Bant karikatür havasında değil mi?. Çizgi romanlar kendi yayın mecralarına oluşturduklarından beridir bu tür anlatı ve espriler, gazetelere bırakıldı. Gazete okuru ile çizgi roman okuru birbirinden farklı olduğu için bu tür hikayecikler gazetelerde tutunabildiler. Böyle bir hikayenin kitap ya da dergi olma şansı yok diye düşünülürdü...
Çizgi roman yayıncılığı genel olarak serüven ve sürat üzerine kuruludur, "az sonra" dünyaya doğru gelen bir meteor vardır, İstanbul büyük bir bombayla patlayacak, savaş çıkacak, kötüler kazanacak, birisi ölecek ya da gerçeğin üstü örtbas edilecektir. Kahraman ortaya çıkıp düzeni yerine getirir. Yavaş bir hikayenin, insani bir meselenin bu aura içinde zerre önemi yoktur. Gazetedeki okur yazar, kültürlü adamlar bu tür hikayeleri sevebilirler ama...dergi-kitap olarak satış şansı yoktur, yayıncı da çizer de durumu bilir. Kimse kapıları aşındırmaz.Bu tercihi sorgulamaz.
Ta ki grafik romanlar çıkana kadar diyelim. Grafik romanlar başka türden hikayelerle, bant karikatürlerde üç beş kareye sıkıştırılan bir hissi, duyarlılığı, espriyi, takıntıyı, keşfedişi geniş geniş anlatmaya başladılar.
Bizim çizgi romanlarımız, mizah dergileri dışında, hep büyük hikayelerle yürüdü. Üreticilerimiz, kendilerine çizer bile denmesini istemediler, ressam sayılmak istediler. Çocuklara değil gençlere çizdiklerini, tarih anlattıklarını iddia ettiler.
Şuna da inanırım: dünyanın taşrasında yaşadığımız için toplum olarak hep büyük, önemli, hayati şeyler konuşmak istiyoruz. Böyle alışmışız, bağırmadan konuşamıyoruz.
Wazem gibi bir şeyler anlatan, sıradan duran, iddiasız ve insani anlatılan bir şeye, belki bir flaneura ihtiyacımız var. Grafik roman olarak, kitap olarak ihtiyacımız var...
Mesele Wazem de değil...Bir hissi, bir yavaşlığı anlatmaktan söz ediyorum. Çizgi romanı kaslı ve yakışıklı muktedir erkek kahramanlara bırakmamaktan söz ediyorum. Büyümekten söz ediyorum. Okur yazarlıktan. Grafik romandan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder