Dumankara, 2013 yılında yayımlanan, 21 hikâyesiyle 19
çizeri biraraya getiren önemli bir grafik roman seçkisiydi ve senaryosunu
Levent Cantek’in yazdığı Ankara Üçlemesinin ilk kitabıydı. Geçen yıl Berat
Pekmezci’nin çizgileriyle Emanet Şehir yayımlanmıştı. Geçtiğimiz
günlerde de Uzak Şehir çıktı ve üçleme tamamlandı. Cantek, 1916 Ankara
Yangını’yla başladığı üçlemesini günümüzde geçen sert bir suç hikâyesiyle sonlandırmış
oldu. Cantek ve çalışmanın çizeri Berat Pekmezci ile kitabı ve Türkiye’de çizgi
romanı konuştuk.
Çok karakterli
bir öykü Uzak Şehir ama galiba karakterlerin hiçbiriyle
özdeşleşemiyoruz, okura ket vuran bir mesafe kuruyorsunuz. Bu öyküye özel
bir şey mi yoksa bir yazarlık tercihi mi?"
Levent Cantek:
İkisi de doğru, Ankara Üçlemesinin sonunu bir kara hikâye ile bitirmek
istiyordum. Kara hikâyelerde kahramanlar değil kapitalizm kazanır, bürokrasi
kazanır, düzen kazanır… Diğer yandan kahraman dendiğinde akla gelen iyimser
özellikleri temel karakterlerime değil de onun çevresindeki birilerine vermeyi
seviyorum diyelim. Kafası karışık, utanan, sıkıntı çeken karakterleri daha çok
seviyorum.
Öykünün çizerine
döneyim. Tipleri belirlerken nasıl çalıştınız? Tasarım aşamasından söz eder
misiniz bize?
Berat Pekmezci:
Senaryo aşamasında Levent abinin karakterler üzerine notları vardı. Örnek
alabileceğimiz oyuncular, tiplemeler vs. Ben de hem karakterin özelliklerini yansıtabileceğim
hem de birbirinden keskin bir şekilde ayırt edilebilecekleri şekilde
karakterleri hazırladım.
Volkan’ın zengin
olma hırsını, etrafını yorumlayan akıl yürüten sözlerini izliyoruz ama bir
yanıyla saf olduğunu, vicdan azabı çektiğini de görüyoruz...
L.C.: Evet,
anlatmak istediğim bu. Kenar mahallelerde erkekler nasıl büyür diye düşünerek
başladım o karaktere. Yetim bir çocuk, vesayet ilişkisi kurabileceği bir babası
yok. Bu durum bence erkeklerde büyük arızalar yaratıyor. Volkan aralıklarla
babasını hatırlıyor, özellikle doğru bir şey yapmadığını bildiğinde bunu
hatırlıyor. Çocuklara hep “baban duymasın” denir, babası ölmüş, annesi hâlâ onu
söylüyor bir sahnede. Volkan suç işliyor, büyük laflar ediyor ama ne yaptığını
da biliyor. Etrafta olup biten her şeyi anladığını düşünerek büyük laflar
ediyor. İnsanlar kesin konuşmayı, kestirip atmayı seviyorlar. Muğlaklık, farklı
açılardan bakmaksa onları mutsuz ediyor. O yüzden birilerine tapıyorlar. O
yüzden hep kesin konuşuyor, iddialı görünüyorlar. Şu an dolaşımda olan erkek
dili dediğimiz şey bu aslında.
Kadınlar…
Öyküdeki kadınları konuşalım. Öykü anlatıcılarından biri eskort Lili, diğeri
Volkan’la sevgili olan Selcan.
L.C.: Volkan’ın ve
erkeklerin çok konuştuğu bir hikâye Uzak Şehir… Lili benim için önemliydi,
hikâyeye başlamadan önce aklımda metreslik kurumu vardı. Kurum diyorum, yanlış
söylediğim sanılmasın, zenginler-madden gücü yetenler, eşlerinin dışında bir
başka kadına ev açarlar, onun ihtiyaçlarını karşılarlar, o kadınla ikinci bir
hayat daha yaşarlardı. Bu dediğimle ilgili olarak eski siyasetçilerin yaşam
öykülerine bakın, metreslik kurumu kaybolmadı, biçim değiştirdi. Uzak Şehir’le
ilgili pek çok insanla konuştum, o resmin nasıl biçim değiştirdiğini öyle
anladım. Öte yandan cinselliğin hikâyenin önüne geçmesini istemiyordum. Lili,
erkekler ve muktedirler arası bir itişmenin içerisinde yer alan güzel bir kadın.
O hengâmeden sıyrılmaya çalışıyor, planlar var, planların farkına varıyor,
kendisi plan yapıyor… Selcan, kenar mahalleden birisi, koşulların farkında, o
da sıyrılmaya çalışıyor. İkisi de kararlı ve akıllı kadınlar.
Kenar mahalle
derken, çevreyi nasıl tasarladınız veya nereleri modellediniz Berat?
B.P.: Kenar
mahallelerin şehirler arasında çok karakteristik farklılıkları olmadığını fark
ettim. Ana hikâye gereği daha sol eğilimli mahalleleri incelemem gerekiyordu.
Ben de İstanbul’daki bu görüşe yakınlığıyla meşhur yerleri gezip notlar aldım,
eskizler çizdim. Levent abi de Ankara’da çekimler yapıp benimle paylaştı.
Tasarımdan devam
edelim, kapağı konuşalım. Mutlaka alternatifleri olmuştur, kapak tasarımı nasıl
gelişti?
B.P.: Klasik bir
yaklaşım olarak karakterleri öne çıkarmak elbette aklımızdaydı. Ama hikâyenin
içindeki kontrastları sade bir şekilde anlatmayı tercih ettik. Zenginle
fakirin, eskiyle yeninin, dünle bugünün zıtlığını karakterleri kullanmadan
binalar üzerinden göstermeyi seçtik. İçerdeki tempo ve sertliğin aksine daha
dingin bir görsel dil kullandık.
Ankara Üçlemesi
konuşulurken söz bir yerde mutlaka grafik romanlara geliyor? İkinize de
sorayım. Grafik roman nedir, ne farkı vardır çizgi romanlardan?
B.P.: Grafik roman,
dünyada ve Türkiye’de çizgi romanın çok fazla çocuklukla özdeşleştirildiğinden
yetişkinlerin dikkatini çekebilmek için ortaya çıkmış bir etiket. İngilizcede
çizgi romanlar için “comics” kelimesi kullanıldığından daha ciddi eserler için
başka bir isim ihtiyacını “graphic novel” ile karşıladılar. Türkçedeki “çizgi
roman” kelimesi zaten bunu birebir karşılıyordu. Ama burada da “Teksas-Tommiks”
algısı bu kelimenin içini boşalttı ve biraz zorlama bir çeviriyle “grafik
roman” tabiri çıktı.
L.C.: Grafik
romanlar, geleneksel çizgi romanlara muhalefet eden yeni nesil anlatılardır.
Anlatım, çizgi, tahkiye bakımından farklılık gösterirler. Hatta şöyle söylemek
gerekiyor, geleneksel çizgi roman okurlarına hitap etmezler. Onların
beğenilerini karşılayacak, onları memnun edecek bir içerikleri yoktur. Mutlu
sonlar, muktedir kahramanlar, büyük aşklar, büyük zaferler bulamazsınız grafik
romanlarda. İnsan hikâyeleri okursunuz. Kahramanlar yaşlanır, ölür ya da zaaf
gösterirler. Çizgi romana göre daha yavaş, daha edebi ve görsel istif
bakımından daha sakindirler.
Türkiye’de çizgi
roman üretimini nasıl buluyorsunuz?
B.P.: Türkiye’deki
yerel üretim son 20 yılda sadece mizah dergilerinin içinde devam edebildi. Son
yıllarda, kitap olarak üretimlerde ufak da olsa bir kıpırdanma var. Bu işi
tutkuyla yapacak insanlar arttıkça kitaplar çoğalacaktır.
L.C.: Ben kendi
adıma grafik roman ve dergiler dışında çıkan bağımsız üretimleri daha fazla
önemsiyorum. İyimserim, üretim sürerse, hikâyeler konuşursa ortaya çıkan işler
başka üreticiler için iştah açıcı olacaktır bence.