![]() |
Genel olarak insanların karikatürü açıklamaya çalışması veya karikatürün bir editöryal hata olduğunu düşünmesi konularına girmeyeceğim. İlgisiz çünkü. Ortada bir güç dengesizliği var, olup bitenler eşitler arasında gelişmiyor…
LeMan’ın başına gelenler ülke koşullarında sürpriz mi peki? Mizah dergisi olmasıyla mı ilgili sizce?
Kısa bir tarihçe…Ve bana yöneltilen sorulara verdiğim cevaplar.
Limon ile LeMan birbirinden farklı siyasi tavırlara sahiplerdi. Mizah dergileri her zaman popüler yayınlardır; bu da onların hâkim değerlerle bir tür pazarlık içinde olmalarını zorunlu kılar. Genellikle sekülerdirler ve milliyetçi refleksler de taşırlar. Limon, bu formül içinde özellikle milliyetçilik bağlamında daha solda duran, dışarıdan bakan bir çizgiye sahipti. Bu nedenle daha sınırlı bir okur kitlesine ulaşabildi ve daha az sattı. LeMan, Türkiye’de çok kanallı televizyonculuğun başladığı, görsel kültürün patladığı 1990’lı yılların başında çıktı. O döneme kadar çok satan Hıbır ve Avni gibi dergiler, televizyonla rekabet edemediler; çünkü o dergilerin ürettiği ana akım mizah zaten televizyonda karşılık bulmuştu
LeMan, televizyonda anlatılamayan mizahı üreterek çok satar oldu. Radikal ve az satar bir yayından, Türkiye’nin en çok satan mizah dergisine dönüşmesi biraz buna bağlıydı. Çok kanallı televizyon dönemi, tüm dünyada olduğu gibi bizde de popüler kültürü ve yazılı basını değiştirdi. LeMan çok sattı ama seksenli yıllarda “çok satmak” demek olan tirajlara hiçbir zaman ulaşamadı.
Elbette bunlar geride kaldı, siyaseten çok değiştik. Sekülerlik artık kamusal alanda belirleyici değil; yerini dindarlıkla harmanlanmış bir milliyetçiliğe bıraktı. Yazılı basın neredeyse yok hükmünde. Mizah dergileri için “hiç satmıyorlar” demek abartı olmaz. Etkileri artık satış rakamlarıyla değil, sosyal medyada yankı bulup bulmamalarına göre ölçülüyor.
Kıyaslamak gerekirse, Markopaşa 1940’larda elli bin satıyordu; bu rakam, dönemin en çok satan gazetesi Cumhuriyet’in iki katıydı. Bu yüksek satış, siyasi iktidarı doğrudan rahatsız ediyordu. 1978’de çıkan, TKP çizgisine yakın Mikrop dergisi kırk bin satmasına rağmen “az sattığı” gerekçesiyle kapatılmıştı. Bugün ise Leman ve benzeri tüm dergiler toplansa, bu rakamların yanına yaklaşamaz. Hatta yarısına yaklaşabilir mi emin değilim. Satış olarak korkutucu değiller. Esprisi ya da dili, sosyal medyanın ajitatif yaygınlığına eklenirse bir etkileri olabiliyor ancak.
Dine “dokunmama” tercihi, doğrudan sansürden değil, popülerliğin ve çoğunluğun hassasiyetlerini gözetme zorunluluğundan kaynaklanıyor. Popüler mecralar, hâkim değerlerle çatıştığında değil, onlara dokunmadan, onları dolaylı biçimde oyuna katarak işler.
Dergiler bu nedenle hâkim değerleri zorlamaz. Tabulara dokunulduğunda ise savunmacı ve saldırgan tepkilerle karşılaşılır.
Türkiye’de rejimin ilk altmış yılında “tehlikeli olan” komünistler ve şeriatçılardı. 1989’dan sonra komünist imajı sönümlendi; 90’lardan sonra ise dindarlar sistem için doğrudan tehdit olmaktan çıktı.
Hâkim değerler ve “iç düşman” imgeleri değişti.
Dolayısıyla bugün karikatürlerin tartışılmasından çok, bu tartışmaların nasıl kullanıldığı daha hayati. Karikatürü açıklamaya çalışmak, çoğu zaman savunma pozisyonunu kabullenmek anlamına geliyor.
Oysa böyle bir karikatür, Menderes, Demirel ya da Özal döneminde yayımlansaydı, ki yayınlanabilirdi, bu ölçüde büyük bir infial yaratmayabilirdi. Hatta bence dikkat bile çekmezdi.
Tekrar edeyim: Yaşananların karikatürle ya da mizahla ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Bu daha çok bir güç gösterisi. Demokratik haklar, ifade özgürlüğü, anayasal güvenceler gibi kavramlarla açıklanamayacak kadar çıplak bir baskı biçimi. Aslında hedef mizah değil, mevcut kutuplaşmayı canlı tutmak.
En üzücü tarafı da bu.
![]() |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder