Pazar, Mart 31, 2024
Makas
Cumartesi, Mart 30, 2024
Yolpalas Cinayeti
Cuma, Mart 29, 2024
Açlık
Mesele şu ki... fotoğrafa bakar bakmaz siz de fark etmiş olmalısınız, komik mi demeli trajik mi, hovardanın iki yancısı, nasıl da seyrediyorlar sahneyi-kadını... Genetik olarak akraba gibi duruyorlar, tuhaf bir şey görmüşçesine şehevi bir iştahla kıvrılmış dudakları, nasıl da mutlu ve müstehzi ifadeleri... Pes dedirtiyorlar...
Perşembe, Mart 28, 2024
Pul
Çarşamba, Mart 27, 2024
Maskili Şiytan
Kırklı yıllardan bir mizah dergisi kapağı ama propaganda afişi gibi duruyor, esprisi var mı, komik mi, tartışılır...Dönemin savaş ve kıtlıkla ilgili atmosferini besleyen-büyüten bir yönü var. Uyarı gibi duruyor ama açık biçimde korku üretiyor. Amaç da o zaten.
Salı, Mart 26, 2024
Dişlenen
Pazartesi, Mart 25, 2024
Uslu bir kadının itirafları
Pazar, Mart 24, 2024
Gör
Filmin ismini, de/da sancısı ve resimle ilişkisini... ortaya karışık bırakıyorum.
Cumartesi, Mart 23, 2024
bıdbıd
Sonra, önce "bana ne" dedim, sonra "hayat çok zor, başetmeye çalışıyor" filan anlamaya çalıştım.
E sonra ne yaptım, genç kadın gazeteciye baktım, hoş bir genç kadın, adını hiç duymamıştım, ünlülerle röportaj yapıyormuş, baktıkça şunu fark ettim, ünlülerin yüzde altmışını tanımıyorum, kim oldukları hakkında tek bir fikrim yok, röportajı yapanı, kasiyer avcısı arkadaşım olmasa hiiç görmeyeceğim...
Yahu dedim asıl sen amca olmuşsun, her şeye bıd bıd...
Cuma, Mart 22, 2024
Dehşet Gecesi
Kürt coğrafyasında geçiyor roman, İstanbullu maceracı bir beyfendi, te Hakkari'de Cilo dağına gidiyor, arada eşkıyalar falan filan, hanlar, kar fırtınaları vs vs... O bakımlardan inandırıcı olamamış Kerime Nadir. Gerçekçi olmak gibi bir kaygısı olmadığının tabii ki farkındayım. Hatıralarında çok sevdiğim bir bölüm var. Türkan Şoray'ın romantik filmleri bırakmasını, gerçekçi hikayelere yönelmesini hiç anlayamadığını (ve saçma bulduğunu) belirtiyor. Gerçekçilik hiç ona göre değil, "biliyoruz". Demek istediğim, fantastik edebiyatın kendine özgü bir karanlık "gerçekliği" var, onu anlamadan yazmış. Aynı romanı "Kürt Transilvanya'da" değil iyi bildiği İstanbul'da da anlatabilirmiş mesela.
Perşembe, Mart 21, 2024
Ben sadece karikatürümü çizdiririm
Çarşamba, Mart 20, 2024
Zehra Eren
Salı, Mart 19, 2024
Spidey ve Meri Ceyn
Bantı ikiye bölerek kullandım, Cafer, içinde bulunduğu helikopterin ip merdiveninden sarkarak kötü adamları korkutup kaçırıyor. Yine çok zekice balon yazısını ters yazarak bir espri yapmış... Balon yazılarını Erbulak kadar farklı kullanan bir başka çizerimiz yok desem yanlış olmaz, kaligrafiyi sadece bir betimleme aracı olarak görmüyor, kurduğu estetiğin bir parçası ve bir espri vesilesi olarak kullanıyor çünkü.
Karısı Hürmüz, onu öperek kutlarken-karşılarken yanlarındaki yol arkadaşının sözleri de esprili: "Hadi bırakın sinema artisliğini buradan tüyelim!" Dudaktan öpüşmek, o yıllarda esprili biçimde sinema artizliğinden sayılıyor, ona gönderme yapsa da bana Örümcek Adam filmini hatırlatarak gülümsetti.
Pazartesi, Mart 18, 2024
Orijinal olmak
Retrospektifi olan Bir Seyyahın Resimli Güncesi'ni (İş Bankası Yay., 2017) okuyorum, albüm-kitabın başında kısa bir söyleşi yapılmış kendisiyle... Bildiğim ve inandığım bir fikri paylaşmış, kendisini etkileyen insanlardan biri önermiş bunu ona...
"Resim yaparken şunu sor, ben bunu para verip de alır mıyım? Buna cevabın kalben evetse, devam et" demiş birisi ona... Mesele elbette satmak değil, okuyacağın kitabı yazmak, seyredeceğin filmi çekmek gibi... Yalın bir saptama...
Eskiden böyle değildi, artık çok kitap, çok film, çok şarkı ve çok sanatçılı yoğun bir "örüntü" bombardımanı altındayız. Aradan sıyrılmak, dikkat çekebilmek, beğenebilmek kolay değil... Okurların bu kadar dahil olduğu bir dönem de hiç olmadı üstelik. Herkes fikrini söylüyor, hemen her şey, popüler olan bir başka örnekle kıyaslanıyor. Kafka'ya veya Tarantino'ya benziyor, Neil Gaiman öneriyor, yeni bir True Detective çıkıyor, yeni bir bilmemne doğuyor falan filan...
İnsan, nasıl özgün olabilir ki, sana orijinal bulunabilir ki, bu çoklukta, bu yeknesaklıkta...
Kut'a tavsiye dilen şey doğru bir yol, insan kendisi için üretirse bir şey olabiliyor, gerisi-anlatılan hikaye, tarz, dünyayla memleketle hesaplaşma filan hepsi ayrıntı... İnsanın hayali okuru veya izleyicisi olur, onu düşünerek üretir derler, hayır, ilk beğeneni ve alıcısı kendisi aslında...
Pazar, Mart 17, 2024
Kıtlık
Yine satışlar düşük olduğu için abonelikler de hayatiydi, resmi daireler ve kütüphaneler, istedikleri yayına abone oluyor, istediğine olmuyordu çünkü. Kendileriyle taraf olan yayınları yaşatabilmek hükümetlerin elindeydi.
Bir de bunlara kağıt dağıtımını eklemek gerekiyor. Hükümetler, istedikleri yayına kağıt veriyor, kimilerine zırnık koklatmıyordu. Yayıncılık yapmış pek çok mizahçı ve karikatürist, dergiyi basacak kağıt bulamamaktan şikayet ederdi.
1979'da böyle miydi? Simaviler, bu cendereyi matbaa teknolojisine yatırım yaparak, çok satan gazeteler çıkartarak değiştirmişlerdi. Resmi ilanlara ya da aboneliklere ihtiyaç duymuyorlardı. Ama kağıt sorunu yine vardı. Onların devletten istediği, kağıt dağıtımında önceliğin satışa göre verilmesiydi ve bu düzenlemeyi kabul ettirmişlerdi. Çok satana çok, az satana az kağıt verilmeliydi. Enflasyon sebebiyle kağıt stoklamak isteyenlerin önü alınmalıydı filan...
Özetle 1979'da iktidar partileri, Seka üzerinden basını kontrol etmeye çalışıyordu.
İlk sayfasını paylaştığım "mektuplaşmada" Seka, Karakedi'ye kaç basıyorsun, kaç satıyorsun, bastığın yayının ne kadarını iade alıyorsun, sana kağıt verebilmem için bu rakamları basın ilan kurumuna bildirmen gerekiyor diyor. Maliye'nin soracağı soruları Seka soruyor, enteresan olan o...
Cumartesi, Mart 16, 2024
Hayrını gör!
Cuma, Mart 15, 2024
Burun
Perşembe, Mart 14, 2024
Samsun
Bugün olsa, reklama girer diyerek yayın editörü dikkat kesilir, okurlar hoşlanmayabilirler filan... Fatoş, meğer "Samsun" içiyormuş, o yıllarda tamamı Tekel'in çıkardığı sigaralar vardı, Samsun da en popüler olanıydı diyelim.
Amca, sigaranın adını duyunca yorumluyor "Eh öyleyse yol o kadar sürmez"
Sigarayla aram hiç olmadı, yanlış da yorumlamış olabilirim ama benim o yıllardan hatırladığım Samsun zor içilen bir sigaraydı, kendiliğinden yanmazdı, somura somura içilirdi, yoksa sönerdi. Yani bir sigara içimi derken Samsun'u duyunca "cuaran bitmeden varırsın" demek istemiş sanki...
Fatoş, tipik bir bulvar gazetesi olan Günaydın'da yayımlanıyordu ve yayın politikasına uygun biçimde hafif erotik bir diziydi, genç bir sekreter kadının etrafında cinsellikle ilgili espriler yapılıyordu. Sigaraya yönelik tiryaki eleştirisinin Fatoş'ta olmasını beklemezdim, galiba beni asıl şaşırtan bu oldu.
Sonra şunu düşündüm, Fatoş'un okuru kimdi? Espriye bakarsak Samsun içen birileri... Kadınlar mı? Sanmıyorum.
Çarşamba, Mart 13, 2024
Popüler şiir
Salı, Mart 12, 2024
Ben çalışırken
İnsan, kadavranın önünde niye fotoğraf çektirir? Gölgelerin ve bilimin dehşetengiz gücü adına mı? Ben farklıyım demek için mi? Neyi tescillemek ister? Bile isteye poz verilmiş çünkü...
Hiç görmedim değil, merhum/merhume defnedilirken kefenini açıp şakşak fotoğrafını çekenler oluyor olmasına ama genel olarak ölülerimizi gömüyor ve onları daha genç halleriyle hatırlamayı tercih ediyoruz. Ölü olarak görmekse, kim olursa olsun bizi korkutuyor. Koca korku literatürü neredeyse bunun üzerine kurulu...
Bu fotoğraf muayenehane duvarına asılabilir mi mesela? Sanmıyorum. Doktor bey, o fotoğrafla herkesi korkutur, ürkütür ve konuştururdu, marazi ve sapkınca bulunurdu.
Bir arkadaşım fotoğrafı görünce mumya olabilir mi diye sordu, kadavraların çürümesini engellemek için çeşitli işlemler yapılıyormuş, oysa burada gözle görülür bir deformasyon varmış filan... İtiraf edeyim insanların böyle şeyler bilmeleri bana oldum olası ilginç gelir.
Konuşturan fotoğraf familyasından...
Pazartesi, Mart 11, 2024
Charles Dana Gibson
Benim ilgimi çekense şu, bu çizgilerin, bu dergilerin müşterisi, muhatabı, tüketicisi kim? Elbette, orta sınıftan okur yazar kadınlar...Erkek gözüyle üretiliyor, sunuluyor filan ama aşk hikayelerinin, genç kadın romantizminin alıcısı erkekler değiller. Buna rağmen Gibson Erkekleri denmiyor mesela...Oysa Gibson, sadece güzel kadınlar değil idealize erkekler, çirkin erkekler de çiziyor, bir ev, bir giyim tasarımı da yapıyor.
Mevziiler Savaşı mı demeli...
Kadın-erkek eşitliğine yönelik giderek kitleselleşen ilk kıvılcımlar veya meşruiyet kazanan ilk popüler çıkarımlar, bence, popüler kültürden, en çok da soap operalardan besleniyor. Modern olmak, yenilikçi olmak, yeniyi ve aktüeli yakalama niyeti, satış motivasyonu, ister istemez gelenekle, geleneksel görüşlerle didişmenizi, eskiyle yeniyi karşılaştırmanızı gerektiriyor. Kadın, gelin olmaya-anne olmaya, sadakatli bir kadın olmaya teşvik edilse de, büyük ödülü evlilik olsa da... o aradaki meydan okuyan kadın, yaşam alanını genişletiyor.
Türk dizilerinin Arap ülkelerinde, Arap kadınlar arasında bu kadar sevilmesinin nedeni de bu... Meydan okuyorlar, dışarı çıkabiliyor, erkeklerle tartışabiliyorlar.
Şunu demek istiyorum, westernlerde kızılderililer yerle yeksan edilirler ama bir kızılderili, bile isteye, o filmleri seyredip, ilk yarısının sonunda televizyonu kapatabilir veya sinemadan çıkabilir. İlk yarıda kazanıyordur çünkü.
Pazar, Mart 10, 2024
E.Balamur
Görseldeki kitap, 1970'de çıkmış, hemen değil, 12 Mart'tan sonra toplatılmış, 16 Mart 1973 tarihli Resmi Gazete'ye bakılırsa yazarı/çevirmeni Ethem Balamur tutuklanmış...
Kitabı o yüzden okudum... Sonra yazarın bulabildiğim başka kitaplarını...Çoğunluğu kısacık cep kitapları, yedi sekiz tane okudum... Ergenliğimde bu kadar "seks romanı" okumamış olabilirim.
Ethem veya Etem Balamur hakkında pek bir bilgiye ulaşabilmiş değilim. Diyarbakır nüfusuna kayıtlı 1944 doğumlu Fransızca bildiği anlaşılan biri...Daha çok E.Balamur veya Balamur diye imza atıyor... Otuzdan fazla kitapta ismine rastladım... Erotik romanlar/novellalar tercüme ediyor, kendi de yazıyor... Tarz olarak türden şaşmadığı, yayıncılık yaptığı ve çok satar kitapları olduğu anlaşılıyor... 1970'teki yoğunluğu tutuklanmasından sonra azalıyor... 1977'de yeniden çok kitap çıkartıyor... 12 Eylül sonrasında kayboluyor.
Erotik veya pornografik yayınlar üzerinden ifade özgürlüğü veya "sanat" tartışması yapmayacağım. Yuvadaki Yılan yayımlandığı dönemde "Müstehcenlikle" ilgili çok sayıda tartışma olmuş, siyasi bir çatışma yaşanmış, Balamur'u ararken literatürü olabildiğince inceledim... Açık konuşmam gerekirse, bu tartışmalar değil, beni, öyle ya da böyle, bu işin ticaretini yapan insanların hikayeleri ilgilendiriyor. Esnaflık, uyanıklık, çalışkanlık, meydan okuma, çabuk para kazanma filan hepsi var işin içinde... Bir batıyor bir çıkıyorlar... Düşünün, "çok satarsın" ama kimse seni tanımıyor...12 Mart sıkıyönetimi seni hapse atıyor ama kimse tarafından hatırlanmıyorsun... Entelektüel bir itiraz dahi gösteremiyorsun...
Her neyse, bir masaya oturmuş, delice bir çalışmayla pornografik romanlar yazan ve çeviren biri bana hikaye olarak çok enteresan geliyor.
Cumartesi, Mart 09, 2024
Marmara Canavarı
Nasıl olur faslını geçiyorum, olmuş bir kere diyelim, uydurma hikayemizden bahsedelim. Hikayeye göre Tenten ile Kaptan, Kınalıada'da yaşamaya başlamışlar, balık tutalım filan derken gazetelere düşen bir Marmara Canavarı haberi görüyorlar, Tenten malumunuz acar gazeteci, merak ediyor, araştırıyor, esrar kaçakçılarının polisin dikkatini dağıtmak için uydurduğu bir tezgah olduğunu anlıyor filan... Tenten mizahını tutturmuşlar ama serüven ritmi olmamış seviyesinde...ki okuduğum yerli kopya serüvenler içerisinde en başarılısı olabilir.
Not 1: Milliyet, o yıllarda, yine gazete kağıdına, küçük boy olarak çizgi roman ilaveleri verirdi. Daha çok Red Kit'i kullandı demek daha doğru, öyle ki dönemin Başbakanı olan Özal, kendisine muhalefet eden Milliyet'i, okumadığını sadece Red Kit ilavesi verdiği günlerde satın aldığını filan söylemişti. Hınzırlık tabii...
Not 2: Bu kopya üretimleri kimin ürettiği hep konuşulur, arada ben de yazdım, Şahap Ayhan isminden söz ediliyor, ben de bir iki kez fikrimi söyledim, ihtimal ama benim için çok güçlü bir ihtimal değildi, diğer yandan bu serüvendeki mizah bir ölçüyse, evet bir Şahap Ayhan havası var diyebilirim.
Cuma, Mart 08, 2024
Hava güzeldi Tarabya sırtlarında
Perşembe, Mart 07, 2024
Biz veda etmek üzereyiz kedere
Bir dönem, Kavaklıdere Şarapları için iki dizelik (bugünün deyişiyle) bir reklam spotu, şiir yazıyor: "Biz veda etmek üzereyiz kedere / getir ahbaba bir Kavaklıdere"
Yahya Kemal'in hayranı ve dostu olan devlet adamları, para için şiir yazmış olmasına fena halde üzülüyor, madden bir hal çaresi arıyorlar...Tekrar elçi oluyor, yine kısa sürede dönüyor, en sonunda Hürriyet'te hatırı sayılır teliflerle şiirleri yayımlanıyor, bir parça rahat ediyor, ki bu da esasen şaire destek olmak için yapılmış, nazik bir yardım... Yahya Kemal'in hayatı, bu kurtarma kampanyalarıyla geçiyor desek yanlış olmaz...
Kavaklıdere için yazdığı iki dize, alınan teliften çok sonraki getirisi, yardım dalgalarını tetiklemesi bakımından önemli... diyeceğim ama ister istemez kaç lira telif aldığını, kıyas yapabilmek adına merak ediyorum. Edebiyatçıların "reklamdan" kazanması pek rastlanan bir şey değil ayrıca. Madden bir değer de belirlenmiş oluyor, dönemin yıldızını ikna edecek, herkese verilmeyecek bir meblağ harcanmış oluyor... Kaç lira acaba?
Magazinin seyir defteri, yıldız tarihi hattıhutturbilmemkaç, ışınla beni Sikati...benim Kaptan Kirk...
Küçük bir not: Bedii Faik, anılarında Yahya Kemal'in kaldığı otele ve demlendiği lokantaya dahi para vermediğini iddia ediyor, doğru mu bilmem, hemen her meselede manşet arayan bir gazeteci, abartmış olabilir.
Çarşamba, Mart 06, 2024
Şimdiki zaman halleri
Bir şey yazıyorsanız, yaptığınız işi beğenmeyenler mutlaka olacaktır. Eleştirme hakları vardır. Üstelik beğeni görecelidir, zamana, kişilere, beklentilere göre değişir.
Laf edenlere asabiyet göstermenin, defans yapmanın, kahırlanmanın pek anlamı yok. Hele ki sosyal medyanın hepimizi bu denli belirlediği bir çağda... İçindeyiz, faili ve mağduruyuz, sosyal medyanın, insanları ilgi çekmeye teşvik eden bir çekim gücü var ve bu öyle güç ki, her birimizi "bağırmaya" zorlayabiliyor. Her gün yüzlerce örneğini görebiliyoruz.
Mesele sadece beğenmeme hakkı değil, iyi biliyoruz ki daha fazlası...Zamanın ruhu ve öfkesi var işin içinde. Deşifre etmek için yaşamak diye bir şey de var artık.
Başa döneyim, yazıda kullandığım görsel, twitter hesabımın sabit şeysi... Yakın bir arkadaşım, yazdığımı eleştirerek "farkındasın değil mi, kibir bu" dedi, ben cevap vermeyip gülümseyince daha da uzattı.
Salı, Mart 05, 2024
Hayata dair öğrendiklerim
Pazartesi, Mart 04, 2024
Sahte Hayatlar
Yukarıdaki çizgi roman görseli, Söz'de çıkan bir çalışmadan... Yalçın Didman çizmiş, yazansa bir mahlas olmalı... Gül Kaptan diye geçiyor... Kim bilmiyorum. Kaptan malumunuz Attila İlhan'ın lakabı, o da Söz de yazıyordu, acaba dedim ama sanmıyorum, pek gönül indirmezdi çizgi romana... Duygu Asena olabilir mi ki?
Sahte Hayatlar ismi ise Faruk Geç'in ünlü soap opera çizgi roman dizisinden bir ters köşe olabilir, "Gerçek Hayat Hikayeleri" derdi yaptıklarına, çok da taklit edilirdi, o yılların yüksek telifli, değer atfedilen işlerindendi... Söz de benzer bir niyetle düşünmüş olmalı böyle bir çizgi romanı. Tamamını bilmiyorum ama Sahte Hayatlar gördüğüm kadarıyla, gazetenin ruhuna uygun bir biçimde erkeklik eleştirisi yapıyor...
Yarım kalmış ve unutulmuş çizgi romanlarımızdan...
Pazar, Mart 03, 2024
Çok Gençtim, Kazanacağımı Sanıyordum
Bugün, geriye dönüp bakıyorum da, şiire az buçuk yaklaştıysam, “senfonik rock” derdik, hah, işte o türden şarkıların sözlerini anlamaya çalıştığım yıllarda oldu. O şarkı sözlerini taklit eden şeyler yazdım. Aşağıdaki metni o yıllarda (1986) yazmışım, adına Trip demişim… Çeviri kokuyor… Yaşlanmayı mı istemişim, yaşlı bir adamı mı anlatmışım, bilemedim… Gençliğime, kurtulma gayretime selam veresim geldi, o sebeple paylaşıyorum.
Evimden çıkmak istemiyorum |
Kırmızı pozları, sürat tutkusunu, arabalarla ilgili erotik palavraları istemiyorum... |
Dünü hatırlarsın, çayırın ortasında ufku seyretmeyi... |
Cumartesi, Mart 02, 2024
Oturak Alemleri
Şöyle bir karıştırınca, dil itibarıyla sahiden o yazmış olabilirmiş gibi geldi, ne ki arka kapakta Orhan Kemal'in aynı yayınevinden çıkan Gavurun Kızı romanının reklamı vardı mesela... Yani gazetelerde çıkmış, sonradan kitaplaşmış bir başka eserinde imzası varken, Orhan Kemal, Konya Oturak Alemleri'ne asıl ismini bilerek koymamıştı, yakıştırılıyor da olabilirdi. Yine içeride İlhan F.Demir'in Kara Haber diye başka bir romanının ilanı vardı. Yani yazmışsa bile, o kitaplara ismini koymamayı tercih etmişti.
Orhan Kemal gibi çok yazan, yazmak zorunda olan, telifle geçinen yazarlar, tefrikalarını (ayrıca para kazanmak için) mutlaka kitaplaştırır veya yayını üzerinden bir süre geçince (unutulunca veya) tekrar ele alır, ismini değiştirir, yeniden (tefrika ederek) kullanırlar. Okursam fark edebilirim gibi geldi, çünkü benim bildiğim Orhan Kemal'in böyle bir romanı yoktu.
Eh, dünya kadar iyi okur, ehlivukuf ve işleri bu olan akademisyen var, benden çok daha önce fark etmiş olabilirlerdi ama ben, bir romanı ya da filmi, okumadan ve seyretmeden hakkında bir şey okumamaya çalışanlardanım, hoşuma gitmiyor diyelim, hiç sağa sola bakınmadım...
Neyse, sıraya koymuştum, yakınlarda okuyabildim. Evet, Orhan Kemal yazmıştı ama o kadar da iyi bir metni değildi, yaşarken bizatihi yazarı tarafından önemsememesinin nedenini anlamış oldum. Diğer yandan yerli pulp metinlerin gariplikleri olur, örneğin oturak alemi gibi bir underground ve erotik çağrışımlı bir şeyi anlatırken hem kolaylıkla bayağılaşırlar hem de öğretmen misali ahlakçılığa soyunurlar. Romanın hakkını teslim edelim, hem böyle körlüğü yok, bir hikaye anlatmaya ve anlamaya çalışmış, hem de merak uyandırmayı bilen birisi tarafından yazıldığı anlaşılan bir akışkanlığa sahip.
Okuduktan sonra gugılladım, meğerse bir on beş yıl önce keşfedilmiş (hatırlanmış) ve Oyuncu Kadın (2008) adıyla öykü olarak yayımlanmış-kitaplaşmış. Hatta Orhan Kemal romanı yazmadan evvel "Oturak Alemleri" hakkında bilen biriyle konuşmuş, anlatan kişi, Orhan Kemal solcu ya, ondan Konya'ya, dine, mukaddesata saldırmama sözü de almış, neler neler... Roman önce Son Saat'te (Gündüz adıyla çıktığı bir dönemde) tefrika edilmiş, gazete sansasyon arayan, tefrikalara, skandallara, manşetlere, facialara meftun bir yayındı diye not düşeyim.
Roman (ya da novella) Kurtuluş Savaşı sırasında geçiyor, hikayenin kahramanı olan Nazmiye'nin abisi gizlice Millicilerle çalışan bir memur... Genel olarak anlatılanlar, Orhan Kemal'in pek çok romanında kullandığı, kendi geliştirdiği ve maharetle anlattığı klişelere dayanıyor. Yine dışarıyı merak eden, evden çıkmak isteyen genç bir kadınla açılıyoruz, oturak alemine seyirci olarak katılıyor, genç kadını teşvik eden, o hayatı normalleştiren hempalar var etrafında... Orada birini beğeniyor, bir başkası da onu beğeniyor, aşk ve kıskançlık üçgeni böylece kuruluyor. Sonrası tipik bir melodram, ölenler, kötü yola düşenler, kavuşmalar filan... Hızlı anlatılmış bölümlere sahip, hele sonlarda tefrikayı bir an evvel bitirmek istemiş galiba, son satırlarda ölüveriyor Nazmiye...tam da abisi onu kurtarmışken...
Tecavüze uğradığı için mi, yoksa tecavüze uğradığı için oturak alemlerinde dans etmek zorunda kaldığı için mi ölüyor bilemiyorum. O yılların romancılarının sansürle, piyasayla, kendi çevreleriyle olan ilişkileri, onları böyle bir son tasarlamaya "zorluyor", ben öyle anlıyorum. Tecavüze uğrayan her bakımdan "ölüyor", ölmeli diye düşünülüyor...
Kitabın kapağını çok bilmediğim birisi, Muzaffer Kekem (?) çizmiş, ilginç olan kitabın içine iki kitap sayfası büyüklüğünde siyah beyaz bir poster daha iliştirilmiş, o çizgilerde imza yok ama aynı çizer çizmiş gibi görünüyor.