Pazar, Ocak 05, 2025

Kıyamet Kaydırması

Eğer birazcık tarihe merakınız varsa, hiç şaşmıyor, okudukça şunu fark ediyorsunuz, hangi dönem olursa olsun insanlar hayatlarını sürdürdükleri "şimdiki zamanın" çok ama çok kötü yaşandığına inanıyor, kahredici bir karamsarlık ve endişeyle çevresine-çocuklarına bakıyor ve gelecekten çok ama çok korkuyorlar. "Biz yaşayacağımızı yaşadık ama çocuklarımıza üzülüyoruz" diyen amca ve teyzeler hep vardılar yani...

Malum, günümüzde "doomscrolling" diye bir şey var, sosyal medyada veya genel olarak internette kötü haber aramak ve sadece onları okumak anlamında bir niteleme bu... Amerikalılar bunun pandemide yaygınlaştığını düşünüyorlarmış. Ben pek sanmıyorum, hep vardı çünkü... Gazetecilik, kendini neredeyse bu mantığın üzerine kurar...Okurların kötü habere, (skandala, büyük bir tehdide, savaş ihtimaline, açlığa, azınlıklara, "bankaların kapanmasına", "vatanın satılmasına") olumlu haberlerden daha fazla dikkat gösterdiği ve daha çok hatırladığını doğal olarak iyi bilirler. 

Hani şimdi sosyal medya platformları eleştiriliyor ya...  Mantıklarının bir tür öfke ekonomisine (outrage economy) dayandırılmasına kızılıyor ya... Bu da bugüne özgü bir durum değil. Evet, yine bir gazetecilik kuralıdır, insanlar öfkelendikleri veya korktukları haberlere daha fazla ilgi (negativity biasgösterirler. Yaşıyoruz,  dijital algoritmalar, öfkenin ve korkunun daha çok paylaşılmasını sağlıyorlar, bu tür içeriklerin yayılması hepimizi etkiliyor. Geçmişten farklı olarak kötü haber, çok daha fazla insana ulaşıyor ama etkisi geçmişteki kadar uzun sürmüyor. Zaten o sebeple sürekli olarak "dikkat ekonomisinden" (attention economy) söz ediliyor, dijital dünyada, dikkat çekmenin her şeyden daha fazla önemli olmasına vurgu yapılıyor.

Başa dönersek, dünya kötüye gidiyor hissini daha kısa ömürlü ama daha yoğun biçimde besleyen bir ruh haliyle karşı karşıya olduğumuzu kabul ediyorum. Sürekli olumsuz haberlere maruz kalmak her birimizde kaygı ve umutsuzluk yaratıyor, olumsuz anlamda bir tür "infodemic" yaşıyor ve bundan sıyırılamıyoruz. 

Hep gazetecilikten söz ettim, çünkü sosyal medyanın her birimizi bir gazeteciye ve "köşelerimizi" gazeteye çevirdiğini unutmayalım. Çıkardığımız gazeteleri "satmak zorundayız". İlgi çekebilmek için öfkemizi, duyarlılığımızı, heyecanımızı ve hatta vücudumuzu-zindeliğimizi dahi  "gazetemizde" manşetimizle birlikte paylaşıyoruz. 

Hemen tüm toplumlar bu durumdan şikayetçiler, çözüm olarak dijital detoks'tan, haber okuma süresini sınırlamaktan, güvenilir kaynaklara yönelmekten, algoritmaların farkında olmaktan bahsediliyor. Size, tarihsel farkındalıktan söz ettim, bu da bir bilinçli farkındalık örneği (mindfulness), benzersiz değiliz, abartıyoruz'u anlamak açısından karşılaştırmalar her zaman işlevseldir...Bir hafta önce ne yaşandığını unuttuğumuzu hatırlamak da bir yol... 

İçinde yaşadığımız dilin farkında olmalıyız, eğer kendimizi sürekli kötü haber okurken-tüketirken-ararken buluyorsak, bunu neden yaptığınızı sorgulamamız gerekiyor...Negatif bilgi bağımlılığı çünkü bu... Arendt, dil ile gerçeklik arasındaki bağın kopmasının manipülasyon ve yabancılaşmayı artıracağını defaatle hatırlatır. Her şeye rağmen çözüm yolları ve iyileşme potansiyeli var demek bana şartmış gibi geliyor. Mücadele böyle bir şey... Orwell, 1984'te Newspeak'ten söz eder biliyorsunuz, dilin sınırlandırılması veya yönlendirilmesi, insanların gerçeklik algısını değiştirebilir. Ne konuşuyorsan dünyayı öyle algılamaya başlıyorsun demeye getirir...

Tam pazar yazısı oldu, pıyy... 

2 yorum:

*mehtap dedi ki...

Kesinlikle dünya hiç bir zaman güllük gülistanlık olmamış, savaşlar, hastalıklar, kıtlık ,açlık hep her dönem olmuş. her dönem fakirler ezilmiş, zenginler yaşamış. Ama kendi sınırları içinde kalmış olaylar. Şimdi uzaklar çok yakın oldu. Herkes her şeyi anında öğrenebiliyor, çözemeyeceğimiz, etkimizin dahi olmayacağı , bilmemizin bize hiç bir yararı olmayan bir sürü şeye maruz kalıyoruz ve bu hiç iyi bir şey değil. Hepimiz her şeyi bilince, görünce mutlu olmuyoruz. Görülen herşey zengin fakir fark etmez hepimizin içini haset, korku, endişe doldurabiliyor. Çünkü iyi şey görmüyoruz hatta iyi şey nedir yakında unutabiliriz. Unutturabiliriz. Bu hayatın sonunda kötüler kazanmaya başlamış gibi duruyor. Yine de umut etmek lazım, devran dönecek diye:/

Sadece C. dedi ki...

Güzel bir yazı, düşüncelerimi tabii medyanın içinden biri olarak çok daha nokta atışlı özetlemişsiniz. Korku ve şiddet kültürünün yaratılmasında medyanın çok önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Bazen Türkiye'deki ve yaşadığım Coğrafya'daki medyaları karşılaştırınca, aynı haberin ne kadar farklı verildiğine şahit oluyor, şaşırıyor ve sinirleniyorum.
Evet belki "akdeniz kanı" ya da "bir baba figürü arayan çocuk toplum" oluşumuzun etkisi de var daha duygusal, daha tepkisel bir toplum oluşumuzda. Fakat bir de "dolduruşa getirilmek" var; dünya çok kötü bir yere gidiyor..... Bunu neden bir Avrupalı'dan duymuyorum hiç.. Çünkü onlar zaten dünyanın çok kötü bir yerde olduğunu yaşadılar, ders aldılar, yeniden yaşanacağını da bilerek devam ettiler. Türkiye'de ise biz daha travmanın "inkar" aşamasındayız; hala bir baba bekliyoruz, bir mucize, biri gelsin bizi kurtarsın.. Bireysel olarak hepimiz sorsanız ennn sakin, en duyarlı, en etik bireyleriz. Hep başkaları sorunlu, hasta, yanlış.. Bakalım ne zaman kabulleneceğiz bireysel etkimizi ve güce çevireceğiz.. Belki de artık "bakmamanın" zamanı gelmiştir?

Related Posts with Thumbnails