Yeni şeyler öğrendiğimiz, neşeli, sağlıklı, tasası az bir yıl olsun. Daha önemlisi iyi insanlar olsun etrafımızda, yokluklarını da göstermesin bize...Beraber yürüyelim onlarla...
Hepinize iyi seneler
Salı, Aralık 30, 2014
Pazar, Aralık 28, 2014
Cumartesi, Aralık 27, 2014
Kapak
Cuma, Aralık 26, 2014
Emanet Şehir, 2014'ün 100 Kitabı Arasında
Perşembe, Aralık 25, 2014
Çarşamba, Aralık 24, 2014
Monoton bir grafik roman
Zeina Abirached’in Ölmek Gitmek Dönmek – Kırlangıç Oyunu
yakınlarda yayınlanan yeni bir grafik roman. Lübnanlı kadın çizer
Abirached’in çocukluğunun geçtiği Beyrut’ta bir apartman dairesinde
yaşananları, komşuluk ilişkilerini ve savaş koşullarında aileler
arasında geliştirilen dayanışmayı anlatıyor. Dokunaklı bir hikâyesi var.
Grafik roman için ideal sayılabilecek bir tahkiye kurulmuş.
Otobiyografik nitelikli, insani bir meselesi olan, yavaş ve minimal
akışlı. Hikâye, bombardıman altında, ölümün eşiğinde mutlu olmaya
çalışan iyimser karakterlerin çevresinde gelişiyor. Buradan ekmek çıkar
mı? Çıkar elbet. Gel gör ki ben albümü sevmedim.
İki nedenim var. Birincisi, Abirached, Persepolis grafik romanıyla ünlenen İran asıllı ünlü grafik romancı Marjane Satrapi’ye
çizgi olarak fazlasıyla öykünüyor, öyle ki bazen taklit ölçüsünde
benzeşiyor. Çok anlaşılır değil yaptığı. Satrapi, benzersiz ve biricik
demiyorum, o da kendisinden önceki kuşaktan 1959 doğumlu çizgi romancı
ve yayıncı David B.’nin çinilemesinden, sayfa tasarımından ve geniş
anlamıyla hikâyeciliğinden çok etkilenmiş bir çizer. Böyle bakıldığında
Abirached ve Satrapi, ondan feyz almışlar denebilir ama Abirached,
Satrapi’yi David B.’den çok daha fazla andırıyor. İkinci olarak, çizer
minyatür-Doğu resmi aurasına sadakat göstermek gibi bir iddiayla albüme
girişmiş, çizgi olarak derinlik, uzaklık-yakınlık kullanmamış, birbirini
takip eden ve küçük jestler dışında değişmeyen kare istiflemeleri
yapmış. “Kamera açısını” farklılaştırmadan, karakterlerini bir gölge
oyununu andırır biçimde sahnesinde-kare önünde sıralamış. İlginç mi? Pek
değil. Birbirinin aynısı çok kare var. Sadece anlatım kutularındaki
ifadeler değişiyor. Bir başka deyişle Kırlangıç Oyunu hem özgün
olmamış hem de resim dili yeknesak kalmış. Buna karşılık süsleme
denebilecek mürekkep oyunlarına ve göze hoş gelecek dekoratif unsurlara
ziyadesiyle özen göstermiş. Temiz bir işçilik var, hakkını teslim
edelim.
Peki çizerin minyatür yorumu işlevsel mi, hikâyeyi büyütmüş,
derinleştirmiş mi? Evet diyemiyorum, minyatürde perspektif,
uzaklık-yakınlık olmamasının tasavvufla ilişkili gerekçeleri vardır.
Abirached, görsel bir ilgiyle seçmiş minyatürü, yani minyatürün ne
hikâyede yeri var ne de anlamlı bir göndermesi. Nakkaşın gerçeği
algılama biçimiyle Abirached’in tercihi birbirine paralel değil. Bu
durumda sırf hoşluk olsun diye seçilmiş bir üslupla karşı karşıyayız,
üstelik üslubun alenen hikâyenin önüne geçmesine izin verilmiş. Başta
ilginç geliyor, a la mode, çizgi hikâyeyi tamamlıyor gibi
hissediyorsunuz ama sonrasında farkettiğiniz radyo skeçi gibi diyalogla
“resmedilen” bir eylemlilik ve tek mekânda geçen bir teatrallik oluyor.
Yanlış anlaşılmasın, tiyatro ya da radyoyla derdim yok, benim derdim
grafik romanın gücünün kullanılamaması. Her mecranın kendine özgü
güçleri varsa, bundan azami ölçülerde faydalanmak gerekiyor, çünkü her
mecranın yine kendine göre sınırlılıkları mevcut. Vites düşürülünce
zaafiyetler de belirginleşiyor. Ardışıklık olmadığı ve birbirinin aynısı
kareler yeknesaklık yarattığı için çizgilerin ilginç olması yeterli
olmuyor. Üstelik kuraldır, çizgi ve üslup denemeleri, avangart
arayışları ancak kısa-az sayfalı hikâyelerde anlatının önüne geçebilir.
Hiç de bile diyenler çıkabilir, meramımı başka bir örnekle anlatayım.
Geçtiğimiz yıl Fırat Yaşa, Yiğit Değer Bengi’nin aynı adlı öyküsünden uyarlayarak Avcı Nun
adlı bir grafik roman yayınladı. Yaşa, enerjisini sevdiğim, anlatma
iştahı olan bir çizer. Avcı Nun’da yeni bir tarz denemiş, mağara
resimlerini model alarak ilkel çağ hikâyesini atmosfer olarak
tamamlamaya niyetlenmiş. Abirached ile kıyaslarsam, çok daha başarılı
olmuş, çizgiler hikâyeyi büyütmüş, başkalaştırmış, kendini göstermiş,
iyi bir katkı yapmış. Ama sorun yine aynı, minyatür ya da mağara resmi
gibi perspektifsiz bir çizgi uzun hikâyeyi sürükleyemez, hoş duran bir
çizgi esprisi, hikâye uzadıkça zayıflar, önemsizleşir, çizer narsizmine
dönüşerek hikâyeyi öteleyen bir noktaya geriler. Abirached, doğrusu iyi
bir çizer değil, hikâyesini güçlendirecek sahneler kuramıyor, zaafını
bilerek çiziyor demek daha doğru. O kadar çok tıpkısının aynısı kare
kuruyor ki, çizer değil acar bir bilgisayar programcısı bundan iyisini
çıkarırdı dedirtiyor.
Çizgiyle ilgili bir sürü saydırdım, kahırlandım, e peki hikâye nasıl
derseniz eğer, çizgi, hikâyeyi takip edilemez kıldığı için senaryodaki o
minimal tavır, mizahi göndermeler ve duyarlı anlatım önemsizleşiyor
derim. Hani çizgi bu kadar monotonlaşmasa hikâye tadını
gösterebilecekmiş. İyi bir çizgi roman çizeri, hikâye anlatan, hikâye
anlatırken kendini unutturan çizerdir. Çizgi roman görsel bir sanat
olduğu için zaten çizgi ön plandadır. Şurası çok açık ki çizgi roman
bakılan değil okunan olmak zorunda, çizerin “evvela ve mutlaka”
hatırlaması gerekiyor bunu.
Özetle Kırlangıç Oyunu, potansiyeli olmasına rağmen güdük
kalmış bir senaryoya dayanan, minyatür esprisinde çizilmiş ama
fazlasıyla uzatılmış bir grafik roman. Taklit aslını yüceltirmiş, bu
albüm, “bana her şey seni hatırlatıyor” misali Persepolis ve Satrapi’ye yaramış. Son
söz yayınevine, Sırtlan Kitap yeni bir yayınevi. Bu türden az satışlı
grafik romanları yayınlamak cesaret istiyor, özverililer ve kitap güzel
olsun diye uğraşmışlar. Yolları açık olsun.
[Bu yazı Temmuz ayında ArkaKapak.com'da yayınlanmıştı.]
Pazartesi, Aralık 22, 2014
Hangi Nietzsche?
Michel Onfray’ın yazdığı Maximilien Le Roy’un çizdiği Nietzsche’nin biyografik çizgi romanı Nietzsche – Özgürlüğü Yaratmak’ı
incelerken aklımda şu soru vardı: Nietzsche’nin çizgi romanı nasıl
yapılabilir? Güzel çizilmiş, el hak, grafik niteliği yüksek, tek tek
bakıldığında göz alan sayfaları olan bir çalışma ama… Nietzsche gibi
sahiden karışık, rivayeti bol, durmaksızın yazan, masa başında yaşayan,
pek çok bakımdan münzevi birisi nasıl anlatılır?
Bu soruyu bir parça oyun gibi sorduğumu, albümü okumadan kendimi
tarttığımı itiraf edeyim. Sondan başlayayım, akli dengesini yitirmiş,
frengiden ölmüş, gündelik hayata karıştığında taşkınlık yapan, kavgacı,
bazen sefahat düşkünü ve bazen her türlü hazzın düşmanı, günlerce
konuşmayan, ölümü kovalayan ve ölümden korkan biri Nietzsche.
Onfray ne yapmış? Bize onun hayatından kesitler sunmuş, hikâye
bütünlüğünden ziyade felsefi tutarlılığı sağlamak istemiş. Hikâye
dizgesini nasıl kullanacağınıysa daha ilk sayfalardan göstermiş.
Başlangıçtaki on sayfada hikâyenin anlatıldığı zaman dilimi altı kez
değişiyor. Mekân, kişiler ve bağlam kolayca anlaşılmıyor. Albümde bir
iki mektup ve metin alıntısı dışında anlatım kutusuna, bir üst sese hiç
başvurulmamış. Bütün hikâyeyi görsel bir devamlılık içinde anlatmayı
tercih etmişler. Le Roy iyi bir çizer ama iç hareketliliği olan bir
tarzı yok. Bu kadar fragmente, ileri ve geri zaman sıçraması yapan
hikâyede sanki daha hareketli bir çizgi kullanmalıymış. Onfray, yavaş
akan, okurun metne dâhil olmasına ket vuran anlatımında, özellikle
finale doğru giderken önemli bir tercihte bulunmuş. Kitap bittiğinde
kullanılan nota bakılırsa, okuru yönlendiren bir açıklama arzusu da
göstermiş. Nietzsche’nin anti-semit olmadığı, ölümünden sonra kız
kardeşi tarafından yazdıklarının manipüle edildiği iddiası hakkında bir
malumat vermiş. İç sayfalarda da ırkçı kız kardeşiyle benzer bir
minvalde tartışma yaşadıkları anlatılıyor.
Doğru bir tespit, Nietzsche çevresindeki Yahudi düşmanlarını ve
yükselen milliyetçiliği daima küçümsemiş ama gel gör ki faşistlerin en
çok okuduğu bir kaç yazardan biri. Karışık gelebilir, söz konusu olan
Nietzsche ise epeyce evirip çevirip kurcalamak gerekiyor zaten. Sırf
coşkulu biri diye faşistler tarafından sevildiğini düşünmek saflık olur.
Meseleye hikâye açısından bakarsak, albümün finali, Nietzsche’nin
anti-semit olmadığına dayandırılıyorsa ve ortada meşum bir kız kardeş
varsa, çocuklukta, ilk gençlikte ve sonraki yıllarda kardeşler arasında
daha net bir aşk nefret ilişkisi kurulmalı, uzlaşmazlıkları, çelişkileri
belirginleştirilmeliydi diye düşünüyorum. Onfray, bu finali
güçlendirmeye çalışmamış hatta aforizmaları andırır biçimde
Nietzsche’nin hayatından parçalar sunarak tahkiye bağını okura bırakmış.
Bu tercih, albümün çizeri Le Roy’a ister istemez ağır bir yük
bindirmiş. O da duygusal krizlerini ve tek başınalığını vurgulayan sayfa
tasarımları yapmış ki çoğu 70’lerde çizilmiş, uyuşturucu triplerini
betimleyen sayfaları hatırlatıyor. Nietzsche, iyi değilmiş hissi
verilmek istenmiş, ben öyle anlıyorum.
Nietzsche gibi dâhilerin en önemli karakter özelliklerinden bir
tanesi, bir zamanlar taptıkları olguyu, fikri ya da eğilimi gün gelir
teper olmalarıdır. Nietzsche’nin Wagner sevgisi ve inkâr ölçüsündeki
hoşnutsuzluğu, kadın düşkünlüğü ve nefreti, hemen her şeye yönelik
(yakınlaşma ve uzaklaşma) gelgitleri, irade savaşları, burjuva
dindarlığıyla kavgası, “yaşarken yaşayın” deyişi, yumuşaklığa karşı
husumeti bana sanki daha enerjik bir havada anlatılmalıymış gibi geldi.
Bilemiyorum, devrimler çağında yaşayan, Alman milliyetçiliği yükseldikçe
kitapları satmaya başlayan, hiç ummadığı biçimde ilgi gören,
feylesofluğu kadar trajedi kahramanı muamelesi gören birinden söz
ediyoruz. Onfray’dan daha eğlenceli ve deliduman bir kitap bekliyordum
diyerek bahsi kapatayım. Onfray’ın Bir Putun Alacakaranlığı (Sel
Yayıncılık) kitabı albümle birlikte okunabilir, onu da tavsiye etmiş
olayım. Le Roy’un Le Monde Diplomatique tarzı mesafeli duran Filistin’le
ilgili çalışmalarını biliyorum. Az çizgiyle kare kuran, sayfa içi
boşlukları bir tarz olarak önemseyen çizerlerden. Yetenekli ve üretken,
senaryo da yazıyor. Gaultier’in çizdiği Gaugin’i yazdı örneğin geçen
yıl. Türkçede de yayınlanabilir çalışmalara sahip.
Nietzsche – Özgürlüğü Yaratmak, iddiası olan bir grafik roman. Yazarı
Onfray nedeniyle ayrıca önemli. Ustaca çizilmiş, doğru seçilmiş
renkleriyle kendine baktıran bir albüm.
[Bu yazı Haziran ayında ArkaKapak.com'da yayınlanmıştı.]
Pazar, Aralık 21, 2014
Perşembe, Aralık 18, 2014
Çarşamba, Aralık 17, 2014
Resimli Türkçe Edebiyat Takviminden
Gaye Boralıoğlu, Kanuni Orospu hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde... |
Seray Şahiner, Şalter hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde... |
Seray Şahiner, Şalter hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde... |
Ayhan Geçgin, Günler, Parçalar hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde |
Barış Bıçakçı, Bağıran Adam hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde... |
Mahir Ünsal Eri, On İki Mehmet hikayesiyle Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nde |
Pazartesi, Aralık 15, 2014
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
Hikâyeye göre adam, kadını çok seviyor, sevdikçe ruhu büyüyor, eve sığmıyor… Bülbülün çilesi, yazarın zulası… İnceden sarma bir sigara, inceden bir bardak… Jak Danyel isimli bir şişe, Hicran isimli bir yara, tuhaf isimli bir roman. Kafamız iyi, açmayın kapağı, biz böyle iyiyiz.
İlhami Algör, alelacayip aşkların ve oyunbazlığın, hüzünlü dolambaçların yazarı.
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku, İtalyan Yokuşu’ndan aşağı, rüzgâra asılıp Tophane’ye inen roman. Avaramu!
Pazar, Aralık 14, 2014
Pusu!
Bu yaşıma geldim anladığım şu, zekayla ilgili tek yapabildiğimiz kurnazlık. Kesin olarak kinciyiz ve daima pusuda bekliyoruz.
Perşembe, Aralık 11, 2014
Muzaffer Abi
Salı, Aralık 09, 2014
Kulağı Büyüyen Adam
Pazartesi, Aralık 08, 2014
Çarşamba, Aralık 03, 2014
Yangın
Herkes ölüyor. Kimi hızlı kimi yavaş... Camlar patlıyor yangın sıcağıyla. Toprağın altı da yerin üstü gibi kaynıyor. Cübbeliler gerekeni düşünüyorlar. Kan kırmızı, koyu. "Gidiyorsan ben de geliyorum" diyor kız kardeşi. Duvarlar, çöp şehirler. Yerliler, romantikler, siviller...Kontroller. Renkler birer birer sönüyor. "Ne düşünüyorsun?"
Özge Sarıoğlu, felaket öngörüsüyle edebiyat şehrengizine giriyor. Ustaca yazılmış bir ilk roman.
Yangın, ürkütücü bir distopya. Bir ihtimalin romanı.
Pazartesi, Aralık 01, 2014
Seyrüsefer Defteri 53
Fargo Sea 1 Ep. 3 ve 4'ü
seyrettim (30 Kasım).+ The Two Faces of January,
Highsmith uyarlamasıymış, izlerken anlıyorsun uyarlama olduğunu, güzel hikâye
(29 Kasım). + İstanbul
Seyahati (28 Kasım). + Ortaya karışık trash: Call Girl of Cthulhu (2014) ve Late Phases, ikincisi trash değil gibi gelebilir o ayrı (27 Kasım). + Dracula Untold (2014),
Dracula, Fatih'i öldürmez mi? Et suyu çorbası, sade suya tirit (26 Kasım). + A Walk Among the Tombstones,
Scudder uyarlamasıymış. Neeson uymuş mu bilemedim, intihar sahnesi güzel olmuş
(25 Kasım). + Blended, aile
komedisi diyelim, vasat senaryo (24 Kasım). + Lucy, merak ettiğim filmdi, çok makalemsi olmuş,
matrix sonrası aksiyonlardan (23 Kasım). + Guardians of the Galaxy,
eğlenceli bir space-opera (22 Kasım). + The Salvation, Danimarka westerni, iddialı bir global
film istemişler, hikâye klişe, bir on dakikaya daha ihtiyaç varmış (21 Kasım). + Sex Ed ve American Burger biri komedi, diğeri korku komedi,
ilki daha iyi olmakla birlikte vasat filmler (20 Kasım). + Isabelle (Yi sa bui lai), hikâyesi şaşırtmak üzerine kurulu, başka bir
şey daha çıkacak derken film bitiyor, tavsıyor (19 Kasım). + Jersey Boy, Eastwood ölürse Holivut çook eksik
kalacak, müzikal biyografileri seviyorum, can't take my eyes off you (18 Kasım). + Stage Fright (2014),
müzikal kısmı için kısmen başarılı diyeceğim, film bir noktadan sonra tepe üstü
gidiyor (17 Kasım). + In
Secret, bana ne olacağına karar verememiş bir film gibi geldi (16
Kasım). + A Most Wanted Man (2014), yakın zamanlarda seyrettiğim
en iyi casusluk filmi. Le carre işi diyordum ki meğer ondan uyarlamaymış (15
Kasım). + Hastane
Günleri (12-13-14 Kasım). + İstanbul Seyahati (7-8-9-10 Kasım). + Dawn of the Planet of the Apes (2014), kimi
bakımlardan ilginç, senaryo klişe (6 Kasım). + Nymph-Killer Mermaid, Sırp gişe filmi, nasıl yapmışlar
diye izledim, bir X-Files bölümü çıkar, o kadar dar (5 Kasım). + The November Man (2014),
klasik casusluk filmi, aksiyon, uyarlamaymış (4 Kasım).
+ Fargo Sea 1 Ep. 1 ve 2'yi seyrettim (3 Kasım). + Plastic, sevdiğim
oyuncular için seyrettim, gişe filmiymiş (2 Kasım). + Knicks final bölümünü
seyrettim (1 Kasım).
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)