Pazartesi, Ekim 21, 2024
Maskeli Çetin Kaptan
Pazar, Ekim 20, 2024
Dünyaya açılan pencere
Cumartesi, Ekim 19, 2024
Salih Erimez
Yukarıda iyi olduğunu düşündüğüm bir örnek seçtim. Külhanbeyleri sarhoş bir halde naralar atıyor, köpekler onlara havlıyor, arkadaki Zaptiye hiddetleniyor, penceredeki kızlar da "külhanlara" imreniyor filan... El hak, tarafları güzel konuşturmuş.
Külhanbeylerinin "Heyyt imanım, savulun be! Adımız çene söküp filiz kıran, var mı bize yan bakan?" narasına Zaptiye subayı hiddetlenip Çavuş'a emrediyor: "Çavuş, çevirin şunları, alın karakola yatırın falakaya, nara atmayı anlasınlar"... pencereden bakan kızların derdiyse başka: "Kırk bir kere maşallah. Yaradana kurban olalım."
Erimez için göz alıcı değil dedim, şöyle anlatayım, zanaat olarak, sahnenin istifinde penceredeki kızlar hiiç gözükmüyor, halbuki arzunun membaı olarak sadece görünmemeli dikkat çekici biçimde yerleştirilmeliydiler, hatta sayfa kompozisyonu değişmeliydi, onları merkeze alarak yeniden kurulmalıydı demek istiyorum. Sonuçta erkekler tepişiyor, onlarsa bir espri olarak kapalı hayatlarına sirayet eden o narayı gürültüden çok bir aşk nağmesi olarak görüyorlar.
Erimez, son yıllarında çizmiş bu sayfaları, belki yorulmuştu, belki bıkmıştı, onu da aklımda tutuyorum.
Cuma, Ekim 18, 2024
Bir günün beyliği
Kürt Beyi: bir günün beyliği beyliktir! |
Ona yazdığım cevabı paylaşayım: Özel bir ilgim olmadığı için olayın kendisine dair bir şey söylemem zor, dönemin gazetelerine bakmak gerekiyor. İlk söyleyeceğim, konuyu (espriyi) Yusuf Ziya Ortaç bulmuş-söylemiş, Cemal Nadir sadece resmetmiş olabilir, bunu hep aklımızda tutmalıyız, imzaya aldanmamak gerekiyor... Akbaba’da özellikle siyasi esprileri Ortaç belirliyor, karikatüristlere "çizdiriyor"...
İkinci mesele ise o dönem basınında Kürtler ismen dahi pek geçmiyor, şaki ya da eşkıya olarak niteleniyor ve o mantıkla da karikatürize ediliyorlar. Sonuçta İstanbul'da çıkan az satışlı yayınlar bunlar... Kürtlerle "karşılaşmıyorlar", onların düşman gündeminde Yahudiler ve Rumlar var. Yani o espriyle içerdeki Kürtlere yönelik bir mesaj verilmiş olması çok mümkün görünmüyor. Sovyetler, Kürtlere, Araplara, atıyorum Afrikalılara yardım ediyor gibi görünür ama aslında köleleştirir gibi bir yargıya sahipler... Bir günlük beylik esprisinde elbette Kürtlere yönelik tahkir ve tezyif var, ama yukarıda söyledim, onları eşkıya ölçüsünde vahşiler gibi görüyorlar... hakeza Arapları ve "Zencileri" de öyle görüyorlar. Bilmedikleri için de klişelerle düşünüyorlar.
E, peki niye bu kapağı çizmişler dersek, öncelikle anti Sovyetik bir refleksi aklımıza getirmeliyiz. Sovyetlerin desteklediği herhangi bir şey iyi olamaz diye düşünülüyor, o fikirle bakılıyor olup bitene, mesele Kürtler değil Soğuk Savaş iklimi ve koşullanması bence...
Şunu bilebilsek, güzel olurdu, aynı soğuk savaş koşullarıyla ilgili Akbaba'nın feyz aldığı Fransız dergileri örneğin, bu meseleye dair ne çizmişlerdi?
Perşembe, Ekim 17, 2024
Boğaz Manzarası
Mizah dergilerinin asıl okurları ergenlikle "genç yetişkin" yaşları arasındaki erkeklerdir, yani 14 ile 24 diyelim, o ara... İş güç sahibi olunca dergiler bırakılır, hayata atılmak, aylaklığın sonudur. Ha, okurlardan genç erkekler dedim, işin içine aylaklığı da katmak gerek...Gezinen, keşfeden, arayan, yeni öğrenen...özetle büyüyen birileri.
Karikatürdeki genç kadını dikizleyen erkekler, bu karikatürün çizildiği tarihlerde pek de eleştirilmezdi, doğru ya da yanlış bulmak gibi bir ahlaki seçenekle düşünülmezdi. Kadın imkan tanımasa orada olmayacak gibilerdi. Saf, kıfayetsiz, çapsız ve meteliksizlerdi ama saldırgan değillerdi. Ya da bir "Karagöz" sempatisi gösteriliyordu diyelim. E kadın okur da yoktu veya kadınların ne hissettiği hiiç hesap edilmiyordu.
Sonra sonra maganda, zonta filan diye diye abazan gençler ve lümpenler aynı mizah dergilerinde "dövülmeye" başlandı. Aylaklıktan dahi korkulur oldu, insanlar evlerine sığındılar, sokak özgürleşmenin değil tehlikenin membaı oldu. Karagöz filan değil de bildiğin tehlikeydi o insanlar... Doksanlara gelmiştik.
Not: Argo bahsinde bir not düşeyim, yetmişli yıllarda, manzara değil de, "sinema seyrediyorum" denirdi. Seyir halini, sinema bütünüyle fethetmişti artık.
Çarşamba, Ekim 16, 2024
Ayı, Ataç ve Ankara
[Ataç söyleniyor, 10
Temmuz 1955, Günce 1, Can
Yayınları, İstanbul 1998 (2. Basım)]
Salı, Ekim 15, 2024
Levendddd
Pazartesi, Ekim 14, 2024
Baksınlar
Üniversite ne öğretir insana... Tabii ki tek cevabı yok bunun.... Bir ruh olarak, farklılığı ve farkındalığı anlatır, yol arkadaşlığı eder size... Eleştiriyi, dünyaya farklı bakmayı “öğreten”, birarada yaşamayı gözeten, dünyada tek siyaset ve tek doğru olmadığını anlatmaya çalışan bir ruhtan söz ediyorum. Peh diyebilirsiniz, hiç öyle değil, liseden farkı yok, nerde yaşıyorsun şu bu… Yanlış olması, eksik olması veya hiç olmaması o ruhun, o esasın olmadığını ve olamayacağını göstermez.
Bir sınıfa girersiniz, sınıfta Kürt de vardır, Kürt düşmanı da, Alevi de vardır, Alevi nefreti de, Müslüman da vardır, Müslüman olmayan da. Taşralı da vardır, hiç büyük şehirden çıkmamış da. Hep beraber, hukuk, izan, vicdan, demokrasi, özgürlük, otorite, baskı, etik ve çoğulculuk tartışırsınız. Tarih, yanlış yapan sayısız bürokrat ve siyasetçiyle doludur, en çok orada ve o yaşta öğrenirsiniz. Sebepler, kırılmalar, yakınlıklar ve uzaklıklarla ilk kez orada yüzleşirsiniz.
Hitler nasılgüzelgelmişti Almanlara ... dersiniz mesela… Hayret edersiniz. Şaşırırsınız, irkilirsiniz. Zaman uzar kısalır, hayat büyür küçülür. Bağıranların ne niyetle bağırdıklarını anladığımız yerdir üniversite… Vatan, millet, demokrasi, hürriyet derken nasıl da dayak atıldığına şahit olursunuz…
Şu hayatta, hemen hiçbir yerde kurulmayan eşitliğin, inanın romantize etmiyorum, kurulabileceği tek yer üniversitedir, imkandır.
O eşitlik içinde, o öğrenciler isyan ederek olgunlaşırlar, beğenmeyerek eleştirerek… hiç de öyle değil diyerek… farkına vararak, farkında olarak… o zaman dünyaya yaklaşılır, o zaman o öğrencilerin hocaları “genç” kalırlar.
Yukarıda imkandır dedim, ihtiyaçtır, lazımdır… Aşağıya da yukarıya da bakacaklar, elzemdir, yeter ki baksınlar…
Hayal kurmadan hikayeniz olmuyor.
Not: Yazıyı bitirince tekrar okudum, iyimser ve "ılımlı" oldu be, o dangoz faşist de seni çok anlardı hissine kapıldım, oysa "ilke" konuşuyorum, haksızlık edilen meselenin hayati önemini hatırlatıyorum. Gerginlik bizi öyle belirliyor ki, ne söylesek eksik kalıyor.
Pazar, Ekim 13, 2024
Ahmet Ayık ve büyük bahşiş
Cumartesi, Ekim 12, 2024
Çakmak ve kül tablası
O akıl, normali de etkilediği için haliyle "eleştirilmeli"... Çünkü eleştirilmediği sürece bir farkındalık yaratamayız, saçma der, "pulp" der, geçer gideriz.
İki tane kitsch örneği paylaşacağım, itiraf ediyorum, bu türden zevzek ürünlere meraklıyım... Kadınlar genellikle güzel, narin, uysal ve itaatkar temsil edilirler, cinsel cazibeye indirgenirler filan... Yukarıdaki işçiliği hoş olan ahşap bir kül tablası, alttaki ise döküm çakmak... İkisi de "erotik" bir niyetle, erkek müşterinin ilgisini çekecek biçimde tasarlanmış...
İlkine külünüzü çırpıyor, cuaranız biteyazdığında o kadın vücuduna bastırarak ateşini söndürüyorsunuz. Hastalıklı bir şey ve hiç anlaşılır gibi değil...Tek kelimeyle düşmanca duruyor. İkincisinde ise tuşa basınca kadının kasıklarından "ateş çıkıyor", sigaranızı yakıyor, tellendiriyorsunuz. Ateşli kadın tahayyülünden yola çıkılmış olmalı... "Kadın yanıyor" filan derler ya, galiba o hesap... Fallik bir sembol sayılan sigarayı yaktığına göre! Neyle neye gönderme yapıldığını, bilenler bilmeyenlere anlatsın.
Cuma, Ekim 11, 2024
Boy Fukarası (!)
Sosyal medyada insanlar birbiri hakkında pervasızca, belki şaşırtmak belki cesur görünmek için benzer türden aşağılayıcı nitelemelerde bulunuyorlar... Ayıp mayıp desek de şaşırmıyoruz, normalimiz çoktan şaştı. Geçen bir arkadaşım, bu dil nerden çıktı, nerden serpildi filan diye hayret ederek konuşuyordu. Ben de ona magazin gazetecilerinin aynen böyle yukarıdan, yüksek perdeden konuştuğunu, o dil ve pozla haber yazdıklarını, hiiç de sorgulanmadıklarını anlatmıştım. Ona da gönderdim tabii haberi...
Perşembe, Ekim 10, 2024
Çadır Tiyatrosu
Çarşamba, Ekim 09, 2024
Salı, Ekim 08, 2024
Edip Cansever'in Antikacı Dükkanında
Konuşmada ilginç bir bölüm var, kendime yakın bulduğum için paylaşacağım. Fethi Naci, Cansever'in şiirinde ve konuşma dilinde "ya da" yı çok kullandığını söylüyor, fark etmiş...
Cansever şöyle yanıtlıyor: "Aynı şeyi Melih Cevdet de söyledi. Bence bu şundan ileri geliyor. Önceki şairlerin dünyaya bakışlarında bir kesinlik vardı: her şeyi çözmüş gibi bir hal, bir konu alıp onu işliyorlardı. Bunu yaparken dünyayı yorumlayışlarında bir donma vardı denebilir. Oysa ben sürekli olarak kavrama halinde sayıyorum kendimi."
Ne diyordu Çehov, "gerçek ikisi arasında bir yerde..." Öyle kolay olsaydı, di mi yani?
Not: Ve... ile başlayan ne çok dizesi var şiirimizin... Ya da'ya gelene kadar...
Pazartesi, Ekim 07, 2024
Seyrüsefer Defteri 164-165
++ Wolfs (2024) akıllı ve eğlencelik, onlar olmasa seyredilir miydi, bu senaryo mutlaka büyü şirketlere giderdi (3o Eylül).++ Tam Bir Centilmen (2024) hikayeden çok sahnelerle oyuncu enerjisiyle yürüyen, ardışıklık ve tahkiyeyle ilgilenmeyen işlerden bir yenisi (29 Eylül).++ Rebel Ridge (2024) akışı ölçülü, aksiyon türü içinde edebi ve derinlikli hatta, diğer yandan final sekansı daha iyi olabilmeliymiş (28 Eylül).++ The Perfect Couple Sea1 Ep.5 ve 6'yı seyrettim (27 Eylül).++ Deadpool Wolverine (2024) Deadpool gevezeliği Wolverine'in mizahını yenmiş, akıllı espriler var (26 Eylül).++ The Perfect Couple Sea1 Ep.3 ve 4'ü seyrettim (25 Eylül).++ A Family Affair (2024) Hikaye seyrini başka türlü kurmaları gerekiyormuş, odağı dağıtmışlar (24 Eylül).++ The Perfect Couple Sea1 Ep.1 ve 2'yi seyrettim (23 Eylül).++ Anunnakiler (2024) ardışıklık dahi kuramamışlar (22 Eylül).++ Killer Heat (2024) oyuncu enerjisiyle ilerleyecek bir polisiye klişesiymiş, oyuncular yanlış seçilmiş (21 Eylül).++ Gyeongseong creature Sea1 Ep3 ve 4'ü seyrettim (20 Eylül).++ Senaryo kampı (14-19 Eylül).++ Arap Kadri (2024) patetik olmuş ne yazık ki (13 Eylül).++ Hellboy: The Crooked Man (2024) yetmişlerde çekilmiş deseler inandırır, o derece arkaik olmuş, o tatlı Hellboy ironisi filan hak getire ayrıca, üzücü (8 Eylül).++ Those About to Die Sea1 Ep3 ve 4’ü seyrettim (7 Eylül).++Gyeongseong creature Sea1 Ep1 ve 2'yi seyrettim (2 Eylül).++ La Extorsion (2023) malzemesi var, Holivut'un daha iyisini çıkarırım iştahı duyacağı işlerden (1 Eylül).++ Boneyard (2024) Bu kadar çok olay ve karakterden dizi çıkarmış, bu haliyle doksan dakkada garip bir şey çıkmış (31 Ağustos).++ Las hermanas fantásticas (2024) potansiyelli hikayeymiş, oyuncular ilginç filan ama gerilimi olmamış (30 Ağustos).++ The Frog Sea1 Ep1 ve 2'yi seyrettim (29 Ağustos).++ SuperSex Sea1 Ep3 ve 4'ü seyrettim (28 Ağustos).++ Gibi Sez3 Ep.3 ve 4'ü seyrettim (25 Ağustos).++ The Union (2024) kahramanı maceraya çağıran gerekçe o kadar anlamsız ki, langır langur devam ediyor sonra (24 Ağustos).++ Those About to Die Sea1 Ep1 ve 2’yi seyrettim (15 Ağustos).++ Gibi Sez3 Ep3 ve 4'ü seyrettim (14 Ağustos).++ SuperSex Sea1 Ep1 ve 2'yi seyrettim (12 Ağustos).++ Senaryo kampı (5-11 Ağustos).++ Gibi Sez3 Ep1 ve 2'yi seyrettim (4 Ağustos).++ The Last Stop In Yuma County (2023) kimse sağ kalmaz aksiyon ve gerilimi, iddiasını karşılıyor (3 Ağustos).++ Erdal ile Ece (2024) iyicil bir evlilik komedisi olmuş (2 Ağustos).++ Seni Bulacağım Oğlum (2021) oyuncu enerjisi var ama groteske yükleniyor ve çok tekrara düşüyor film (1 Ağustos).++
Pazar, Ekim 06, 2024
Necibanım'ın kabri
Cumartesi, Ekim 05, 2024
Kenardaki ergen kız
Cuma, Ekim 04, 2024
Balık ve kapak
Perşembe, Ekim 03, 2024
Savaşa Hayır!
Çarşamba, Ekim 02, 2024
Hafıza Oyunu
Salı, Ekim 01, 2024
Öyle bir geçer ki zaman
CHP ile MHP'yi ise ev hanımı yapmış, biri siyaseten sempatiyle olmalı, mazbut görünüyor, mutfakta elinde çatal bıçakla önlükle çizilmiş, diğeri haşin ve diğer kadınlara göre güzelliğiyle dikkat çekmeyen bir biçimde eli oklavalı karikatürleştirilmiş, dayak için kocasını bekleyen nemrut kadın klişesine başvurulmuş.
Kabaca namussuzluk, iffetsizlik, nezaketsizlik üzerinden iyi kötü sembolizmi yapılmış, bugün kadın bedeni üzerinden böyle bir espri kolayca yapılamaz, aralıklarla bunu vurguluyorum. Diğer yandan espriler yaşadıkları dönemin tanığı ve simgesi oldukları için böyle bir espri ve karikatürleştirme bize dün ve bugünü karşılaştırma imkanı veriyor.
Bu karikatüre bugün bakan pek çok insan, bunun bir "güzel kadın fantezisi" olduğunun farkına varır, reel hayatta varolmayan kadınlar çizildiğini anlar, peki ya o zaman nasıldı? O günlerde çok satan -sayıyla yüzbinler satan- bir günlük gazetenin okuru bunun farkında mıydı? Belki farkındaydı ama bunun gazetecilik pratiği içinde bir "hayal oyunu" ve "espri" olarak yorumlayarak önemsemiyordu. Çizilen kadınlar güzel olmasaydı, gazete patronları da o çizgileri gazeteye koymazdı, dikkat çeksin isteniyor, kadın bedeni ticari olarak araçsallaştırılıyordu, toplumsal cinsiyet kalıpları nedeniyle kimseye yanlış gelmiyordu vs vs.
Bugün yaşadığımız siyasi gerilimler içinde karikatürdeki kadınların mini etekli olması ayrıca ilgi çekebilir, neredeyse yarım asır önce kadınlar rahatlıkla mini etek giyiyordu ve bugünkü kadar rahatsız edilmiyordu, Nazmiye Demirel ya da Semra Özal'ın eski fotoğraflarına dileyen bakabilir, üstüne yirmi yıl sonra Tansu Çiller'in tayyörünü hatırlayın...Hemen bugüne gelmedik. Kamusal alanı belirleyen temel unsurlardan milliyetçilik değişmedi ama sekülerliğin yerini dindarlık aldı...
Pazartesi, Eylül 30, 2024
Piyanist doçent ve diğer meslekleri
Kim bu arkadaş diye bakarken, iş tanımlarına takılıp kaldım. Yanlış anlaşılmak, sarkastik bir anti-entelektüelizme düşmek istemem...Ne ki, mesleklerin ve yapılan işlerin nitelenmesi bana çok ilginç geldi... Bakakaldım hatta neymiş bu diye...
Kozmik enerji terapisti, enerji blokajlarını kaldırarak insanların fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal dengesini sağlıyormuş, alternatif terapi deniyormuş buna... Asıl amaçları insanların enerji frekansını yükseltmekmiş... Ellerini insanların çakralarına yönlendiriyormuş...Filmlerde parodileri yapılıyor filan ama reel olarak seyretmek ve taraflarla konuşmak isterdim...
Acutonics terapisti, ses terapisiymiş, bedendeki enerji meridyenlerine ve akupunktur noktalarına özel ses çatalı (tuning fork) uygulanıyormuş, yine bir tür enerji akışını dengeleme meselesiymiş... Hiç anlamadığım için nitelemeler bana alelacayip geliyor.
Holistik yaşam ve ilişki danışmanı ise, danışanların kendilerini daha iyi anlamalarına, yaşamlarında ve ilişkilerinde denge kurmalarına yardımcı oluyormuş. Bir tür terapist anladığım kadarıyla, bilimsel ya da akademik niteliği var mı, onu bilemiyorum ama en başta doçent denmiş, acaba hangi anabilim dalında doçentliği varmış, o kısımla ilgili bir açıklama yok...
İnsanların dünyayla başetme biçimleri oldum olası karışıktır, enerji meselesini tarif edebilmek kolay değil... Görünen gelişimlerine baktığımda bana seküler dünyanın yeni dinleri gibi geliyorlar.
Piyanisti biliyorsunuz...diye ümit ediyorum.
Pazar, Eylül 29, 2024
Slippery slope
Neymiş bu derseniz eğer… “Zemin kaygan, mutlaka kaza olur, ölürüz” diye bir giriş açıklaması yapayım… Çizgi roman okursa çocuklar, kitap okumazlar… Kitap okumazlarsa tembel olurlar… Tembel olurlarsa eğitim istemi çöker… diye bir başka örnekle devam edeyim… Sonu kötü olan reaksiyoner bir zincirleme diyelim. Çocuğumun eşcincel arkadaşı varsa, eşcinsel olur… Çocuklar telefon bağımlısı olursa asosyal olurlar vs vs…
Üniversitede asistanım, öğrenciler Irak Savaşı’yla ilgili bir pano imzalamışlar, okuldaki sağcı çoğunluk huzursuzlanmış filan ama pano da duruyor, akademi arada bir “demokrasi ve ifade özgürlüğü” gibi heveslere kapılır, galiba o arada bir şeyler yaşanıyor…
Sabah okula geldim, baktım, okul içindeki avlunun önünde fakülte yönetim kurulunda kim var kim yok toplaşmış, sonradan profesör de olan bir meczubu dinliyor… İşte “Savaş’a Hayır” sloganındaki s harfinin orak çekiç misali kaydır kuydur bir gönderme olup olmadığını konuşuyorlar. Ben durdum izliyorum. Öyleydi böyleydi, biri dedi ki, “hayır bu bildiğin s, orak çekiç filan değil” insan doğru bir şey söyleyecek sanıyor, ardından ne dese beğenirsiniz “ama böyle siyasi işlere izin verirseniz, o “s” illa ki orak çekiç olur, çocuklar da bir halt sanır, sonunda komünist olur”…
Kimse niye ki demedi…Ben böyle bir korku ikliminde büyüdüm, bu korkudan faydalanan insanlarla çalıştım, söylenenler bana hiç yabancı ve tuhaf gelmiyor demek istiyorum.
Evet, biliyoruz, insanlar gelecekten çeşitli nedenlerle korkuyorlar. Bu korku nedeniyle herhangi bir meselenin kontrolden çıkacağı düşüncesine meyilli oluyorlar. Olup bitenlere her şey mutlaka kötüye gidecek diye bakıyorlar.
Şimdi siz, öğrenciler siyaset konuşurlarsa, muhalefet ederlerse işin sonu kötüye varır diyorsanız mutlaka daha kötü bir gelecek tahayyül ediyorsunuz demektir. Böyle korkunca-böyle bakınca çocuklarınız komünist, feminist, ibne filan oluyor (!) mutlaka…
Korku ya da endişe, bunlara bağlı olarak öfke, insanı mantıklı kararlardan uzaklaştırır. Abartılı çıkarımlar insanlara daha doğru ve daha iyi gelir. Üstelik, “eden bulur” veya “rüzgar eken fırtına biçer” gibi basit bir açıklamayla işleyen bir mantığı herkes bunu kolayca anlayabilir, “kızını dövmeyen dizini döver” gibi düşünün…
Bir de dikkat edin, hepimizin buna benzer hikayeleri vardır, bir yanlış yapmış ve bu yanlışa bağlı olarak olumsuz sonuçlar yaşamışızdır… Oysa olan şey sadece “o” nedenle olmamıştır, hikayeyi basitleştirmişizdir.. Herkes böyle hikayelere inanıp yaygınlaştırdığı için biz de bu türden bir basitleştirme yapmışızdır. Biliyorsunuz, medya da hikaye üretir ve onun da hikayeleri basitleşmeye yatkın olan ve abartıyla dikkat çeken hikayelerdir. Benimsememiz bu yüzden kolay olur. “Komünist olurlar” hikayesini ideolojinin işleyişi ve algılanışı da benzer bir mantıktan yürüdüğü için anlattım… Özetle kaygan zemin, devletin ve hayatın bekası (!) için tadından yenmez bir mezedir.…
Cumartesi, Eylül 28, 2024
Üüüf!
Yazar sesi kullanmayı sevdiğini, espri olarak hikayesini güçlendirmeye çalıştığını hikayelerinden biliyoruz, ilginç olan "tam da bunu yaparken" cinsellikle ilgili bir başka hınzırlık yapması...İyi çizilememiş ama Hürmüz ip merdivenlerden yukarı tırmanırken aşağıdan biri bacaklarını dikizliyor ve "Üüüf! Bacaklara bak bee!" diyor. Politically correct-incorect ayrımına aynı karede iki örnek çıkarmış böylece...Bugünden baktığımız için farkında mıydı bilemeyeceğiz...