Pazar, Haziran 23, 2024
Kafka’ya Gri Yakışır
Romanın ilk cümlesinde geçen ‘ungeziefer’ sözcüğünün çevirisi de tartışmalıdır. Kafka, bir haşereden belki bir böcekten söz ediyor ama insekt dememiş özellikle. İğrenilen, uzak durulan, insanı rahatsız eden bir ‘şeyle’ okuru baş başa bırakıyor. Türkçe çevirilerde böcek denilmiş genellikle, bunu eksik bulan ve uzun uzadıya tartışan çevirmenler vardır. Çizgi roman uyarlamasının böylesi bir sorunu yok. Çünkü Gregor Samsa’nın sıkıntılı rüyasından uyandığında neye dönüştüğü zaten ‘gösteriliyor’. Zırh gibi sert sırtı, boğum boğum karnı olan şeyi, uyarlamayı yapan çizer Peter Kuper’in tahayyülüyle görüyoruz. Bir hamamböceği mi? Evet, olabilir.
Çocukluğumda, yetmişli yılların TRT günlerinde, hafızamda yer eden bir tartışma programı izlemiştim. Tartışmacılardan biri, beni düşündüren ve yıllarca aklımda cevap yetiştirdiğim bir iddia öne sürmüştü. Çizgi roman çocukların hayal kurmasını engelliyordu, ‘öyle güzel kar yağıyordu ki’ cümlesi resmedilmemeliydi ve zaten resmedilemezdi buna göre. Dünyanın en iyi ressamı bile bunu başaramazdı, çizgi roman edebiyata ikame edilirse çocukların hayal güçleri kadükleşecekti. İlkokuldaydım, Adana’da yaşayan bir mektup arkadaşım hiç kar görmediğini, hep kartopu oynamak istediğini yazmış, bana kar yağdığında neler yaptığımı sormuştu. Arkadaşımın hayalindeki kış resmine ne kadar katkım olmuştur bilemem ama uzun uzadıya anlatmıştım kızakla nasıl kaydığımı, buz yüzünden yokuş çıkamayan otomobilleri, zincirleri… Kardanadam’ın kömür karası gözlerini… Yıllar sonra, aklım başka türden bir feylesofluğa meylettiğinde fark etmiştim. Dil, ne kadar kapsayabilir ki gerçekliği? Benim kış hikâyem gerçeği mi ‘resmediyordu’ yoksa okuduğum kitaplar, seyrettiğim filmler ya da dinlediğim hatıralardan damıtılmış melez bir tahayyül müydü? Bilirsiniz, Don Quijote başka bir gerçeklikte yaşadığı için komiktir. Hayal âleminde dolanır, olağandışı olana hemencecik seyirtiverir. Oysa ‘hay Allah nelere inanıyor’ dediğimiz trajikomik adam bir edebiyat kahramanıdır; romanların içinde kaybolan ‘şövalyeyi’ anlatan bir romanı okumaktayızdır, bunu unuturuz. Çünkü roman kendi gerçeklik düzlemini kurmuş, yarattığı vehimle bizi fethetmiştir. ‘Öyle güzel bir gerçeklik yağmaktadır ki’ Don Quijote’nin üstüne, ince ince…
Samsa’nın bir sabah birdenbire bir ‘ungeziefer’e dönüşmesi olağandışıdır. Onun sahiden bir böcek olup olmaması çok da önemli değildir Kafka için. Bize bu dönüşümün gerekçesini anlatmaz, her nasılsa olmuştur işte. Samsa, durumunu kabullenir, yeni hayat şartlarına göre yaşamaya başlar. Ailesi başlangıçta bu felakete üzülse de giderek arka odadaki o böcekten kurtulmaya çalışır olur, acıma hislerini kaybetmişlerdir. Roman öyle bir yönlendirir ki bizi başlangıçtaki olağandışı dönüşümü önemsemez oluruz, dönüşüm ‘gerçektir’, hepimizin başına gelecek kadar sıradandır. Lukacs, Macaristan 1956’da tutuklanınca, yorumlarında yanıldığını fark ederek yanı başında dikilen subaya dönüp “Kafka ne kadar gerçekçiymiş” dediği rivayet edilir, bu hadisenin sahiden yaşanmış olması gerekir mi doğrusu emin değilim.
Çizgi romanlar, fantastik olanın içinde büyüyüp serpilmiştir. ‘Gerçeği başka yerde arayın’ diyen bir düzlemde var olmuşlardır. Samsa’nın neye dönüştüğünü okura bırakan bir muğlâklığa başvurulmaz o sebeple, basit ya da sakil diyelim, o ölçüde teşhircidirler. Kafka’nın Dönüşüm’deki olağanüstülükle başlayıp normalleşen anlatım seyri çizgi romanlarda genellikle ters yönde işler. Peter Parker’ı laboratuardaki örümcek ısırdığı için olağanüstü birine dönüşmüştür vs. Kafka’nın çevirisini tartışanlar ya da çizgi romanı azımsayanlar, uyarlamadan muhtemelen hoşlanmayacaklardır ama ben yine de onlara alternatif çizgi roman dünyasındaki Kafka ilgisinden söz etmek isterim. 1970’li yıllardan itibaren yükselen entelektüel arayışlarda, sonraki Grafik Roman akımında önemli referanslardan biri olmuştur Kafka. Örneğin uyarlamanın çizeri 1958 doğumlu Peter Kuper, neredeyse otuzbeş yıldır çizgi roman dünyasında varolan bir sanatçı, Kafkaesk olarak tanımlanabilecek bir tarzı var. Zaten sadece Dönüşüm’ü değil Kafka’nın pek çok hikâyesinin çizgi roman uyarlamasını da yaptı (Give İt Up, 1995). Bir fikir verir mi bilmiyorum ama Upton Sinclair uyarlamaları da yaptı. Bizde Şikago Mezbahaları adıyla yayınlanan The Jungle’ın nasıl bir roman olduğunu bilenler bilmeyenlere anlatsın. Kuper, anaakım çizgi roman anlatılarının dışında duran, modern medyanın bizi içine gömdüğü klişelerle didişen, otoriteyle uzlaşmayan, galipler ve yönetenlere güvenmeyen bir yerde durarak anlatır anlatacağını. Bir başka ifadeyle Kafka ya da Sinclar’i, tarzına yakın bulduğu için uyarlıyor çizgi romana. Çalışması, Kafka ve Dönüşüm olduğu için Türkçede yayınlanıyor ama Peter Kuper’in de bir yaratıcı olduğu unutulmamalı. Bu uyarlamaları ticari nedenlerle kotarmış değil, ilk günlerinden itibaren benzer nitelikte hikâyeler üretiyor. Doğrusu hiçbir zaman çok satar bir isim olmadı, röportajlarından ve üretimlerinden anlaşıldığı kadarıyla bunu da pek umursamıyor. Karanlık kareleri seviyor, özellikli bir sevimsizlik kullanıyor. Korku, endişe, sıkıntı, kasvet çıkıyor sayfalarından. Bana sorarsanız Kuper, ‘öyle güzel yağıyordu ki kar” resmini çizemez (!) ama onun için huzursuzluğun ressamıdır diyebilirim, üstelik Kafka’ya da yakışır bu grilik.
Radikal Kitap, 13.8.2010
Cumartesi, Haziran 22, 2024
Doktor
![]() |
Sanat olmasa delirirdik doktor, idare ediyoruz...
Cuma, Haziran 21, 2024
Resimdeki Kadın
![]() |
![]() |
Dormen, garip bir şey yapmış, tiyatrodan gelme bir alışkanlıkla, bütün hikayeyi, kısa flashbackler dışında evin salonunda geçirmiş. Komiserimiz, cinayeti araştırdıkça, salondaki fotoğrafa aşık oluyor, evden bir türlü gidemiyor, orada sabahlamaya, hafif hafif içmeye dahi başlıyor. İyi anlatılamamış olsa da enteresan...
Derken, kız bir gece ortaya çıkıyor, meğer ölmemiş, meğer ölen bir başka manken arkadaşıymış... Resme aşık olan sarhoş komiserimiz onu kanlı canlı karşısında görünce hayal gördüğünü sanıyor, arkadaşı onu görünce düşüp bayılıyor, hizmetçi fenalaşıyor vs vs...
Dormen, teatral bir sürpriz yapmakla birlikte finali yükseltememiş, olduramamış... Pek de güçlü olmayan bir öldürme motivasyonu olan bir katil çıkartmış ortaya...
Maksadım, onca yıl sonra "pulp" bir işi "eleştirmek" değil, doğal olarak yüksek bir beklentiyle okumadım kitabı... İlginç yönleri olmakla birlikte kaçırılmış bir hikaye olarak ilgimi çektiği için yazdım bunları...
Perşembe, Haziran 20, 2024
Jurnalci
![]() |
Bir iki gün sonra dergiyi çıkartan genç ile yolda tesadüfen karşılaşıyor. Geçip gidecekken genç ısrarla selam veriyor, dayanamayıp geri dönüyor ve dergisinde kendisine niçin Jurnalci dedirttiğini soruyor. Son Mavi'nin sahibi yazıyı İlhan'ın gönderdiğini, yayımlamamazlık edemediğini söyleyip sorumluluğu üzerinden atıyor. Ataç, haliyle buna daha fazla içerliyor. Özetliyorum, ahlaksızım ki bana Jurnalci diyorsun ama sonra da selamı eksik etmiyorsun. Eğer öyleysem niye selam veriyorsun, yok değilsem niye beni itham ediyorsun...diyerek söyleniyor.
Mesele orada kalmıyor, bir ay sonra Attila İlhan yeni çıkan şiir kitabını imzalayıp Ataç'a yolluyor. Yine özetliyorum, jurnalci yaftasıyla beni ahlaksız sayıyorsun ama tanıtımını yapmam için kitabını yolluyor, bana "sayın" diyerek ithafta bulunuyorsun diyerek tekrar kızıyor.
![]() |
Tartışmanın enikonu ne olduğunu tam bilmiyorum, ama kendimi Ataç'a yakın hissettim, ne desek boş, kavganın haysiyetli bir tarafı vardır, kavga ediyorsan, söylediğinin arkasında duracaksın, veya "hasmına" kitabını göndermeyeceksin, ayıp çünkü, hiç olmadı, meramını anlatacak bir mektup yazacak veya gidip yüz yüze görüşeceksin... Yoksa böyle "rezil" ederler seni.
İtiraf ediyorum, kendinden "Kaptan" diye bahseden biri bana oldum olası komik gelir. O da ayrı lakırdı...Geçelim.
Çarşamba, Haziran 19, 2024
Günlük tutmak
![]() |
Üç dört gündür, evde ofiste bir seri kitap arıyor ve bulamıyorum. Doğal olarak aradıkça, geçmişten kalan, kutulayıp kaldırdığım, unuttuğum bir dünya malzemeyle karşılaştım. Askerlikte yazdığım defterlerimi de o hengamede buldum, bir sayfasını hafif sansürleyerek paylaşacağım.
![]() |
Salı, Haziran 18, 2024
Balıkçı
![]() |
Bana gelince, sonraki yıllarda yazdıklarından çok çizdikleri ilgimi çekmeye başladı. İlk çizgi romancılarımızdan sayılır, resimle-görselle anlatma arzusu hayli güçlüdür. Yukarıdaki kitabına kapağı kendisi çizmiş, içeride de ilüstrasyonlar kullanmış örneğin.
Yeri gelmişken, not düşeyim, öykülerinde yine bir coşku var, bugünden bakınca "kesin" bir öfke hissediliyor, insanları "kötü" bulduğu da anlaşılıyor.
Çizgilerse her zaman aynı ortalamayla üretilmemiş, savrulmaları var, hikaye betimlemek, çarpıcı bir anı seçip resmetmek, bir ülüstrasyoncu zanaatıdır, yetenek kadar tekrarı gerektirir. Nasıl demeli, o kadar çizmediği anlaşılıyor. Tabii ki özgün ve benim için ilgi çekici, o ayrı...
Pazartesi, Haziran 17, 2024
Hürmüz
![]() |
![]() |
Pazar, Haziran 16, 2024
Bayram tebriği
![]() |
Cumartesi, Haziran 15, 2024
Tarih dolma yutmaz!
![]() |
Cuma, Haziran 14, 2024
Niye kopya?
![]() |
Şöyle bir bakındım, Red Kit 1983 yılında sigarayı "bırakmış", bize sirayeti hemen olmamıştır diye tahmin ediyorum, anca üç beş yıl sonra, Dünya Sağlık Örgütü dizinin çizeri Morris'e ödül vermiş, yine haber olmuş, yine konuşulmuştur.
Sigara karşıtlığının dünyadaki ömrü yarım asrı biraz geçmiş olabilir, gündelik hayatta etkisi bakımından bizde de yirmi yıldır daha yoğun biçimde kendini hissettiriyor. O yüzden bu afiş erken örneklerden biri aslında...
Afişin Doğan Grubun Dışbank'ı satın aldığı doksanlı yıllarda üretildiğini tahmin ediyorum. Yayın hakkı yine Milliyet ve Doğan grubunda olan bir çizgi kahramanı kullanmışlar çünkü...
Afişi ilk gördüğümde Red Kit'in orijinal çizgilerinin kullanılmadığını, bizim buralardan birine çizdirildiğini fark ettim. Yayın hakları nedeniyle Red Kit'i gerekçesi ne olursa olsun hak sahiplerinin izni olmadan kullanamazsınız, mutlaka ilanın bir köşesinde izinle kullanıldığına dair bir ibare yer alması gerekir.
Ellerinde orijinali varken bunu yapmamışlar, Türkçe yayın hakkı sahibi olmalarını bu kopya için hak gibi görmüşler, kamu yararını gözettiklerini düşünmüşler, önemsememişler diyelim... Halk ağzıyla söylersek, "hayır işi" diyerek geçiştirmişler.
Telif meselesi arada yazıyorum, o kadar pervasızca ve tuhaf kullanılıyor ve kullanılmıyor ki, insan bir noktadan sonra şaşıramıyor bile...
Perşembe, Haziran 13, 2024
Öteki Kadın
![]() |
![]() |
Lennon ile Ono, 1973'te bir süre ayrı yaşamaya karar verirler ve o arada, Ono yanlarında çalışan, asistanları olan henüz yirmi üç yaşındaki Pang'i, Lennon'a partner olarak önerir. Bir başka ifadeyle, Ono, yokluğunda Lennon'un kimle yaşayacağına karar vermiştir. Cerzebeli, kamuoyunu meşgul eden bir ilişki yaşamaya başlar Pang ve Lennon. Dönemin tuhaf atmosferi nedeniyle teşhirciliklerini sürdürürler, saklanmazlar, meydan okuyucudurlar. Lennon, Yoko Ono ile ne yapıyorsa, özellikle medya karşısında hayatını nasıl yaşıyorsa, Pang ile onu yapmaya devam eder.
Bundan sonrasıysa epeyce karışık.
Rivayete göre Ono, ilişkinin denetimi dışına çıktığını görüp, Pang'ten Lennon'dan ayrılmasını ister. O bunu istediğinde olmasa bile Lennon, Ono'ya döner ve Pang, bir buçuk yıllık beraberlik sonunda evden ayrılır. Günümüzde iki kadın arasındaki nefret, hezeyan, habislik ve tek kelimeyle alelacayiplik dolu ruh hali varlığını koruyor. O yaşanmışlık, hiçbir biçimde unutulmuş değil. Uzun yıllar, iki kadının karşılaşma ihtimalleri dahi haber oluyordu. Pang, başka müzisyenlerle de çalıştı, halkla ilişkiler türü bir iş yapıyordu, bunu sürdürdü. Lennon ile yaşadıklarını kitap yaptı vs vs...Lost Weekend adıyla yaşadıkları film de oldu. Bugün, doksan yaşına merdiven dayamış Ono ile konuşmuyorlar, röportajlarında ya da yazdıklarında birbirleri hakkında kem sözler ettiler vs
Çarşamba, Haziran 12, 2024
Hammal
![]() |
Salı, Haziran 11, 2024
Sean Denney
![]() |
https://www.deviantart.com/karmichorror/art/Twisted-Trees-and-Foxy-Terrors-1054491341 |
![]() |
https://www.deviantart.com/karmichorror/art/The-Forest-s-Secret-Pact-1039114418 |
![]() |
https://www.deviantart.com/karmichorror/art/Shadowplay-on-Doomsday-Frequency-1040902835 |
![]() |
https://www.deviantart.com/karmichorror/art/Ink-Eyed-Watcher-of-the-Night-1051646500 |
![]() |
https://www.deviantart.com/karmichorror/art/Lesser-Mortals-Tremble-1047103534 |
Pazartesi, Haziran 10, 2024
Whataboutism
![]() |
Pazar, Haziran 09, 2024
Bir gösteri sanatçısı olarak "ben"
![]() |
Cumartesi, Haziran 08, 2024
Seyrüsefer Defteri 160-161
![]() |
![]() |
Cuma, Haziran 07, 2024
Adam Listesi
![]() |
https://www.deviantart.com/juarezricci/art/Scream-830606684 |
Tek Adam (Atatürk), İkinci Adam (İsmet İnönü), Üçüncü Adam (Bülent Ecevit), Milletin Adamı (R.T.Erdoğan), Bir Çocuk Adam (Tuncel Kurtiz, Cumhuriyet Dergi, 12.2.1995), Kendi Putunu Yıkan Adam (Necip Fazıl Kısakürek, Bir Nokta, Nisan 2013), Enteresan Adam (Selahattin Pınar), Adadaki Yalnız Adam (Faik Baysal, K Dergi, Nisan 2003), Büyük Hülyaların Küçük Adamı (Tanpınar, Bir Nokta, Şubat 2012), Güle Güle Uzun Adam (Tarık Akan, Karakarga, Ekim 2016), Aylak Adam (Ed., Yusuf Atılgan), Bir Saklı Adam (Hasan Ali Toptaş, Yom Sanat, Haziran 2003), Denizi Yazan Adam (Halikarnas Balıkçısı, Varlık, Ekim 1978), Şiirden Adam (F.H.Dağlarca, Meltem Sanat, Sayı:9, 1968), Yol Açan Adam (Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, Şubat 2003), Çöpten Adam (Sanatsever), Kıllanan Adam (Ahmet Yılmaz), Adam gibi Adam (Muhsin Yazıcıoğlu, Fatih Terim vd), Rüzgara Karşı Yürüyen Adam (Nazım Hikmet), Geçmiş Zaman Adamı (Abdülhak Şinasi Hisar, Kitap-lık, Kasım 2005), Utanmaz Adam (Şeref Haktanır), Küçük Dev Adam (Naim Süleymanoğlu), Aranan Adam (Müfit Can Saçıntı), Her Devirde Adam (Rauf Denktaş), Gül Yetiştiren Adam (Rasim Özdenören), Ay’daki Adam (Aydan Siyavuş), Dünyayı Kurtaran Adam (Cüneyt Arkın), Kendi Dalgasında Bir Adam (Metin Eloğlu, Kargış, Mart 2017), Halk Adamı (Orhan Kemal), Türküleri Yaşayan Adam (Erdal Erzincan, Türkü Life, Kasım 2017), İrfan Adamı (Cemil Meriç), Davulu Konuşturan Adam (Okay Temiz), Gölge Adam (Ertuğrul Akbay), Huzursuz Adam (Mustafa Kutlu, Tereke, Güz 2004), Ruh Adam (Atsız), Güldüren Adam (Kemal Sunal), Sokaktaki Adam (Ed.,Attila İlhan), Onikinci Adam (Şşş üçlü çekiliyor), Kardan Adam (Mevsimlik Neşe İşçisi), Dertli Bir Adam (Ed., E.Ekrem Talu), Kaybolan Adam (Ed., Peyami Safa), Kimsesiz Adam (Ed., Kemalettin Tuğcu), Fil Adam (Ed.,Aziz Nesin), Adını Unutan Adam (Ed., Mehmet Eroğlu), Beklenen Adam (Cemal Kutay), Kuşlar gibi Uçan Adam (Hezarfen), Efendi Adam (Damat Adayı), Geç Kalan Adam (yine Tanpınar), Tarihi Konuşturan Adam (İlber Ortaylı), Yalnız Adam (Sibel Egemen söylüyor), Adam gibi (İbrahim Sadri kasetten şiir okuyor), Ölmeyi Bilen Adam (Muhsin Ertuğrul), Her Devrin Adamı (amir ve memur kadrolu çalışan), Allah’ın Adamı (muhabbetçi), Benim Adam (Apla, Kociş'inden söz ediyor)...Issız Adam (Gişe kalabalığı), Gönül Adamı (Güneri İçoğlu), Adam Olacak Çocuk (Barış Manço güldürüsü)...
Perşembe, Haziran 06, 2024
Çarşaf
![]() |
Çarşamba, Haziran 05, 2024
Çizgilere Derkenar 37
![]() |
Aralarındaki usta-çırak ilişkisini bilmiyordum, benim için zihin açıcı oldu... Dündar'ın pek çok işine ve piyasayla ilişkisine artık daha farklı bakacağım. Etkilenmiş, benzer bir çalışma biçimiyle başka bir noktaya ulaşmış...
Ve bence bu çalışmayı daha çok o çizmiş, Münif Fehim son rötuşları yapmış, imzasını atmış...
![]() |
![]() |
![]() |
Salı, Haziran 04, 2024
İlk defa olarak
![]() |
Pazartesi, Haziran 03, 2024
Hırkız
![]() |
Pazar, Haziran 02, 2024
Amel Defteri
![]() |
Malumunuz, İslam'da "Amel defteri" diye bir inanış var, insanların yaşarken yapıp ettiklerinin kaydedildiği bir kayıt tutanağı... Doğrularımız ve yanlışlarımız melekler tarafından kaydediliyor, işte o defter kıyamet gününde açılacak-okunacak, elimiz kolumuz bile hakkımızda konuşacak filan...
Yaşadığımız dönemin amel defteri de galiba gugıl (google)... İnsanlar, ünlü biri öldüğünde gugıldan ismi taratıp, o ismin suçunu-günahını çat diye yazarak cezasını kesiyorlar. Hani bu durum arkadaş arasında bir fısıldaşma, halleşme filan değil kamusal bir ifşa olarak yaşanıyor... Özlem Kumrular, bir köpeğin ölümüne vesile olmuş, Ahmet Uğurlu da vakti zamanında işte evli bir kadınla ilişki yaşamış...
Bunlar hatırlatılmalı, mutlaka söylenmeli diye düşünülüyor galiba... Öbür dünya diye bir şey yok, cezanı bu dünyada çekeceksin mi diyorlar yoksa insanlar hakim-savcı filan değil bizzat Allah'ı mı oynamak istiyor sahiden bilemiyorum. Cayır cayır harlıyorlar kurdukları cehennemin ateşini...
Tek tek isimlerle bir derdim yok, birilerini korumak adına da yazmıyorum, o kadar ayrıntılı bilmiyorum zaten her şeyi...Tanımıyorum da... Bildiğim fasıldan konuşup, Altan Erbulak bunu kabul etmiş, eşiyle ilişkisine devam etmiş, size ne filan diyebilirdim ama bu bile ayıp bence...
Benin bildiğim şu, insanlar hata yapıyorlar-yapabilirler ama bu hatalarından dolayı pişman da olabilirler, onlara pişman olma hakkını vermek zorundayız. Hiçbirimiz kanun koyucu değiliz. Bir yandan bağnazlığı ve fanatizmi eleştirip liberterlikten dem vuracak, diğer yandan revanşizmi ve hasmaneliği bir silah olarak kullanacaksak...orada bir yanlışlık vardır.
Cumartesi, Haziran 01, 2024
Gırgır söyleşisi
![]() |
Gırgır ile kişisel tanışmanız nasıl oldu? Hangi
duygularla okurdunuz ve nasıl bir okurdunuz?
Türkiye’de çizgili sanatların çeşitlilik ve satış
bakımından altın çağı olarak nitelendirebilecek bir dönemde çocukluğumu
geçirdim. Çizgi roman ve mizah dergileri, önemli eğlence araçlarıydı,
televizyon yaygın değildi. Yazılı basının en şaşalı dönemleriydi demek daha
doğru… inanılmaz görünebilir, bir milyona yakın satan birkaç günlük gazetemiz
vardı mesela… Gırgır, benim için tek ve benzersiz değildi, ben büyürken çok
sayıda mizah dergisi vardı, okuyanı çoktu, alışkanlık olmuştu, sadece onlar
değil, gazetelerde bantlar, çizgi romanlar olurdu. Hepsiyle ilgili büyük reklamlar
yapılırdı. Gazete çizerleri, gazetelerin yüksek maaşlı, yüksek telifli
çalışanlarıydı.
Değişim nasıldı?
Ben, hem bu altın çağı hem de sonrasını gördüm. Yazılı
basın, bir medium olarak önce televizyona sonra internete yenildi… Dramatize
ettiğim sanılmasın, teknolojik bir değişim bu… Benden on yaş büyük birisiyle,
hatta yirmi yaş büyük birisiyle benim çocukluğum çok farklı değil…
Eğlencelerimiz, kahramanlarımız, esprilerimiz, takıntılarımız epeyce
benzeşiyor. Ama benden on yaş küçük, benden yirmi yaş küçük birisiyle bu
benzeşme azalıyor ve başkalaşıyor. Çünkü teknolojik bir dönüşüm yaşandı,
hayatın sürati değişti. Gırgır, televizyonun ulusallaşıp çeşitlendiği, soğuk
savaşın bittiği, teknolojinin faş ettiği bir dönemde yayıncısı tarafından
satıldı. Hiç tesadüf değildi yani. Ticari olarak çok doğru bir zamanda, en çok
“para” ettiği dönemde el değiştirdi. Birkaç yıl içinde mizah dergilerinin
toplam tirajı yüzde yetmiş civarında düştü çünkü. En güçlü eğlence aracı
değillerdi artık, dergilerdeki mizah televizyona taşınmıştı, etkileri
kalmamıştı…Yazılı basın eriyordu.
Gırgır'ın sevilmesini ve çok okunmasını neye
bağlıyorsunuz?
Önce şunu düşünmek gerekiyor. Bir dergi ya da gazete
nasıl çok okunur, nasıl çok satar. Öncelikle o popülerliği sağlayacak bir
dağıtım ağının içinde olmalısınız. O networke dahil değilseniz, içeriğiniz
popüler olmanıza yetse bile çok satamazsınız, popüler olamazsınız. Popüler
kültürde çok tartışılan underrated-overrrated ikilemi, temelde bu networke
dahil olup olmamakla ilgili. Nitelik daha sonra yapılması gereken bir tartışma.
Gırgır'ın içinde bulunduğu dağıtım ağının da etkisi var
diyorsunuz...
Genellikle atlanıyor, hep Oğuz Aral ile hatırlanıyor ama
Gırgır’ın asıl sahibi, gazete-dergi dağıtım şirketi olan, her çıkardığı yayın
çok satan, ülkenin en modern ve en büyük matbaasının sahibi Haldun Simavi’ydi.
Mizah dergileri o güne kadar genellikle kendi imkanlarıyla çıkan, az
basılabilen, az dağıtılan, İstanbul merkezli yayınlardı. Gırgır’la birlikte ilk
defa bir mizah dergisi büyük sermaye tarafından çıkartılıyordu. Haldun Simavi,
Veb-ofseti kurunca makineleri sürekli çalıştırmak istiyor, gerçekten garip bir
süratle çok satar yayın üretiyordu. O arada bir de mizah dergisi deniyor. Şöyle
anlatayım, Gırgır 1972’de çıktığı için, karşılaştırayım, altmışlı yıllarda
çıkan mizah dergileri en fazla yirmi bin satış ortalaması tutturuyor ve
İstanbul dışına çıkamıyordu. Gırgır’ın çıkan ilk sayıları daha en baştan
kırk-elli bin civarında basılıyor, her yeni sayıyla gitgide de artıyor, her
yere gidiyor. Türkiye’nin neresine giderseniz gidin Gırgır’ı
görebiliyorsunuz. Dergi, böylece Türkiye’nin ortalama esprisi, çizgisi oluyor.
Bu durum, öncelikli olarak bir ticari başarı…Simavi kardeşler arasındaki
rekabet de unutuluyor, Günaydın-Hürriyet çekişmesinin bir benzeri Gırgır ile
Çarşaf arasında yaşanır. Bugün hiç ismi geçmiyor ama Erol Simavi’nin Gırgır’a
alternatif olarak çıkardığı Çarşaf da çok satıyordu.
Nasıl popüler oldu?
Popüler olmak için haliyle reçeteler var, çoğunluk değerlerine hitap etmeniz gerekiyor, Gırgır, Haldun Simavi zorunluluklarıyla çıkar. Basit esprilerle, hafif erotik, hafif argoludur, siyasetten uzak bir magazin eleştirmeni gibidir. Bugünden bakarak değerlendirmek çok mantıklı değil, cinsiyetçi ve bayağı bir içerikle karşılaşırız. Şunu demek istiyorum, zamanı (ve beğenileri) manipüle edecek bir dağıtım ağının göbeğinde genç üreticileriyle ve onların yeni mizahıyla yola çıkıyor, Gırgır, mecazen söylüyorum, kervanı yolda düzüyor.
![]() |
Gırgır'ın dünya üzerinde eşi benzeri olmayan bir örnek
olmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Ben eşi benzeri olmayan bir örnek olduğunu düşünmüyorum.
Gırgır’ın dünyanın en çok satan üçüncü mizah dergisi olduğunu bizatihi
yayıncısı olan Haldun Simavi’nin gazetesi Günaydın uyduruyor. Soğuk savaşın iki
blok lideri Amerika ve Sovyetlerden iki dergi alıp, kendi dergilerini üçüncü
sıraya koyuyorlar. Fırt da dördüncü dergiymiş filan. Çarşaf ne olacak diye
soran yok. İnsanların bu tatlı palavrayı ciddiye alması bana oldum olası garip
geliyor. İnanmak ve övünmek istiyoruz. Oysa yok öyle bir şey. Dünya kadar ülke
ve yüzlerce çok satan çizgili dergi var. Kimileri günümüz koşullarında bugün
bile elli yıl önce çıkan Gırgır’dan çok satıyor. Diğer yandan basın ve mizah
tarihimiz açısından çok özel bir dergi Gırgır, çok sayıda insanı çizgiyle
ilgili meslek sahibi yaptığı için ayrıca önemli.
Gırgır'da nasıl bir Türkiye vardı?
Haliyle komik, iyicil ve sevimli bir Türkiye vardı.
Mainstream bir dergiden söz ediyoruz, çoğunluk değerlerine saygılı, siyaseten
seküler milliyetçi duruşu olan bir yayındı. Muhalifliği daha çok bulvar
gazetelerini andırıyordu. Komik manşetleri olur biliyorsunuz o tür gazetelerin,
içerde de vatandaşı kollayan ve hesap soran pahalılık haberleri… İşaret
parmağını sallayan ve bağırarak “yazan” köşe yazarları filan… Haldun Simavi
gazeteleri nasılsa Gırgır da o kadar muhalif ve politikti…Çok hatırlatılan, bir
12 Eylül kapatması var, o espriyi kimse dikkatle incelemiyor, doğrudan 12 Eylül
eleştirisi yok orada, uygulayıcıların tercihlerine yönelik bir serzeniş var,
televizyon esprisi. Popüler ve çok satar, sağcının da solcunun da okuması için
istiflenmiş bir dergiden söz ediyoruz. Sakin değerlendirelim, 12 Eylül diktası
onbinlerce insanı öldürdü, kaybetti, sürgün etti…Gırgır, o rejimi gerçekten
rahatsız etseydi yayımlanamazdı. Ben Haldun Simavi’ye yönelik bir baskı ve ayar
olarak görüyorum o yasaklamayı. Asıl hedef Günaydın gazetesi ve Simavilerdi
bence…Bunu yaparken korkutuyorsun elbette. Geri adım attırıyorsun. Gırgır’ın
daha politikleştiği bir dönemi var, yok değil ama o tarihlerde o bakımdan öncü
değil, ondan da öyle bir siyasi direniş beklenemez zaten… mesela o dönem Sokak
ya da Yeni gündem gibi dergiler var ama popüler muhalefet dergisi Nokta oluyor.
Muhalefet biraz mevziler savaşıdır, sorunu görünür kılarsınız, meşrulaştırır ve
normalleştirirsiniz. Nokta, işkenceci polis haberleri yaptığı için Gırgır da
yapabildi yani…
Gırgır ya da mizah o zamanlar neyi başardı?
Gırgır, neyi başardı? Bence çizerek-yazarak geçinebilen üreticiler olmasını sağladı, bir meslek üretti. Daha önce karikatürcüler kendilerini gazeteci sanıyorlardı. Kendi okurunu yarattı, bir okuma alışkanlığı oluşturdu. Mizah dergilerinin çoğalması onunla başladı. Daha önce dergiler, üç beş kişiyle çıkardı…Gırgır’la birlikte kırk elli kişilik kadrolar oluştu. İyi telifler ödeyerek çok sayıda insanı karikatürist ve çizerliğe teşvik etti. Mizah neyi başarabilir sorusunun tek bir cevabı yok. Bir memleketi güldürmek-gülümsetmek kolay iş değil. Gırgır neşe kattı evlere. Sadece siyasi iktidara ve sağcılara karşı ne yaptı diye düşünmemek gerekiyor, bunun ailesi, okulu, askerliği, iş hayatı, insan ilişkileri çok ama çok boyutu var, her anlamda bağnazlığa muhalefet etti, Sorunları görünürleştirdi. Farkındalık yarattı.
Mizah şimdi neyi başarıyor?
Mizah katlanmamızı sağlar, dayanma gücümüzü artırır,
kolaylaştırıcıdır. Tek başına bir şeyi değiştiremez. Romantize etmeyelim,
mizah, siyasetle ilişkilendirildiğinde hiciv ve aşağılama bağlamında anlaşılıyor,
ya da sadece eğlence, kıkırdama… Ne o ne de öbürü aslında. Mizah, çoğunluk
değerlerinden beslenir demiştim… ama çoğunluk değerlerini eleştirerek de mizah
yaparsınız. Ben popüler mizahtan söz ediyorum.
Söyleşi, Aslı Atasoy ile T24için yapıldı. Gırgır'la ilgili başka isimlerle de konuşulmuş. Meraklısı ayrıca bakabilir...