Resmi ideolojide 1923 bir kırılma olarak görülür, geniş anlamıyla hilafet ve saltanat, dar anlamıyla Osmanlı epeyce dikkatli, bolca öfkeli, yer yer de hezeyanlı biçimde reddedilir. Ne ki, dil değişiminden sonra bizatihi rejimin inşacıları bir tür kayıp zaman, mazi özlemi çekmeye başlıyorlar. Yazdıkları dil kesin olarak değişiyor, düşünün o yöneticilerin çocukları ebeveynlerinin kültürlerini (babalarını-annelerini) anlayamaz hale geliyorlar. Sizi var eden kültürel sermaye berhava oluyor demek bu. Bizim entelektüellerimiz kültür temelli oldukları için bu değişim onları tahmin edilemeyecek ölçüde yaralıyor.
Biliyorsunuz nostalji bir kayıp hissiyle-mazi özlemiyle başlar. Yerine bir şey koymaları gerekiyor, Osmanlı'yı değil, İttihatçı modernleşmesiyle değişen İstanbul'u koyuyorlar. Hatırladıkları, yaşadıkları dönemden bir çeyrek asır öncesi aslına bakılırsa...
Bir parantez açayım, ben modern ve yaygın nostaljinin, eğitim yoluyla resmileştirilmemişse, hatırlama ömrünün, optimum ortalamasının yirmi beş yıl olduğuna inanırım, yani insanlar kırk yıl veya on yıl öncesine de özlem duyuyorlar ama bu daha sınırlı bir nostalji oluyor. Farklı kuşakların ortak paydası veya optimum ortalaması ise 25 yıl civarı çıkıyor, kesişim kümesi gibi düşünün. Geriye gittikçe insanların ilgisi ve bilgisi azalıyor çünkü. Popüler kültür de böyle işliyor.
İttihatçı İstanbul'u ve gündelik yaşamı, gazetelerimizin nostalji mezesi olarak uzun yıllar kullanılıyor, pek dikkat çekmediğini düşünüyorum, yetmişli yıllara kadar Ramazan sayfalarına bakılabilir örneğin. Konu çok uzunmuş, bu kadarla kalsın...
Not: Değinmesem olmaz, Münif Fehim kafes arkasındaki Osmanlı kadınını Batı Avrupa resminden etkilenerek çizmiş, düşeş ya da prenses resmi de olabilirmiş. Masum, temiz, asaletli, nezaketli, oturaklı bir havası olsun istemiş... Reşat Ekrem Koçu, "kafes arkası"nı şehevi biçimde arsızlık ve ahlaksızlıkla da anlatır. İki ucu var demek istiyorum. Bile isteye övülmesi istenmiş Fehim'den...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder