Çarşamba, Aralık 24, 2025

Fantezi Ekonomisi: Olmayan Kadın


Süreli yayınlar tarihine biraz mesafeyle bakınca bazı “satış reflekslerinin” neredeyse değişmediğini görürüz. Birincisi erotizmi pazarlama kaldıracı olarak kullanmak ve ikincisi “kadın”ı da içerikten çok vitrin nesnesi hâline getirmek. Böylece kapak, derginin manşeti değil, derginin iştah açıcı ambalajı olur.

Mizah dergileri seksenli yıllara kadar bu eğilimin dışında pek kalmadılar. Aktüel siyasete ya da güncel tartışmaya dokunmayan, meslek jargonunda “fantezi” denilen kapaklarla çıktılar daha çok. Bizde özellikle Akbaba ve türevlerinin kapakları salıncakta sallanan, ata binen, güneşlenen, makyaj yapan iç çamaşırlı, mayolu, dekolteli kadınlarla doluydu... Dergiler gülmeye çağırıyormuş gibi yapsa da önce bakışı yakalamak istiyordu: okurdan “kahkaha” değil, önce “göz talep ediyordu.

Yukarıdaki Şaka kapağı (1944) bu formülün oldukça berrak bir örneği. Necmi Rıza (Ayça), çizmiş ama doğrusu, başka biri de çizebilirdi. Çünkü burada asıl amaç bir “espri” kurmak değil, “güzel bir kadını göstermek”. Esprinin ne olduğu, hatta çizerin kim olduğu bile ikinci planda: yeter ki figür seksapel taşısın, yeter ki göz kapakta “dursun”. Bu tür kapaklar, mizah üretmekten çok arzu üretir, mizah da çoğu zaman bunun bahanesidir.

Mizansende bilinçli bir “imkânsızlık” var: mini etekli, jartiyerli, kırmızı ayakkabılı kadın, bir merdivenin üzerinde oturmuş üzüm yiyor, sevgilisi hemen aşağıda, özellikle bacaklarının dibinde, yukarıya bakıyor. Bakışın yönü (iması) bile çizginin kompozisyonu kadar “satış stratejisi”. Bu yüzden “fantezi kapak” deniyormuş bunlara zaten: gündelik hayatta karşılığı olmayan bir sahne. Üstelik tarih 1944, savaş yılları, yokluk, karaborsa, hayat pahalılığı… Naylon çorabın dahi hayal olduğu bir dönemde kapak, tam da o hayali “normalmiş” gibi sergiliyor. Gerçeklik kıtken, kapak cömert: çizgi, hayatın yapamadığını yapıyor, bolluk dağıtıyor.

Burada derdin yalnızca “hayal satmak” olduğu söylenebilir. Evet, bir tür hayal satılıyor ama daha önemlisi, olmayan” bir kadın resmediliyor. Sosyal hayatın içinde yanlarında, yamaçlarında, yakınlarında (hatta ulaşabilecekleri en uzak yerde bile) bulunması zor bir kadın. Kadın, gerçek hayatta özne olarak yok, kapakta nesne olarak var. Dahası, yokluğu bile keyifle çiziliyor: çizgi, yokluğun üstüne kurulmuş bir konfor alanı yaratıyor. “Olmasa da olur” denilen şey, kapağın merkezine yerleşiyor.

İşin rengi, kadın reel hayatta işe, mesleğe, siyasete girince değişiyor. Bu kez “fantezi” yerini alaya ve kontrol refleksine bırakıyor: Sevmedikleri siyasetçileri kadınsılaştırarak aşağılıyorlar, kadınlığı başlı başına aşağılayıcı bir kategori gibi kullanıyorlar. Yani kadın hem arzunun ambalajı, hem hakaretin ham maddesi oluyor. Bir yandan “gösterilecek” bir beden; diğer yandan “rakip” olma ihtimali belirdiğinde aşağılanacak bir varlık.

Sonuçta ortaya şu çelişki çıkıyor: Kadın olsun ama erkeğe hizmet ederek olsun; olmasın, evde otursun; anne olsun, şehvetli olsun... say say bitmez, kafalar karışık...Ya da hiç karışık değil. Kadın görünür olsun ama konuşmasın; arzu uyandırsın ama özneleşmesin… Liste uzar, çünkü çelişki yapısal: mesele “kadın” değil, kadın üzerinden kurulan erkek konforu. Kapaklar da tam burada dürüstleşiyor: Komik oldukları için değil, gerçeği sakladıkları için “işe yarıyorlar”.

Kısacası bu kapaklar bize “kadını” değil, erkek zihninin konforunu anlatıyor: Yokluğu estetize edilen bir beden, varlığı tehdit sayılan bir özne. Mizah burada kahkaha üretmiyor; bakışı yönetiyor, arzuyu paketliyor, gerektiğinde de kadınlığı hakaret diline çevirip siyasî sopa gibi kullanıyor. Aynı hareketin iki yüzü bu: Kadın ya vitrin malzemesi ya da tahkir ve tezyifin ham maddesi. O yüzden mesele “fantezi” değil, fantezinin arkasına saklanan iktidar refleksi.


Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails