Salı, Nisan 22, 2025

Dört Arkadaş

Uzunca zamandır sosyal medya (dijital iletişim mi deseydim) çağının rutinlerinden söz etmek istiyordum…Elbette böyle bir şey yok, mesele sadece içinde yaşadığımız zamanın sosyal belirleyenleri hakkında düşünmek… Hepimiz, her gün "burada" bir şeyler paylaşıyor, bir şeyler beğenip ya da beğenmediklerimizle “kavga” ediyoruz… “Burada yaşıyoruz”… O kadar ki “bir şey paylaşılmıyorsa, yaşanmamış” gibi hissediliyor. Gidilen tatil, yenen yemek, yaşanan aşk… Bir hikâyeye (ve gösterene) dönüşmüyorsa, yaşanmamış sayılıyor. İnternette gerçeklik, görünürlükle ölçülüyor. Online kimlik, offline kişiliğin önüne geçiyor. Algı, hakikatin yerine ikame ediliyor. Jodi Dean, “iletişimsel kapitalizm” derken iletişimin bizatihi kendisinin bir üretim aracına dönüştüğünü, katılım, paylaşım ve yorum yapmanın siyasal eylemin yerine geçtiğini anlatır. İnsanlar “konuştukça, paylaştıkça, beğenildikçe” tatmin olurlar, ne ki, her şey sadece dolaşımda kalmak içindir ve bir yere varmaz diyor.

Sosyal medyada “kimse, gerçek sen’i tanımaz, ama kurgu olarak bilinirsin.” İnsanlar kendini açıklamak zorunda kalmamak için profillerini yazarlar. Bir iki espri, motto, özlü söz ya da göndermeyle “ben buyum,” demekten çok, “beni böyle okuyun,” demeye gelen bir tür “marketing” hattı kurarlar. Wendy Brown, sosyal medyanın her birimizi bir girişimci özneye dönüştürdüğünü iddia ederken tam da bunu anlatır. İnsanlar kendilerini pazarlarlar, kendi hayatlarının CEO’su olurlar… Kendilerini optimize etmek ve doğru kararlar vermek iddiasıyla “varolurlar”. Bu sistemde siyaset, kişisel ahlakın bir tür "imtihanı" haline gelir. Her birimiz, kolektif kararlar yerine kendi ahlaki “markalarımızı” koruma refleksiyle hareket ederiz.

Sosyal medyada “takip eden, yönlendirir, gündemi belirleyen artık sahnedeki değil, izleyenlerdir”. İlk yorum, bir kural olarak yön tayin eder. Bir içeriğin nasıl algılanacağı, ilk üç yorumda kendini gösterir. Yorumlar fikir oluşturmaz ama fikre yön verir. Troller bunu herkesten daha iyi bilir. Kimse içeriği okumaz, sadece tepkilere bakar. Beğeni sayısı, anlatılandan daha önemlidir. İçerikte ne denirse desin, yapılan yorumlar yazının kaderini belirler. İçerik tıklanıyorsa doğrudur. Gerçeklik, popülerlikle ölçülür. Gerisi teferruattır. Byung-Chul Han, “Şeffaflık Toplumu” dediği kavramsallaştırmasında görünür olmak artık var olmanın ön koşuludur diyor. İnsanlar “görünmez olmaktan” değil, “görünmüyor” ihtimalinden korkarlar; yorumlar, beğeniler ve ilk tepkiler, gerçeğin yerini alır ve dijital kalabalığın yön tayin ettiği bir psiko-politik düzleme dönüşür.

Sosyal medyada “herkesin dikkat süresi, bir kahve fincanı kadardır.” Uzun yazılar okunmaz, ya da kısa yorumlarla kolaylıkla öldürülür. En az hak eden, en çok beğenilendir. Beğeni, nitelik göstergesi değil, görünürlük yarışının sonucudur. Caps’i yapılan tartışmayı kazanır. Tartışmalar, mantıkla değil montajla sonlanır. Takipçi sayısı, görüşün geçerlilik süresini belirler. Bir fikir, çok sayıda insan tarafından dile getirilirse doğru olması beklenmez. Kimse okuduğu şeyi tam okumaz. Başlık okunur, niyet tahmin edilir, yorum yapılır. Eli Pariser’in vurguladığı gibi, algoritmalar kullanıcıya yalnızca onaylayacağı içerikleri sunar; böylece dijital kamusallık, eleştirel düşünceyi değil, hızlı tepkileri teşvik eden bir yankı odasına dönüşür. Yorumlar içeriğin önüne geçer; okur, içerikten çok tepkiyi izler.

[Görseli yz yaptı, tarif ettim elbette ama ortalamayı tutturma gayreti ve mantığı hoşuma gidiyor, dört paragrafta anlattığım, düşüncelerimi konu hakkında düşünen dört ayrı isimle pekiştirdiğim için yazının başlığını "dört arkadaş" koymuştum, hemen altına daha kolay "anlaşılmak" için bir açıklama eklemiş- yazmış (!)]

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails