Simone, de Beauvoir'in büyüme hikayesine odaklanmış bir biyografik çizgi roman. Huzursuzluğunu, isyanlarını, hakim cinsiyetle zihnen hesaplaşmasını okuyoruz. Çok kararlı, çok doğrudan, ahım şahım tereddütleri olmayan biriymiş dedirtiyor. Genç okur düşünülerek annesiyle olan problemleri çok belirginleştirilmiş sanki. Çevresindeki erkekler çok kendileriyle dolular, ne ki büyük değişimini onlarla yaşıyor ve "açılıyor"... Beauvoir'in anılarından provakatif tespitler cımbızlanmış askına bakarsanız. Entelektüel biyografi beklemiyordum ama güzel hikayeleştirilmiş insani zaaflar silsilesi hayal etmiştim. Biraz slogancı bir "metin" olmuş... Çizgilerde bir devamlılık sorunu da var, ardışıklık her zaman kurulamamış. Albüm için kalburüstü bir çalışma değil ama amacı düşünülünce iş görüyor diyelim.
Doğan Bey-Ölüm Emri aslında kitap olarak yayımlanmış bir çizgi roman değil. Bir meraklısı, gazetelerde kalmış bir çizgi romanı, önce fotoğraflamış, sonra da çoğaltıp satışa çıkarmış. Rahmi Turan'ın yazdığı, Ragıp Derin'in çizdiği tarihi bir çizgi roman Doğan Bey. Nostaljiyle okudum, parlak bir hikaye beklemiyordum. Derin'in değişik bir çizgisi vardır, çok yaklaşarak görür sahneleri, onu yeniden görmek hoşuma gitti... İşin ilginçliği Kara Murat'tan tarzını bildiğimiz Rahmi Turan'ın çizgi romanı denemiş olması... Genel olarak alt yazılı işler yazdığı için söz ekonomisini yapamamış veya tefrika yazarken kurduğu gerekliği konuşkanlığı azaltamamış... O fasıl ilginç. Bazı sahneler uzuyor da uzuyor, günbegün okuyan okur eseri takip edemez olmuştur. Diğer yandan Doğan Bey'in aşık olduğu Macar sevgilisi için göze aldığı romantik risk eğlenceliymiş... Rahmi Turan'dan beklenmeyecek bir esneklik göstermiş...
Paisley Park'a Gitmeyeceğiz, biyografi temelli müzik ve müzisyen hikayelerinden bir yenisi daha... İlgi görmese, bu kadar çıkmazdı...Albüm çizgi olarak çok başarılı, gerçekten şapka çıkarılacak ölçüde ışıltılı... Okurken, yetmişli yıllar esintisiyle Gimenez renklendirmesi izliyorum gibi geldi. Senaryo ise epeyce karışık ve sahiden bir fan metni gibi ilerliyor. Prince, Miles Davis'le birlikte, bir ara "çalmışlar" ve bu kayıtlar, ölümünden sonra bir yere kaldırılmış... İki hayran, bu kayıtları bulmak için yola çıkıyor, yolda birileriyle karşılaşılıyor, geeker ölçüsünde bir dünya teferruat anlatılıyor vs... Çeviride atlanmış yerler var, o da metni zorlaştırmış diyelim...
Bogie Denilen Adam, doksanlı yılların sonunda çıkmıştı, o tarihlerde grafik romanın esamisi okunmuyordu, böylesi farklı albümler bizi şaşırtıyordu, "
hiç çizgi romana benzemiyor" demişti bir arkadaşım... Anlattığı hikaye alışılageldik hikaye ve anlatım kalıplarına uymuyor demek istiyordu. O yıllarda karıştırmış ve neden bilmiyorum, satın bile almamıştım. Bunca sene sonra tekrar elime geçti, geçmişte gelen bir önyargım olduğu için, ilham verici bir hikaye filan beklemiyordum elbette... Yine beğenmedim. Bana fazla kalabalık geldi tahkiyesi. Çizgi romandan bir televizyon filmi uyarlanmış, o vesileyle bizde de yayımlanmış olabilir. Bogie, mizahi bir hikaye, polisiye türünün-hard boiled'in parodisi üzerine kurulu, kendini Bogart sanan bir akıl hastasının diyelim, rehabilite edildiği hastaneden kaçmasıyla başlıyor olaylar...
En Kahraman Rıdvan aklınıza gelmiş olabilir, tam öyle değil, çizgiler fotorealistik ve gerçekçilik adına komik olmaya da pek çalışılmıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder