Aslında karşımızdaki, Killing fotoromanını temel alan,
tepeden tırnağa kopya bir çizgi roman. Kareler tek tek başka yerlerden alınmış,
antiskoptan geçirilerek yeniden çizilmiş. Öyle ki, sayfanın ilk karelerindeki
genç kadın o kadar acemice “apartılmış” ki, görür görmez insanın aklından şunu
geçirmek kaçınılmaz: “Faruk Geç çizdi beni!” diye bağıracak neredeyse.
Bu kopya meselesi bana oldum olası tuhaf gelmiştir.
Nedense o yıllarda pek kimseyi rahatsız etmiyordu; çizgi roman camiasının
önemli bir bölümüne tamamen “normal” geliyordu. Kopya çekenlere kulak
verirseniz, çizemeyenler “boş boş konuşuyordu” zaten. Aradan otuz yılı aşkın
zaman geçti. O tarihlerde Türkiye Çocuk dergisinin müdürüyle konuşmuştum;
dergideki çizgi romanların yabancı örneklerden birebir alınmasıyla
ilgilenmediğini, bunu dert etmediğini söylemişti. Hatta “Yapabiliyorsan sen
getir, senden de alayım,” diye meydan okumuştu. Hâlâ bir yerlerde ses kaydı
duruyor olabilir.
Laf dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyordu: Kopya çekmek
zorundaydılar, çünkü zaman azdı; ücret düşüktü; piyasayı beslemek gerekiyordu;
herkes böyle yapıyordu ve saire… Gerekçeler tek tek sıralanıyor, her biri “haklı
mazeret” gibi masaya konuyordu. Ünlü sayılan bir çizer, hiç sıkılmadan şöyle
demişti: “E işte Suat Yalaz’la tanıştım, o kötü oldu, bana kopyacılığı öğretti.”
Yani özetle: Ben kopya çekiyorum, çünkü bana öğrettiler. Suç üst kuşağa, üst
kuşak da “dönem koşulları”na devrediliyordu.
“O zamanlar öyleydi” diyerek yapılan bu toplu meşrulaştırmayı
hâlâ pek anlayamıyorum. Çocukken okuyup sevdiğim kimi çizgi romanların yabancı
örneklerden birebir kopya olduğunu sonradan fark ettiğimde yaşadığım hayal kırıklığını
çok iyi hatırlıyorum. Ortada “masum bir hile” falan yoktu; doğru değildi, etik değildi
ve üstelik hukuken de karşılığı olan bir fiilden söz ediyoruz.
Elbette, geriye dönüp baktığımızda o dönemin koşullarını anlamaya çalışabiliriz. Anlamak, katılmak ya da kabullenmek zorunda olduğumuz anlamına gelmiyor. İnternet yoktu, dünya bugünkü kadar iç içe geçmiş değildi, telif takip etmek zordu; dolayısıyla “daha rahat” hırsızlık yapılabiliyordu, evet. Ama yine de yapmayanlar vardı. Özgün işler de üretildi, hem de hiç azımsanmayacak kadar. Tam da bu yüzden, kopyacılığın “başka çare yoktu” diye topluca aklanmasını, bugün bile, pek inandırıcı bulmuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder