Oğuz Aral, adıyla özdeşleşen, memleketin kolektif
hafızasında halen yaşayabilen nadir dergilerden biriyle Gırgır’la hatırlanır. Bir dergiyi herkesin beğenebileceği bir
ortalamayla yayınlayabilmek ve bunu yüksek satış başarısıyla sürdürebilmek sahiden
maharettir. Aral, Gırgır’la hem mizah
dergiciliğinin seyrini değiştirmiş hem de yüzlerce yetenekli çizgi meraklısını meslek
sahibi yapmış benzersiz bir editördür. Bugün, geriye dönüp, olmuş bitmiş ve başarı
kazanmış bir derginin yaratıcısı hakkında güzelleme yapmak elbette kolay.
Günbegün yıllarca akıllara ziyan bir tutkuyla çalışan, çizer yetiştiren, birkaç
dergiyi birarada çıkaran bir insanın gayretini, inatçı temposunu anlatmak ise
hayli zor. Her biri mizaç olarak birbirinden farklı gençleri yönlendirmiş, çalıştırabilmiş,
onlarla birlikte yürüyebilmiş, onları teşvik etmiş ve bunları yaparken de
aktüel olanı izlemiş, yeni olanı istemiş birinden söz ediyoruz.
Şöyle bir soru soralım, bir dergi nasıl çok satar? Bir
ihtiyaca denk düşerse, o topluma dair genel beğenileri yansıtırsa ve ticari
yayın dağıtım ağının içindeyse çok satar. Gırgır,
Türkiye’nin en büyük yayın grubuna ve en büyük yayın dağıtım tekeline bağlı bir
dergiydi. Çok satması normaldi, Simavi ailesi, Gırgır’dan önce ve sonra, yüzlerce çok satan dergi ve gazete çıkarmıştı.
Gırgır’ın başarısıysa, gelip geçici
değil, bir long seller olabilmesinde yatıyordu ve bunun tek nedeni, Oğuz
Aral’dı. Aslına bakılırsa Aral’ın o güne değin adamakıllı bir dergicilik
deneyimi yoktu ve hatta, hiçbir işi sürdürememesiyle, sıkılıp bırakmasıyla,
sırra kadem basıp kaybolmasıyla tanınıyordu. Aral’ın çizgi kariyeri, çok sayıda
yarım bırakılmış çizgi romanla doluydu.
O zaman şunu soralım, Aral, Gırgır’a ne kattı da dergi bu kadar başarılı oldu? 1972’de çıkmaya
başlayan Gırgır öncesinde yirmi
yıllık bir çizerlik geçmişi var Aral’ın. Sadece çizerlikle kalmamış, farklı
alanlarda kendini var etmeye çalışmış, müzikten tiyatroya, pantomimden sinema
oyunculuğuna varıncaya kadar pek çok şey denemiş biri. Güçlü bir egosu var Aral’ın,
içinde bulunduğu çizer kuşağının en genci sayılabilir, gazetelerde onlar kadar
telif alamıyor, onlar kadar itibar görmüyor yıllarca. Bu kadar iş
değiştirmesinde ve farklı sanat mecralarında enerji göstermesinde
önemsenmemesinin payı büyük... Tutkusunu ve inatçılığını besleyen bir eksiklik
bu… Başka şeyler deniyor, onlardan farklı hikâyeler anlatmak istiyor. Turhan
Selçuk’un Abdülcanbaz’ı veya Bedri Koraman’ın Cici Can’ının aksine bir
anti-kahraman seçiyor kendine. Dolandırıcı, kumarbaz, yalancı, riyakâr, hazcı,
para ve kadın düşkünü birini, Utanmaz Adam’ı anlatmayı tercih ediyor. Mesele
karakter de değil sadece, bir farklılık, bir yenilik var kafasında. Anlattığı serüvene kendini dâhil
ederek, çizgi romanı, ahlakı, geleneksel anlatıyı yapıbozumuna uğratabiliyor
örneğin. 1959’da çizdiği bir hikâyesinde kahramanı Hayk Mammer, bir türlü
cinayetleri çözemiyor, sonra Oğuz Aral bir tip olarak ortaya çıkıp, “ben
öldürüyorum da ondan” diye başlıyordu anlatmaya. “Bu hikâyenin yaratıcısı ben
olduğum için bulamıyorsun” diye kestirip atıyordu. O yıllar için radikal ve yenilikçi
kurcalamalar bunlar, popüler değil marjinal sayılabilecek çıkışlar hatta.
Gırgır nasıl bir
başlangıç yapmıştı? İlk tasarımına göre cinselliği kullanan, siyasetle
ilişkisini dahi erotizmle kuran bir dergiydi. Kadın açlığını ve cinsel ilişki
arzusunu komikleştiren bir mizaha yoğunlaşmıştı. Oğuz Aral’ın derginin sembolü
olan iki ayrı çizgi romanı, Utanmaz Adam ve Avanak Avni de bu türden
anlatılardı. Öyle ki Utanmaz Adam Şeref’in hikâyedeki yakın arkadaşı olan Korna,
Avanak Avni’nin tipik bir benzeriydi. Fiziken sıradan, parasız, dikkat çekici
özelliği olmayan, düşük eğitimli, abazan, ortalama birileriydi Korna ve Avni.
80’lerdeki Maganda’nın, 90’lardaki Yurdum İnsan’ının öncüleri gibiydiler. Aral’ın
çok değil, on beş yıl önce, çizdikleri Gırgır’a yeni ve şimdiki zaman hikâyesi gibi
gelmişti.
Utanmaz Adam, tipik bir dolandırıcıydı, çalıyor,
çırpıyor, zenginleri ve daha büyük hırsızları soyuyor, ele geçirdiği akla
hayale sığmayan büyük paraları son kuruşuna kadar harcayarak her defasında
sıfırı tüketiyordu. Hayat mottosu “Hayvar, şampanya ve [kadınlar] Pakizeler”di.
Anlatının dengesi çaldığı paraları tüketmesiyle bozuluyor, yok yoksul bir halde
sürünürken yeni bir serüvene bulaşıyor, yine refaha ve bitimsiz hazcılığını
doyuracak bolluğa kavuşmasıyla hikâyesi gelişiyordu. Utanmaz Adam para harcamak
için çalıyordu, evi yoktu, kenarda parası, Korna dışında aidiyet duyduğu
birileri yoktu, geçmişi umursamıyor, günü yaşıyor, âlemlere dalıyor,
elindekileri kadınlara, pahalı yiyecek ve içeceklere yatırıyordu. Çalışmaktan
nefret ediyor, zengin muhitlerinde önüne çıkanı kandırarak yaşıyordu. Pozcu ve hilekârdı.
Sağcıydı, anarşizandı, doyumsuz ve meraklıydı, her şeyin tadını almak isteyen
genç bir ergenden farkı yoktu. Edepsizdi, eğitimin idealleştirdiği geleceğe
karşı inançsızdı. İnsanlara güvenmiyordu. Yalan söylerken büyük bir neşe
duyuyordu.
Türkiye, 70’li yılarda “piyasa” olarak büyümüş, gündelik
hayatın özgürleştiği, kadınların serbestleştiği, şehirlerin metropelleştiği başka
bir evreye girmişti. Sadece Simaviler’in gazeteleri iki milyonun üzerinde
satıyordu. Gece hayatı, magazini yapılan, görünürleştirilen ve merak edilen bir
mecra olmuştu. Müstehcenlik ve mahrem olanın teşhiri tiraj kazandırıyordu. Televizyon
yayılıyordu. Gösteriş yapan, sosyeteyi tarumar eden, görünen her şeyi fetheden,
hepsinden haz alıp posasını çıkaran Utanmaz Adam, arsız ve röntgenci bu yeni
popüler kültüre kolaylıkla dâhil olmuştu. Kadınlara laf atıyor, sarkıntılık
ediyor, ahlaksız tekliflerde bulunuyor, para döküyor, kandırıyor ve muhakkak kaçıp
gidiyordu. Kimseye ve hiçbir şeye bağlanmadan yaşıyor, bir bilinçaltı seyyahı gibi bastırılan
arzuların kıyılarında geziniyordu.
Hikâyeleri alışık olmadık biçimde hızlıydı. Utanmaz Adam
serüveni demek biteviye sürat demekti. O tarihe kadar Türkiye’de hiç bir çizgi
roman bu kadar hızlı anlatılmamıştı. Şeref ve Korna, mutlaka kovalanıyor, bir
yerden bir başka yere kaçarak gidiyordu. Kavgalar, takipler, patlayan silahlar,
büyük paralar, lüks mekânlar, güzel kadınlar ve yolculuk her daim gırlaydı.
Kareler arası ardışıklık yoğun bir aksiyon üzerine kuruluydu. Öyle ki Gırgır çizgi romanları yıllarca bu
aksiyon modeline uygun biçimde üretildiler. Anlatım dili ve diyaloglar çok yeni
değildi ama ünlü senarist Bülent Oran ve mizah yazarı Suavi Süalp’in daha
estetize edilmiş bir biçimiydi. Korna’nın her sıfatı ve her fiili “düt”le ya da
“Vanki”yle değiştiren (düttür git, dalgamı dütlüyorsun, tadı vankiydi) konuşma
dili ilginçti ama benzersiz değildi demek istiyorum. Oğuz Aral, yeniyle mevcut
olanı iyi harmanlamıştı. Şarlo estetiğini taşıyan hareket komedisiyle Yeşilçam
lafazanlığını birleştirmiş, her şeyiyle olumsuz bir kahramanın serüvenlerine
katmıştı. Genç, yerinde duramayan, dizginsiz ve hayâsız bir neşeyi ustaca istiflemişti.
Utanmaz Adam, ülke çizgi romanının ve popüler kültürünün başarı kazanmış
kötücül ve karnavalesk isyanı, ilk gayrı meşru karakteridir. Kötülüğü
aşikârlaştırmasıyla ve yüksek hızlı anlatımıyla sonraki kuşaklara yol açmıştır.