geveze.
Kurubacak: Tavuk.
Çöpürük: Suç, kabahat, hastalık.
Göğe bırakmak: Atı çayıra çıkarmak.
Yerdegezen: Yılan.
Dilik dikdik: Horoz döğüşlerinde, horozu kışkırttığına inanılan, tekrar edilerek söylenen ifade.
Kığışdamak: Kuru yaprakların çıkardığı ses.

Pazar, Kasım 04, 2018

Yok Listesi (11)



Gözlerimizi derhal yeniden yumup, rüyasız, deliksiz, hasetsiz, yeniden uyumaktan başka çare yoktu. Allah hepimize rahatlık versin (Oğuz Atay, Tutunamayanlar).

Bir anda unuttum seni, eminim. / Kalbimde kalbine yok bile kinim. / Bence artık sen de herkes gibisin (Nazım Hikmet).

Var evi kerem evi, yok evi elem evi (Halk deyişi).

Yok saymıştık özlemeyi / şarkımıza dalmıştık / mutluluk mavi çocuk /  oynardı bahçemizde (Hasan Hüseyin Korkmazgil).

Gündelik hayatı yürürlükten kaldırabilecek hiçbir umut ışığı yoktu (Hakan Bıçakcı, Doğa Tarihi).

Varsa pulun herkes kulun; yoksa pulun dardır yolun (Halk deyişi).

“Tarihte hiç kadın önder yok mu?” diye sordum Meral’e, “Var, var ama onu da döverek öldürüp nehre attılar” diyerek Rosa Luxemburg’un “Politik Yazıları”nı elime tutuşturdu (Figen Şakacı, Pala Hayriye).


Cuma, Kasım 02, 2018

Seyrüsefer Defteri 99


Maniac Sea1 Ep.1 ve 2'yi seyrettim (31 Ekim). ++  The Glass Castle  (2017) aile zehirlenmesi, ebeveynlikteki doğru yanlış arasında geçen salınımı iyi anlatıyor, iyi oyuncuları var, temposu iyi ayarlanamamış (30 Ekim). ++ The Wild Bunch (1969) Director's Cut versiyonuymuş, elli yaşında adamların aksiyonu, Peckinpah, gerçekçilik bahsinde büyük viraj  (29 Ekim). ++ 7 Days in Entebbe (2018) belgesel havasına dans gösterisi eklemişler, onu anlamadım (28 Ekim). ++ Hot Summer Nights (2017) bir enerjisi var, iyi de ilerletiyor ama finale nostaljik giriyor, el freni misali (27 Ekim). ++ Eskişehir yolculuğu (25-26 Ekim).++ The Spy Who Dumped Me (2018) kadın kahramanlı komedi aksiyon, entrikasını çok belli ediyor, ortalamanın altında (24 Ekim). ++ The Guerney Literary and Potato Peel Pie Society (2018) epeyce iyimser, epeyce aşikar bir romantizm, edepli bir edebiyat (23 Ekim). ++ Destination Wedding (2018) tatlı bir komedi, tiyatro oyunu olsa olurmuş, o da handikabı (22 Ekim). ++ Wanderlust Sea1 Ep. 5 ve 6'yı seyrettim (21 Ekim).++ Burning (2018) Murakami öyküsü, muğlak ve muammalı (20 Ekim).++ Incredibles 2 (2018) beklediğimden iyi çıktı (19 Ekim). ++ Wanderlust Sea1 Ep.3 ve 4'ü seyrettim (18 Ekim).++ The Equalizer 2 (2018) sürprizi yok (17 Ekim).++ Harlots Sea2 Ep. 7 ve 8'i seyrettim (16 Ekim). ++ Mary Magdalene (2018) güzel sahneleri var, Meryem yorumu yeni sayılabilir, o bakımdan ilginç (15 Ekim).++ The Frankenstein Chronicles Sea 2 Ep.3 ve 4'ü seyrettim (14 Ekim). ++ In Darkness (2018) iyi başlıyor, sonrasını hem çok belli ediyor hem de abartıyor (13 Ekim).++ Beirut (2018) merak ettiğim bir filmdi, Gilroy ortalamayı her zaman tutturan bir yazar (12 Ekim). ++ Apostle (2018) bazen efektler, bazen sound, bazen kamera kullanımı ilginç ama kafası çok karışık bir hikaye (11 Ekim).++ Le Samourai (1967) nostalji yaptım, alandelonun cool katilliği (10 Ekim).++ Rampage (2018) , temiz kalpli kingi kongi kıymetlimis, Holivut gişe sineması finalde tarumar olan şehir atmosferini seviyor (9 Ekim).++ Black 47 (2018) biraz İnce Memed biraz western, Ayrışkırem bir isyan hikâyesi (8 Ekim).++ Norsemen Sea.1 Ep.1 ve 2'yi seyrettim (7 Ekim).++ Hold the Dark (2018) atmosfer var, gerilim var, vay diyorsun bi şey olacak, olmuyor (6 Ekim).++ Touch of Evil (1958) potansiyelliymiş, Welles'in "tek adam" olmak istediği filmlerden (5 Ekim).++ İstanbul yolculuğu (4 Ekim). ++ The Frankenstein Chronicles Sea 2 Ep.1 ve 2'yi seyrettim (3 Ekim). ++ Gotti (2018) iyi başlıyor, sonra neredeyse belgesele dönüyor (2 Ekim). ++ Heartthrob (2017) ergen medcezirini anlatıyor anlatmasına ama izlenmeyeceğim korkusuyla direksiyonu abartıya kırmış, çakılmış (1 Ekim).





Perşembe, Kasım 01, 2018

Alman Sevgili



Kısacık, yoğun bir aşk hikâyesi. Sakin, sessiz, kendiliğinden, su gibi kendi yolunu bularak… Rock’n roll, gökteki yıldızlar gibi gecesini yaşarken, kerhanede söylenen şarkılarla, sahnede İngiliz çocuklarla, yalın ve siyah… Alman Sevgili, içinden Beatles geçen bir grafik roman… Dünyayı ısıtan ve soğutan aşk...

Related Posts with Thumbnails