Perşembe, Haziran 16, 2011

Robin... İki Gözüm

1971 tarihli bir Batman kapağı. Çizgi roman dergilerinin kapakları satın almayı cezbedecek ve içerikle uyumlu olacak biçimde tasarlanırlar. Hele ilk dönemlerde içerikle kapağın ilgisinin dahi kurulamayacağı frapan tercihlerde bulunulurdu. Bu biraz şuna benzetilebilir, bulvar gazeteciliğinde “Zeki Müren çocuk düşürdü” diye bir başlık atarsınız, haberde Zeki Müren bir çocuğu kaldırırken ellerinden kaymıştır, yere düşürecek gibi vs…Geçmişte erotik bir gazete olan Tan’da pek çok mizahçı, gazeteci olarak çalıştırılmıştı, espri bulurlardı vs… Bu tür haberleri çok okurduk. Kapaklar da abartıyorum ama biraz bu mantığa yakındır. Okur satın almalıdır dergiyi...

Üstteki Batman kapağı doğrudan içerikten alıntılanmış, dizinin kahramanlarıyla ilgili olduğu için ne yapsanız etkili olacak bir kapak bu… Çizgi roman sayfası gibi karelendirilmesi o yüzden…Tekrar edilmiş, çünkü bir tür sansasyon bu…Robin toz oluyor…Neler oluyor neler…

İmalât-ı Harbiye, Ankara Sultanisi'ne Karşı


Belgeselin tamamını izlemek için link

Yalan... Hepsi Yalan

Pazartesi, Haziran 13, 2011

Yaşlı Gemici

Samuel Taylor Coleridge’ın Yaşlı Gemici (The Rime of the Ancient Mariner) adlı uzun şiiri Türkçe’de yayınlandı (İletişim Yayınları, 2008). İlgi çekici ve esrarengiz bir şiir olduğu muhakkak... Yaşlı Gemici’nin tuhaf yolculuğunun anlatıldığı şiiri Şavkar Altınel Türkçeleştirmiş. Şiirin külfetli, farklı yorumlanabilecek kısımları var. Altınel, çevirisini orijinaliyle birlikte kullanarak ne/nasıl yaptığını göstermeyi tercih etmiş. Hatırda kalacak güzellikte dizeler var.

Asıl heyecan verici olan Gustave Doré’nin metne eşlik eden çizimleri. Yaşlı Gemici, Doré’nin Avrupa edebiyatının büyük klasiklerine yaptığı eşsiz gravürlerin bir başka örneği olmuş. Ayrıntıcı deseni, kalabalık sahneleri, Mikelanjvari gerçekçiliği ve yoğun emek isteyen ince işçiliği hemen sarıyor insanı. Kitapta sağ sayfada resmin bütünü, solda ise resimden seçilmiş bir kesit kullanılmış.

Doré, resimsiz bir kitabın düşünülemediği bir dönemin yıldızıdır. Kilise süslemeciliğini izleyerek oluşturduğu geniş planlar ve sahne düzenlemelerinde romantik ve kırılgan bir estetik tercih etmiştir. Uhrevi arayışlarla savrulan, pişmanlık çeken tiplemeleri, ahlâkî hesaplaşmaları betimleyen pek çok büyük klasik anlatıya kolayca denk düşmüştür. Doré, güçlü deseni kadar sabrı nedeniyle de benzersiz çizerler ülkesinin asil üyelerindendir.

Storywork Mouse

link

Pazar, Haziran 12, 2011

Gözler Kalbin Aynasıdır



Solak Olmak


Dağıstan Çetinkaya, iyi bir çizer. Otorite karşıtı fantastik çalışmaları da vardı, uzunca bir süredir Zaman grubunda çalışıyor, kendi bağlamında siyasi bir mücadele veriyor. Yukarıdaki kareler onun (benim yakınlarda farkettiğim) Ece ile Keçe çizgi romanından, albüm olarak yayınlanmış, öyle okuyabildim, hiç göremeyebilirdim. İnsanların neye inanıp inanmadıkları kendilerini bağlar, bunu tartışmam ama akıl ve sağduyu dışına çıkıyorsa bunlar, gerçekten irkilip şaşırıyorum. Müslümanlıkta mezhepler, din büyüklerinin, evliyaların, nebilerin ve asıl olarak peygamberin gündelik hayatta yapıp ettiği örnek tutum ve davranışlara, kısaca sünnet dediğimiz uygulamalara farklı biçimlerde yaklaşırlar. Gelenek(ler) gibi bunların da zaman içerisinde revize edildiğini ve başkalaştığını biliyoruz.

Solak olmak pek çok toplumda bugün dahi suç sayılabiliyor, çocuklara sağ elle yazı yazdırmaya çalışan öğretmen hikayelerini bugün dahi duyuyoruz. Dedem, babam, erkek kardeşim ve oğlum solaklar... Neler yaşadıklarını dinledim, gördüm, görüyorum. Sağ el kullanmakla ilgili yargıları, methiyeleri ve iddiaları, hele din temelli olanları sahiden akıl ve sağduyu dışı (solduyu olmuyor değil mi?) buluyorum. Yukarıdaki karelerde, çocuklara yönelik pedagojik bir anlatım var. Peki bu nasıl bir pedagoji? Neden sağ el örneği seçilmiş? Dağıstan Çetinkaya solak olsaydı bu kareleri çizer miydi? veya çocuklara çizerken, onlara bir şey anlatırken solak olanları hesap etmesi gerekmiyor muydu? İyi bir insan olmak için kendimizi başkasının yerine koyarak düşünmemiz şart değil mi?... Bize böyle öğrettiler...

Cuma, Haziran 10, 2011

Balığa Giderken

link

Manastırdaki Şeytan


The Convent of Hell, erotik bir çizgi roman. Rahibelerin bulunduğu bir manastırda şeytani bir erkek yaratığın ortaya çıkmasıyla gelişen bir hikâye anlatılıyor. 1965 doğumlu Arjantinli Ignacio Noe’nin çarpıcı çizgileri, hikâyenin erotik gerilimini hakkını vererek yansıtıyor. Noe, Amerika’da erotik çalışmalarıyla (Doctor! I'm Too Big!, Ship of Fools, The Piano Tuner vd) oldukça başarılı bir çıkış yakalamış bir çizer. İlginçtir, Türkiye’de Miço Çocuk dergisinde işleri yayınlanmıştı. Çoğunluğu sekiz sayfa olan bölümlerden oluşuyor The Convent of Hell. Daha önce süreli bir dergide yayınlandığı anlaşılıyor. Hayvan ile insan arası şeytani yaratığın tüm manastırı etkisi altına alması, manastıra gelenlerin (cinsel ilişkiyle gelişen) ölümleri, Vatikan’ın Manastırdaki Şeytan ile mücadelesi, anlatılan bölümlerin içeriğini oluşturuyor. Ciddiyetle anlatılan ama anlatılan şeyin kendisi komik olan bölümleri var hikâyenin. Şeytani yaratıkla istekle sevişerek manastırdan kaçmayı başaran genç kadının arkasından Vatikanlı din adamları “gerçek bir azize” diye konuşuyorlar. Manastıra müdahale etmek üzere gönderilen askeri kuvvetin erkeklik organları kutsanmış suyla yıkanıyor vs… The Convent of Hell için erotik bir hikâye demeyi tercih ettik, Türkçe’de yayınlanma imkânı olmayan, bir çok ülkede pornografik sayılacak çalışmanın estetik duruşu, çizgi romanın bütününde kendini hissettiren artistik hassasiyet, bu tercihimizde etkili oldu.

Çarşamba, Haziran 08, 2011

Kopya


Üstteki Ramiz Gökçe'ye ait 1935 tarihli bir Akbaba kapağı. Alttakiyse orijinali, Enoch Bolles'in 1924 tarihli pin up'ı...

Salı, Haziran 07, 2011

Harakiri-Muzır Meselesi

Harakiri’ye yönelik müstehcenlik kararı-düzenlemesi anladığım kadarıyla derginin arka kapağında yer alan Serhat Gürpınar hikâyesi yüzünden alınmış. Eğer iyi bir mizah dergisi okuyucuyuysanız bu hikâyeyi erotizm, müstehcenlik ya da cinsellik bağlamında kat be kat aşan sayısız hikâye okumuşsunuzdur. Farklı dönemlerde farklı ahlak anlayışlarının varolduğunu, yasaların buna göre gevşeyip sıkılaştığını biliyoruz. Hukukta her olay kendi bağlamı içerisinde değerlendirilir. Yasalar, yorumlayıcılarının dünya görüşlerine ve ahlakla olan ilişkilerine bağlı olarak değerlendirilirler. O yüzden Gürpınar’ın hikâyesi geçmişteki pek çok işe göre masum gelse-görünse bile bu bir ölçüt değildir.

Benim ilgimi çeken tam seçim arifesinde bu meselenin gündeme denk gelmesi. Bir tesadüf de olabilir. Seçim arifeleri genellikle yumuşama dönemleridir, pek çok karar seçim sonrasına ertelenir. Kaldı ki yaşadığımız çağda, partilerin kendi seçmen tabanlarından ziyade rekabet ettikleri partilerin tabanlarından oy almaya-seçmen çekmeye çalıştığını biliyoruz. Yasaklama ya da müstehcenlikle ilgili müdahalelerin seçim öncesinde kime yaradığını düşünmek gerekiyor. Yani bırakın kararın saçmalığını sağduyudan yoksun bir cevvallik gibi geliyor bana.

Müstehcenlik meselesini sahiden ve uzun uzadıya tartışmalıyız. Müstehcenliği belirleyen kriterleri aleniyet ilkesi gereği açıklasalar keşke… Kurulda akademisyenler de var çünkü…

Harakiri hakkında ayrıca bkz

Cuma, Haziran 03, 2011

Keloğlan ve Ayı Masalı: İlk Resimli Roman (!)

Vefa Semenderoğlu’nun hazırladığı Keloğlan ve Ayı Masalı’nın çarpıcılığı kitabın alt başlığından kaynaklanıyor: Türkiye’nin İlk Resimli romanı yazıyor kapakta. Vefa Semenderoğlu’nun 1992 yılında kendi imkânlarıyla bastırdığı kitap, çocukluğunda dayısı Sedat Doğu’nun kendisi için gün be gün çizdiği bir masala dayanıyor. Semenderoğlu, kitaba yazdığı önsözde şöyle diyor: “Bildiğim kadarıyla, orijinal Türk masalından derlenen ilk Türk resimli romanıdır. Anneannem ve Annem tarafından saklanmış olup, bugün ilk defa çocukların kamu bilincine sunulmaktadır”. Kapağa ilk olma iddiası taşınmamış olsaydı önsözde yer alan bu mütevazı sözler çok daha anlamlı olurdu kuşkusuz. Doğal olarak Keloğlan ve Ayı Masalı, ne ilk resimle anlatılan masal ne de ilk resimli roman… Her şeyden önce Otuzlu yıllarda çizildiği anlaşılan (Latin alfabesi kullanılmış) anlatı ilk olamayacak geç bir tarihte üretilmiş. Bu doğru olmayan iddiasına karşılık Keloğlan ve Ayı Masalı’nın ilginç birkaç özelliğinden bahsedilebilir. Kitabın üreticisi olan Sedat Doğu, Cemal Nadir’in de hocalığını yapmış. Kısa yaşam öyküsüne bakılırsa Bursa Lisesi’nde Resim ve Matematik Öğretmenliği yapmış Sedat Doğu. Öğretmen-Öğrenci ilişkisinin mahiyeti hakkında ayrıca bir bilgi verilmemiş. Hatırlatalım: Keloğlan ve Ayı Masalı çizildiği tarihlerde Cemal Nadir profesyonel olarak Babıâli’de çizerlik yapıyordu. Keloğlan ve Ayı Masalı, Halkbilimcilerin ilgisini çekebilir, Sedat Doğu’nun tipik Keloğlan masalı olarak başlayıp güncele (Otuzlu yıllara) taşıdığı bir anlatı bu. Dağınık bir kurgusu var, çizgi oldukça nahif.

