Arakçı,
metropolde tek başına yaşayan, beyaz yakalı genç bir kadının hayatının birkaç
günlük kesitini anlatıyor. Reklam ajansında çalışan Corrina Park’ın kendisiyle,
yaptığı işle, yalnızlığı ve geleceğiyle ilgili arayışını okuyoruz. Rutinleşen
biçimde işine gidip gelen genç insan tekinin sıkıntılarını ve büyümesini
izliyoruz da denebilirdi. Albümde güzel diyaloglar ve sahneler yok değil ama göz
alıcılık ve asıl maharet çizgilerde, kareler arası akışkanlıkta. Kore asıllı
Kanadalı çizer Michael Cho, bize metropol kalabalığını ve mekânsal sıkışmayı
ustalıkla gösteriyor. Corrina’nın bir başınalığı, kendini sakınması,
endişeleri, insanlardan kaçma arzusu, geleceği hakkındaki kararsızlığı, bilmezliği
bu çizgilerle daha güzel pekiştiriliyor.
Hikâyenin yavaşlığı ve tekrarı, soğuk ve
mesafeli bir atmosferle tamamlanıyor.
Nasıl bir hikâye
Arakçı?
Eskiden sanat dergilerinde küçük hikâye derlerdi, şimdi minimal demeyi tercih
ediyoruz. Çizgi roman tarihinde bu tür anlatıların kendine yer bulması hele
edebiyatla kıyaslanırsa çok ama çok yenidir. En fazla elli yıl geriye
gidebiliriz. Çizgi romanlar süratli, mutlaka bir olağanüstülüğe dayanan
tahkiyelerdir. Bu anlayışın dışına çıkmak, anlatıyı yavaşlatmak veya hikâyeyi bilerek
tamamlamamak, endüstrinin işleyişi gereği çok da kolay olmadı. Avrupa’da
“roman” vurgusu yaparak, edebiyatla yakınlık kurarak takdim edilirdi böylesi
çizgili anlatılar. İlk örneklere bakarsak, ayrıksılığı abartarak vurguladıkları
görülüyor, bazen balon ya da anlatım kutusu kullanılmadan sunuluyor bazen de
tam tersini yaparak metni, söz sanatını çoğaltıyorlardı. Biçim, içeriğin önüne
geçiyordu veya. Grafik roman akımı yaygınlaştıkça minimal hikâyeler sayıca
arttılar, yeni bir okura hitap eden, editöryal ilgi gören bir tür oldular.
Bizimkisi gibi sert ülkelerde, bağırarak kendini
gösteren, abartıyı normalleştiren hikâyeler seviliyor. Çizgi romanı da içine
katarak büyük edebiyattan söz ediyorum. Bizim karakterlerimiz olağandışı
olaylar dizgesinin içinde öğrenir, olgunlaşır ve değişirler. Yazarlar bize
büyük gerçeği ifşa eder, yalanı, riyayı, oyunu, dümeni, alçaklığı gösterir,
bunun intikamını alırlar ya da alamayıp bağıra çağıra bir kez daha yenilirler.
Sanat ve edebiyat, bizimkisi gibi ülkelerde olup bitenlerle rekabet etmekte
zorlanırlar. Muhtemelen bu yüzden “bağırmak” zorundalar, ne söyleseler, ne
yazsalar eksik kalacakları bir hayatın içindeler çünkü. Tanpınar’ın
“Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle
meşgul olmak imkânını vermiyor” hayıflanması, öyle güzel anlatıyor ki
içine bulunduğumuz halet-i ruhiyeyi.
Arakçı,
dikkatinizi çekerim, böyle bir siyaset ve kültür ortamında yayınlanıyor,
bizimkisi gibi zorlukları olan bir kültürde üretilmemiş üstelik. Hayli
Amerikalı, hayli Batılı, oralar için hayli normal bir sıkıntıyı mesele etmiş.
Amerika’da, genel olarak Batı’da, mezuniyet sonrası, gençlik kültürünün
ilgisini çeken bir hikâye odağı ve konuşulan bir anksiyetisidir.
Corrina, öğrenciliği sırasında stajyer olarak bir reklam
ajansına girmiş, ortalamanın üzerinde bir görgüye ve zekâya sahip olduğu için
kadrolu olmuş, kendine hayat kurabilmiş. Sorun şu ki, kolayca dâhil olduğu için
kendini ve mesleğini sorgulama gereği duymamış.
İşe gidiyor, günü geçiriyor, bir erkek arkadaşı olsun istiyor, kedisine
mamasını veriyor, televizyon izliyor, internette vakit geçiriyor ve uyuyor. Her
zaman ihtiyatlı ve mesafeli, kendi koyduğu sınırları aşmıyor. Sonra bir gün,
işle ilgili bir toplantıda gereksiz, meseleyi anlamadığını gösteren bir öneride
bulunuyor ve her şey olumsuz biçimde tersine dönüyor. Patronu, pozcu ve klişeci
sözlerle, reklamcı olmayı isteyip istemediğini soruyor. Mesleğine ve
dolayısıyla kendisine hayran, Halil Cibran aforizmalarıyla konuşan reklamcı
patron tiplemesi çok başarılı. Corrina, onun sözlerinden çok işsiz kalırsa
başına gelecekleri düşünerek endişeleniyor. Kurulu düzeninin bozulacak
olmasından dolayı tedirginliği giderek artıyor. Yazar olmak istediğini
böylelikle öğreniyoruz. Yazar olmanın sahici ve vazgeçilmez bir tutkusu olup
olmadığını ise bilmiyoruz. İş yerindekiler, Candi hariç, bir biçimde yalan
söyleyen, kendini korumak için rol keserek “yaşayan”
insanlar. İş dünyasının rekabetçi ortamında
insan kalabildiklerini, sanata ilgi duyduklarını, hâlâ hayalperest olduklarını
ispatlamaya çalışıyorlar. Sakin, entelektüel ve anlamaktan yorulmuş, çok
yaşamış birileri gibi davranıyorlar. Corrina, bu dünyaya isyan eden, direnen,
muhalefet eden biri sanılmasın. Aksine, onlara benzediği için orada çalışıyor,
rekabet edemediği için de dışlanıyor.
Hikâye, iki ayrı hayal kırıklığıyla, Corrina’nın onlarla
başederek kendine yeni bir yol açmasıyla sonlanıyor. İyi bir insanla
karşılaşıyor, hiç ummadığı anda oyun oynar gibi dergi çaldığı marketin
kasiyerine yakalanıyor. O yüzleşme Corrina’ya iyi geliyor, karar vermesini
kolaylaştırıyor. Mutlu son da denebilir buna, iyiliğin varlığı da… Hikâye,
başladığı tempoda, birkaç günlük seyrin sonunda, genç kadının çalıştığı yerden
istifa etmesiyle bitiyor.
Arakçı,
seyir süratiyle soap operaları, pembe dizileri andırmıyor değil. Çizgi romanda,
siyah ve beyazın dışında üçüncü renk olarak pembe kullanıldığını hatırlatayım.
Bizim çizgi roman okurumuz bu tür öykülere alışkın değil,
yayınevini sırf bu yüzden takdir etmek gerekiyor. Korkarım, hikâyeyle
ilgilenebilecek edebiyat okuru da kitabın özgün adı olan
Shoplifter için tercih edilen
Arakçı
tercümesini çok anlamayacak, pulp evreninin mübalağalı sertliğinin bir parçası
sanacak. Belki de bile isteye geleneksel okuru cezbetmek için seçildi,
bilemiyorum.
Shoplifter, alışveriş
sırasında mağazalardan yapılan küçük hırsızlıklara verilen bir isim. Market
hırsızlığı olarak biliniyor. Yaygın bir hırsızlık olduğu için, güvenlik
sistemleri buna göre yapılandırılıyor. Çok daha eskiden bu çalma arzusu
kleptomani olarak adlandırılırdı veya yakalanan küçük suçlular, bu psikolojik saplantıya
sığınırlardı. Shoplifter, kapitalist sistemde sıradan insanların suç ve ceza sınırlarını
zorladıkları, suç işleyerek rahatladıkları küçük nişlerden sayılıyor, pek çok
suça göre sempatiyle bakılıyor. Corrina, tam da o niş içinde, suçluluk ile
tuhaf bir meydan okuyuculuk arasında salınıyor. Kendini iyi ve güçlü
hissettiği, hafif suçlu, hafif masum, hafif modern ve okura aşina gelen bir
tutku içeriyor yaptıkları.
Arakçı, farklı
bir çizgi romanla karşılaşmak isteyen okur için iyi bir fırsat. Çizgileri,
tasarımı, geçişleri, mizansenleri ayrıca çok başarılı. Geniş açıyı kullanma
biçimi, birdenbire yakınlaşması ve ardışıklığı son derece etkileyici. Çizgili
sanatlarla uğraşan herkesin bu yumuşak üslubu ucundan kıyısından incelemesi
gerekiyor.
[Sabit Fikir, Ekim 2016]