Pazartesi, Mayıs 31, 2021
Dübara
Pazar, Mayıs 30, 2021
Tekinsiz Süvari
Cumartesi, Mayıs 29, 2021
Türk Edebiyatında Çizgi Roman Değinmelerine Birkaç Örnek
Mister No şairler için de bir istisna elbette, genelde çizgi roman kahramanları çocukluğu hatırlatan bir imge olarak kullanılıyor. Orhan Tuleylioğlu, “yasal olmamıştı hiç aşkımız / ders kitapları arasında / biriktirilen Tommiks sevinci” derken, Türkiye’ye özgü bir yasaklama klişesine gönderme yapıyor: Ders kitaplarının arasında çizgi romanlar okuyarak, ebeveynlerini aldatan çocuklar!. Çocukluğunun oyun günlerini yadeden Rıdvan Dansuk, “Gülünce ne güzel açar / Teksas’ta Rodi’nin Çilleri” diye yazmış. Fikret Demirağ ise hafta sonlarını rutinleşmiş ev içi eylemleriyle hatırlıyor: “Pazar günboyu gene çamaşırla uğraşacak karım / Red Kit, Milliyet Çocuk okuyacak çocuklar”. Red Kit de hatırlanan önemli imgelerden. Çizgi film olarak yayınlanması bu yaygınlığın sebebi olabilir. Ahmet Erhan, “bir ikindi ayazında Red Kit yalnızlığında / Çoğul bir Dalton’dum” derken, onun içerdiği parodiyi dramatize ederek kullanmış. Şairler bahsi bu kadar, gelelim romancılara.
İhsan Oktay Anar’ın gerçekten eğlenceli kitabı Efrasiyab’ın Hikayeleri’nin son öyküsü bir çizgi roman kahramanına, Supermen’e ayrılmıştır. Daha doğrusu, kitabın metinlerarası yapısı gereği, ironik bir süpermen öyküsü anlatılmış. Bir Anadolu kasabasında ilerleyen yaşlarında halen çocuk sahibi olamamış ve bunun üzüntüsünü çeken bir çiftin – ki sonradan hiç cinsel ilişkiye girmediklerini öğreniriz – bahçesine, taşıdığı yükü ağır geldiğinden bir leylek düşer. Leylek’in taşıdığı beş yaşlarında, şişman, gürbüz oğlan çocuğu yaşlı çifte bir armağandır aslında. Ancak gökten inmiş mucize, bir kız çocuğu olsun isteyen ve erkeklerden nefret eden Anne ile güçlü bir erkek çocuğu olsun isteyen Baba arasında kalacaktır. Daha ismi konulurken bir uyuşmazlık çıkar. Anne çocuğa “Güler”, Baba “Erk, Erke” gibi isimler koymak isterler. Sonunda, Muhasebeci Muhittin Kent’in oğlunun adı Gülerk olur. Anne-babasının beklentileri arasında kalan Gülerk, çift kişilikli bir hayat sürdürmek zorunda kalır. Babası, onun yel gibi koşan, haysiyetli ve kahraman bir çocuk olmasını istediğinden, kendi çocukluğunda kullandığı, göğsünde babası Sabri’nin baş harfini taşıyan, kırmızı pelerinli, mavi bir elbiseyi giymesini ister. Yaşlı karısı ise papyon, gömlek ve takım elbise giyen uslu bir çocuk olmasını isteyerek, eğer üzerinde kir olursa annesi olmayacağı tehdidini de savurur. Üstelik bir de gözlük almıştır ona. Etrafı bulanık göreceğinden bütün uslu çocuklar gibi, her gördüğünü isteyemeyecektir. Gülerk, kasabanın Seyyare adlı yerel gazetesinde çalışıp, bir de Yelda adlı bir kıza gönlünü kaptırmaz mı? Anar, Süpermen temasını masalsı bir havada ironiyle anlatmayı başarmış. Çocuksuluğu aktarmakta gösterdiği maharet, büyüklerin acımasız beklentileriyle birarada anlatılıyor.
Ahmet Altan’ın Tehlikeli Masallar romanında, Newton North adlı bir çizgi roman kahramanının hayatını yazan 12 yaşında bir çocukla karşılaşırız. Romanın kahramanı, çocukla sohbet ederken, en çok hangi çizgi romanı sevdiğini sorar. Çocuk, hiç düşünmeden cevaplar: “Mr. No’yu seviyorum, üstün zekalı çünkü” (Sırf huysuzluğumdan kitabın yayın tarihinin 1996 olduğunu hatırlatayım). Roman boyunca iki yazar aralıklarla konuşurlar, yazdıkları hakkında felsefi yorumlar yaparlar. Hazır cevapları olan bilmiş bir çocuğun, iddialı ama naif görüşleri, yazarın sorunlarıyla çelişerek anlatılır.
Sinema eleştirmeni Mehmet Açar, Hayalet Gemi dergisinde yayımlanan öykülerinden derlediği Anarşik Rehavet kitabında, çizgi romana yönelik epey bir gönderme yapar. Aslına bakılırsa Hayalet Gemi, metinlerarası göndermeleri fetişleştiren, sinemaya ve edebiyata yoğun olarak atıfta bulunan anlatılardan oluşuyordu. Açar da Martin Mystere ve Red Kit gibi kahramanlara metin içerisinde ağırlıklı bir yeri olmasa da, göndermeler yapar. Benzer bir yorumu Hikmet Temel Akarsu romanları için de yapabiliriz. (L.C.)
Doksanlarda, “Bir kitap okudum, hayatım değişti!” sloganıyla lanse edilen Yeni Hayat, Orhan Pamuk’un çizgi roman tutkusunu ustalıkla öyküsüne kattığı bir roman aynı zamanda. Çocuklukta, abisinin çizgi romanlarına dadanarak kazandığı çizgi roman okuma zevkini, romanda, kahramanın komşusu Rıfkı Amca’ya çizdirdiği hayali karelerin, hayali tasvirini yaparak okura yansıtır. Bu karelerde Rıfkı Amca, çizgi roman aracılığıyla, Türk çocuklarına Batılı değerleri ve ahlak anlayışını empoze eden yabancı çizgi romanlara alternatif yaratmayı hedefler. Atatürkçü, laik ve aydınlanmacı Türk çocuğuna dünyada yer beğenirken, bir yandan da onun ahlaki değerlerini, “yozlaşmış” Batı karşısında yüceltmeye girişir.
Yeni Hayat’ın kahramanı, tutkuyla bağlı olduğu Canan’ın peşinden, Mehmet Nahit’in çocukluk evine sürüklenir. Onun odasında çizgi romanlar ve çocuk dergileri ile karşılaşır: “...raflara düzenle dizilmiş dergilerin sırtları, solmuş olsalar da fazla fazla tanıdık gelen renkleri ve bir içgüdüyle kendiliğinden uzanıveren elimin alıp okşadığı kapak resmi bendeki direnişi kırdı”. Rıfkı Amca’nın eserleri olan Nebi Nebraska’da, Mari ile Ali ve Demiryolu Kahramanları, Tom Miks ve Bill Kid gibi yabancı kaynaklı çizgi romanlara müptela olan Türk çocuklarına yerli bir alternatif sunar. En az Batılı örnekleri kadar macera ve heyecan dolu bu eserler, aynı zamanda ahlak dersi verirler ve Türk’ün gücünü dünyaya gösterirler. Bu naif öyküler kahramanın çocukluğunun capcanlı resimleridirler: “Büyük balonları dolduran iri harflerin ardından gelen o kocaman ünlemleri ne kadar da severdim! ‘Dikkat!’ diye bağırırdı Pertev Peter’e ve kalleşin tekinin arkadan attığı bıçak sırtına saplanmadan o kendini yere atardı. ‘Arkanda!’ diye bağırırdı Peter Pertev’e ve Pertev hiç o yöne bakmadan arkasına doğru bir yumruk savurur, demiryol düşmanının çenesini bulurdu. Bazan da Rıfkı Amca araya girer, resimler arasına attığı küçük kutucuklar içerisine ANSIZIN diye yazardı kendi gibi ince bacaklı harfleriyle, FAKAT O DA NESİ diye yazardı, AMA BİRDENBİRE diye yazardı ve kocaman bir ünlem koyar ve beni ve anlıyordum ki bir zamanlar adı Nahit olan Mehmet’i hikayenin içine çekerdi” .
Sevin Okyay, çocukluğunun hınzır ve neşeli hikayesini anlattığı İlk Romanım’da, çizgi roman kahramanlarıyla hemhal olduğu dönemlere sık sık gönderme yapar. Pekos Bill, bu “erkek gibi”, gözüpek kızın rol modelidir mesela. Ama Tom Miks’i hiç sevmez. “Tıfıl biri”dir o. Kadınlardan Kalamiti Ceyn’e imrenir, tabiatı gereği. Haliyle Suzi “aptal bir kız”dır (İlginç not: Buket Uzuner de Suzi’yi “pasif ve sakar bir kız” olarak görürmüş). Hayranı olduğu çizgi roman kahramanları gibi davranmak, onların jest ve mimiklerini taklit etmek, o ve mahalle arkadaşlarının en sevdikleri oyunlardır: “Ben de Pekos Bill olmak isterdim. Arkadaşlarım bana kısaca Pekos desin. Bill çok çocuk adı gibiydi. O zaman kim korkar senden? Bana Pekos desinler, şerif olmayayım. Çünkü şerif, memur gibi bir şey. Meçhul kahraman olayım, kasaba kasaba dolaşayım. Bütün kötüler adımı duyunca titresin. Atım beni çok sevsin. Ben de onu severim, yem verir, kaşağılar, terini silerim. Kendi karnımdan önce onunkini doyururum”.
Ünlü yazarların anılarında pek çok kez çizgi romanlarla ilgili ayrıntılarla karşılaşıyoruz. Tarık Dursun K, Giovanni Scognamillo, Nedim Gürsel, Altan Öymen, Attilâ İlhan, Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Buket Uzuner, Enis Batur, Murat Gülsoy, Hasan Ali Toptaş bunlardan bazıları. (F.Ş.)
(Kaynak: İsmi geçen yazar ve şairlerin kitapları; ödünç aldığımız –kaynağını bilmediğimiz- bazı şiirler için bkz. Sunay Akın’ın Cumhuriyet Dergi, 11/7/1993’te yayınlanan bir yazısı)
Yazı, 2004 yılında Serüven'de yayınlanmıştı.
Cuma, Mayıs 28, 2021
Perşembe, Mayıs 27, 2021
27 M
Alayiş, sitayiş ve hamaset kimselere abartılı gelmiyor. Garip bir coşku var. Güzel Sanatlar öğrencisi, yaptığı çalışmayı Hayat dergisine göndermiş, onlar da yayınlamışlar.
C.G (Cemal Gürsel), 27 M 1960 yazılmış...
İlginç olmuş, siyaseten angaje sanata güzel bir örnek de olmuş elbette...
Daha da ilginç olansa, görselin üreticisinin sonraların ünlü şairi Ayhan Kırdar çıkması...
Salı, Mayıs 25, 2021
Süleymanlar
Pazar, Mayıs 23, 2021
30 Yıl Olmuş
Korsan'ı 1991 yılında hazırlamıştım, kapağını Murat (Sayın) çizmişti, Zeki Kırtasiye'de otuz tane çoğaltmış, Dost'a vermiştim. Eldeki maketten çoğaltarak bir yıl içinde 80 tane filan anca satmıştım. Sonra da o maketi Kosta'ya (Ceran) bıraktım, o üstüne ne kadar çoğalttıysa...
Kosta, benim mektup arkadaşım, İstanbul'daydı, sonra Yunanistan'a çalışmaya gitti, haftada bir kırk sayfa filan mektup yazardık birbirimize. Geçtiğimiz aylarda bunca sene sonra Ankara'ya geldi, büroda uzun uzun sohbet ettik. Neredeyse on yılda bir görüşür olduk ama ikimiz de biliyoruz, uzunca zaman bir nişte mutluluk kovalamıştık. Bizi ayakta tutan bir hayalle fanzinler çıkardık, kimsenin bilmediği saçma ayrıntılar hakkında uzun uzuuun konuştuk, yazıştık, telefonlaştık.
Bugün nostalji yapayım dedim.
Cumartesi, Mayıs 22, 2021
Cuma, Mayıs 21, 2021
Bir asırlık yitik aramaktayım
Önce metni paylaşayım, anlatım dilini görünce ilgilisi fark edecektir, metin eski yazıyla yazılmış...Dil, haliyle hem dağınık, hem dilekçe havasında...ama güzel...
"Bir asır evvelki Kırım muharebesinde Kırım'dan İstanbul'a çıkan 12 bin haneden ibaret Kırım muhaciri içinde bulunan babam Hüseyin ve diğer iki kardeşi varmış ve bu üç kardeş Abdülkadir oğulları olup ve babaları Ruslar tarafından şehit edilmiştir ve yetim kalan bu üç oğlu muhacir olarak 12 bin hane ile İstanbul'a çıkmıştır ve üçünün de isimleri Hüseyin ve Sabit ve Murat ve bu üç kardeşin en büyükleri babam Hüseyin'dir ki 14 yaşında olup ve diğer amcalarım Sabit ve Murat daha küçük imiş ve amcam Sabit ile Murad'ı İstanbul'da Sürah Paşa yanına almış ve bu çocukların atalık hakkı benimdir diyerek ve bunları okula vereceğim diyerek babam Hüseyin'den ayırmıştır ve babam Hüseyin'i Nevşehirli bir şahıs Nevşehir'e götürmüş ve Ankara'ya gelince o zamanda seri vasıta olan ata binmekten acizlenip yanından ayrılmıştır ve bulunduğumuz yerde ikamet etmiş ve cehalette ömrü geçerek bir daha İstanbul'da kalan kardeşlerinden haber alamayıp hatırladıkça ağlamakla ömür geçmiştir ve ben dünyaya gelmeden üç ay evvel vefat eden babamı göremedim ve köyün büyüklerinden işittiğim bu malumata göre İstanbul'da kalan amcalarımın evlatlarını bulmak ve görmek için [bu ilanı] gazeteye veriyorum ve Sabit ve Murat evlatlarına bu yayım tesadüf ederse dikkat etsinler. Kırım'da kalan dedemiz nüfus kütüğünde Abdülkadir ki benin ismimdir ve ben gibi bu hadiseyi duyan ve bilen ve şüphelenen varsa vermiş olduğum adrese mektup yazmasını çok rica ederim."
Kırşehir İli Kaman İlçesi Kurancili Köyü, Kırım Nogay muhacirlerinden Hüseyin oğlu Abdülkadir Pirhan"
Perşembe, Mayıs 20, 2021
Bugün Kime Çakıyoruz?
Çarşamba, Mayıs 19, 2021
Garipçiler
Garipçiler, “Ataç’ın çocukları”, “ahlâk kalmadı
memlekette, hiç düşünmeden yaşıyor bu yeni şairler” meselesi. Nankörlük,
vasatlık velvelesi, “yazık oldu Süleyman Efendiye” bedduası. Bobstil ve ihanet
höykürmesi. Garip, öldükten sonra yaşayan tek şiir aksiyonu. Pulsuz istida
edebiyata, çamaşır ipinde. Ne güzel kirli.
Salı, Mayıs 18, 2021
Pazar, Mayıs 16, 2021
Feriha hanımın filmleri
Fotoğraf, aldığım notlardan, bir gazete haberinden, şöyle yazmışım: bir kadın köylerde sessiz film gösteriyormuş. Vergi karnesi ve nüfus cüzdanı olmadığı için alıkonulmuş...Kadının adı Feriha Tarım imiş...Otuz yaşlarında ve Üsküdarlı... Olabilir diyeceksiniz. Yıl 1949 ya da 1950. Üstelik yakalandığı yer Ankara civarı. Şaşırmamak elde değil. İstanbullu bir kadın, Üsküdar'dan kalkıp ta Ankara köylerine gidiyor ve sessiz film gösteriyor. Çok çok enteresan...
Cumartesi, Mayıs 15, 2021
Hangi Nietzsche?
Cuma, Mayıs 14, 2021
Doğum günü
Meğer devlet, doğum için girilen saati "doğum günü" olarak belirliyormuş ...annemse karnından çıktığı saati önemsiyor... O sebeple hemen her defasında annem benim doğum günümü, cüzdanda yazana inat, ayın ondördünde kutlar, kendince bir şeyler söyler...
Bu tür ayarlamaları ilginç buluyorum. İşte çıktığı değil de girdiği saat daha möhim filan. Birileri düşünmüş, karara bağlamış, yazıyla nüfus müdürlüğüne ve hastanelere bildirmiş olmalı. Belki de doktorlar ve diğer yetkililer gevgev bunu tartıştılar. Pıyy...
Perşembe, Mayıs 13, 2021
Yeşilçam notları
Levent Cantek- Volkan ile altı yedi yıl önce tanıştık. Bir diziye başlamıştım, tek başıma yazıyordum, iş ağır olduğu için kanal birlikte çalışabileceğim birileri olmasını istiyordu. Ben pek gönüllü değildim, piyasanın dışında biriyim, dahil olmak istemediğim bir çevreden birileri beni mutsuz eder gibi geliyordu. Beklediğim gibi çıkmadı. Çabuk anlaştık, zor bir iş yapıyorduk, rahat çalıştık, üstesinden geldik.
Volkan Sümbül- İlk olarak Eski Hikaye'de çalıştık. Ondan sonra uzun bir süre beraber çalışmasak da görüşmeye, haberleşmeye devam ettik. Televizyon işleri Türkiye'de bölüm süreleri ve sayıları yüzünden yorucu oluyor. Tek başına yazmak, bunu bir yıl boyunca yapmak zor, bir ekip oluşturmak gerekiyor genelde. Böyle bir zorunluluktan bir araya gelmiştik yıllar önce ama Levent abiyle bizimkisi bir dostluğa dönüştü hemen.
Yeşilçam" fikri nereden geldi?
LC- Blutv’ye daha önce başka bir dizi yazmıştım, birlikte çalışmaya devam etmek istiyorlardı. Yeni bir sözleşme yapmak istiyorlardı, biraraya geldik, ben de onlara hikayeler anlattım. Önerdiğim hikayelerden biri de Yeşilçam’ın yükseliş yıllarında yaşayan bir prodüktörün hikayesiydi. Kaybeden, çabalayan, hafif romantik, inatçı biri vardı aklımda. Sadece bu kadar… Fikri beğendiler. Sonra Volkan’la konuştuk, Volkan, yaşadığım şehre geldi, uzun uzun sohbet ettik. Kırk gün sonra birinci bölümü yazdık. Kanal, senaryoyu onayladı, gerisini yazmaya başladık.
VS- Elimizde biraz karakterle ilgili ipuçları biraz da bir hikaye başlangıcı vardı. Dönem bir yandan kısıtlayıcı bir şey olsa da temel noktalarda belirleyici de olabiliyor. Dönemin olayları neydi, o sırada karakter ne yapıyordu, ne düşünüyordu gibi sorulara cevaplar bularak ilerledik.
Böylesine zengin detaylı bir senaryo yazmak için "Yeşilçam" dönemine dair ne tür araştırmalar yaptınız?
LC- Ben eski bir akademisyenim, bir araştırma alışkanlığım var demek istiyorum, ne yaparsanız yapın, ne kadar bilirseniz bilin çalışmak ve hazırlanmak zorundasınız, ne yaptık, hem hatırlamak hem de öğrenmek için literatüre yoğunlaştık. Gündelik yaşamı, sosyal ve siyasi tarihi hikayenin bir aktörü gibi kullanmak istiyorduk. Kendi adıma örneğin 1964’te üretilmiş filmlerin yüzde seksenini seyrettim. Dönem işi dediğimiz tarihi filmlerin şöyle bir zorluğu vardır. Her hikaye bir gerçeklik vehmi yaratır. Belli bir tarihsel dönemi anlatıyorsanız, seyircinize hem enformasyon vermelisiniz hem de bunu hiç yapmıyor gibi görünmelisiniz. Aslolan hikayedir, seyirci, o hikayeyi izlerken onlara kapılıp gitmelidir. En büyük zorluk bu. O sebeple hikayede yaratacağını aurayı yansıtacak tarihi bilgiye vakıf olmalısınız.
VS- Dönemle ilgili biyografik/otobiyografik bolca kitap var. Oyuncuların, yönetmenlerin, yapımcıların anıları... Onun dışında dönemin magazin dergilerinden (Ses, Hayat, Pazar gibi) faydalandık. Anı kitaplarında şu hissediliyor bazen, şimdi kimseyi kırmayalım, arayı bozmayalım gibi çekincelerle bazı şeyler es geçilmiş, konuşulmamış veya tırpanlamış. Ama magazin dergileri bunun tam aksi. Zamanın ruhunu, hissiyatını anlamamız açısından iyi bir kaynak oldular.
LC- Oyuncu seçimi bizim işimiz değil. Tabii ki fikrimiz soruldu ama işin ekonomik tarafı var, vakit ve sözleşmeyle ilgili tarafı var. Biz sadece şunu biliyorduk, senaryomuzu okumuş ve beğenmişti, oynamak istiyordu. Kanal, yapımcı ve Çağatay ve menajeri biraraya geldiler, anlaştılar. İyi oldu, severek oynadığına inanıyoruz. Bence onun için de değişik bir rol oldu.
Senaryonuzda önemli değişiklikler yapmak zorunda kaldınız mı? Senaryonuz oyuncuların doğaçlamasına yer bırakıyor mu?
LC- Kısmen yapıldı ama kanal tarafından onaylanmış bir senaryo olduğu için temelde sadakat göstermeleri beklendi. Oyuncular canlandırdıkları karakterler için yorum yaptılar ama çok çok farklı yorumlar oldu gibi gelmiyor bana. Olması gereken doğru da budur. Senaryo işin kılavuzudur.
VS- Büyük bir değişiklik yapmadık. Biz yazımı çekimlerden önce bitirmiştik. Çekimler başlarken tabii ki mekanların hepsi bizim tarif ettiğimiz gibi olmadı. Onlara göre bazı değişiklikler oldu.
"Yeşilçam", 1960'ların birçok olayına ve kişiliğine gönderme yapıyor – Soğuk Savaş, sansür, antikomünizm, Kıbrıs'taki 1963 krizi, vb. Bu çoklu referanslar Tv dizisi bağlamında hangi amaca hizmet ediyor?
LC- Yeşilçam, son derece basit, herkesin anlayabileceği klişelere dayanan filmler üretti. Bunu yaparak hem sinemayı yaygınlaştırdı hem de bizatihi kendisi bir satış reçetesi oldu. Biz senaryomuzda herkesin bildiği ve üstüne konuşabileceği bir dönem ve anlayışı farklı bir gözle anlatmak istedik…Yeşilçam filmlerinde karakter derinliğine pek rastlanmaz, herkes tek boyutludur ve tek bir duyguya indirgenebilir. Ya sadece iyidirler ya da kötü. Başroldeki kadın ve erkek oyuncu dışında kimsenin ahım şahım rolü olmaz. Siyaset apolitiklik ölçüsünde hiçbir biçimde yer almaz. Bizim amacımız bir tersine çevirme olduğu için hem o iyimserliği kullandık hem de filmlerin bizatihi siyasetin içinde üretildiklerini vurgulamak istedik.
VS- Şöyle düşünelim, bir yapımcı sinemaya giden insanlara kestiği biletten para kazanıyor. Teker teker o insanlarla ilgilenmesi mümkün değil ama onların ne istediklerini, ne düşündüklerini bilmeli, takip etmeli hatta mesele etmeli. Büyük bir ekonomik kriz geliyorsa insanların bilete para veremeyeceğini, başka öncelikleri olacağını hesap etmeli. Kıbrıs gibi milli bir mesele öne çıkıyorsa kahramanlık filmlerine ilgi olacağını öngörmeli. Semih de öyle. Bunları bilmek zorunda, ilgilenmek zorunda.
"Yeşilçam", Semih’in hikayesiyle daha geniş bir sosyo-politik mesaj iletmeye mi çalışıyor?
LC- Kendi adıma mesaj kaygılı filmleri sevmem, hayatta tek doğru ve tek hakikat yok… Biz iyicil ve iyimser bir hikayenin içinden bir alacakaranlık resmediyoruz, bunu farkedenler olacaktır… Sadece o iyimserliği izleyenler de…Farklı okumalar ve katmanlar yaratabilirsek bunu başarmışız demektir. Sinemanın liberter bir dünyası olduğuna inanırım. Semih, kaderiyle ve geçmişiyle yüzleşebilen vicdanlı bir insan… Geçmişleriyle yüzleşen toplumlar daha liberter toplumlardır bunu iyi biliyorum.
VS- Özel olarak iletmeye çalıştığımız bir mesaj yok. Biz daha çok kurduğumuz karakter ve hikayeye sadık kalarak ilerleyen yazarlarız diyebilirim. Bir mesaj vermek için hikayeyi eğip bükmüyoruz.
Dizi, bağımsız, özgürleşmiş ve iddialı kadın karakterleri sergiliyor. Bunlar 1960'larda var mıydı yoksa çağdaş çağımızın “ruhunu” yansıtan yorumlar mı?
LC- Geçmişe ister istemez bugünden bakarız, bugünün kaygılarından yola çıkarak hikayeler üretiriz. Erkeklerin egemen olduğu bir dünyada kadın olarak başarılı olmak çok kolay değil. Yeşilçam’da ayakta kalan, meydan okuyucu ve ilham verici kadın oyuncular vardı, onlardan da bugünden de faydalandık demek istiyorum.
VS- O zamanlar da böyle kadınlar vardı. Levent abinin dediği gibi erkek egemen bir dünya. Var olmak için mücadele etmek zorundalar.
Çarşamba, Mayıs 12, 2021
Salı, Mayıs 11, 2021
Nilgün
Pazartesi, Mayıs 10, 2021
All Capp
Pazar, Mayıs 09, 2021
Büyümek
Masadaki erkeklerden ikisi üniversiteden sınıf arkadaşlarımdı, diğerini ismen hatırlamıyorum, belki fotoğraf olmasa yüzünü bile unutacaktım, resme bakarken kendimi onları anlatırken buldum... O yüzden yazıyorum. Yirmi ya da yirmi bir yaşındayız, mekan Ankara'nın salaş mekanlarından Tavukçu...haliyle dört "sap" siyaset konuşuyor olmalıyız.
Ekip şöyleydi, tanımadığım çocuk, Nazi hayranıydı, bana enteresan gelmişti... Tuhaftı, ciddiye almakla almamak arasında onu dinlemiştim. Sınıf arkadaşım dediklerimden biri, ne zaman içsek, Menderes'in asılmasının ne kadar doğru bir karar olduğunu ispat etmeye çalışırdı, sıkıcıydı, alkole de düşkündü... . Bir diğeri ise ilk tanıdığımda Marksist'ti, sonra bir ara kendini dine verdi, Adnan Hocacı oldu, sonra Atatürkçü, en son Göktürk alfabesi filan... aslen Kürt... Üçü de iyi aile çocuklarıydı, Kolejli filan...
Fotoğrafın arkasına iki arkadaşım bir şeyler yazmışlar, biri bana "dünyanın en manyak insanı" demiş, diğeri "tanıdığım en şerefli erkek adam"... ikisi de tuhaf geliyor, "değilim yahu" demek nafile...
Büyümek zor iş, savrulup duruyorsun, içmek dağıtmak, iddialaşmak, kestirip atmak gençliğin raconunda var... Büyüklenmeler, kabarmalar...
Fotoğraf çektirmişiz, yan yana durmuşuz ama belki otuz yıldır görmedim bu arkadaşları... Başka bir hayatım olsun isteyerek, farklı bir yöne gittim, bana daha çok benzeyen insanlarla arkadaşlık etmiş olabilirim, okuduğum okullardan kimseyle irtibatım olmadı, bende okullara özgü aidiyet duygusu yoktur, mezunlar, gelenek iddiaları filan hiç hoşuma gitmez, şöyle anlatayım, doktora yaptım, bir kere bile mezuniyet törenine katılmadım. Hani arayıp sormamanın sorumlusu daha ziyade benim diyelim.
Arkadaşlar, bana sorarsanız, çok anlaşamasanız da... insanı büyüten, koruyup kollayan sığınaklardır, eve karşı, dünyaya, iş yerine, sınıfa, okula, öğretenlere karşı... onları değiştirir, bile isteye uzaklaşıp yakınlaşırsınız...Bazen bir günü, bazen bir yılı, bazen koca bir okulu kurtarabilir arkadaşlar, büyümek çok zordur çünkü, çok...
Cumartesi, Mayıs 08, 2021
Sagan
Yıllar yıllar sonra akademisyen olduğumda eski gazeteleri tararken, basın tarihi çalışırken frankofon Babıali'nin Sagan'a hayli alaka gösterdiğini görmüş, ayrıca şaşırmıştım. Hatta, Menderes ile ilişkisi olduğu bilinen ama adı bu bahiste bile isteye zikredilmeyen Suzan Sözen'den Türk Sagan'ı diye söz ediliyordu. Gazetecilerin yakıştırmasının edebiyatla ilgisi olmadığı muhakkaktı.
Her neyse, ben size kendi okuma serüvenimden söz edecektim, ilk sayfalarda romana dahil olamamıştım bir türlü, benim gibi serüven edebiyatıyla hemhal olmuş bir ergenin kolayca dahil olacağı bir içeriği yoktu, soap opera gibi duruyordu, kadınsıydı...
Sonradan anlıyorum ki, beni asıl huzursuz eden, hikayenin 17 yaşındaki genç kadın kahramanının dünyayla, aşkla, cinsellikle, aileyle, toplumla ilişkili düşünceleriydi. Pervasızdı, bir ergen öfkesi taşıyordu, entrikacıydı filan...Alışık değildim, ancak meşum kadınlara özgü olabilecek bir ataklığa sahipti, etkilenmiştim, taklit ederek bir hikaye yazmayı denemiştim hatta.
Yakınlarda romanın çizgi roman uyarlaması çıktı, meraklısına diyelim.
Cuma, Mayıs 07, 2021
Dümdüm tek!
Perşembe, Mayıs 06, 2021
Yeşilçam, gelecek ve diğer meseleler
Yapımcılar: İlham meselesine geri dönersem, Prodüktörler parayla hatırlanıyor ve sanatçı sınıfından sayılmıyorlar, ticaret adamı olduklarını kabul ediyorum ama oyuncular, yönetmenler, senaristler, menajerler gibi nerdeyse tamamı narsist ve marazi kişilikleri idare edebilmeleri bana her zaman ilginç gelir. Bazen çok kazanıyor, bazen batma noktasına geliyorlar… heyecanlılar ya da heyecan nedir biliyorlar. Sanatçı değiller ama sanatın içindeler. Ticaretle uğraşıyorlar ama saf ticaret değil yaptıkları iş, hayal satıyorlar, hikaye konuşuyorlar. Siyasi erkin müdahaleleriyle yaşıyor, bürokrasiyi biliyorlar, pragmatikler. Benim için arada kalan kişilikler hep ilginçtir.
Yeşilçam Filmleri: Yeşilçam filmleri çok ucuza üretilirdi, 15 bin dolara film yaptığınızı ve insanları etkilediğinizi düşünün. 1o günde bir film çekiyorlar. Beni etkileyen şey enerji ve iştahları, her ne olursa olsun devam etmeleri, çalışmayı alışkanlıkla şevkle sürdürmeleri…Başka çareleri yok, geçinmek zorundalar ama tuhaf da bir romantizmle bunu pek akıllarına getirmiyorlar. Hikayelerle yaşayan, hikayeler anlatan ve konuşan birileri bana sempatik geliyor. Bir kardeşlik hissi benimkisi…
Bugün ne eksik?: Nostaljik bir soru ve ben bu tür sorularda iyi değilim. Geçmişin daha iyi ve bugünün daha kötü olduğuna dair bir inancım yok.
1964: Biz hikayeyi tasarlarken yerel ve global popüler kültürün bir kesişimi olsun istedik. Yeşilçam, bir Hollywood taklidi aslında… Hollywood, dünyanın her kültürüne sızan, hayranlık ve endişe yaratan bir “medium”… Film çekmeyi o filmlere bakıp öğreniyorlar. Bu sadece Türkiye, Mısır veya Hindistan için değil… Almanya, İsveç ve hatta İngiltere için geçerli… 1964’te siyasi bir gerilim oluyor ve Rumlar, Türkiye’den Yunanistan’a göçe zorlanıyor, çünkü o yıllarda Kıbrıs’ta Türklerle Yunanlılar arasında çatışmalar yaşanıyor. Geçmişte de 1955’te Müslüman olmayan azınlıklara yönelik bir linç ve yağma girişimi olmuştu. Hatta devlet eliyle organize edildiği için 1960’ta o dönemin bürokratları yargılanmış ve ceza almıştı. Bu tarihi enformasyonu yabancı izleyiciler bilemezler. Semih Ateş karakteri geçmişiyle yüzleşen, geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyan biri…1955’teki faillerden biri olduğunu biliyor. Nedamet getiriyor, yüzleşiyor ama bu her zaman yetmez. Biz bir insan hikayesi anlatıyoruz. Global seyirci onun hikayesini, Yeşilçam’ın neşeli vitirini ile alacakaranlık arka odalarını, entrikacı dünyasını izleyecek.
Semih Ateş için kimden ilham aldınız? Özel olarak birisi yok elbette. Kaçınılmaz olarak ilham alırsınız, okuduklarınız, seyrettikleriniz ve tanıdıklarınız size ilham verir. Sahici bir kahraman, trajiktir, vicdanı sızlar ve hatalarıyla baş etmeye çalışır. Ben geçmişiyle ve hatalarıyla, ailesiyle, kişisel tarihiyle yüzleşen, iyi olmaya ve iyi kalmaya çalışan insanları severim. Hepimiz hayat karşısında yaralıyız. Mağdur da oluyoruz, fail de… Şöyle düşünün, bunun için dine ve dindarlığa sığınmak gerekmiyor, Din’den önce vicdan vardı. Kendimizi birinin yerine koyarak düşünürsek, nasıl desem “utanırsak iyileşiyoruz.”