![]() |
Biz pek ilgilenmiyoruz ama start-up
kültürü, esasen muhalif siyaseti de etkiliyor, şöyle anlatayım… Start-up’ın “Fail fast, fail better” (Hızlı başarısız ol, daha iyi başarısız ol) gibi
bir mottosu var. Hatalar bir öğrenme aracı olarak
görülüyor. Bir ürün nasıl geri bildirimlerle geliştiriliyorsa siyaset de o yönde
evrilmeli diye düşünülüyor demek istiyorum. Hiyerarşinin olmadığı herkesin söz
sahibi olduğu esnek bir hayatı (hayal ve) teşvik ediyorlar. Romantize ettikleri “ailen gibi çalış, hayalin gibi üret” gibi sloganları, yapay zekâ, veri analitiği, yazılım ve gelecek üstüne vazedilen
diskurları var. Açık ofisler, esnek çalışma saatleri, hoodie rahatlığı,
sınırsız kahve şu bu…
Bizimkisi gibi üçüncü dünya ülkelerinde risk alma kültürü
pek yaygın değildir, bürokratik devlet belirleyicidir, teknolojiye erişim çok
pahalıdır. Yani start-up’çılar da bizim gibi duvara tosluyorlar, çalışanlar
sömürülüyor-görüyorlar, herkesin girişimci olamayacağını yaşıyorlar, hiyerarşi yine
tepeden iniyor falan filan… Ne ki, iyi eğitimli genç bir nüfus, bu tür
ortamlarda ümitle karamsarlık arasında salınıyor-çalışıyor. Burdalar! Berlin’e
ya da Londra’ya da gitseler buralarda-bu zihniyetin içinde çalışacaklar. Anaakım siyasetten uzaklar “bütün dünya Türk ve Müslüman olacak” ya
da “sosyalist bir devrim olacak” fikrine “kıkırdayarak- inanmıyorlar.
Bence bütün dünyada, bütün muhalif hareketlerde bir kafa
karışıklığı var, çok çeşitli nedenleri olabilir, reel siyasetle sosyal medya çok içiçe geçmiş durumda. Pandemi
ve göç, ciddi biçimde koyulaştırdı her şeyi, hemen ardından oldu, hep birlikte ekonomik bir
daralma yaşıyoruz, mutsuzuz… E buradan popülizm çıkıyor diyoruz, yanlış değil, ama
şunu biliyoruz, “hayat ceteris paribus değildir.” Yani hiç bir şey sabit kalmaz,
sürekli değişir…E ne yönde değişecek? Global popüler kültürde ve sosyal medyada
disruptor sözcüğü çok kullanılıyor … O çok ilginç…Start-up kültüründen çıkma (kopan veya) bir yıkıcılık-yenilikçilik nitelemesi olduğunu hatırlatayım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder