Yazı çiziyle uğraşınca ta çocukluktan itibaren çok "yazarla" karşılaşıyor, tanışıyor, arkadaş oluyor, garip bir çekimle birbirinizi buluyorsunuz. Ben ilkokul ikinci sınıfta üç arkadaşımla birlikte çizgi roman yapıp sınıftaki çocuklara okumaları için kiralamıştım, çoğaltmak mümkün değildi, fotokopi nedir bilmiyorduk. Dergiyi (defteri) iki liraya kiralıyor, okunup getirilince bir lirasını geri veriyordum. Bir gün evde hasta yatarken "ortaklarım" kazanılan parayı bana getirmişlerdi, annem halen o hikayeyi anlatır... E bir Ankaralı olarak annemin hikaye anlatmamla, "dergi" yapmamla filan değil de avucuma sayılan bozuk paraların çokluğunu konuşması ve bununla gururlanması için ne desem az... Fıkra gibi halen aynı telden hasbihale devam ediyoruz.
Çocukluğuma geri döneyim, Türkoğlu diye bir kahramanım, Pilot Yayınları diye bir yayınevimiz (!) vardı, Ali Recan'ın Volkan'ını taklit ediyorduk tabii... Sonra ne oldu, o ortaklarım ne yaptılar, ne oldular derseniz, o ortaklardan bir asker, bir mühendis, bir işadamı çıktı... Yazı çiziyle uğraşan, telifle yaşayan bir ben kaldım. Hayal kurmak, ne bileyim, bir dergi düşünmek, "roman" yazmak, resmetmek, şiirle uğraşmak filan ailelerimiz nezdinde karın doyurmuyordu, teşvik edilmiyordu, hatta benim büyüdüğüm dünyada sadece naif değil "kadınsı" da bulunuyordu, boş işlerdi. Gençliğimde vaziyet değişmedi, yazdıklarımız siyasetle harmanlanırsa ciddiyet kesbediyordu, bir değer kazanıyordu. Taşralı çocukların, kenar mahalle bebelerinin roman ve öykülerinde siyasete meyletmeleri biraz da kendilerini önemsetme arzusundan çıkar, halen de öyledir.
Küçük Posta'yı hazırlayan "genç gazeteciler" acaba neredeler, bence, okuldan sonra eline kitap almayan çoğunluğa karıştılar. Oysa ne tatlı, ne zekice, ne eğlenceli şeyler hayal etmişler...
K. isimli yakın bir arkadaşım var, birlikte büyüdük, şimdilerde büyük bir şirketin genel müdürü, okuduğum en iyi şairlerden biriydi, M. diye bir öğrencim vardı, yaşıtlarının çok ilerisindeydi, iyi bir edebiyatçı olabilirdi, gıda sektöründe hayatını sürdürmeyi seçti veya hayat bunu ona zorladı.
Herkesin yazar olması gerekmiyor veya edebiyatla uğraşması... Devam etmek, sabır ve inat göstermek, çok çalışmak ve "istemek" belki yetenekten daha önemli hasletler...Tercih de ediyorsun, yazmak, yazarak yaşamak büyük bir belirsizliğin içinde debelenmek demek... Geçim derdiyle başka bir yöne savrulabiliyorsun...K. veya M.'yi de anlamıyor değilim.
Babam, on beş yaşında yayımlanan çizgi romanlarımı hiç okumadı, okursa, beğense de beğenmese de bir şey demesi gerekirdi, okumayarak bu sorumluluktan kaçtı, yok saydı. Tabii ki kırıldım, sayısız kez içlenip nedenlerini düşünmüşümdür. Günümüzle kıyaslasanıza, şimdiki çocukları, şimdiki ebeveynleri ve pedagojiyi... 2020 yılında çocuğunuz "o yaşta" bir şeyler yazacak da siz yok sayacaksınız... mümkün mü?
Galiba diyorum, babam oğlunun boş işlerle uğraşmasından, hayallere kapılmasından korkuyordu. Evet, inat ettim, ona karşı çıktım, şansım da yardım etti, kendime bir yol çizdim, bir şirket çalışanı olmak, ticaretle uğraşmak filan fikir olarak beni öyle korkutuyordu ki...iyi sıyırdım, buna hep şükrederim. İstanbul'u istememem bile bununla ilgili olabilir.
Küçük Posta'ya ve yazarlarına kardeş kadar yakınlık hissediyorum, sırf bu yüzden romantize ediyor, belki de hiç öyle dertleri olmamasına rağmen K. ve M.'ye hayıflanıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder