Salı, Eylül 06, 2022

Hey Kahpe dünya

"Mesleksiz adamlara serseri diyorlar. Bu çok yanlış: serserilik bir meslektir, usulü ve kaideleri, tarihi ve an'analeri, şerefi ve menfaati vardır. Hem de mesleklerin en incesidir. Çünkü bir serseri her şeyi bilmeğe her telden çalmaya, her tarakta bezi olmaya mecburdur: Kibarca bir serseri okuma yazma bilir; dişçilikten, doktorluktan, kaptanlıktan, mühendislik ve mimarlıktan anlar, hiç bir şey bilmese bile alim görünmeğe, kuvvetli olmasa bi,le pehlivan taslamaya, züğürtse bile zengin afisi kesmeğe muktedirdi; iyi giyinebilir, iyi oturur, iyi kalkar, iyi tavır yapar, hain, fakat saf görünüşlüdür. Hasis, fakat cömert ve fedakar tanınır. Bütün bu kabiliyetler, bazı müstesna şahsiyetlerde toplanarak onlarda da bu halis bir serseri ruhu vücude getirir."

Peyami Safa'nın (Server Bedi) mahlasıyla yazdığı Hey Kahpe Dünya romanını okuyorum, alıntı romanın ilk sayfalarından. Okuyorum dediğime bakmayın, "okudum ben bunu" hissiyle bazen göz gezdiriyor, dallıyorum daha çok. Aşinayım okuduklarıma... 

Aşinalık nerden geliyor derseniz eğer, "kibar serseri" mitini bizim edebiyatımız da sinemamız da "bayılır" ölçüsünde sever. Okudukça romanın nereye varacağını anlıyorsunuz. Romanın anlatıcısı Haldun, seneler sonra doğan Utanmaz Adam-Şeref Haktanır'ın öncülerinden... İşte haylaz ve ipe sapa gelmez zengin çocuğu, ayaktakımının arasına karışırsa ne olur gibi bir fikirle başlanan hikayeler bunlar... Peyami Safa gibi kıssadan hisseci yazarlar, o serseriyi evirir çevirir illa ki yerin dibine sokarlar... Mahlasla daha cesur olduğu, romanın hazcı (serserici) bölümlerinin daha coşkulu yazıldığı anlaşılıyor.

Roman ilk kez 1927'de basılmış, yukarıda kapağını kullandığım kapak revize edilmiş-ikinci versiyonu (1944). Anladığım kadarıyla ikinci versiyonda finaldeki adaleti belirginleştirmiş, kahramanını cezasız bırakmamış. E babaya isyan, insanın aile evini soy(dur)ması, babasının öldürülmesine göz yumması kabul edilebilir bir şey değil, Safa da mebusluk bekliyor...Filme uyarlanabilirmiş, nedense mümkün olmamış, Bülent Oran yıllar sonra benzer hikayeleri daha modern ve hızlı bir biçimde sayısız kez anlattı. Peyami Safa, kolay kolay senaryo temposuna giremez gibi gelir bana, diyalog ve sahne ardışıklığıyla düşünmek başka bir düşünme biçimi...Üstelik, itibar kazandığınız  bir alanı-edebiyatı ve gazeteleri bırakıp başka bir şey deneyeceksiniz... 

Romanda hoş bir argo kullanımı (akışkanlığı) var, bugünden bakarak sahici mi değil mi ölçebilmek mümkün değil...Bana taklit gibi geliyor, o yıllarda çıkmış ucuz çeviri romanlarda da böyle bir dil mevcut... Aynı havayı teneffüs ediyorlarsa, biri İstanbul'dan diğeri Paris'ten çıkıp bu kadar benzeşiyorsa  durup düşünmek gerekiyor... Edebileştirilmiş, estetize edilmiş ve zenginleştirilmiş bir dil inşa edilmiş demek istiyorum. Yapay ve kurmaca...

Babaya ve aileye isyan etmiş ergenlerin hikayesi her zaman ilginçtir, sevilmeyen çocukların sevmeyi bilememesi, o yoksunluk ve o yoksunluğun getirdiği öfke tek kelimeyle iştah açıcıdır. Romanın finali, unutulmasını kolaylaştırmış, üstelik iki kere yazılmış, başka türlü kurulsaydı, bugün dahi uzun uzun tartışılırdı.

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails