Umberto Eco yaşadığımız dönemin en ilgi çekici
entelektüellerinden biri. Son derece zeki, donanımlı, eğlenceli, sadece siyaset
felsefesi ve sosyolojiye değil popüler kültüre de vakıf olan başka biri. Bu
denli yoğun ve hızla değişen bir gündemde söz söylemek, sözünü dinletebilmek,
etki yaratabilmek hiç kolay değil. Hem popüler olacaksın hem de derinlikli
önerilerde bulunacaksın. Entelektüeller en az onun kadar okumak, yazmak ve
eylemek zorundalar artık.
Eco'yu Türkçedeki ilk kitabı olan, 1985'te çıkan, Gülün Adı romanından beri tanıyoruz,
neşeli ve iştahlı bir yazar oldu hep. Bütün eserlerini incelerseniz görülebiliyor:
kolay anlaşılamayan koyu akademik kitapları da var, saçmalamayın diyen yüzlerce
gazete yazısı da. Ve sanki her kitabında, hiç karamsar olmadı, okurken iki
paragraf aşağıda fıkra anlatacak gibi durabiliyordu. Karamsarlıktan ziyade toplum
ya da insanlar neden karamsarlaştılar diye sormayı tercih etti. Savaş
çığlıkları atmadı, karşısındakini saldırganlıkla suçlayan saldırganlıkları
olmadı. Metaforlarla konuşmadı, her defasında açıklamaya çalıştı. Bana hep
yaşlı bir adam olan yazarlardan biri gibi gelir, bu bilmenin ve sakinliğinin
sonucu. Şahane romanlar yazdı, meselelerini şahsileştirmedi, kolay kolay
kimselere salak da demedi, demeye getirdi. Kendini tanrı katında saymadı.
Eco'nun konuşkanlığı ve anlama çabası bazen onu orta sınıfın makbul ve mutedil
feylesofu olarak da gösterdi. Bunu pek umursadığını sanmıyorum. Hayatın içinde
kalmak istediği için gazete-dergi yazısı yazdığı veya hatiplik yaptığı
anlaşılıyor. Bunu politik bir mücadele saydığı, ısrar ettiği, inatla
hikayelerini sürdürdüğü çok açık . Gazeteciler günü yaşarlar. Eco ise hafızayı
temsil ediyor, bize geçmişi ve kıyaslamayı hatırlatıyor. Eğitim kurumları ve
yazılı kültür, teorik olarak okumayı teşvik eder ve eleştirel düşünmeyi
öğretir. Pratikteyse bunun karşılığı klişelerdir, ne yazık ki tabu ve ezberdir.
Eco zengin bir perspektiften yazıyor: kitaplar, filmler, mitler, dedikodular,
hatıralar, kuramcılar...Üstelik gülerek anlatıyor, bazen kızarak da anlatıyor
ama hayat o kadar çok bağırmazsam farkedilmeyeceğim diyen insanla dolu ki...O
gürültüden olmalı, Eco kızıyormuş gibi gelmiyor okuyana.
Ne anlatıyor peki? Ekseriyetle basit ve dünyevi, sık
rastlanır bir kirliliği diline dolayıp bizi satırlarında gezdiriyor. "Bu
yazıda" zihin açıcı bir fikir var dedirtiyor okuyana. Gerisi merak
edenlere kalmış...Örneğin diyor ki medya, bilim ve teknolojiyi karıştırıyor.
Teknoloji bilimin bir uygulaması ve sonucudur ama asla temeli olamaz. Teknoloji
size her şeyi hemen verir oysa bilim ağır ilerler. "Üzgünüm" diyor Eco: "günümüzde
bilim yalnızca kitle iletişim araçlarının bize sunduğu biçimde, sihirli yanıyla
ortaya çıkmaktadır ve bilimden ancak mucizevi bir teknoloji vaad ettiğinde söz
edilmektedir." Bilim adamlarının sihirbazlar gibi sunulduğunu
hatırlatıyor, nasıl değil ne yaptıklarıyla ilgilenildiğini anlatıyor. Sihirden,
yüz elli yıllık bir şiirden, altı yüz yıllık şifreleme tekniklerinden, ilk
bilgisayar kullanıcılarından, tarikatlardan, favelalardan, tıptan, tv
dizilerinden, bilim kurgu hikayelerinden söz ediyor. Sonra yine aynı fikre
dönüyor: "Madam Curie bir akşam
evine döndüğünde bir kağıdın üzerindeki lekeyi görür ve radyoaktiviteyi
keşfeder, Doktor Fleming dalgın bir şekilde bir küfe bakar ve penisilini bulur,
Galileo bir lambanın sallandığını görür ve bir anda herşeyi, dünyanın döndüğünü
bile anlar, çektiği efsanevi cefalar aklımıza gelince, dünyanın hangi eğriye
göre döndüğünü bulamadığımızı unutuveririz". Medyanın palavra
cümleleri bunlar. Geçerken de asıl meselenin dışında duran, bazen kendini
kattığı bir yorum ekleyebilir: "Virilio
günümüzden hızın egemenliği altında bir çağ olarak söz eder (...) hatta ben hızın insanları hipnotize ettiğini
söyleyebilirim (...) hıza o kadar
bağımlıyız ki elektronik postamızı açamadığımızda ya da uçak geciktiğinde
öfkeleniriz". Eğer teknoloji tartışmalarına aşinaysanız (örnekler
hariç) ana fikir size yabancı gelmeyecektir çünkü Eco insanı şaşırtmaz,
sakinlikle meselesini özetler, toparlar, kendini katar, önerisini yapar ve
yazısını bitirir.
Eco nasıl biri? Bir liberter mi demeliyiz? Onu siyaseten
tanımlayan epey görüş var, bazıları öfkeyle ve küçümseyerek yapıyor bunu. Eco
da seçim ya da referandum zamanlarında bunu yaptı, kendini anlattı, bir şeyden
yana oldu. Bu ittifaklar ve bariz gibi duran tercihlerine karşın bana mevcut durumumuzu, nerden gelip nereye gittiğimizi
yorumlayan biriymiş gibi geliyor. Onu bir akıma ya da eyleme dahil etmek de zor,
dahil olduğunda eylem ya da akımla onu özdeşleştirmek de. Şöyle diyor: "Bütün biriktirdiğim parayı deniz kenarında
küçük bir ev almak için harcarsam, önümdeki sahile insanların gelip gürültü
yapmasını ve çöpleriyle birlikte Coca-Cola şişelerini bırakıp gitmelerini
engelleme hakkım var mıdır? Bu sorunun yanıtı hayırdır, evimin önünde bir geçiş
yeri bırakmak zorundayımdır, çünkü sahilin küçük bir şeridi herkese aittir.
Yapabileceğim tek şey çevreyi kirletenleri polise ihbar etmektir."
Bunun açıklaması şu: demokrasilerde herkes diğer insanların haklarına zarar
vermemek kaydıyla özgürdür. Eco size faşist hukuk demez, yasaların faşistçe
nasıl yorumlanıp uygulandığını uzun uzun anlatır, son kertede hukukun
üstünlüğüne inanır. İnsanın beş önemli ihtiyacı olduğunu söylüyor, bunu da
Aydınlanmaya bağlıyor. Ne de olsa o bir İtalyan, kendini kadim geleneğin
parçası ve taşıyıcısı sayıyor. Sıralamış: beslenme, uyku, sevgi (cinsellik ve
evcil hayvana olan bağlılık dahil buna), oyun oynamak (bir şeyi sırf zevk
duymak için yapmak) ve soru sormak. İlk dört ihtiyaç hayvanlar için de
geçerlidir "ama beşincisi yalnızca
insanlara özgüdür ve dil kullanımı gerektirir". Eco, her yazısında
soru sorar, okuyanları soru sormaya zorlar. Soru soran anlamak isteyendir. Soru
soran konuşur ve dinler. Galiba dünyaya bakışını belirleyen en önemli karakteristik
insancıllığı. Eco ne anlatıyor diye düşündüğümde kendimce bulduğum cevap ise
şu: o bize insan insanın kurdudur (Homo homini lupus) tarihini anlatıyor. Ve
galiba bunu yaparken de asıl "insan insana muhtaçtır" demek istiyor. Yengeç Adımlarıyla, çoğunluğu
gazete-dergi yazılarından oluşan bir deneme kitabı. Teferruatı ve ironisi bol
yazılar bunlar. Ab origine bir rönesans
adamının değinmeleri demek daha doğru olur.
Radikal Kitap, 19.10.2012
Radikal Kitap, 19.10.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder