Perşembe, Haziran 30, 2022
Yenilmek
Salı, Haziran 28, 2022
Son Okuduklarım 57
Pazartesi, Haziran 27, 2022
Yücel Köksal
[Yücel Köksal'ı yakınlarda kaybettik. Serüven, Kış 2007 sayısında Fatih (Okta) Yücel Köksal ile bir söyleşi yapmıştı, sanıyorum, onunla ancak bir iki söyleşi yapılmıştır, blog için uzun olacağından soruları çıkartarak, kısmen de kısaltarak meraklısı için paylaşıyorum.]
Cumartesi, Haziran 25, 2022
Çizgilerle Nazım Hikmet
Cuma, Haziran 24, 2022
Şaheserler Antolojisi
Perşembe, Haziran 23, 2022
İsterlerse
Atılan tarih, benim dünyadaki ilk günümü gösteriyor, doğum yerimi, gün, ay, yıl olarak doğum tarihimi...Roman bitmiş-ben doğmuşum gibi, neye yormalıyım bilemedim...
Çarşamba, Haziran 22, 2022
Fındık
Çizgi romanlar genellikle çocuklar için üretilip pazarlandığı için onların anlayabileceği biçimde yerelleştirmeler yapılırdı. Hani çocuk, Milu'yu anlayamazdı ama Fındık dersen bilebilir ve özdeşleşme kolaylaşabilirdi filan. Tenten tercihinin, Tintin olarak bırakılmamasının nedeni de bu...
Günümüzde çeviride uyarlama yoluna pek gidilmiyor, en azından çeviri eğitimi yapan bölümlerde, akademide bu yola gidilmemesi yönünde bence doğru ve güçlü bir eğilim var.
Elbette bu yerel uyarlamalara alışan insanlar için orijinal isimler tuhaf gelebiliyor. Daha önce yazmış olabilirim, Obelix'e Hopdediks demeye o kadar koşullanmışım ki, her Obelix dendiğinde huylanıyorum, sonradan yapılan yeni adlandırma olan Oburiks de tuhaf geliyor bana.
Salı, Haziran 21, 2022
Cilalı
Pazartesi, Haziran 20, 2022
Son okuduklarım 56
Pazar, Haziran 19, 2022
Tedailer
Cumartesi, Haziran 18, 2022
Ayla Algan ve fay hattı
Cuma, Haziran 17, 2022
Akıllı bir iyimserin yokluğu
Her türlü cangırtının dışında kalması, pozun, palavranın, temaşanın uzağında durması, memleketin bitimsiz asabiyetinin içinde bir derviş sabrı ve neşesiyle tatlı tatlı gezinmesi… Latif Demirci, tek kelimeyle benzersizdi, sakinliği, çalışkanlığı, yeniliğe açık olması, olağandışı üretkenliği hakkında ne söylense eksik kalır… O kadar üzücü ki kaybı, onun akıllı iyimserliğinin yokluğu bizi öyle yavanlaştıracak ki…
Latif, çok genç yaşlardan itibaren çizen, gazete ve dergilerde yaşayan, oralarda büyüyen ve olgunlaşan bir karikatürcüydü. Düşünün, bir ara Gırgır’dan ayrılarak Mikrop’a gitmişti, 1978’ti, henüz on yedi yaşındaydı, Canavar Koyun Orhan’ı çizmişti. Bu kadar erken yaşta hayata atılmak ve üreterek ayakta kalmak sahiden kolay değil. Tabii ki Gırgır’da genç üretici sayısı çoktu, Latif gibi başkaları da vardı ama onu özel kılan ve o yıllarda henüz anlaşılamayan bir başka derinliğe sahipti. Edebi bir tadı vardı esprilerinin, herkesin çok bağırdığı mizah dünyasında ironik bir mırıltıya sahipti. Siyasetle meşbuydu ama bunu belirginleştirmeden kullanabiliyordu, gücünü yumuşaklığından alan bir üslubu vardı.
Canavar Koyun Orhan’dan birazcık olsun bahsetmek bile o üslubu anlatabilir. Adından anlaşılacağı gibi Orhan insansı özellikler taşıyan, yaşadığı kenar mahallenin hatırı sayılır delikanlılarından olan bir koyundu. Sıradan bir insan gibi mahallede dolaşıyor, iş güç peşinde koşuyor, kafa çekiyor, kahvede muhabbete katılıyor, dertlenince şarkılar türküler söylüyordu. Dizinin ilginçliği, Orhan'ın koyunluk kaderine gösterdiği isyanda gizliydi. Yetmişli yıllarda olduğumuzu unutmayalım, Orhan, militan bir koyun hakları savunucusuydu. İnsanların duyarsızlığı, koyunların makûs talihi, onu kederden kedere sürüklüyordu. Kasaplara ve kasaptan et alan müşterilere saldırıyor, koyunlara yönelik ayrımcı ifadeleri eleştiriyor, insanları handiyse politically correct davranmaya zorluyordu. Latif, patetikliği gülünçleştirmekle birlikte bunu sevecenlikle esprileştiriyordu. 1980’de çizmeye başladığı, Behiç Pek’le birlikte yarattıkları Muhlis Bey de benzer bir naiflik taşıyordu. Muhlis, çapaçuldu ama beyefendi olduğunu sanıyordu, yazamıyordu ama büyük bir gazeteci olduğunu iddia ediyordu, irrasyonel çıkarım ve öngörüleriyle hemen her konu hakkında büyük laflar ediyordu ama mutlaka küçük ve sıradan açmazların figüranı oluyor, bitmeyen ve her defasında yenilenen bir hüsran yaşıyordu. Son dönemlerinde Hürriyet’te çizdiği Press Bey, hepimiz biliyoruz ki Muhlis Bey ile Ertuğrul Özkök karışımı bir tiplemeydi.
Latif, pozcu bir suskunluğu, kişisel memnuniyetsizlikleri, farklı görünme hallerini, hinlikleri, bir hava yaratma arzusunu ve o halleri alaşağı etmeyi hep sevdi, espri olarak daima aklındaydı bunlar. Takıntıları seviyordu, garip korkuları, gizli saklı arzuları narsistik büyüklenmelerle ahlaki ve babayani geçiştirmelerle birlikte tezat olarak istiflerdi. Sadece komik karakterler düşünürken değil, toplumu resmettiği, espri manzaraları sunduğu karikatürlerinde de şaşırtan zıtlıkları-çelişkileri anlatmak istedi. Nohut pilav satan seyyarın hamburger yemesinden, kotrasıyla sahile yanaşıp salaş çaycıdan çay isteyenlerden, safari cipiyle kenar mahalleden geçerken video çekim yapanlardan hep hoşlandı. Modern zamanların tuhaflıkları, rekabetçilik, sınıf atlama hırsı, olduğundan farklı görünme çabası, koşuşturma, yoksullardan uzaklaşma, zenginliğe pervane olma, markalar, gecekondular ve villalar Latif’in espri dünyasının parçalarıydı. Çeviren Latif Demirci (1996) isimli iddialı bir albümü vardır, Hopper, Lautrec gibi büyük ressamların ünlü resimlerini kendi tarzında karikatür olarak yorumladığı çalışmalarından oluşur. Ters yüz etme çabası Latif’e sadece komik gelmiyordu bence, estetize etmeye çalıştığı bir şeydi, gerçeği gösterme ve eleştirme yöntemiydi.
Mesleğe bu kadar genç yaşta başlamasına karşın neredeyse hiç bir dönem “genç karikatürist” sayılmadı, buna hiç ihtiyaç duymadı, yoluna çalışarak devam etti… Daha da önemlisi kendini sakınarak yoluna devam edebilme başarısı gösterdi. Seksenli yıllarda Kadınca’ya Behiç Pek ile birlikte bir röportaj vermişler, Behiç şöyle bir şey demiş: “İşimiz bizim adımızın duyulmasını gerektirmiyor (…) Amacımız bizim değil yaptığımız işin öne çıkması”. Bugün için garip duran bir alçakgönüllülük bu, ikili olarak doğru bir biçimde yanyana geldiklerini gösteriyor. Latif yıllarca ülkenin en ünlü karikatürcülerinden biri olmakla birlikte bunu tuhaflık ölçüsünde bir tevazuyla, neredeyse saklanırcasına yaşadı, sadece yaptığı işlerle hatırlanmak istiyordu, medyatik teşhir ve algının dışında kalmayı tercih etti. Sakınma olarak gözüken dahil olmama tercihinin bir sebebi, farklı siyasi ve kültürel kamusallıklarla karşılaşması, öğrenmeye açık olması, kendisini mizah dergileriyle ve yaptığı işle sınırlamaması da olabilir. Seksenli yıllarda, 12 Eylül’ün tazyikinden çıkmaya çalışan liberter dergi ve gazetelerde çizer olarak yer alması, Sokak, Yeni Gündem, Söz gibi yayınların içinde ya da çeperinde olması başka türden bir irade gösterdiğini anlatıyor. Belki o yıllarda eşi olan ve birlikte büyüdükleri anlaşılan Latife Tekin de onda başka bir tını bırakıyor… Ergönültaş’ın ve Oğuz Aral’ın teneke mahallesini sahici bir gecekonduya çeviren ayrıntıları tam da o zamanlarda çizmeye başlıyor, bir başka deyişle Sevgili Arsız Ölüm’ün (1983) yayımlandığı yıllarda...
Latif, tıpkı Sempé ve Erbulak gibi çocuk ruhuyla dünyaya bakanlardandı, hayret etmesi, büyük büyük kızmaması, hep o çocuksu merakla takılıp kalmamasından kaynaklanıyordu. Mizah dergilerinde mesleki ve tecrübe hiyerarşisinin bir sonucu olarak “abilik” bir makam olarak kullanılır ve yüceltilir. Latif, ruhen “abi” olmayanlardan biriydi, çünkü bütün o vahşi keşmekeş içinde sahiden çocuk kalanlardandı. Ağaran saçlarıyla neredeyse yarım asra yaklaşan işçiliğini bir pelerin gibi sırtında taşıyor, itibar görüyor ama işleri dışında “konuşmuyordu”. Abilik, mizah dergileri içinde iddialaşmalarda ön planda olmayı, geleneğin sahibi gibi konuşmayı gerektiriyordu. Hiç yapmadı. Onu Gırgır nostaljisi yaparken de göremezdiniz, çocuklar özlem duyarlar, güzel hatırlarlar ama nostaljiyi bilmezler… Gırgır’ı ya da mesleki sıkıntıları başka türlü ve eleştirel anlatabilecek bir donanıma sahipti ama yine o çocuk gözleriyle kimseyi dışlamıyor, anlamaya çalışarak konuşuyordu. Siyasetle ve dünyayla ilişkisindeki ayrıştırıcı olmayan ironisinin temelinde de o masumanelik (ve iyi kalabilme direnci) yatıyordu.
Herkesin had bildirdiği, sakinliğin sinsilik ve korkaklıkla nitelendirildiği bir “şimdiki zaman” yaşıyoruz, onun üretimleri, düşmanlaştırmayan, anlamaya çalışan, farklı hayatları hatırlatan güleç ve akıllı bir iyimserlik taşıyordu, çok fena eksildik…
[Yazıyı Oksijen için yazmıştım, 10-16 Haziran 2022]
Çarşamba, Haziran 15, 2022
Halit Naci
Salı, Haziran 14, 2022
Seyrüsefer Defteri 140
Cumartesi, Haziran 11, 2022
Nükte
Nükte ile ilgili yazmış, biri yapar biri kapar... nükteyi kapmak (çalmak) kolay, yapmak zor çünkü kafa işidir, yani belden yukarıdır demiş... Mizah söz konusu olduğunda cinselliğin kullanılmasına yönelik bir alerjik tutum bir kez daha kendini gösteriyor... Tamer, aktüele gönderme yaparak nükteyi, belden aşağı düşürenler revaçta diye başlamış, razıydık, ayağa da düşürecekler diye devam etmiş...
Dün-bugün-yarın klişesi bir kez daha yineleniyor. Dün iyiydi, bugün kötü, yarın bir felaket olacak klişesinden söz ediyorum.
1973'te bir mizah dergisi (Gırgır) alışılmadık ölçüde çok satmaya başlıyor, acaba dedim, ona mı gönderme yapıyor yoksa bir başka gazetecilik klişesine başvurarak, ortaya yazıp, kim neyi anlarsa mı demek istiyor...
Cuma, Haziran 10, 2022
Mizahı nasıl bilirdiniz?
Gırgırla, Akbaba’yla, Çarşaf’la büyüdük. Perguen, Uykusuz vazgeçilmez oldu uzun yıllar hayatımızda. Size bir okur olarak sorayım önce: Eski tat var mı?
Eski tat olamaz, çünkü mizah dergileri aktüelin parçasıdırlar, yoksa satamazlar, her zaman günü yaşarlar, o sayede popüler olurlar ve o nedenle de yarına kalamazlar. O hafta okunur ve biterler. Bugünün gençleri için eskimiş bir mizah bu, onlar başka şeylere gülüyorlar. Biz Akbaba’ya bakınca ne anlıyorsak onlar da Gırgır’dan o kadar anlıyorlar. Dikkat edin yaşlanan mizahçılar da kendi dönemlerinin nostaljisini yaparlar. Gereksiz bir tartışma diyeceğim idealleştirme olduğu için tartışma da olmuyor aslına bakarsanız. Mizah, her dönem başka türlü yaşıyor. Gırgır, en popüler olduğu dönemde bizzat mizahçılar tarafından tahkir ölçüsünde aşağılanır, beğenilmezdi, bayağı bulunurdu. Şimdi insanlar bugünü eleştirerek “Oğuz Aral’ın kemikleri sızlıyor” filan diyorlar. Siyaseten romantik çıkışlar diyelim, böyle gelişiyor…
Karikatür neden muhaliftir? Ağlanacak halimize
gülmek için mi?
Zor soru, karikatürün muhalif olduğuna dair bir inanış
varsa bu kabul edilmiş bir yargı olduğunu gösterir, “alışkanlıkla muhaliftir”
demek bu. Büyük dinler öncesindeki pagan geleneğe bakarsak, orada belli
günlerde, karnaval ve bayramlarda “normal dışına” çıkarak eğleniliyor, maskeler
takılıyor filan… Dikkat edin bu maskelerde de bir karikatür var. İşi hem
komikleştiriyor hem de mevcut ahlaki ve dini düzeni tehdit ediyorlar. Kralın
soytarısı da böyle bir şey, aklımıza hemen cüceler geliyor, o da karikatür gibi
okunabilir. İlk karikatürlerde gülünçlüğü, iğrençliği, ürkütücülüğü birlikte
görebiliyorsunuz. Karikatür ve mizah, edebiyatın edep dışında bir yerde
geziniyorlar. Teşhir ettikleri şeyler “edepsizce” bulunuyor. Tıpkı o karnaval
zamanın serbestliği gibi bir meydan okuma ve eleştirellik içeriyorlar. Din ve
din adamı eleştirileri yaptıkları için burjuvazi tarafından da
destekleniyorlar. Bizde de Bektaşi fıkraları benzer biçimde yaygınlaştırılır.
Ve evet, teoride muhaliftir, ihyacı ve destekçi değildir. Ama nasıl karnavallar
kilise tarafından kontrol edilirse modern devletler de sansürle, cezayla neyin
ne kadar muhalif olacağına karar verirler. Rejimin düşmanı kimse karikatürün de
düşmanı o olur… Orada muhalefet de karışır diyelim.
‘Muhalefet Defteri/Türkiye’de Mizah Dergileri ve
Karikatür’ başlıklı çalışmanız, Türkiye’de karikatürün tarihini anlatan çok
kıymetli bir kaynak. Araştırma ve yazma sürecinde geçmişten en etkilendiğiniz
dönem ne zamandı?
Levent (Gönenç) ile ortak kitabımız olduğu için ona da
sormak gerekiyor. Benim için özel bir dönem yok aslına bakarsanız… Karikatür
tarihi, popüler kültür ve medya tarihiyle birlikte düşünülmesi gerekiyor. Genellikle
siyasi tarihle, seçimlerle, partilerle birlikte anlatılıyorlar, o hoşuma
gitmiyor, daha karmaşık bir üretim ve tüketim süreci var, oralara hiç
girilmiyor. Bunu kendime de bir eleştiri olarak söylüyorum.
Kırılma dönemleri var mı karikatürlerin? Ne zamanlar
onlar ve neler yaşanıyor?
Bir gazetecilik türü olarak bakarsak, karikatürün telifle
kurduğu ilişkiyi hesap etmemiz gerekiyor. Espriler, çizgi biçimlerini
yönlendiren ve çoğaltan bir telif etkisi var. Bir espri veya çizgi beğeniliyor,
benzerlerinin üretimi teşvik ediliyor gibi düşünün… Yıllarca bu kadar çok Oğuz
Aral taklidi boşuna olmadı. İkinci olarak matbaa teknolojilerinin dönüşümü
önemli. Gırgır, ellili yıllarda çıkamazdı, çünkü o tarihte o kadar çok dergiyi basacak
matbaa yoktu ve basılan dergiler bütün ülkede satılmıyordu. Simaviler, milyon
satan gazeteler çıkarmasa, Veb ofseti kurmasa, Gırgır ve Çarşaf olmayacaktı, ya
da fenomen olamayacaktılar. Özel televizyonlar tirajları nasıl düşürdü,
hatırlayın, bugün sosyal medya, neler
yaptı gazetelere dergilere…
Karikatür hep yasaklı alanlarda dolaşır. Sizde
karikatürün toplumun bilinçaltına dair ipuçları verdiğini söylüyorsunuz. En çok
hangi tür ve ne için yasaklanıyor? Yasaklar karikatürün önüne kesiyor mu?
Karikatür bir espri içerirse, önce mizahla ilgili
düşünmemiz gerekiyor sanki. Mizah, yasak olandan beslenir, argo ve cinsellik
her zaman büyük membaıdır mizah için. Sizin yasaklı alanlar dediğiniz yer
burası zaten… Ne yasaklanır dersek eğer karikatür tarihimiz cinsellik ve argo
ile çeşitli yasaklamalarla dolu… Sadece bizde değil her yerde bu böyle. Siyasi
eleştiriler de çoğu zaman demeli, yine buradan besleniyor. Teyelleniyor,
iliştiriliyor gibi… Ratip Tahir, Menderes’i sürekli kadın olarak çizerdi veya
Demirel, vatandaşa “nah” işareti yapardı filan… Yasaklamak ise başka bir konu,
döneme göre değişiyor ve toplumların muhalif düşüncelerle, cinsellikle veya
argo kullanımıyla ilgili tavrı tek yönlü ve doğrusal değildir. Bugün bir muktediri
kadın olarak çizemezsiniz ve eleştiri olarak siyaseten doğru olmaz. Birinin
kadın olması eleştiri kategorisi olarak görülemez. Veya 1978’de çıkan Mikrop
dergisi yasalar gereği son on yıl içinde yayımlanamazdı. Yasaklama, anayasayla,
kanunların mahkemelerde yorumlanma biçimiyle de ilgili elbette. Son soru,
yasaklama ve cezalar, elbette ki karikatür üretimini etkiliyor, ilgili herkesi korkutuyor
çünkü…
“Karikatürün içtimai silah olarak yazıdan, şiirden ve
resimden daha kuvvetli olduğu bir gerçektir. Büyük halk kitlelerine hitap etmek
isteyenler için karikatürün en kısa yol olduğu bilinmektedir.” Diyen Abidin
Dino “hala” haklı mı?
Söylendiği dönem için doğru tabii, ama o alıntıdan
karikatürü çıkartın yerine sinemayı koyun… Aa hiç olur mu demeyiz. Çizgi roman
da böylesi bir mantıktan çıkıyor. Gazete patronları, halkın uzun yazıları
okumadığını farkediyor, resimle birleştirerek anlatacakları bir ifade aracı
arıyor ve buluyorlar. Karikatürü, çizgi romanla daha başka ve popüler bir
merhaleye taşıyorlar… Kilise resimlerinden etkilendiklerini söylesek pek itiraz
eden olmaz. Günümüzde tabii ki çok daha değişti işler, ironiyle soruyorum,
instagramın bir silah olarak yazıdan, şiirden ve resimden daha kuvvetli olduğu
iddia edilebilir mi?
Kim söylemiş bulamadım ama “Mizah bir yumruktur, kime
ineceği belli olmaz” sözünü bir karikatüristin Demirel’e söylediğini okudum bir
yerlerde. Bugün medyanın gücünü dikkate alarak söyler
misiniz; karikatürün yumruk atacak gücü kaldı mı?
Doğrusu bu tür çıkarımları bağlamını ve dönemini bilmeden
yorumlamak bana hakkaniyetli olurmuş gibi gelmiyor. Hamasi ve mesleği-türü
itibarlandırıcı bir erkek romantizmi var. Yumruk derken bir eleştiri
kastediliyorsa rejim, o eleştiriye kanunlar çerçevesinden bakar. Hangi
kanunlar? 61 Anayasası başkaydı, 12 Eylül başka, şimdi başka… Tabii ki bugün
karikatürün böyle bir gücü ve etkisi yok, geçmişte niye vardı, karikatürler
gazete görselliğinin hayati bir parçasıydı, fotoğraf çok kullanılamıyordu.
Fotoğraf ucuzladıkça, yayınlar daha iyi basıldıkça eski güçlerinden
uzaklaştılar. Geçmişte vardı dedim ama büyük ve çok satan bir gazetede
oldukları için de vardı. Ha nasıl vardı, o gazetenin rejimle bağını
unutmayalım. Karikatürlerimiz, milliyetçi ve sekülerdir, niye, çünkü kamusal
alan bunu zorunlu kılar, çok satmak bunu gerektirir filan… Bugün arada bir
karikatürler tartışılıyor, dikkat edin, sadece politically correct olup
olmadıkları tartışılıyor. Cinsiyetçi bulunuyor mesela… Geçmişe dönelim, Gırgır
kapaklarını her gün paylaşın, dünya kadar eleştiri alırsınız, kadın bedeni
üstünden çok kaba saba bir mizah vardır çünkü…
Teodor Kasap tarafından Kasım 1870’te çıkarılmaya
başlanan ‘Diyojen’, Osmanlı’da bağımsız olarak yayınlanan ilk mizah gazetesi…
Diyojen’in ilk sayısında, gazetenin çıkış amacı şöyle açıklanmış: “Hükümetin ve
halkın sorunlarına değinilecek, ülkemize yabancı olan şeylerle alay edilip,
küçük görülecektir.” Padişahın mutlak idaresine de karşı çıkabilecek Diyojen’in
etkisi olmuş, niye önemli ve nasıl sonlanmış?
Mizah dergileri genellikle popülerlikleri
yakalayamadıklarında kapanırlar. Siyasi iktidarlar, mizah dergileriyle veya başka
yayınlarla niye uğraşır? Popüler bir yayın olup kendilerini siyaseten
eleştirdikleri için… Diyojen veya Markopaşa, bağlam çok değişmez, iki dava, üç
toplatma o dergilerin güç kaybetmesine, ürkmesine, bıkmasına sebep oluyor.
Hapse giriyor, sürgüne gönderiliyorlar. Ne desek boş? Bir eleştiri geleneği
olmadığı için geçiştiremiyor, kabullenemiyorlar. Ah vah edecek de bir durum
yok, o mizahçılar için sürpriz değil bu durum, riske girdiklerini bilerek bir
yayın çıkartıyorlar.
Gırgır Türk karikatürcülüğü tarihinde neden çok önemli?
Oğuz Aral nasıl bir milat yarattı?
Gazeteci Simavi ailesi Gırgır’ı yayımlarken o güne kadar
hiçbir mizah dergisinin çalışanlarına vermediği telifi ödüyor. Dağıtım
şirketleri de olduğu için daha ilk anda kırk elli bin satıyorlar ki… hafızadan
söylüyorum o yılların ünlü mizah dergisi Akbaba ancak onun yarısı kadar
satıyor. Dağıtım imkanları, yüksek telif ve giderek yükselen satışlar Gırgır’ı
yaşatıyor. Şimdi bunlar derginin sahibinin sağladığı imkanlar. Önceden
dergileri yine karikatüristler çıkarırdı, para işlerinden anlamadıkları için
sıkıntı çeker, dağıtımcılara para kaptırır, deyim yerindeyse sermayeyi kediye
yüklerlerdi. Gırgır’ın daha en baştan avantajı şu: para pul işleriyle
ilgilenmiyorsunuz, dağıtımı sizi çıkartan şirket yapıyor. Oğuz Aral, ne yaptı,
bu düzeneği şart koştu, sürekliliğini sağladı ve gençlerle çalıştı. Onları
teşvik etti ve karikatüristliğin meslek olmasını sağladı. Yüzlerce karikatürcü
ve mizah yazarı onun yardım ve teşvikiyle çizgili işlerin parçası haline geldi.
Şöyle anlatayım, diyelim Diyojen’den Gırgır’a kadar olan dönemde çıkan üreticisi
sayısı, Gırgır ve sonrasındaki dergilerin üretici sayısının üçte biri etmez, az
bile söylemiş olabilirim, o derece büyük bir değişim. Bu çokluk, bir çeşitlilik
de demek…
Dijitalleşme karikatürcülüğü nasıl etkiledi sizce?
İnternet ile mizah ne noktaya geldi?
Okunma sayısı bakımından inanılmaz rakamlara ulaşan
karikatürcüler var ama bu işten maddi kazançları var mı derseniz, olamıyor…
yayın mecrasının şekillenmesi ve telife dönüşebilir bir yola girmesi gerekiyor.
Bu tabii ki sadece bizim değil, geleneksel medyadan kazandığı telifle geçinen
herkes için bir sorun…
Dergiler kapanıyor, sayıca azalıyor,
tirajlar düşüyor ama mizah nasıl daha çok güçleniyor, nasıl daha
etkili hale geliyor?
Mizah, hayatla ve zorluklarla başa çıkma biçimi… bir genç
için veya evden çıkamayan bir teyze için… dışlanan biri için ayrı ayrı anlam
taşıyor. Mecra değişiyor ama mizah bir histir, edebiyata dönüşmesi, ne bileyim gündelik
dilde fıkra olması veya ticari olarak pazarlanır olması başka başka şeyler…
Yaşayacak demek istiyorum. Mizah dergileri, yazılı basın ne yaşıyorsa onu
yaşıyorlar, gazeteler ne durumda ki, onlar daha iyi olsun…
Neye gülerdik,
artık neye gülüyoruz? Mesela bugünlerde en çok neye gülüyoruz?
Bu çok zor bir soru. Yaşanmış ve geçip gitmiş bir dönem için bile cevaplaması zor. Bugün, sosyal medya üzerinden bir şeyler söylemek, sinemayı, televizyonu, internet fenomenlerini, youtuberleri izleyerek çıkarımda bulunmak mümkünse de daima eksik olur, çok havada kalır ama şunu diyebilirim. Metropol orta sınıfı “Karagöz’e” gülmeye devam ediyor, alt sınıflara yönelik ironik ve “tipleştirici” bir espri devamlılığı var. Tarihsel olarak Herif, Apaş, Kazma, Hacıağa, Hıdır, Kırro, Keko, Amele, Zonta, Maganda sırayla alay ediyoruz. Karagöz’ü hem seviyor hem dövüyoruz demek istiyorum.
Söyleşi, ScienceUp Kasım 2020 sayısında Şükran Pakkan ile yapıldı.Perşembe, Haziran 09, 2022
Sevim ve Altan
Muhtemelen 1950'ler... Altan Erbulak ve Sevim Burak yan yana bir davette. İkisini yan yana göreceğimi sanmazdım, ona şaşırdım ve galiba Erbulak'ı ilk kez sakallı görüyorum. Gençlik hevesi gibi duruyor, seyrek ve hırpani...Gülmemesi ilginç, halbuki cıvıl cıvıldır hep, habersiz yakalanmış sanki fotoğrafa... Sevim hanım ona göre daha hayat dolu görünmüş...
Çarşamba, Haziran 08, 2022
Kalbim Duracakmış Gibi
Salı, Haziran 07, 2022
Taarkan ve Yaprağım
Bazı isimlerin zamana özgü kadersizliği oluyor, bir arkadaşım anlattı, tanıdığı biri mahkemeye başvurup, Kezban olan ismini değiştirmiş... Ben öğrenciyken Şaban ismi duyulunca insanlar gülümserdi, bir ciddiye alamama durumuydu... Geçen şunu fark ettim, aileler Yaprak ismini de tercih etmiyorlarmış, argoda geçen "yaprağım" hitabı nedeniyle kakır kukur gülüyormuş ahali...
Taarkan'dan yaprağıma...amma da değişti hayat mı diyeceğiz?
Argonun işleyişi, zamanelik, popülerlik, itibar kaybı (disrepute) isimlerin kaderlerini de seçimlerini de etkiliyor... Bazıları unutuluyor, modası geçiyor, bazıları revize ediliyor...
Hatırladıklarımdan sıralayayım, Hıdır biraz maganda gibi kullanılırdı, unutuldu sanki... Pakize, genç güzel biraz da saf kızlar için söylenirdi, galiba şimdilerde Merve'ye evrildi... Şengül, eşcinsel erkeklere, daha çok da pasif olanlara söylenirdi, bu deyiş, Ankara Ulus'taki Şengül Hamamı ile ne kadar ilgiliydi bilmiyorum, koli kesmek denirdi, emin değilim ama şimdilerde Şengül kullanılmıyor gibi geliyor bana... Esrara Gonca, kokaine Beyza dendiğini edebiyattan biliyorum, hiç gündelik dilde kullanılırken rastlamadım.
İlkokuldayken sınıfta dört tane Levent vardı, modaymış meğer, eskisi kadar akla gelmiyor galiba, bir arkadaşım yeni doğan erkek çocuklarına en çok Eymen isminin verildiğini iddia etmişti, öyleymiş sahiden... Eymen, bir dizide kokain çeken, sağa sola musallat olan bir denyonun ismi olsa... ne kadar etkilenecek aileler...
Pazar, Haziran 05, 2022
Latif
Cumartesi, Haziran 04, 2022
Yaz yâre böyle...
Fotoğraf, otuzlu yıllardan, rakıyla efkar dağıtan beyfendi, kendine
hatıra istemiş, bir "resim çekinmiş."
Hani şimdi, "habersiz gibi çek pampa" esprisi yapılıyor ya, o
hesap, beyfendi de hülyalara dalmış bir halde kaykılmış, elinde bir ince belli,
ağaç dibinde buzlu rakı... Püfür püfür de esiyor...
"İstanbul'dan ayva gelir, nar gelir, günaşırı alacaklılar gelir..."
"Nasıl yaşıyorum soran yok Muazzez... Sensiz saatler ellerimde
ufalanıyor."
Müteessir bir yüz, gamlı bir ifade, neşesiz, pişman, kahretmeye hazır bir
haleti ruhiye...
Böyle mizansenlere, bu türden hazırlıklara bayılıyorum. İki
lıkırdatacağız arkaşım demiyor, ıstıraplı bir poz istifliyor.
Fotoğrafa bakarken kıkırdamış mıdır, bence evet, eseflenecek değil ya...
Cuma, Haziran 03, 2022
Münif ile Ramiz
Münif Fehim ile Ramiz'in bir ortak sergisi var, o sergi için birlikte fotoğraf çektirmişler, Yedigün'de de yayımlanmıştı, onu bulayım diye düşündüm...Tek istediğim şey dergiyi bulabilmek, yeter ki aklıma takılmasın, hem çok işim var, hem de iki gündür, polenlerden dolayı hapşırık ve alerjik baş ağrısı yaşıyorum, bulamazsam ağrılarım katlanır iyi biliyorum. Şanslı günümmüş meğer diyelim, gülerek yazıyorum, en fazla yirmi saniye aradım ve buldum, paylaşayım.
Perşembe, Haziran 02, 2022
Dicital işler
[Nostalji] kolayca anlatılabilecek bir şey değil, evet hayat hızlı akıyor, popüler kültür ürünlerinin ömrü kısaldı, her şey daha çabuk unutuluyor, bu nostaljiyi tetikliyor elbette ama nostalji, bir büyüme göstergesidir, sosyal medya had bildirme, ahkam kesme, deşifre etme mediumu olduğu için herkes rekabet gereği sözünü dinletmek istiyor. Sözünü dinletmek, her kültürde yaş almakla da ilgilidir, yani nostalji bir söz dinletme ve itibar gösterisine de dönüşüyor demek istiyorum.
[Netflix], bir dünya markası ama şunu unutmayalım, Amerika'da rakiplerine göre yayın politikası kurarak-öyle sürdürerek işe başladı, orada HBO ve Disney var örneğin, onların iyi yaptığı işleri ve anlatım biçimini onlara bırakarak bir alternatif kurmayı tercih etti. Tabii ki kabaca bir ayrım yapıyorum, zaman içerisinde çok şey değişti. Bizde ise Disney ile HBO max yeni geliyor, ne yapacaklar bilmiyoruz, yani seçtikleri hikayeler, kendilerinden önce piyasada olan Netflix'in seçtiklerinden ne kadar farklı olacak bilmiyoruz. Bizim kendimize özgü anlatım tercihlerimiz var, bunu da bir dönem piyasayı domine eden Kanal D yönetici editörleri belirlediler, halen de belirliyorlar.
[Daha önce bir bölümünü paylaştığım doktora tez görüşmesinden...]
Çarşamba, Haziran 01, 2022
Otomobil uçar gider
Ben araba sevmem, dünyaya verdikleri zararı filan hiç konuşmayalım, araba karşıtıyım diyerek uzatmayayım, ama kitap güzelmiş, dallayıp durdum, otuz yıl önce illa lazım olacak diye ehliyet alırken (çok şükür lazım olmadı) elimin altında olsaydı dikkatle okurdum.
Bir ara vaktim olsa da, çizgi roman olarak üretilmiş bu türden "eğitici" albümleri derlesem... diye hayal ediyorum.