Peşinen şunu söylemeliyim: En azından ‘şimdilerde’ Sadi hakkında herhangi bir şey yazabilecek haleti ruhiye içinde hissetmiyordum kendimi. Hayatın trajedi fetişizmi, Sadi’nin medyatikleştirilen ölümü, onun hakkında yapılacak her işi kendi bağlamından başka bir şeye dönüştürecek diye endişeleniyordum. Yakın bir arkadaşı olarak Sadi’nin bu denli ‘konuşma’ ve ‘edebiyattan’ hazzetmeyeceğini bilmek de cabası. Ama ne diyelim; yazarsın, yazmalısın vs sözlerine direnirken onun hakkında yazmak zorunda kaldım.
Sadi ile on yıl kadar önce bir sahafta tanıştık. Lanetlenmiş ‘tür’ kitaplarından birine ikimiz de talip olmuştuk. Ayaküstü yapılan ilk konuşma, derin bir dostluğun başlangıcı oldu. Konuşurken sürekli yaşlandığından-yaşlı bir adam olduğundan söz ediyordu. Onun
Pardayanlar serisini okuduğunu hemen fark etmiştim. Yaşlı Pardayan’dan miras aldığı ironik bir cümleyi tekrarlıyordu. Bu türden, üzerinde çalışılmış espri ve jestleri çok severdi. Aslına bakarsanız onu kostüme kahramanlara benzetirdim. Pek değişmeyen kıyafetleri vardı; kumaş pantolon giyer, üzerinde mutlaka sol cebi olan t-shirt ya da gömlekler olurdu. Alameti farikası olmuş, mutlaka parmaklarını şıklatarak açtığı databank’ını o sol cebinde taşırdı.
Star Trek’ten Mr. Spock’ı andıran bir kişiliği vardı. Onun şaşırma, irkilme, heyecanlanma, korkma, kızma, üzülme gibi insani tepkilerden uzak ‘mantıklı’ kişiliği, buna inanarak söylüyorum, Sadi’nin hayata karşı duruşunu derinden etkilemişti. Bu tür tepkiler vermek zorunda kaldığı anlarda, sıklıkla kullandığı ‘ilginç’ deyişi, bu etkinin belirgin tezahürlerindendi.
Kesinlikle el şakası yapmazdı, argo konuşmazdı. Anti-politik sayılabilecek kadar ideolojilerden uzak dururdu. Bunu Futuristik romanların genel atmosferlerinde de görebilmek mümkündür: İnsanlık, öyle mantıksız düşüncelere kapılmıştır ki, geleceğini heba etmiştir, v.s. Herhangi biriyle kavgalı olduğunu sanmıyorum, tartıştığını görmedim. Buna rağmen, inatçıydı; yeni bir veriye ulaşmaya, herkesin bakıp da görmediği ya da önem vermediği bir ayrıntıyı bulup çıkarmaya çalışırdı: “Bil bakalım ne öğrendim?” demeye bayılırdı; benzerleriyle oyun mealinde rekabete girmekten; iddialaşmaktan da hoşlanırdı. Dostlarıyla menfaatsiz, maksatsız, para mefhumsuz bir ilişki kurduğundan bu rekabeti olumsuz anlamda okumanın imkânı olmuyordu. Çünkü elindekileri paylaşmaktan çekinmezdi. Kelimenin tam anlamıyla korkunç bir yardımseverdi. Ona borçlu olmayan herhangi bir arkadaşı olduğunu sanmıyorum. İnsanlara çalıştıkları alanlarla ilgili olarak hesapsız, kitapsız ve özellikle habersiz ‘sürpriz’ materyaller bulur getirirdi. Güçlü bir hafızası vardı, tanıştığı birinin ‘neyi aradığını’ mutlaka hatırlar, her yeni karşılaşmada ona bilgiler vermeye çalışırdı.
Bir melekten söz ediyorum sanılabilir, en azından abarttığım… İnanın hayır! Sadi, haftanın bir gününü arkadaşlarının bilgisayarlarını tamir işine ayırırdı. Bir parça Yeşilçam kokacak ama, varsın koksun! Parasız ve menfaatsiz yardım eden, manen narin ve maddeten mahcup biriydi Sadi. Agah Özgüç, Film Sözlüğü’nün indeksini getiren Sadi’nin para istediğini sanmıştı. Nüanslı ve nisaplı tebessüm eden, kedi gibi kokan, hep aynı kıyafetleri giyen, seyrek ama dik saçlı ‘yaşlı adam’ın bir romance kahramanı olduğunu görebilmek ya zaman isterdi ya da maharet.
Sadi’nin ölümünden sonra bir çok arkadaşı-tanışı onun memleket akademisinin cenderesinde ‘kurban’ edildiğini söylediler, hakkının yendiğinden bahsettiler. Takım elbiseler, kravatlar, mesailer, hiyerarşilerden dem vurdular: Hem ayrıldığı Fen Fakültesi’ne hem de bir türlü onu kadrolarına katamayan İletişim Fakültelerine kızdılar. Duygusallıkla abartıldığı açık olan yorumlardı bunlar: Sadi, hiyerarşinin ya da kurumların istediği gibi değil, kendi istediği ve düzenlediği biçimde çalışmak istiyordu. Tam zamanlı/mesaili bir çalışma biçimini, sürekli bir üretim tahayyülünü arzulamıyordu. Hiçbir zaman maddi sıkıntısı olmadı. Evinde olmayı, kitaplar okumayı, filmler seyredip onları arşivlemeyi, kütüphanelere gidip istediği konularda araştırmalar yapmayı, yeni diller öğrenmeyi, arkadaşlarına zaman ayırmayı istiyordu aslında. Ha, bu arada, bir kitaba dönüştürecek kadar sebat gösterdiği film müziği alanında üniversitelerde yarı zamanlı dersler vermeyi de istemiyor değildi elbet. Sadi’nin bir disiplin arayışı vardı, haftalık programlar yapar, hangi gün, nerede, ne yapacağına dair ayrıntılı bir tasarı hazırlardı. Ama bu programlar ve saatler bir iki istisna dışında genellikle açık uçluydu. Bir araştırmacı için vakit kaybı sayılabilecek kadar çok insan vardı hayatında. Randevuları çoğaltan, programları uzatan, kimi zaman çalışma vakitlerini azaltan bir hayattı bu. Sadi, üniversiteden ayrıldıktan sonra hem bu vakit sorunu, hem de o çokluk sorununu çözme imkanına ulaşmıştı. Artık çok vakti vardı!
Geniş ilgi alanlarının olmasının bir nedeni de sürekliliğinin olmayışıydı. Bu kadar bilgi ve güçlü merak duygusuna rağmen bunları yazıya dönüştüremiyor ya da yazdıklarını tamamlayamıyordu. Sürekli, bakılması gereken yeni ayrıntılar, bilinmedik kitaplar olduğunu düşünüyordu. Bu durum sadece mükemmeliyetçilikle açıklanamaz, önemli bir ‘eksik kalma’ endişesidir ki, daha çok fen bilimlerini ilgilendiren bir tam’lık fantezisidir. Son beş yıl içerisinde çok yazmasının tek nedeni Geceyarısı Sineması ve Kaya Özkaracalar’dır. Onu yazı yazmaya ve yazdığı yazıları bitirmeye zorlayan otoriter bir editörü olmasaydı, Sadi sanıyorum ki, bir koleksiyoncu olarak anılacak, handiyse sahaflarda konuşulan mesellerden birine dönüşecekti.
Sadi, kıvrak cümlelerle metnini akıtan yazarlardan değildi. Özellikle enformatik olmaya özen gösterirdi. Metniyle ilgili sorular sorar, yazarken öncelikle o soruları cevaplandırırdı. Düz anlamıyla akademik değildi, yılların oluşturduğu bir birikimden damıtarak yazdığı için kaynaklarını mot a mot aktarmazdı. Ancak o metni bilerek ve doğrudan tahayyülünü kullanarak yazardı. Zor yazdığı kadar zor beğenirdi. Ölümünden sonra bizlerden gizlediği yüzlerce sayfa tamamlanmamış (ve muhtemelen beğenilmemiş) yazı, öykü, roman, makale, çeviri ve bir film müziği kitabı çıktı ortaya.
Sadi, popüler sanatların, çizgi roman, bilim kurgu, fantastik ve korku türlerinin önemli bir arşivcisiydi. Yapacak ve anlatacak çok şeyi olan bu güçlü kaynak artık yok! Bu yokluğu, hayatının her anında hisseden bir arkadaşı olarak değil memleket yazını adına hayıflanarak yazıyor, üzülüyorum.
[
2003 yılında, Temmuz ayında aramızdan ayrılan arkadaşım Sadi Konuralp için o tarihlerde çıkan Altyazı dergisinde yayınlanan bir yazım]