Perşembe, Haziran 02, 2011

Seyrüsefer Defteri 11

+ Dünya ve Ben, Juan Jose Millas, güzel kitap (31 Mayıs). + Mr Hyde filmleri izliyorum, tarihsel olarak tekinsizin nasıl anlatıldığını görmek ilginç (30 Mayıs). + The Black Dahlia, türün tüm klişelerini taşıyor, seyrettim ben bu filmi yapıyorsunuz (29 Mayıs). + The Eagle'ı seyrettim. Aksiyon filmi için iyi sahneler içeriyor. Temposu ortalarda düşse de iyi macera (28 Mayıs). + Unknown'u seyrettim, hafıza kaybı her zaman ilgimi çekiyor (27 Mayıs). + Le plus vieux métier du monde, altmışlı yılların gişe filmi. Dönemin erotizmi ve güzel kadınları... (26 Mayıs). + Büyülü Rüzgar 102-104'ü okudum. Güzel bir korku ve aksiyon hikâyesi… Sayfa sayısı arttı ama finali yine çok sıkışık (25 Mayıs). + No Strings Attached'ı seyrettim, oyuncular daha iyisini yapabilir hissi veriyor, hemen unutulacak film, vakit geçirtiyor (24 Mayıs). + Marvel Knights Spider-Woman’a animasyon denemez ve bu haliyle epeyce sıkıcı (23 Mayıs). + İncir Reçeli, tarzım değil ama asıl mesele 40.dakikada filan çıkmış ya takdir ettim (22 Mayıs). + Samuray hakkında bir yazı yazdım (21 Mayıs). + Montparnasse'lı Kiki’yi okudum, güzel bir grafik roman, hakkında bir şeyler yazarım (20 Mayıs). + Tuna'yla Hop'a gittik, vasat altı (19 Mayıs). + Californication Sea 4'ü seyretmeye başladım (18 Mayıs). + Drive Angry'yi seyrettim, 70'li yıllar havasında aksiyon filmi (17 Mayıs). + Kötü Yol hakkında bir yazı yazdım (16 Mayıs). + Thorne'un ilk üç bölümlük serüvenini seyrettim, sert bir hikâye (15 Mayıs) . + Merhamet çalışmasına yeniden başladım (14 Mayıs). + Doğum günüm bugün, Ankara'da Merhamet toplantısı yaptık (13 Mayıs). + Millar'ın Nemesis'ini okudum, dört sayılık aksiyon çizgi romanı, Kore filmlerini andırıyor (12 Mayıs). + İstanbul'da Şehir Üniversitesinde Şehre Göçen Eşek çerçevesinde bir konuşmam vardı (11 Mayıs). + Kidnap and Ransom, üç bölümlük mini dizi seyrettim, vasat... (10 Mart). + Guy Delisle Pyongyang grafik romanını okuyorum, güzel hediye (9 Mart). + Merhamet'in yeni bölümlerini bitirdim (8 Mayıs). + Yaşar Kemal'in Röportaj Yazarlığında 60 Yıl kitabı çıkmış, bir yazı ancak bu kadar güzel başlayabilir dedirten cümleler var, sıcak (7 Mayıs). + Event'e başladım, ilk bölümü 24 ile Lost arasında bir şey, beni çok sarmadı, bir kaç bölüme daha bakarım (6 Mayıs). + Yayınevi toplantısı için İstanbula doğru yola çıktım, her yerde Merhamet'le uğraştım (4-5 Mayıs). + Zen adlı bir polisiye diziye başladım, üç bölümlük BBC işi, hoş bir tarafı var. Polisiye entrika o denli başarılı değil ama izlettiriyor. Dürüst Zen daha belirginleştirilebilirmiş (3 Mayıs). + Hal Niedzviecki'nin Ben Özelim kitabını okuyorum (2 Mayıs). + Bugün 1 Mayıs, çalışmamalı ama yine çalışıyorum. Sandıkiçi 2 çıkmış, hakkında bir yazı yazacağım (1 Mayıs).

Related Posts with Thumbnails