![]() |
Hemen hepimiz, sosyal medyayı “yaşıyoruz” ama etkileri hakkında uzun uzadıya düşünmüyoruz, ne kadar “kapıldığımızı” anlamıyoruz hatta. Şimdilerde “akış” deniyor, akışına bırakmaktan söz ediliyor ya her birimiz sosyal medyanın akışı içindeyiz, beğenil ve tepkilerimizi, anlama ve anlatma biçimlerimizi belirleyen bir deveranda aklediyor ve konuşuyoruz.
Yukarıda siyasetçi dedim, siyasetçi ne yapar, pragmatik ve siyasal bir esneklikle farklı türden seçmenle yüzyüze olmaya çalışır. Oysa “şimdiki zamanda” o ne yaparsa yapsın, “eyledikleri” ve “konuştukları” bağlamından koparılarak sosyal medyada dolaşıma sokulur, sabitlenir ve kodlanır. Yani bir siyasetçi reel hayatta istediği kadar stratejik değişkenlik için çabalasın, sosyal medya onu sabitler, çünkü değişkenlik ahlaki bir zaaf olarak okunur, meseleler basitleştirilir, iyi-kötü düalizmine indirgenir. Sosyal medya, hikaye sever, siyaset de hikayeleştirilir, bir siyasetçi (orada var olabiliyorsa) kahraman ya da hain olabilir ancak…
Seçmenler çok mu farklı? Demokrasi, ne dersek diyelim, müzakere ve çıkar dengeleme sistemidir… ama sosyal medyanın mantığı içinde insanlar onu bir ahlaki aidiyet testi gibi yaşarlar. Demokrasi, seçenekler arası tercihtir. Üstelik bu tercihler (hele siyaseten azınlıksanız) ideallerimizle değil kısıtlarımızla şekillenir. Genellikle ikisi de bize uymayan seçenekten birini seçmek zorunda kalırız. Sosyal medya anlamaktan çok hislerimizle (ne hissettiğimizle) kendimizi var ettiğimiz bir “medium” olduğu için bu tercihimizden dolayı kendimizi “yargılarız”, “utanırız”, “itiraf ederiz: bir sağcıya oy verdim”, biliriz ki sosyal medyanın kurduğu etik düzlem insanları sadakatleriyle değerlendirir…
Hal bu olunca “mümkünler arasında en az kötü olanı seçtik” diyemiyoruz veya bu seçimin etikle ilgisi olmadığını düşünemiyoruz (daha doğrusu hissedemiyoruz). İnsanlar, utanarak-sıkılarak Mansur’a oy verdiklerini söyleme gereği ve baskısını bu yüzden duyuyorlar. Çünkü sosyal medya, ürettiği dualistik psikolojiyle dünyayı anlamlandırıyor, stratejik bir nedenle oy vermeyi utanç olarak nitelendiriyor. “Onu seçtim ama bu ben değilim”, “onu seçmek zorunda kaldım” vs diyen insanlar okuyoruz…
Hatırlayanlar olacaktır, Bauman “akışkan modernlik” diyerek modernitenin (kimlikler, kurumlar, roller bakımından) katı kalamadığını akışkan bir biçime dönüştüğünü söyler. Hemen her şey geçici, belirsiz ve hızlı değişebilir olduğu için insanlar, kendilerini sürekli güncellenmek zorunda kalırlar, kendilerini rahatlatacak sabit referanslar ararlar ve bulamazlar. Bugünün seçmeni, sabit bir ideolojik zemine göre değil, geçici duygusal ve sosyal medya baskılarına göre hareket eder.
Sosyal medya ise bu akışkanlık içinde (sabitlikle hiç ilgisi olmamasına karşın) sahte bir sabitlik üretir. Sabitlik, yaşadığımız dönemde bir iddia olarak güçlü olmanın en büyük göstergesidir. O hayali sabitleme ile insanlar, düşünce ve hislerini utanılacak bir tutarsızlık gibi yaşıyorlar demek istiyorum. Bauman ise bu “çelişkinin” şimdiki zamanın doğal bir sonucu olduğunu söylüyor.
Diğer yandan “kendimle çelişiyorum” duygusu, aslında demokrasinin sağlıklı işlediğini de gösterebilir. Umberto Eco’nun deyişiyle kimseyi evimize davet etmek zorunda değiliz, belli sürelerle bizim için çalışacak siyasetçiler (servis sağlayıcısı) seçiyoruz…
Devam edeceğim…
[Görseli yz yaptı, yazıyla ilgili yorumunu ajitatif yapmış, ilginç olduğu için paylaştım.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder