![]() |
Neymiş
bu derseniz… “Zemin kaygan, mutlaka kaza olur, ölürüz” diyerek bir giriş yapalım anlatabilmek için. Çocuk
çizgi roman okursa daha sonra kitap okumaz. Kitap okumazsa tembel olur. Tembel olursa eğitim
çöker. Başka örnek: “Çocuğumun eşcinsel arkadaşı varsa eşcinsel olur.” “Telefon
bağımlısı olursa asosyal olur.” “Öğrenciler siyaset konuşursa başı derde
girer.” Domino dizimi. Reaksiyoner bir zincirleme.
Burada
mesele: “olabilir” diye başlayan ihtimallerin, hızla “olacak” kesinliğine çevrilmesi. Kaygan zemin
safsatası denen şey, aradaki geçişlerin nasıl olacağını göstermeden, birkaç
adım sonrasını kaçınılmaz felaket diye satmak demek. Elbette bazen
küçük bir gevşeme büyük sonuçlar doğurabilir ama o zaman mekanizma ve olasılık
konuşulur. Bunlar yoksa zincir, kanıt değil korku üretir. Medyanın uç örnekleri
büyütmesi de bu korkuyu besler: İstisna, bir kural gibi dolaşıma girer,
belirsizlik “tehdit” diye okunur.
Üniversitede
asistandım. Öğrenciler Irak Savaşı’yla ilgili savaş karşıtı bir pano hazırlamış, okulun sağcı
çoğunluğu huzursuzlanmış ama pano da duruyor. Akademi arada bir “demokrasi ve
ifade özgürlüğü” gibi heveslere kapılır ya, galiba o arada böyle bir şeyler yaşanıyordu.
Bir
sabah okula geldim,
fakültenin avlusunun önünde yönetim kurulundan kim var kim yok toplanmış,
sonradan profesör de olan bir meczubu dinliyor. “Savaş’a Hayır” sloganındaki
“s” harfi, orak-çekiç misali bir gönderme olabilir mi? Haydaa… Kalabalığın
içinden biri “hayır arkadaşlar, bu bildiğin s” der de konu biter sanıyor.
Nitekim hocalardan biri “Hayır, bu bildiğin s.” dedi. Tam rahatlayacakken devamını
getirdi: “Ama böyle siyasi işlere izin verirseniz, o ‘s’ illaki orak-çekiç olur, çocuklar da bir şey
sanır,
sonunda komünist olurlar.” Kimse “Niye ki?” demedi.
Ben
böyle bir korku ikliminde büyüdüm, bu korkudan faydalanan insanlarla
çalıştım. O yüzden söylenenler bana yabancı ve tuhaf gelmiyor demek istiyorum.
Tuhaf olan, tuhaf olmaması.
Evet,
insanlar gelecekten çeşitli nedenlerle korkuyorlar. Korku, bir mesele “kontrolden çıkacak”
fikrini çok cazip hale getirir. Zihin, belirsizliğe tahammül edemeyince,
belirsizliği “kesin felaket” diye tercüme eder. Böyle bakınca, bir panodaki
harf de ideolojik şifre olur. Bir arkadaşlık “bulaşma”, bir kitap “sapma”, bir
soru “itaatsizlik provası” sayılır.
Siz
“öğrenciler muhalefet ederse işin sonu kötüye varır” diyorsanız zaten daha kötü
bir gelecek tahayyül ediyorsunuz demektir. Böyle bakınca çocuklar bir anda
komünist, feminist, türlü biçimlerde “sapmış” filan oluyor, etiketler hızlandıkça akıl yürütme
yavaşlıyor.
Korku
ve endişe (çoğu zaman buna eşlik eden öfke) insanı mantıklı kararlardan uzaklaştırır.
Abartılı çıkarımlar, garip bir şekilde, daha “doğru” gibi gelir. Çünkü basittir, çünkü rahatlatır, çünkü “neden-sonuç”
hissi verir. “Eden bulur”, “rüzgâr eken fırtına biçer” gibi formüller burada
çok işe yarar: Karmaşık bir hayatı, tek satırlık bir ders cümlesine indirger.
Bir
de şunu fark edin: Hepimizin buna benzer hikâyeleri vardır. Bir yanlış
yapmışızdır, ardından bir dizi olumsuz sonuç gelmiştir, sonra da “demek ki
sebep buydu” diye anlatmışızdır. Oysa olan şey çoğu zaman sadece “o” nedenle
olmamıştır,
biz hikâyeyi basitleştirmişizdir. Basit hikâye kolay yayılır. Medya da basit,
abartılı ve dikkat çeken hikâyeyi sever. Ben “komünist olurlar” örneğini bu
yüzden anlattım: Çünkü ideoloji de çoğu zaman böyle çalışır ve karmaşığı indirger,
ihtimali kesinliğe çevirir, sonra o kesinliği “beka” diye mühürler.
Özetle,
kaygan zemin devletin ve hayatın bekası (!) için tadından yenmez bir mezedir.
Hem korkuyu örgütler hem itaat üretir hem de sonunda “ben demiştim” konforu
sağlar. Ama bedeli ağırdır: Olasılığı suç sayar, tartışmayı kapatır, düşünmeyi
de “risk” ilan eder. Zemin kaygansa, bazen sorun zeminde değildir, ayağımızın
altına bilerek sabun sürenler vardır.
![]() |


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder