Cumartesi, Nisan 30, 2016

Bir Ankara karanlığı




Dumankara, 2013 yılında yayımlanan, 21 hikâyesiyle 19 çizeri biraraya getiren önemli bir grafik roman seçkisiydi ve senaryosunu Levent Cantek’in yazdığı Ankara Üçlemesinin ilk kitabıydı. Geçen yıl Berat Pekmezci’nin çizgileriyle Emanet Şehir yayımlanmıştı. Geçtiğimiz günlerde de Uzak Şehir çıktı ve üçleme tamamlandı. Cantek, 1916 Ankara Yangını’yla başladığı üçlemesini günümüzde geçen sert bir suç hikâyesiyle sonlandırmış oldu. Cantek ve çalışmanın çizeri Berat Pekmezci ile kitabı ve Türkiye’de çizgi romanı konuştuk.

Çok karakterli bir öykü Uzak Şehir ama galiba karakterlerin hiçbiriyle özdeşleşemiyoruz, okura ket vuran bir mesafe kuruyorsunuz. Bu öyküye özel bir şey mi yoksa bir yazarlık tercihi mi?" 
Levent Cantek: İkisi de doğru, Ankara Üçlemesinin sonunu bir kara hikâye ile bitirmek istiyordum. Kara hikâyelerde kahramanlar değil kapitalizm kazanır, bürokrasi kazanır, düzen kazanır… Diğer yandan kahraman dendiğinde akla gelen iyimser özellikleri temel karakterlerime değil de onun çevresindeki birilerine vermeyi seviyorum diyelim. Kafası karışık, utanan, sıkıntı çeken karakterleri daha çok seviyorum.

Öykünün çizerine döneyim. Tipleri belirlerken nasıl çalıştınız? Tasarım aşamasından söz eder misiniz bize?
Berat Pekmezci: Senaryo aşamasında Levent abinin karakterler üzerine notları vardı. Örnek alabileceğimiz oyuncular, tiplemeler vs. Ben de hem karakterin özelliklerini yansıtabileceğim hem de birbirinden keskin bir şekilde ayırt edilebilecekleri şekilde karakterleri hazırladım.

Volkan’ın zengin olma hırsını, etrafını yorumlayan akıl yürüten sözlerini izliyoruz ama bir yanıyla saf olduğunu, vicdan azabı çektiğini de görüyoruz...
L.C.: Evet, anlatmak istediğim bu. Kenar mahallelerde erkekler nasıl büyür diye düşünerek başladım o karaktere. Yetim bir çocuk, vesayet ilişkisi kurabileceği bir babası yok. Bu durum bence erkeklerde büyük arızalar yaratıyor. Volkan aralıklarla babasını hatırlıyor, özellikle doğru bir şey yapmadığını bildiğinde bunu hatırlıyor. Çocuklara hep “baban duymasın” denir, babası ölmüş, annesi hâlâ onu söylüyor bir sahnede. Volkan suç işliyor, büyük laflar ediyor ama ne yaptığını da biliyor. Etrafta olup biten her şeyi anladığını düşünerek büyük laflar ediyor. İnsanlar kesin konuşmayı, kestirip atmayı seviyorlar. Muğlaklık, farklı açılardan bakmaksa onları mutsuz ediyor. O yüzden birilerine tapıyorlar. O yüzden hep kesin konuşuyor, iddialı görünüyorlar. Şu an dolaşımda olan erkek dili dediğimiz şey bu aslında.

Kadınlar… Öyküdeki kadınları konuşalım. Öykü anlatıcılarından biri eskort Lili, diğeri Volkan’la sevgili olan Selcan.
L.C.: Volkan’ın ve erkeklerin çok konuştuğu bir hikâye Uzak Şehir… Lili benim için önemliydi, hikâyeye başlamadan önce aklımda metreslik kurumu vardı. Kurum diyorum, yanlış söylediğim sanılmasın, zenginler-madden gücü yetenler, eşlerinin dışında bir başka kadına ev açarlar, onun ihtiyaçlarını karşılarlar, o kadınla ikinci bir hayat daha yaşarlardı. Bu dediğimle ilgili olarak eski siyasetçilerin yaşam öykülerine bakın, metreslik kurumu kaybolmadı, biçim değiştirdi. Uzak Şehir’le ilgili pek çok insanla konuştum, o resmin nasıl biçim değiştirdiğini öyle anladım. Öte yandan cinselliğin hikâyenin önüne geçmesini istemiyordum. Lili, erkekler ve muktedirler arası bir itişmenin içerisinde yer alan güzel bir kadın. O hengâmeden sıyrılmaya çalışıyor, planlar var, planların farkına varıyor, kendisi plan yapıyor… Selcan, kenar mahalleden birisi, koşulların farkında, o da sıyrılmaya çalışıyor. İkisi de kararlı ve akıllı kadınlar.

Kenar mahalle derken, çevreyi nasıl tasarladınız veya nereleri modellediniz Berat?
B.P.: Kenar mahallelerin şehirler arasında çok karakteristik farklılıkları olmadığını fark ettim. Ana hikâye gereği daha sol eğilimli mahalleleri incelemem gerekiyordu. Ben de İstanbul’daki bu görüşe yakınlığıyla meşhur yerleri gezip notlar aldım, eskizler çizdim. Levent abi de Ankara’da çekimler yapıp benimle paylaştı.

Tasarımdan devam edelim, kapağı konuşalım. Mutlaka alternatifleri olmuştur, kapak tasarımı nasıl gelişti?
B.P.: Klasik bir yaklaşım olarak karakterleri öne çıkarmak elbette aklımızdaydı. Ama hikâyenin içindeki kontrastları sade bir şekilde anlatmayı tercih ettik. Zenginle fakirin, eskiyle yeninin, dünle bugünün zıtlığını karakterleri kullanmadan binalar üzerinden göstermeyi seçtik. İçerdeki tempo ve sertliğin aksine daha dingin bir görsel dil kullandık.

Ankara Üçlemesi konuşulurken söz bir yerde mutlaka grafik romanlara geliyor? İkinize de sorayım. Grafik roman nedir, ne farkı vardır çizgi romanlardan?
B.P.: Grafik roman, dünyada ve Türkiye’de çizgi romanın çok fazla çocuklukla özdeşleştirildiğinden yetişkinlerin dikkatini çekebilmek için ortaya çıkmış bir etiket. İngilizcede çizgi romanlar için “comics” kelimesi kullanıldığından daha ciddi eserler için başka bir isim ihtiyacını “graphic novel” ile karşıladılar. Türkçedeki “çizgi roman” kelimesi zaten bunu birebir karşılıyordu. Ama burada da “Teksas-Tommiks” algısı bu kelimenin içini boşalttı ve biraz zorlama bir çeviriyle “grafik roman” tabiri çıktı.
L.C.: Grafik romanlar, geleneksel çizgi romanlara muhalefet eden yeni nesil anlatılardır. Anlatım, çizgi, tahkiye bakımından farklılık gösterirler. Hatta şöyle söylemek gerekiyor, geleneksel çizgi roman okurlarına hitap etmezler. Onların beğenilerini karşılayacak, onları memnun edecek bir içerikleri yoktur. Mutlu sonlar, muktedir kahramanlar, büyük aşklar, büyük zaferler bulamazsınız grafik romanlarda. İnsan hikâyeleri okursunuz. Kahramanlar yaşlanır, ölür ya da zaaf gösterirler. Çizgi romana göre daha yavaş, daha edebi ve görsel istif bakımından daha sakindirler.

Türkiye’de çizgi roman üretimini nasıl buluyorsunuz?
B.P.: Türkiye’deki yerel üretim son 20 yılda sadece mizah dergilerinin içinde devam edebildi. Son yıllarda, kitap olarak üretimlerde ufak da olsa bir kıpırdanma var. Bu işi tutkuyla yapacak insanlar arttıkça kitaplar çoğalacaktır.
L.C.: Ben kendi adıma grafik roman ve dergiler dışında çıkan bağımsız üretimleri daha fazla önemsiyorum. İyimserim, üretim sürerse, hikâyeler konuşursa ortaya çıkan işler başka üreticiler için iştah açıcı olacaktır bence.

Çarşamba, Nisan 27, 2016

Bozkır Ep.3


Bozkır, 221B'nin yeni sayısında devam ediyor... Murat (Başol) çiziyor, ben yazıyorum...

Salı, Nisan 26, 2016

WeTransfer


Her derginin yazı-çizi işleri için bir son teslim tarihi olur, herkesten o tarihe uyması istenir vs...Laf uzamasın, e biz de yolluyoruz o tarihe göre, bazı işler maile sığmadığı için wetransferle de yolluyoruz, mesela çizgi romanları. Kullananlar bilecektir, wetransfer ile yüklenen dosyaları bir tarihten sonra indiremezsiniz, süresi geçer, karşı taraf, dosyaları indiremez olur..

Bunu niye anlattım, her ay hiç şaşmayan bir şey oluyor, biz o teslim tarihine uyuyoruz, gönderdik bitti sanıyoruz, aradan on gün iki hafta geçiyor, o ve ya bu derginin mutfağından biri arıyor, dosyayı tekrar göndermemi istiyor. Antin kuntin bahaneler filan ama anlıyorum ki indirmemişler daha önce...Tekrar gönderiyorum...Son teslim tarihinden bir on gün sonra hem de...Yeni bir yazı teslim eder gibi...

Bize özgü çalışma hallerinden...

Pazar, Nisan 24, 2016

Son Okuduklarım 2


İlki, ansiklopedi veya sözlük mantığında alfabetik hazırlanmış  bir sahtekarlık derlemesi. Doğrusu bazen çok çeviri duruyor, yazar da herkesin bildiğini anlatıyorum gibi yazabiliyor, öte yandan ilginç bölümler var, magazini bol. İkincisi, Asabiyeci güzel, Borges hikayesi okuyorum gibi geldi, çok eğlendim, tavsiye ederim. Üçüncüsü, Eisner'in kısa hikayeleri, çalışkan dedemizin görsel oyunları. Dördüncüsü, Svevo, sanki sansürden çekinmiş ve dümen kırmış hissi verdi bana. Hoş bir gerilimi var, üstüne gitse, üçüncü bir karakteri daha da öne çıkartabilse veya arzunun koyulaşmasını ıskalamasa...


Bu dörtlünün en şahanesi, elbette McCullers, tek kelimeyle şaşırtıcı bir kitap...Ne yazsa okunacak yazarlardan (dı)... Kağıt Ev, bizde popülerlik kazanmış, o yüzden okudum, beni çok sarmadı, edebiyat tutkusunu okumak hoşuma gitmiyor... Körler sağırlar birbirini ağırlar gibi geliyor bana... Buluşma, çizgileri nedeniyle ilgi çekici olabilir... Che'nin Küba'ya çıkışını anlatıyor... Çok parlak diyemem. Nerantzula için ne diyebilirim. Istrati'nin daha iyi yazdığı çok şey var...



Buı dörtlünün en güzeli Murakami öyküleri, bitirmiyorum o yüzden...Yavaşlığı,  manevracılığı beni hep mutlu ediyor. Zoşçenko, bizim mizah edebiyatımızı etkileyen mantığın en iyi örneklerinden...O gözle bakmak ve okumak lazım. Şeye çok benziyor diyeceksiniz..e şeye canım işte... Bursaname, Aziz Nesin'in Bursa Sergisi için hazırlanmış bir kitap. Beş altı mektup dışında yeni bir şey yok aslında...Tasarım güzel olmuş... Nesin'in orada yaşadığı aile dramı da yazılmayı bekliyor... Resimler Nasıl Okunur, bu tür sanat kitaplarını sevenlerin kaçırmayacağı bir şey. Öğrenmek-anlatmak bahsinden insana katkısı ne derseniz, beklentinizi yüksek tutmayın derim...

Pazartesi, Nisan 18, 2016

Vur Ulan Vur




Vur Ulan Vur, bir linç öyküleri derlemesi 

Linç, sözün sahiden bitişi, sözün ezilmesi, sözün boğulmasıdır... barbarlıktır. Linç karşısında, edebiyat nefes alamaz.  Linç atmosferi, edebiyata nefes aldırmaz, susturur. Kitaptakilerin önemli bir bölümünün kısa öyküler oluşu, belki biraz da bunun ifadesi. Kısa ve tok öyküler. İster tok sözlü olsun, ister uzunca anlatsın meramını, bu öyküler, edebiyatın, lince, linç atmosferine direnişidir.

Hiçbir şey olmamış gibi geçiştirilen ve unutulan, vicdan sızlatan zamanlara dair edebiyatçıların tarihe düştüğü edebi bir itiraz… Vur Ulan Vur’da linç saldırılarının neredeyse yarı-resmî kurbanı olan Kürtlerle ilgili öyküler de var, mağduru "müphem" öyküler de... Azınlıklar da var azınlıkta kalanlar da… Failler de mağdurlar da… 

Memleketin karanlık yüzü, ıssızlığı, kalabalığı, suçluluğu… 

Ahmet Tulgar - Akif Kurtuluş - Ayhan Geçgin - Behçet Çelik - Bora Abdo - Gaye Boralıoğlu - Hakan Günday - İlban Ertem - Mehmet Eroğlu - Mine Söğüt - Oya Baydar - Pelin Buzluk - Pınar Öğünç - Veysi Erdoğan - Yalçın Tosun- Yıldız Ramazanoğlu

Pazar, Nisan 17, 2016

İrem!'i Beklerken


İrem'in Beklerken, 12.bölümüyle Kafa'da devam ediyor...Sefa (Sofuoğlu) çiziyor...

Çarşamba, Nisan 13, 2016

Çanlar


Gün Zileli, Bolşevik Devrimi’nden Gezi Parkı’na, şimdiki zaman direnişlerine, isyanla ve yaşam iştahıyla geçen bir ömrü anlatıyor. Dirençli, sokağı çağıran, gencecik.

Salı, Nisan 12, 2016

Varoş


Kirli bir tavan, cırtlak bir insan sesi, kapalı perdeler, ayakta duran bir anne, yorgandan çıkmış bir bacak, cırtlak ses, annem, cırtlak ses annemin, bacak benim. Tavanda avize sallanıyor. Nusret kalk.Ses annemden. Küçük bir zelzele anı. Yorgan annemin eline geçti. Bütün vücudum teşhirde. Kapanıyorum. Kalktım anne, kalktım. Hâlâ kapalıyız. Kirli bir külot yorgansız nasıl saklanır? Kahvaltı hazır. Bir kapı çarpması. Bacaklarım halsiz. Babam zengin, her gece bir kamyon deviriyorum. Cenabet cenabet ayaklanıyorum. Allah’la aramızda bu kamyonlar var.

Bir gecekondu mahallesi, meydanda bir bakkal. Evler ufak, yokyoksul, gelen geçen karışıyor havadaki dumana, buluta… Yağmur yağsa kirleri kabartıyor… Zamanın arzuları, yüreğe dar geliyor… Yürü oğlum, yürü kızım, geçecek hepsi… Geçmiyor…

Mustafa Yurthan, yeni yazar. Varoş ilk roman… Dünya dönüyor, ay usul usul yükseliyor, kitaplar böyle yazıyor.

Pazartesi, Nisan 11, 2016

Cicoz, Sahneye Çıkar...


İrem'i Beklerken, Kafa'da devam ediyor...

Pazar, Nisan 10, 2016

Payidar


Payidar, yeni bölümüyle Fitbol'da....
Berat (Pekmezci) çiziyor, ben yazıyorum...

Cumartesi, Nisan 09, 2016

Panik yok...






- Türkiye'de Çizgi Roman adlı kitabınızın giriş bölümünde, ülkemizde uzun yıllardır bir çizgi roman geleneği olduğundan ve arz-talep dengesinin oluştuğundan bahsediyorsunuz? Bunu biraz açar mısınız? Türkiye'de düzenli bir çizgi roman okuyucusu kitle mevcut mu?
Elbette mevcut, kitapevleri, sahaflar, özel satış dükkânları ve internet üzerinden her yıl aşağı yukarı dört yüz bin civarında çizgi roman satılıyor. Geçmişle kıyaslıyorum, evet, geçmişteki gibi haftada ya da 15 günde bir, her biri yirmi otuz bin satan çizgi romanlar artık yok, çünkü hayat değişti, en azından gazete dergi satış noktaları azaldı ama çizgi roman çeşitliliğine bakılırsa, çok daha fazla albüm-kitap çıkıyor. İsteyen tek tek saysın…


- Türkiye'deki çizgi roman okur profilini değerlendirebilir misiniz?
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de çizgi roman okurunun yaş ortalaması çok yükseldi. Eskiden 8-14 yaş arası okur genel toplamda büyük bir orana sahipti, artık değil. Çizgi romanların içerikleri değişti, çocukların alabileceği kadar ucuz değiller, kitap reyonlarında satılıyorlar. Çizgi romanlar, beklentileri farklı olan daha yetişkin bir okur hesap edilerek üretiliyor.

- Son dönemde Türkiye'de hem yerli hem de yabancı çizgi romana dönük bir ilgi yükselmesi mevcut, bu ilgiyi tetikleyen başlıca sebepler nedir?
Büyük bir ilgi yükselmesi olduğunu düşünmüyorum. Sinema uyarlamaları nedeniyle haber değeri artan çizgi romanlar oluyor ama toplam satışlarda en azından son beş yılda büyük değişiklikler olmadı, genel ortalamasını koruyor demek daha doğru… Tek tek her yıl, çok satan kitaplar oluyor ama bence çok şaşırtıcı radikal bir yükselme yok. 

- Türkiye'de çizgi roman ekonomisi belirli dönemlerde yükselirken kimi zaman inişe de geçebiliyor. Çizgi Roman ekonomisinde/yayıncılığında sürdürülebilirlik nasıl sağlanabilir?
Yerli üretim olması gerekiyor. Çizgi romanın konuşulur olması gerekiyor, konuşulmayan kitap satmaz, her şeyin yaşanan zamana dokunması gerekiyor. Yoksa her kitabın belli bir müşterisi olur ve ona ulaşır sadece. Türkiye’de çizgi roman uzun yıllar nostaljiyle haberleştirildi, nostalji tükenmenin bir göstergesidir, sohbeti güzeldir ama ister istemez tıkanır, güdük kalır. Ortada bir satış var, bir okur var. Yerli üretim yaparak, konuşulacak işler yaparak sürdürülebilir, asıl mesele o üretimi ve yeni olanı bulmak elbette. Üstelik bu sorun, çizgi romana özgü bir durum da değil zaten. Çizgi roman yayıncıların, kitap dünyasını izleyerek strateji geliştirmesi gerekiyor artık. 

- Türkiye'de çizgi roman ekonomisinin potansiyelini nasıl görüyorsunuz? Maksimum seviyeye ulaşıldı mı?
Potansiyel veya maksimum seviye hakkında ne desem yanlış olur. Hissiyatımı paylaşabilirim, satışla ilgili bir iş yapmıyorum. Ben yayıncı değilim, olup biteni yakından izleyen bir yazar ve editörüm. Grafik roman senaryoları yazıyorum. Yayıncı benim baktığım yerden bakmaz. Yine de bir not düşeyim: geçtiğimiz yıl İlban Ertem’in İhsan Oktay Anar’dan yaptığı Puslu Kıtalar Atlası uyarlaması en çok satan çizgi roman oldu. Kırk bin civarında sattı. 2009-2010 yılında NTV Yayınları, televizyon reklamlarıyla niteliği düşük, çok ama çok ucuz telifleri olan edebiyat uyarlamalarını bu civarda ve bunun üzerinde sattılar. Düşünün bir tarafta kaç yıl uğraşarak üretilen dünya çapında bir çalışma, diğer tarafta reklamla şişirilen, bugün kimsenin hatırlamadığı sahiden değersiz işler. Aynı şey değiller ama potansiyel demişken bunu hatırda tutmak gerekiyor.

- Siz de çizgi roman yazarlığı yapıyorsunuz. Ülkemizde çizgi roman yayıncılığı için fırsat ve tehditler nelerdir? 
Kendi adıma grafik roman türünün çizgi romana yeni okurlar kazandıracağını düşünüyordum ve buna uğraştım, uğraşıyorum. Dünyada da böyle oldu bu. Çizgi romanlar kitabevlerinde satıldığından ve okur profili değiştiğinden bu yana daha derinlikli hikâyeler arayan bir okur ortaya çıktı, çıkacak da… Grafik roman, çizgi romanı dönüştürüyor. Çünkü daha nitelikli… Sanatçıları, üreticileri, hikâyeleri etkiliyor… Ankara Üçlemesinin okurları, geleneksel çizgi roman okurları değiller, imza günlerinden biliyorum, çoğunlukla değiller. Nostaljiyle, çocukluğunu kovalayan, koleksiyon için çizgi roman satın alan okur başkadır, hikâyesi için meselesi için satın alan başka… Ben edebiyat okuyan, edebiyatsever bir okurun peşindeyim. Grafik romanın yayıncılar için iyi bir seçenek ve satış fırsatı olduğunu düşünüyorum. Hakeza, mangaların, Japon çizgi romanlarının tüm dünyada olduğu gibi bizde de giderek çok satacağını, piyasa paylarını her yıl artıracaklarını görmemek imkânsız. Tehdit için ne diyeyim, çeyrek asır oldu, çizgi roman bitti deniyordu, bitmiyor. Ben fanzin çıkarıyordum, doksanlı yılların başında bitmiş gibiydi, bir şekilde yeniden zuhur etti. Çok kişi nostaljiyle konuşuyor, romantize ediyor. Aşktı, sevdaydı, şövalyelikti, şurda kaç kişi kaldık türünden hikâyeler inandırıcı değil. Bir devir daim olmasa bu iş yürümez. İleride kitap formatı nasıl olacaksa, neye dönüşecekse çizgi roman da öyle olacak, ona dönüşecek. Daha doğrusu kitap yaşadığı sürece çizgi roman ve türevleri yaşayacak, sürecek… Paniğe gerek yok…

Derin Ekonomi dergisi çizgi roman piyasasıyla ilgili yazı için bir söyleşi yaptı benimle .