Zeina Abirached’in Ölmek Gitmek Dönmek – Kırlangıç Oyunu
yakınlarda yayınlanan yeni bir grafik roman. Lübnanlı kadın çizer
Abirached’in çocukluğunun geçtiği Beyrut’ta bir apartman dairesinde
yaşananları, komşuluk ilişkilerini ve savaş koşullarında aileler
arasında geliştirilen dayanışmayı anlatıyor. Dokunaklı bir hikâyesi var.
Grafik roman için ideal sayılabilecek bir tahkiye kurulmuş.
Otobiyografik nitelikli, insani bir meselesi olan, yavaş ve minimal
akışlı. Hikâye, bombardıman altında, ölümün eşiğinde mutlu olmaya
çalışan iyimser karakterlerin çevresinde gelişiyor. Buradan ekmek çıkar
mı? Çıkar elbet. Gel gör ki ben albümü sevmedim.
İki nedenim var. Birincisi, Abirached, Persepolis grafik romanıyla ünlenen İran asıllı ünlü grafik romancı Marjane Satrapi’ye
çizgi olarak fazlasıyla öykünüyor, öyle ki bazen taklit ölçüsünde
benzeşiyor. Çok anlaşılır değil yaptığı. Satrapi, benzersiz ve biricik
demiyorum, o da kendisinden önceki kuşaktan 1959 doğumlu çizgi romancı
ve yayıncı David B.’nin çinilemesinden, sayfa tasarımından ve geniş
anlamıyla hikâyeciliğinden çok etkilenmiş bir çizer. Böyle bakıldığında
Abirached ve Satrapi, ondan feyz almışlar denebilir ama Abirached,
Satrapi’yi David B.’den çok daha fazla andırıyor. İkinci olarak, çizer
minyatür-Doğu resmi aurasına sadakat göstermek gibi bir iddiayla albüme
girişmiş, çizgi olarak derinlik, uzaklık-yakınlık kullanmamış, birbirini
takip eden ve küçük jestler dışında değişmeyen kare istiflemeleri
yapmış. “Kamera açısını” farklılaştırmadan, karakterlerini bir gölge
oyununu andırır biçimde sahnesinde-kare önünde sıralamış. İlginç mi? Pek
değil. Birbirinin aynısı çok kare var. Sadece anlatım kutularındaki
ifadeler değişiyor. Bir başka deyişle Kırlangıç Oyunu hem özgün
olmamış hem de resim dili yeknesak kalmış. Buna karşılık süsleme
denebilecek mürekkep oyunlarına ve göze hoş gelecek dekoratif unsurlara
ziyadesiyle özen göstermiş. Temiz bir işçilik var, hakkını teslim
edelim.
Peki çizerin minyatür yorumu işlevsel mi, hikâyeyi büyütmüş,
derinleştirmiş mi? Evet diyemiyorum, minyatürde perspektif,
uzaklık-yakınlık olmamasının tasavvufla ilişkili gerekçeleri vardır.
Abirached, görsel bir ilgiyle seçmiş minyatürü, yani minyatürün ne
hikâyede yeri var ne de anlamlı bir göndermesi. Nakkaşın gerçeği
algılama biçimiyle Abirached’in tercihi birbirine paralel değil. Bu
durumda sırf hoşluk olsun diye seçilmiş bir üslupla karşı karşıyayız,
üstelik üslubun alenen hikâyenin önüne geçmesine izin verilmiş. Başta
ilginç geliyor, a la mode, çizgi hikâyeyi tamamlıyor gibi
hissediyorsunuz ama sonrasında farkettiğiniz radyo skeçi gibi diyalogla
“resmedilen” bir eylemlilik ve tek mekânda geçen bir teatrallik oluyor.
Yanlış anlaşılmasın, tiyatro ya da radyoyla derdim yok, benim derdim
grafik romanın gücünün kullanılamaması. Her mecranın kendine özgü
güçleri varsa, bundan azami ölçülerde faydalanmak gerekiyor, çünkü her
mecranın yine kendine göre sınırlılıkları mevcut. Vites düşürülünce
zaafiyetler de belirginleşiyor. Ardışıklık olmadığı ve birbirinin aynısı
kareler yeknesaklık yarattığı için çizgilerin ilginç olması yeterli
olmuyor. Üstelik kuraldır, çizgi ve üslup denemeleri, avangart
arayışları ancak kısa-az sayfalı hikâyelerde anlatının önüne geçebilir.
Hiç de bile diyenler çıkabilir, meramımı başka bir örnekle anlatayım.
Geçtiğimiz yıl Fırat Yaşa, Yiğit Değer Bengi’nin aynı adlı öyküsünden uyarlayarak Avcı Nun
adlı bir grafik roman yayınladı. Yaşa, enerjisini sevdiğim, anlatma
iştahı olan bir çizer. Avcı Nun’da yeni bir tarz denemiş, mağara
resimlerini model alarak ilkel çağ hikâyesini atmosfer olarak
tamamlamaya niyetlenmiş. Abirached ile kıyaslarsam, çok daha başarılı
olmuş, çizgiler hikâyeyi büyütmüş, başkalaştırmış, kendini göstermiş,
iyi bir katkı yapmış. Ama sorun yine aynı, minyatür ya da mağara resmi
gibi perspektifsiz bir çizgi uzun hikâyeyi sürükleyemez, hoş duran bir
çizgi esprisi, hikâye uzadıkça zayıflar, önemsizleşir, çizer narsizmine
dönüşerek hikâyeyi öteleyen bir noktaya geriler. Abirached, doğrusu iyi
bir çizer değil, hikâyesini güçlendirecek sahneler kuramıyor, zaafını
bilerek çiziyor demek daha doğru. O kadar çok tıpkısının aynısı kare
kuruyor ki, çizer değil acar bir bilgisayar programcısı bundan iyisini
çıkarırdı dedirtiyor.
Çizgiyle ilgili bir sürü saydırdım, kahırlandım, e peki hikâye nasıl
derseniz eğer, çizgi, hikâyeyi takip edilemez kıldığı için senaryodaki o
minimal tavır, mizahi göndermeler ve duyarlı anlatım önemsizleşiyor
derim. Hani çizgi bu kadar monotonlaşmasa hikâye tadını
gösterebilecekmiş. İyi bir çizgi roman çizeri, hikâye anlatan, hikâye
anlatırken kendini unutturan çizerdir. Çizgi roman görsel bir sanat
olduğu için zaten çizgi ön plandadır. Şurası çok açık ki çizgi roman
bakılan değil okunan olmak zorunda, çizerin “evvela ve mutlaka”
hatırlaması gerekiyor bunu.
Özetle Kırlangıç Oyunu, potansiyeli olmasına rağmen güdük
kalmış bir senaryoya dayanan, minyatür esprisinde çizilmiş ama
fazlasıyla uzatılmış bir grafik roman. Taklit aslını yüceltirmiş, bu
albüm, “bana her şey seni hatırlatıyor” misali Persepolis ve Satrapi’ye yaramış. Son
söz yayınevine, Sırtlan Kitap yeni bir yayınevi. Bu türden az satışlı
grafik romanları yayınlamak cesaret istiyor, özverililer ve kitap güzel
olsun diye uğraşmışlar. Yolları açık olsun.
[Bu yazı Temmuz ayında ArkaKapak.com'da yayınlanmıştı.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder