Zagor, yaşadığı Darkwood ormanını dünyanın en güzel yeri olarak nitelerdi. İnsan, hele çocukken bu türden iddialı laflara ayrı bir dikkat kesiliyor. Platon, aksini söyler ve bence bıkkın bir biçimde kaşını kaldırarak bu dünyanın “güzeli” bu dünyada değildir der bize. Gerçek güzellik, duyularla değil, akılla kavranan idealar dünyasında yer alır beyfendiye göre. Bu dünyadaki yerlerin hepsi sadece o ideal güzelliğin soluk birer yansımasıdır. Yoksa? Yoksa dünyanın en güzel yeri düşüncenin içinde midir Romalılar.
Zagor’un ormanını Heidegger tatlı tatlı tarif ediyor, “canım benim”, “yurdum dediğin yer (Heimat), sadece doğduğun yer değil, dünyayla ve kendinle anlamlı bir ilişki kurduğun mekândır” diyor. En güzel yer, bir ev (ya da “orman”) değil, bize ev hissi veren bir anlam alanıdır. Zagor, hayal edilmiş bir kahraman, öyle bir orman da ev de yok elbette ama Bachelard, Mekanın Poetikası’nda, dünyanın en güzel yeri olarak, hayal kurabildiğin yeri işaret ediyor. Bir arkadaşım, dünyanın en güzel yeri deyince Cihangir Camii Avlusunu ve Heybeliada’yı söyledi. Sanmıyorum diyerek matrak yapabilirim. Thoreau, ormanın içinde kurduğu kulübede geçirdiği iki yılı anlatırken dünyanın en güzel yerinin doğayla baş başa kalınan yer olduğunu savunur. Medeniyetten uzaklaştıkça insanın aslına döndüğünü düşünür.
Türk mitolojisinde Ötüken vurgusu vardır, pek çok kültürde benzerlerini gördüğümüz güzellemelerden biliyoruz, ırkların kök saldığı yerlere yönelik romantizmden söz ediyorum. Yani bize kim olduğumuzla ilgili anlam ve aidiyet veren ortam, dünyanın en güzel yeridir. Edebi olarak sevdiğim için paylaşayım, Orhan Pamuk “İstanbul’un en güzel yeri, oraya bakarak kederlenebileceğiniz yerdir” diyor, hah diyorsunuz şahane…Bana hep soruluyor mesela, “Ankara’da bok mu var?” Gülüyorum.
Virginia Woolf, özgürce dolaşabildiği, kimseye hesap
vermeden yazabildiği odasını anlatır ya… Görsek, orada da bir bok yoktur ama onun
için özgürlüğün mekanı olmuş işte Mıstık abi… Cioran, damardan girer ve en güzel yer “intihardan
vazgeçtiğin yerdir, çünkü orası seni hayata bağlayan son kaledir” der. Edward
Said, o büyüleyici diliyle sürgünlüğü anlatırken: “hayalini kurduğun ama hiç
gidemediğin yer, dünyanın en güzel yeridir” der ve bizi buruklaştırır… Beyaz
yakalılar, sahil kenarında bir ev hayal ediyorlar, hepsinin rüyası Ege’ye
yerleşmek… Bauman tam da onlara nanik
yapıyor zaten, bizi tarumar eden akışkan modernitede diyor, mekânlar
sürekli değişir ve bu yüzden de güzellik geçicidir, şaşmaz biçimde nostaljik
ve kırılgandır diye ekliyor.
Galiba, dünyanın en güzel yeri kendin olabildiğin yerdir. Seni oluşturan yerdir, hala sevildiğin, kazandığın, istediğin kadar susabildiğin, gönlünce konuşabildiğin, hayaller görebildiğin, yargılanmadığın yerdir.
Ee Mıstık abi, benim diyeceklerim bu kadar…
![]() |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder