Hontoloji (hauntology), Jacques Derrida’nın dolaşıma
soktuğu bir kavram. Aslında Komünist Manifesto’daki o meşhur cümleye — “Bir
hayalet dolaşıyor Avrupa’da: Komünizm hayaleti” — ironik bir selam niteliğinde. Haunted (cinli
perili) ile “ontoloji” (varlık felsefesi) sözcüklerinden türetilmiş görünüyor. Beyfendinin
temel iddiası şuydu: “Artık
var olmadığı düşünülen ama tam olarak da kaybolmamış şeyler –yani geçmişin
hayaletleri– bugünün gerçekliğini bir musallat gibi sarar.”
Zaten “musallat olmaya” biz de aşinayız. İslamî
gelenekte cinlerin ya da şeytanın bir kişiye musallat olması gibi bir şey… Ya
da daha geniş bir politik düzlemde, pozitivizm ve kapitalizmin İslam
coğrafyasına “musallat edilen” yapılar olarak düşünülmesi gibi. Bu anlamda
hontoloji, biraz da musallatoloji gibi okunabilir.
Yaşadığım
için biliyorum, 1989 sonrası, komünizmin Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte
“öldüğü” ilan edilmişti, derslerde okumasak da olur tadında konuşan akademisyenler
çoktu. Ama Derrida, komünizmin temel vaatlerinin — eşitlik, özgürlük,
adalet gibi — hâlâ kapitalizmin içinde bir hayalet gibi dolaştığını söylüyordu.
Devrim, bir ütopya ve
daha güzel bir gelecek inancıdır. Olamamışsa bile, onun yokluğu kederle hissedilir.
Yası tutulur. Ne ki, gömülemez de! Hayal gücüne musallat olur. Arafta yaşar vs
Kavram,
nostalji literatüründe daha farklı bir bağlamda kullanılıyormuş, ben bu kısmı
bilmiyordum. Özellikle de kültür endüstrisinin “yeni bir şey üretme”
yetisini yitirdiği yerlerde… Popüler kültür, her zaman “yeniyi” sunduğunu
söyler. Hatta bunun sadece bugünü değil, geleceği de şekillendireceğini iddia
eder.
Ama eğer siz geçmişi yeniden üretiyorsanız, aslında
geleceğe dair bir tahayyül kuramıyorsunuz demektir. Hal bu olunca, geçmiş,
bugüne ve yarına (geleceğe) musallat olur. Geçmişin popüler formları bugüne
taşınır, ama soluk bir biçimde dolaşıma girerler. Buna zombie time deniyormuş, yaşamıyor
ama tam da ölmüş değil anlamında…
İlk bakışta nostaljik görünen bu yeniden üretimlerin,
melankolik ve tekinsiz olduğu düşünülüyor. 2020’lerde yapılan birçok iş,
1980’lerin gelecek hayalini taklit ediyor. Çünkü buna göre resmettikleri
geçmiş, gerçekten yaşanmış bir geçmiş değil; yarım kalmış, vaadini yerine
getirememiş bir zamanı da tanımlıyor. Hepsi bize şunu hatırlatıyor: Hayalini
kurduğumuz gelecek gelmedi, ama gelmeme biçimiyle kalakaldı ve yaşıyor.
İşte tam bu yüzden “Gelecek artık gelemez” deniyor. Ya da
Mark Fisher’ın meşhur ifadesiyle: The slow cancellation of the future. Yani
geleceğin yavaş iptali. Tam da bu ruh hâline, kültürel-politik bir tıkanma
biçimi olan geleceksizlik melankolisi deniyor. Çünkü geçmiş gömülmeyince,
gelecek sahneye çıkamıyor.
Devam edeceğim, okumalara devam...
2 yorum:
Merhabalar.
Gerçekten geçmişten kurtulmamız gerekiyor. İki de bir de geçmişe bağlanıp hala geçmişten medet umuyorsak elbette geleceğe de yer kalmaz! Geleceğe fırsat verelim. Geleceğin bize neler getireceğini bilemeyiz ama geleceği kucaklamaktan başka bir çaremiz yoktur.
Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim. Ben neden hep blogcularıma yürek değil de gönül sağlığı diliyorum, biliyor musunuz? Yüreklerimizde iyilik de kötülük de barınır, iyilik de kötülük de yüreklerde yer bulur. Ama gönüllerde sadece iyilik ve güzellik barınır. Gönüllerimizde kötülüğe yer yoktur. Bu nedenle ben gönül sağlığı diler ve herkese Allah gönlüne göre versin derim. Kimseye Allah kalbine göre versin demem.
Selam ve saygılarımla.
ilgiyle okudum ve devamını merakla bekliyorum..teşekkürler :)
Yorum Gönder