![]() |
“Çileden çıkmak”
— tatlı bir deyim. Bir tür sınır aşımı nitelemesi, hem bir kırılma hem
de ironi içeriyor. Genellikle öfke patlamasını tarif ederken kullanıyoruz;
birinin “kontrolden çıkması”, artık
kendini tutamaz olması… İtiraf edelim, tarafı olmadığımız sürece bu “çıkışlar” bize epeyce eğlenceli geliyor.
Kavga izlemek, sinir krizi anına tanık olmak, hele bir de kameralara çekildiyse
hoşumuza gidiyor… Seyirlik gösteri faslından sayıyoruz.
Cemiyet (!), bu taşkın halleri bastırmak için çeşitli
mekanizmalar geliştirir: Okullar, polisler, mahkemeler, kitaplar, psikologlar,
ilaçlar, telkinler… En iyimser olanı
bile, “Ne gerek vardı şimdi buna?”
diyerek bizi sağduyuya davet eder. Öfkemizi kontrol edemezsek cezalandırılırız
elbette. Tecrit ediliriz, hapsediliriz, hatta “tedaviye” zorlanırız. Uygarlık, çileden çıkan bireyden hoşlanmaz.
Onu düzenin tehdidi olarak görür.
Ne zaman çileden çıkarız? Dikkat edin, hiddet göstermiş
herkes asıl olarak şunu vurgular: “Yapmamasını
söyledim, bir kez daha yaptı…” Bu tekrarlanan eylem, tahammül sınırının
ihlalidir. Edebiyat da bu eşiği sever, hatta özenle işler. Çünkü o hiddet
kontrolsüz olamaz; karakter, koşullar değişmediyse, kaçınılmaz biçimde isyan
eder.
Raskolnikov’un baltaya sarıldığı anı hatırlayın, Uğultulu Tepeler’de Nora’nın kapıyı
çarpışı, Gregor Samsa’nın sessiz dönüşümü… Hepsi çileden çıkmanın farklı biçimleri.
Zavallı Behlül çareyi kaçmakta bulur. Bu karakterler öfkeye teslim olmazlar, o
öfkeyle bir sınırı geçerler. Ve bazen, ancak bu patlamayla kim olduklarını hatırlatırlar
bize.
Çileden çıkmak tek başına kötü bir şey değil. Aksine, ekseriyetle
bir değişim enerjisi taşırlar. Sınırlara çarpmanın, haksızlığa tahammül
edememenin bir dışavurumudur. Toplumu da, kişiyi de dönüştürebilir.
Hep aklı başında, hep ölçülü biri… Ne yalan söyleyeyim,
bana biraz tatsız gelir. Öyle hayatı da öyle edebiyatı da pek yavan bulurum.
Hiç çileden çıkmamış bir karakter, ruhsuz gelir bana. Edebiyat biraz da
isyandır zaten — iyi yazı, gayet güzel bir vicdani çığlıktır: “Terazin nerde ey hayat” diye bağırır “yukarıya”…
Ne ki, bir de çileden çıkmış gibi yaşayanlar var. Sürekli
öfkeli, sürekli siniri tepede, sürekli tivit atar gibi büyük laflar eden
tipler… Onlar gerçekten çileden çıkmıyor; daha çok bir tür teatral öfke
performansı sergiliyorlar. Hep haklılar, hep başkasına ayar veriyorlar. Aslında
gayet kontrollüler. Of puf onlar da çok sıkıcılar.
Ben galiba, uzun süre susup susup, beklenmedik bir
biçimde patlayanları seviyorum. “Sessiz
atın çiftesi pek olur” derler ya… İşte onlar gerçek çileden çıkanlardır. Burayı
gülerek yazıyorum, çünkü o çifte, birikmiş hakikatin gücünü taşır.
Evet Romalılar, dünyaya “ben buradayım” demenin yollarından birini, çileden çıkmayı
konuştuk, dağılabiliriz.
![]() |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder