Dumankara, Hayat Bir Yangındı’ uzun zamandır merakla
beklenen bir projeydi. Çizgi roman meraklılarının da, edebiyat severlerin de,
sizin okurlarınızın da ilgisini çekeceği belliydi. Bu proje nasıl oluştu ve
yayınlandıktan sonraki tepkiler nasıl?
Grafik roman yapmak istiyordum, iş temposu olarak daha rahat olduğum bir
dönemde süratle senaryoları yazmaya başladım. Belli bir sayıya ulaşınca daha
önce birlikte çalıştığım çizer arkadaşlarla irtibata geçtim ve başka çizerler
aramaya başladım. Yazım süreciyle birlikte düşünürsek 15 Ekim-15 Şubat arasında
çalıştık, kitabı teslim ettik. İlgi çekeceğini tahmin ediyordum, olumlu
tepkiler de aldığımızı düşünüyorum. Benim asıl çabam, çizgi roman okurlarının
dışındaki bir okura ulaşmak, grafik romanın Türkçe edebiyat literatüründe
kendine yer açabilmesini sağlamak.
Galiba önce
‘Uzakşehir’ projesinden söz etmek gerekiyor. ‘ Türkiye’de grafik roman üretimini
artırmak için bir araya gelmiş yazar ve çizerler topluluğu’ diye tanıttığınız
ekibi ve projeyi biraz açıklar mısınız?
O şöyle, biz iki arkadaş grafik romanlar yayınlayan küçük bir yayınevi
kurmaya niyetlendik. Oturup hesapladık. Kitabın etiket fiyatının neredeyse
yüzde 50-55’ini dağıtımcıya veriyorsunuz. Vergi ödüyorsunuz, telifler ve başka
türlü maliyetler… Sonra dedik ki biz bu işi niye yapacağız? Aşk, delilik, tutku
şu bu… Cevaplar çeşitlenebilir ama para kazanmak gibi bir gayemiz yoktu
aslında. Hatta işe başlarken, işi birilerine anlatırken az satar kitaplar
diyorduk. Sonra birden dank etti. Dedik, madem bu parayı harcayacağız, öyle
yapmayalım, dağıtımcıya şuna buna değil de bunu genç çizerleri desteklemek için
harcayalım dedik. Öyle başladık, büyük iddialarla olmasa da bu desteğe devam
edeceğiz. Yerli üretimi teşvik edebilirsek mutlu oluruz.
Bu oluşumun
projeleri neler? Yakın dönemde neler olacak?
Dumankara dışında Deli Gücük-Zifirname isimli bir başka albüm daha
yaptık. İkisi de aynı anda çıktılar aslında. Şu an üç tane grafik roman
projesinin çizimleri sürüyor. Berat Pekmezci’nin çizdiği Emanet Şehir, Utku
Yavaşca’nın çizdiği Çengel ve Uğur Sertçelik’in çizdiği Ormanda sanıyorum
yıl sonunda biterler. İki ayrı çok çizerli çalışmaya da yakında başlayacağız.
‘Grafik roman’ ne
demek? Çizgi roman diye bildiğimiz kavramlaştırmadan fazla olarak ne söylüyor?
Grafik roman için daha nitelikli çizgi roman denebilir. Her şeyi
başaran, muktedir kahramanların merkezde olduğu geleneksel çizgi romanlardan
farklı bir hikâyesi olan, edebiyata yakın, daha insani ve daha derinlikli
metinler. Kitap ayracı kullanarak okunan çizgi romanlar da deniyor. Büyük
laflar etmeyi sevmem ve her işe illa amaç ekseninde bakmak da tatsızdır, onun
da farkındayım ama grafik roman deryasının farkında olunmasını istiyorum.
Grafik roman okusalar, çizgi roman denildiğinde akla gelen şeylerin tamamen
dışında bir şeylerle karşılaşacaklar çünkü.
Sizin
‘Markopaşa’, ‘Türkiye’de Çizgi Roman’ kitaplarınız, ‘Çizgili Hayat Kılavuzu’
derlemeniz ve diğer çalışmalarınız bu ülkede çizgi romanın kültürünü hem
akademik arka planını, hem de güncel kültürel ışıltısını yansıtıyor.
‘Dumankara’ da bu zincirin en son halkası… Bu sizin, -akademisyen ya da
editör/yayıncı olmanın dışında- yaratıcı olarak da içinde olduğunuz ilk çizgi
roman projesi mi?
Yo hayır, ben mahlas kullanmayı severim, başka isimlerle roman, hikâye
ve çizgi roman epeyce şey yazdım. Ama evet doğru, Dumankara kendi imzamla
yaptığım ilk çizgi roman…
Çizgi romanın
hayat bulduğu mecra ağırlıkla mizah dergileri olabildi… Sevilen çizerlerin
mizah dergilerinde tefrika edilmiş çizgi romanların albümleri de 90’lardan bu
yana hayli ilgi gördü. Bu ilgiyi motive eden mizah dergisi okuma alışkanlıkları
mıydı?
Tabii, mizah dergileri her zaman Türkiye’nin en çok satan dergileri
oldular. Tanınırlık açısından önemli mecralar. Televizyon kadar değiller ama
orta sınıf metropol gençliğinin iyi bildiği yayınlar. Öte yandan çıkan
albümlerin sanıldığı kadar çok ilgi görmediğini düşünüyorum. Yayınlanan işlerin
tekrarı olmasından olabilir, eş zamanlı çıkmadıklarından olabilir, iyi
yayınevlerinden çıkmadığından olabilir. Mizah dergilerinden derlenmiş albümler
uzunca bir zaman ve sanıldığı kadar başarılı olamadılar bence. Albüm ve mizah
dergisi birbirinden farklı şeyler. Birinde zaten çok satan bir mecranın
içindesiniz. Biraz abartarak söylersem, ne yapsanız o dergi zaten çok satıyor.
Özgürsünüz, içinizden geldiği gibi üretiyorsunuz. Albüme kalkıştığınızda kitap
dünyası başka bir âlemdir, orada tek başınasınız. Görücüye çıkacak olan sizin
ürettiğiniz oluyor birdenbire. Mizah dergilerinde kazanılan şöhret, her zaman
kişisel değilmiş, asıl olarak dergiye bağlıymış onu gördük. Dergide çizerken ve
popülerken eş zamanlı yayınlanan albümler daha başarılı oluyor.
Sizin en
sevdiğiniz mizah dergisi hangisiydi, hangi çizgi karakterleri beğendiniz,
hatırlıyorsunuz?
Obur bir okurum, hâlâ da öyleyim, mizah dergilerini hep izlemeye
çalıştım, satın almasam bile tararım. Daha sonra bakarım, kütüphanede bakarım,
merak ediyorum çünkü. Gazetelerde ve mizah dergilerinde çizilmiş her şeyi
okumaya çalışıyorum. Eskisi kadar kütüphaneye gidemiyorum ama öğrencilerim,
beni seven arkadaşlar istediğim bantları fotoğraflıyorlar, onları da okuyorum
halen. Kimleri beğenirdim? Beğeniler de değişiyor ister istemez, ilk
gençliğimde mizah dergilerinde Kemal Aratan’ı beğenirdim, Suat Gönülay
hikayelerini severdim ama benim kafamdaki hikayelere en yakın işleri hep Engin
Ergönültaş üretti…Bilmiyorum Minare Gölgesi romanını okudunuz mu? Bence son
çeyrek asırda yazılmış en iyi romanlardan biri. Bir kanaatimi paylaşayım: çizer
nüfusu epeyce anti entelektüelisttir, çok çok az okurlar, ortalama ölçülerde
seyrederler, meslek literatürünü de iyi bilmezler. Yaşlandıkça politikleşip
bağnazlaşırlar. Gençlik yıllarındaki popülerlik azaldıkça daha çok bağırmaya
başlarlar. Engin abi bu anlamda da tutarlı biri oldu hep. Yoksullar
anlatılmıyordu, o anlatırdı. Koksaydı çöp kokacak sahici işlerdi.
|
|
Güncel mizah dergisi okumaktan farklı olarak, bir
edebiyat derinliği duyumsayarak çizgi roman okuma fikri nasıl gelişti? Dünyada
süreç böyle mi gelişti?
Mizah dergisi günü yaşar, günü yakalamaya çalışır zaten. Okursunuz ve
atarsınız. Pek çok çizerle konuşursanız fark edersiniz, çalışmalarının bu kadar
kolay tüketilmesinden rahatsızdırlar, ucuz yayın oldukları için kötü
basıldıklarını düşünürler. Daha kaliteli basılmış dergi ve albüm hayali
kurarlar. Benzer bir süreç batıda da yaşandı. Ucuz baskılı dergilerden,
mainstream anlatılardan ve endüstriyel klişelerden bıkarak başka bir oluşum,
estetik bir dönüşüm isteyen yazar ve çizerler ortaya çıktı. Grafik roman da
böyle bir dönüşümün sonucu zaten… Kimin yazdığı ve kimin çizdiği önem kazandı.
Entelektüellerin ilgisizliğinden, sanat sayılmamaktan şikâyet edilmeye
başlandı. Buna kuşak çatışmasını da ekleyebilirsiniz. Gençlerin, kendilerinden
önceki ustalardan ve hâkim estetikten daha başka bir şey yapma arzusunu
düşünün, meydan okudular. Başka bir şey yapmak istediler.
Büyük edebiyat yapıtlarının çizgi roman versiyonları
dünyada çok yapılıyor. Türkiye’de de kimi yayınevleri bunu denedi. Siz nasıl
buluyorsunuz bu tür kitapları? Bu anlamda çizgi roman kültürü için nasıl bir
imkân var Türkçe edebiyatta?
Öncelikle hoşuma gitmeyen ve karşı olduğum bir yaklaşım var. Deniyor ki
çocuklar, önce çizgi roman okurlarsa sonra bir üst seviyeye roman ve iyi
edebiyata daha kolay geçerek onları okurlar. Çizgi roman bir ulaşım aracı ya da
okul servisi değil. Kendi gücü olan, ayrı bir anlatım biçimi olan bir sanat… Bu
türden pedagojik hassasiyetleri anlıyor ama katılmıyorum. İyi hikâyesi olan her
şey okunur, izlenir ve hatırlanır. Yakın dönemde yayınlanan edebiyat
uyarlamaları genel anlamıyla başarılı değildi. Büyük bir medya kuruluşunun
yayınları oldukları için reklamla çok sattılar ama örneklerin bir kaçı hariç
hiçbirisi çizgi roman literatüründe esamisi olmayan işlerdi. Niteliksiz
çizgiler ve kötü senaryolarla yayınlandılar. Türkçe edebiyattan çizgi roman
uyarlaması yapılabilir, yapıldı da. Beni pek heyecanlandırmıyor böyle şeyler.
Şöyle söyleyeyim: istisnalar olabilir ama iyi bir romancı iyi senaryocu olamaz.
Biri sözcüklerle düşünüyor, diğeri görüntüyle, devamlılıkla. Çizgi roman
senaryosu, edebiyata değil sinema senaryosuna yakın. Öyle düşünün.
Hangi edebiyatçıların, hangi kitaplarının çizgi romanını
okumak sizi heyecanlandırır?
Önce duygusal cevap: 1960 öncesinde yazılmış, tefrikalar, unutulmuş hikâyeler
biliyorum. Onlarla ilgili uyarlamalar okur olarak ilgimi çeker. Sonra asıl
fikrimi söyleyeyim: iyi romanlarımızın çizgi roman uyarlaması olsa, keşke olsa
diye bir düşüncem yok. Meraklı olduğum için alır ve okurum ama ben yapmam.
Sadakat gösterilmiş mi, güç kaybetmiş mi gibi bir sorunun yapılan işin önüne
geçmesi bence gereksiz bir enerji kaybı çünkü. Yaptığınız işin konuşulur olması
için daha itibarlı bir başka kitaba, yazara ve popülerliğe ihtiyaç duyarsanız
siz kendi konumuzu da belirlersiniz. Bir romancı, bir edebiyatçı kendi
kitabının farklı mecralarda üretilmesini isteyebilir. Bu başka bir mesele…
Meseleye çizgi romancı ya da çizgi roman üretimi tarafından bakarak söylüyorum.
O roman kalır, o uyarlama unutulur. Çizgi romancılarımız kendi hikâyelerini
anlatsalar daha güzel olur diye düşünüyorum.
‘Dumankara’daki hikayeler, sizin çizerlerin dünyasını
gözeterek oluşturduğunuz, yarattığınız öyküler miydi?
Çizgiye göre yazdığım da oldu, senaryoya göre çizer bulduğum da oldu. Albümde
bir süper kahraman parodisi var, Neşet Çoşar diye. Sümeyye, neşeli bir hikâye
istiyordu. Onun severek çizebileceği bir şey düşünerek yazdım veya albümün son
hikâyesi için endüstriyel bir çizgi arıyordum, Çağrı’ya önerdim. Çok hikâyeli
bir antoloji hazırlıyorsanız, bir tutarlılık aramak zorundasınız. İster istemez
gevşek bir yapı oluşuyor çünkü. Birinde mizah diğerinde keder teması ya da
birinde foto realistik diğerinde karikatürize bir çizgi öne çıkıyor. Okuru
zorlayan bir şey bu… Birlikte üretim yapıyorsanız, hem üretimi teşvik etmek hem
de hızlandırmak için esnek bir editöryal sürdürmek zorundasınız. Albümde sadece
yazarlık yapmadım, her türlü tasarımla baştan sona ilgilendim.
Çizgi roman için senaryo yazmak nasıl bir yaratıcı süreç?
Bir film senaryosu yazmaktan çok farklı değil aslında. Sahne yerine kareyi
yazıyorsunuz. Dumankara’da senaryo dışında görsel malzeme sağladım. Hikâyenin
geçtiği dönemle ilgili her çizere yüzlerce fotoğraf verdim. Her hikâyenin
taslakları çizildi, revizyonlar yapıldı. İster istemez birkaç aşamalı gelişiyor
yaratım süreci.
‘Dumankara’ 1916 yılından bugüne yaşanan Ankara
hikâyeleri… Ankara, daha önce çizgi roman dünyası için mekân olmuş muydu? Bu
kentin çizgi romanda görünümü bir ilk mi?
Evet, İstanbul dışında hemen hiçbir yer pek anlatılmaz ve resmedilmez. Hayat,
İstanbul üzerinden akıyor. Bu ilk olmak, çok mühim değil aslında. Dumankara
için ilk grafik roman diyenler de oldu. Türkiye’de bazı alanlarda ne yapsanız
ilk olabilirsiniz. İşin tamamlanması, severek üretmek ve geriye dönüp
baktığınızda iyi hatırlamak daha güzel bir his…
Kitabınızın sunuşunda uzun bir Ankara’lılık, Ankara
algısı üzerine düşünceleriniz var… ‘Başka bir Ankara resmi çizmeye niyetli
değilim.’ diyorsunuz. Ama doğrusunu isterseniz ben ‘Ankara romanları’nda
okumadığım, popüler anlatılarda bahsedilmeyen bir şehri duyumsadım bu çizgi
öykülerde. Bu “a’cıcık farklı” hikâyeler nereden besleniyor?
Çok küçük yaşlardan beri çalışıyorum. Ankaralı bir ailem var. Yerli bir hikâye
anlatma tercihim hep oldu. Neşeli ve kederli hikâyeleri severim. Yoksulları
anlatmak istiyorum. Bir farklılık varsa sanırım buralardan çıkıyor.
Ankara’dan bahseden edebiyat ürünlerini, filmleri
düşünürsek arka sokaklardan bahseden hikayeler pek gelmiyor akla…
‘Ankara’lılığın da şablonları var ve bu öyküler bunun uzağında, yoksulluktan,
kenar mahallelerde yaşayan tutkulardan, bedel ödemekten bahsediyor. Sizce
Ankara’ya neden böyle bakılmıyordu, ya da bu insanlara neden hiç böyle
yaklaşılmadı?
Bu işler mesele etmekle arzu duymakla ilişkili. Demek ki mesele edilmemiş veya
böyle bir hikaye arzusu olmamış. Yoksulları veya arka sokakları anlatabilmek
için biraz oralardan gelmek, oralarda yaşamak gerekir diyemem…Mutlaka faydası
vardır ama sadece okuyarak, neredeyse sokağa çıkmadan yazarak ve okuyarak çok
güzel işler üreten dünya kadar insan var. Bir yaşanmışlığı anlatırsınız, güzel
bir roman da ortaya çıkabilir ama gerisini getirmek için daha çok okumak ve
daha çok çalışmak gerekiyor. Sadece Ankara değil hiçbir şehir bence
anlatılmıyor. Herkes İstanbul’a benzemeye çalışıyor. İstanbul nereyi nasıl
görmek istiyorsa o imge ve algı yaygınlık kazanıyor. O algının dışına
çıkarsanız ilginç veya sahici gelebilirsiniz, ‘bak bu yapılmadı olur’, bunu
popüler kültürün işleyişi bakımından söylüyorum. Yoksa edebiyat insani bir
durumu anlatır, anlatması beklenir, o insani hikayenin nerede geçtiği esasen
önemli değildir. Mekan, şive veya argo, hikayenin elini güçlendirebilir. Tersi
de olabilir tabii…
|
|
Bu zamana kadar bildiğimiz resmi söylemin Ankara’sı
mıydı?
Ankara için ağır ve hantal bir bürokrasi şehri denir. Bazen devlet ve bazen
hükümetle özdeşleştirilir. Doğru ya da yanlış tartışmasına girmeden bunu kim
söylüyor diye bakalım, karşımıza paranın ve sermayenin sahibi olan İstanbul
çıkar. Bence Ankara’nın kendini anlatma imkanı pek yok, hakkında geliştirilmiş
yargının içinde nişler açabilir ancak. Geniş anlamıyla edebiyattaki Ankara’yı,
erken cumhuriyet döneminde İstanbul’dan Ankara’ya gelmiş yazarlar anlattılar.
Gelmeselerdi belki o da olmayacaktı. Ben Dumankara’yı 1916 Yangınıyla
başlattım, Ermeni ve Rumlar bu yangınla şehirden göç ettiriliyorlar. Şehir
boşalınca, biz buraya geldiğimizde Ankara bir bozkır kasabasıydı
diyebilirsiniz. Peki ya 1916’dan önce nasıldı, kim biliyor? Kimin aklına
geliyor? Bakın başka bir örnek vereyim, 1937’de yazılmış Kuyucaklı Yusuf’u
düşünün, Edremit dolaylarında geçiyor, İkinci Meşrutiyet zamanı. Tek bir
azınlık yok romanda, karşıda Midilli Mutasarrıflığı vardır mesela, çok önemli
bir makamdır, o da yok. Mümkün mü böyle bir şey? Bakın bu da yangın işte…
Edebiyat, resmi söylemin dışına kolay kolay çıkamıyor mu acaba…Hınzırlıkla
soruyorum.
Can T. Yalçınkaya, Birikim’de, ‘Gri Şehri Çizmek:
DumAnkara, Grafik Roman, Psikocoğrafya’ yazısında; “Çizgi romanlar şehirleri
tasvir ederken, anlatılarının doğası gereği şehrin kenarlarına, tekinsiz
sokaklarına da girerler. Hayat oralarda yaşanmaktadır, çünkü.” diyor. Çizgi
romanı sokağa bu kadar yakın kılan, sokağın dilini dolaysız bir biçimde
taşımasına imkan veren karakteri neden kaynaklanıyor?
Çizgi roman, okuma yazması kıt insanlara resimlerle hikaye anlatmak için
üretilmiş bir anlatım aracı. Gazeteler, okur kitlesini genişletmek istiyor ve
çizgi romanı buluyorlar. İlk çizgi roman örnekleri hep şehre yeni gelen
göçmenleri anlatır. Kullanılan dil, argo ve şive hep eleştirilmiştir. Çizgi
roman bir sanayi koluna ve daha sonra endüstriye dönüştükçe nasıl üretileceğine
dair kurallar ve yasaklar belirleniyor. Başlangıçtaki muğlak ve anarşizan
hikayecilik tanzim ediliyor, istifleniyor. Daha çok çocuklara göre üretim yapar
oluyorlar, içerik daha da basitleşiyor, çok basılıyor, çok ucuza satılıyor.
1960’lı yıllardaki Underground akımı çizgi romanı yine sokağa döndürüyor,
pedagojik hassasiyetlerin canını çıkartıyor. Bizim çocuklar için üretilmiş
çizgi romanımız yok denecek kadar az olduğu için biz arka sokaklara, argoya ve
tekinsiz hakikate daha yakınız. Kişisel olarak en güçlü hikayelerin kenar
mahallelerden çıktığına inanırım. Sınıf atlama telaşı, yoksunluk ve acıya rağmen
gösterilen iştah, hayatla mücadele hali çok bereketli bir memba bence. Çizgi
roman, biraz abartarak söyleyeyim, edebiyattan sayılmadığı için edepli olmak
zorunda değildir, hayatın hakim kodlarını tersine çevirir. Grafik roman, çizgi
romanın bu mirasını estetize ediyor, edebileştiriyor bence. En azından bunu
yapabilme gücüne sahip.
Televizyon sektöründe, senaryo yazarlığı yapıyorsunuz.
‘Mor Menekşeler’ projesi biliniyor, bunun dışında hangi televizyon dizilerinde
imzanız oldu?
Dizi sektörü epeyce karışık bir yer. Ben Ankara’da yaşıyorum. Hiçbir zaman
elimde bir projeyle bir yapımcıya gitmedim. Teklif onlardan bana geldi, bu
bakımdan şanslıyım. Dizi işlerinde garip bir işleyiş var, senaryo yazıyorsunuz,
yayınlanmasa bile yapımcı ya da kanal sizden satın alabiliyor. Ben yapımcı ya
da kanala senaryo sattım. Şöyle de bir şey oluyor, bazen diziler tıkanıyor ve
sizden profesyonel yardım istiyorlar. Bu tür şeyler de yaptım.
Tv için planlarınız ne? Çizgi roman dünyası ile paralel
projeleriniz var mı?
Önümüzdeki sezona yeni bir diziye başlayacağım ama olacak olan olmayabiliyor ve
bir başkası başlayabiliyor. Karışık bir piyasa… Çizgi roman dünyasıyla ilgili
bir şey yapmış değilim. Öneriler hep başkalarından geldiği ve talebe göre
yazdığım için öneri yapmak gibi bir arzum olmadı. Daha özgür işleri sinemada
yapabilirsiniz, kendimi oraya saklamayı tercih ediyorum. Bir de garip bir şey
söyleyeyim. Her mecranın kendine özgü bir aurası var. Benim çizgi romanla
ilgilendiğimi, kitaplar yazdığımı bilmeyen bir sürü yapımcı, yönetmen ya da
oyuncu vardır. İnsanlar senaryoya bakıyorlar, iyiyse iyidir kötüyse kötü…
Televizyonda, sizin ilgilendiğiniz anlamda çizgi-romandan
beslenen işler yapmaya kafa yoruyor musunuz?
Hayır, televizyon modalar ve diğer klişelerle yaşıyor. Kanalların ayrı ayrı
tavırları var. Bir senarist olarak kanalları yeni bir projeye yönlendirme
imkânınız pek yok. İçeriği ve yayın çeşitliliğini onlar belirliyorlar.
Beklentilerine göre iş kabul ediyorlar. Bu bakımdan kafa yormuyorum.
Galip Tekin’in öykülerinden bir dizi
yapılmıştı. Sizce başka hangi çizerlerin dünyası sinemaya, televizyona
aktarılabilir? Sizi bu anlamda heyecanlandıran çizgi roman yazarları kimler?
Bizim çocuklara yönelik bir çizgi roman evrenimiz yok demiştim. Üretimlerimiz
yetişkinlere yönelik. Yakın dönemin önemli çizgi romanlarının hiç birisi
televizyona uyarlanabilir gibi gelmiyor bana. Kanunlar ve mevcut yapı nedeniyle
çizgi romanların sertliğini, argo ve cinsellikle ilişkisini yansıtamazsınız.
Galip Tekin uyarlaması da bu yüzden başarılı değildi. Gidişata bakılırsa,
batıda olduğu gibi bizde de paralı kanallar olacak ve onlar dizi üretecekler.
Belki o zaman daha ideal uyarlamalar yapılabilir.
Yetişkinler için çizgi film
projesi, ‘Fırıldak Ailesi’ dizisini nasıl buldunuz?
İyi niyetli bir çaba. Tek diyeceğim bu.
2013 yılında okuryazar.tv için Murat Hocaoğlu ile söyleşi yapmıştık.