Cumartesi, Mayıs 24, 2025

Mutsuzluk ve yüzleşme

Mutsuzluğun insani olduğunu yazmıştım en son…Mutluluk kadar hayata dair duygu durumu olduğunu filan… İnsanı dönüştürme potansiyelinden söz etmiştim. Biliyoruz ki yaşadığımız zaman duygularımız arasında bir hiyerarşi yaratıyor ve mutsuzluğu atlatılması gereken bir hastalık gibi sunuyor.

Gençken okuduğum Rollo May, kaygı ve sıkıntıları bir olgunlaşma emaresi sayar, bunu bir özgürleşme sürecinin parçası olarak görürdü. O yıllarda etkilenmiştim, mutsuzluk yaratıcı bir enerji verebilir diyordu. Sıkıntıdan sanat çıkar gibi bir şeydi… Kendi hayatıma uyarlamış ve bunu epey düşünmüştüm, çalışmak zorunda olduğum, sıkıntılı ve kendime vakit ayıramadığım bir gençlik yaşıyordum. Adam Phillips, “bazen mutsuz olmak gerekir” diyor ya, babam “bazen” demiyordu galiba. Acı çekmeden olgunlaşmak imkansızdı babama göre. Her yenilgi, her acı ve her ölüm çocukları büyütüyordu filan. Philips, haliyle daha mutedil, mutsuzluk, bazen insanın içinde bulunduğu yanlış koşulları fark etmesini sağlar diyor, bastırmak yerine anlamak gerekir derken mutsuzluktan duyulan endişeyi normalleştirmeye çalışıyor.

Mutluluk bahsinde şu soru epeyce zihin açıcı aslında: Kim mutsuz? Kişilik bozukluğu yorumunu terapistlere bırakalım, melankoliyi ve sanatçıları başka bir bağlamda tartışmak üzere kenara ayıralım ve gündelik hayatımızda mutsuzlarla özdeşleştirilen insanları düşünelim. Mutsuzluk, kötülükle epeyce özdeşleştiriliyor, günahkar birisinin mutsuz olduğu düşünülüyor. Tövbe etmek, doğal olarak mutsuzlukla ilgili.

Hazır günah demişken, Freud, sonradan Lacan, insan arzusunun “yasak” olana yönelmesine vurgu yaparlar; onlara göre bu, suçluluk ve mutsuzluğu beraberinde getirir. O yüzden Žižek, günahı “sistemin dışına çıkma arzusu” olarak niteler. Mutsuzlar, meydan okuyanlardır ve “gerçek suç, arzuyu bastırmaktır” der. Üçü için de insanlar arzularını bastırdıkları için mutsuzdurlar diye düşünüyorlar diyelim.

İyi olmak, eksiksiz olmak değil; yüzleşmiş olmaktır, ancak yüzleşenler, mutluluk ve mutsuzluğu normalleştirerek görebilir ve yaşayabilir…

Yüzleşmiş olmak, insanın kendi kırılganlıklarını inkâr etmemesi demektir. Mutsuzluk da bu yüzleşmenin bir parçasıdır. Belki de mutsuzlukla ilişkimiz, insan olmanın sınırlarını kavrama biçimimizdir. Lacan’a göre arzu, “asla ve asla” tam olarak tatmin edilemeyecek bir eksiklikten doğar. Žižek bu noktayı politikleştirerek, arzunun asla doyurulamayacağını bilmesine rağmen kapitalizmin bu eksikliği ticarileştirdiğini-kâr nesnesine dönüştürdüğünü söyler. Arzu, tatminle değil, eksiklikle işler — çünkü eksiklik, insan öznesinin yapısal halidir.

Devam edeceğim. 

Not: Görseller hemen fark ediliyordur, Hooper etkisinde ai-yz oynamalarımdan...

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails