Önce şunu anlatayım, o yıllarda her yerli filmde dansöz ve şarkı kullanılması çok eleştirilirdi, Gio, yazdığı sinema tarihi kitabında, Yeşilçam'ı dönemselleştirirken yanlış hatırlamıyorsam göbek devri gibi bir zaman aralığı bile kullanmıştı. Tarık Dursun bile isteye bu soruyu sorarak yapımcıların bağnazlığını kritize etmesini istemiş...
Yapımcılar tutmuş bir reçeteyi tekrar etmez değiller, bunu eleştirmek bana çok yaratıcı gelmiyor ama gazetecilik, aktüeli aramak demek... Akad, bir cevap vermiş, ben daha çok ona takıldım. Soru klişe belki ama cevap da klişe olmuş.... Yanlış anlaşılmasın klişe tek başına kötü bir şey değil... Zamanelik içinde neyin doğru ya da yanlış kabul edildiğini gösteriyor...
Şöyle diyor Akad: "Anadolu'nun böyle bir şey istediğini kendileri [yapımcılar] uyduruyorlar. Anadolu'nun inceliği bugün evimizdeki eşyalara kadar sokulmuşken bunu nasıl diyebiliriz. Bu olsa olsa kötü bir iftiradan başka bir şey olamaz"
Yukarıda belirttiğim zamanelik tam da bu işte... Evlere giren Anadolu (halılar, seramikler, desenler) modern sanatçıların tercihleriyle biçimlenmiş yeni bir şey ve buna tam da Anadolu sanatı-geleneği denilemez. O dekoratif unsurlar, film beğenisindeki derinliğin ölçüsü filan sayılamaz. Yani taşrada ahali kadınlara ve cinselliğe aç değil demek için bu unsurlar kullanılamaz.
Ne ki, o yıllarda, ta yetmişli yılların ortasına kadar, gazete ve dergilerdeki Anadolu romantizmi "overrated" bir kıvamdaydı, çok az insana abartılı gibi geliyordu bu durum. Şehirdeki göçmenlere ateş püskürürken, köylüye methiyeler düzülüyordu, onlara karşı gösterilen itina sahiden garipti.
Anadolu şarkı ve dansöz istiyor, hayır istemiyor, hakaret etmeyin gibi gibi... Yaratılan romantik imgeye aşık olup, onun hayali imgesi için kavgalar vermek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder