![]() |
![]() |
| Çarşı V1, by LeCe |
![]() |
| Çarşı V2, by LeCe |
![]() |
![]() |
![]() |
| Çarşı V1, by LeCe |
![]() |
| Çarşı V2, by LeCe |
![]() |
![]() |
Yeni olan izlemekle ilgili iştah ve açlığım olduğu için abartmış olabilirim ama bu yine de bana fazla geldi. O kadar değil Mıstık abi...
![]() |
Niye alaya alındıklarıysa okur okumaz anlaşılıyor. Daha ilk cümlede özensiz bir dille karşılaşıyoruz: “roman konu”, “sosyalajik”, “hersey” vb. Kendini “yazar” diye sunan birinin ilk tökezlediği yerin dil olması otomatikman güldürüyor. “Aşk, ihanet, sosyal sorunlar, ölüm, her şey var.” Tam bir tag listesi. “Yaşanmış gerçek hikâye” kalıbından ise oldum olası hoşlanmam.
Devamında şu cümleyi okuyoruz: “O yüzden yazarken daralıyorum gezerek yazıyorum evde yazılmıyor sürekli bir köşe arıyorum doğa içinde sessiz burası iyi geldi.”
Sanki yazarlık, sürekli “yazamıyorum ama çok hissediyorum” performansı gerektiriyormuş gibi. İlham hikâyesi, metnin kendisinden daha çok yer kaplıyor.
Okur “Dönemselse kesin intihar da var” diyor, yazar da “Çok zekisin 😊” diye cevap veriyor. İddia ile gerçek arasındaki makas açıldıkça komedi artar. Ortada edebiyat konuşması yok; sadece yazar imajı, fan ilişkisi ve dram pazarlaması var. İnsanlar da böyle şeyleri görünce “vasatlık pornografisi” diye dalga geçiyor.
Blogu takip ediyorsanız, görseldeki gibi caps’ler paylaşmadığımı bilirsiniz. İtiraf etmem gerek, vasatlık üstüne espri yapmak aslında hoşuma gitmiyor; epey ergen buluyorum. “Peki niye paylaştın?” derseniz, capsi gönderen arkadaşımı işaret edeceğim. “Yazarlık nasıl ve neden bu seviyeye geldi?” diye sordu.
Ona da söyledim: Kesin, tek bir cevabım yok. Bence eskiden de vasat yazar çoktu. Bugün kitap çıkarmak geçmişe kıyasla hem kolayladı hem ucuzladı; mesele biraz da maliyetlerle ilgili. Bu kadar çok yazar ve kitap olunca vasatlık sanki çoğalmış gibi görünüyor ama oran olarak bakarsak tablonun çok değiştiğinden emin değilim.
Fark bence şurada: Vasat artık çok daha hızlı teşhir edilebiliyor. Üstelik bu kadar kısa metinler kolayca sarakaya alınır. Kimse oturup kadının kitabını açıp okumuyor; okumak zahmetli iş. Herkesin yaptığı, göze ilk çarpanı, en kolay alay edilebilir olanı “tokatlamak”. Demek istediğim şu: Kimse derinleşmiyor; hızlı tepki veriyor. Biz de o hızın içinden bakıp “yazarlık ayağa düştü” diyoruz. Aslında düşen belki de daha çok, bakma hızımızın kendisi.
![]() |
![]() |
Magnezyum eksikliği diye bir şey var; kas krampları, uyku kalitesinde bozulma, yorgunluk ve o meşhur anksiyete artışına sebep olduğu söyleniyor. Hal böyleyken magnezyumun “sakinleştirici / kas gevşetici” etkisi yok değil ama bu daha ziyade eksikliği olan kişilerde anlamlı. Özellikle magnezyum seviyesi düşük insanlarda uykuya dalma süresini kısaltabileceği, uyku kalitesini artırabileceği, gece uyanmalarını azaltabileceği kabul ediliyor. Ama normal düzeyde magnezyumu olan birine “sihirli bir uyku” sağlaması "garanti" filan değil.
Uyku denince bilenler çıkacaktır; üç beş yıl önce melatonin çok konuşulurdu. Ben de dizi setinde tanışmıştım. Yoğun çalışıldığı ve uyku saatleri her gün birer ikişer saat kaydığı için, pek çok set çalışanının uyumayı kolaylaştırdığı için melatonin kullandığını söylemişlerdi. Hiç bilmiyordum. Uykuya dalma süresini kısaltıyor, uykuyu derinleştiriyormuş falan filan… Meğerse melatonin yıllarca “uyku takviyesi”nin kralıymış. Çok çok az doz kullanmama rağmen o derin uyku hâli hoşuma gitmedi; gözlerimi acıttı vs. Bir iki kullanım sonrası kestim.
Magnezyum anlaşılan, melatoninin yerine gelmiş. “Doğal ve zararsız” bir uyku destekçisi sayılmış; vücudun zaten ihtiyaç duyduğu mineral olarak kabul görmüş. Üstelik bağımlılık yapmıyor, uyutamasa bile zarar vermiyor vs. denmiş. Tabii bu algı pazarlamaya da yansıdığı için ortaya kırk çeşit magnezyum ilacı çıkmış. “Uykuya, strese, kulunçlara, basura ilaçççç magnizzzyum” olmuş.
Kendisini optimize ettiğini zanneden orta sınıf, bunu başarabilmek bir sürü tırıvırı şey (bitkisel çay, meditasyon, mavi ışık filtresi vs) yapıyordu; yetmezmiş gibi aralarına akşam saat on gibi içilen magnezyumu da eklemiş. Magnezyum “basit mineral” statüsünden çıkarak, uyku vaat eden, stres azaltan bir wellness ürünü olmuş durumda. Eczacımın dediğine göre müşteriler en çok “hangi magnezyum daha iyi uyutuyor”u tartışıyormuş…
Kimse “niye uyuyamıyoruz?” demiyor.
Mesai uzuyor, ekran süresi uzuyor, şehir gürültüsü artıyor, ekonomik kaygı kronikleşiyor, bildirimler hiçbir zaman susmuyor. Sonra bu bozulmuş uykuya “kişisel problem” muamelesi yapılıyor: Uyku hijyenin kötü, gece rutinin eksik, kendine iyi bakmıyorsun, optimize edemiyorsun.
Kapitalizm sorunu çözmüyor, biliyorsunuz, bize sorunlarımızla birlikte yaşayabileceğimiz araçlar satıyor. Bir süre sonra uyku, biyolojik bir ihtiyaç olmaktan çıkıp bir performans alanına dönüşüyor: İyi uyuyan “başarıyor”, kötü uyuyan “yapamıyor”. Gece uyuyamazsak mutlaka kendimizi suçluyoruz: “Demek ki rutinimi yeterince düzgün kuramadım, takviyelerimi doğru seçemedim.”
Magnezyumu da şeytanlaştırmaya gerek yok, biyolojik gerçeklik var. Gerçekten eksikliği olan, kronik hastalığı olan, ilaç kullanan, yeme düzeni bozuk pek çok kişi için faydalı olabilecek bir takviye. Mesele, bu mineralin etrafında örülen pazarlama hikâyesi. Bir süre sonra magnezyum hapı, şu sorunun etrafına örülmüş bir teselli nesnesine dönüşüyor çünkü: “Bu hayat tarzı sürdürülebilir değil, ama ben yine de sabah kalkıp işe gidebilmeliyim.” Hapı yuttuğunda aslında sadece magnezyumu değil, bu uzlaşmayı da yutmuş oluyorsun. Uykusuzluğun yapısal nedeni mıh gibi yerinde dururken, senin üzerine bir de kişisel başarısızlık hissi boca ediliyor.
![]() |
| Cemal Nadir |
| Şevki (Çankaya) |
| Necmi Rıza |
| Kemal Aratan |
![]() |
Yakınlarda döneme uygun bir versiyonunu duydum. İddiaya göre bankalar, telefonunun şarjını sürekli unutan, yüzde beşin altında dolaşan insanlara kredi önermiyormuş. Ankara ağzıyla söylersek, “kendine hayrı yok” diye düşünüp borç vermiyorlarmış. “Haydaa” diyebilirsiniz; bunu nasıl bildiklerini az çok tahmin etseniz bile, “olur mu ya, abartıyorlar” diye de tereddüt edebilirsiniz. Yemeğe tuz atma örneğini bu yüzden başa koydum. Kapitalizm, kendi çıkarı için erişebildiği her veriyi kullanmak istiyor ve bu konuda sürekli kendini geliştiriyor. “Veri sömürgeciliği” dediğimiz şey tam burada devreye giriyor.
Klasik sömürgecilikte şirketler ve imparatorluklar uzak coğrafyalara gidip toprak, maden, emek “çıkarır” ve sömürürdü. Bugün aynı mantık, zamanımız, dikkatimizi ve ilişkilerimiz üzerinde işliyor. “Bedava” kullandığımız uygulamalar; attığımız her adımı, yaptığımız her beğeniyi, her harcamamızı, sağlık verilerimizi, konumumuzu, sosyal çevremizi toplayıp işliyor; sonra da bu veriyi davranışlarımızı tahmin etmek, yönlendirmek ve satılabilir ürünlere dönüştürmek için kullanıyor.
“Veriyi kim topluyor, nerede depoluyor, hangi hukuki rejime tabi, kim denetliyor, kim bundan ekonomik ve siyasal güç devşiriyor?” diye sorduğumuzda karşımıza “platformlaşma” ya da “platform kapitalizmi” çıkıyor. Ekonominin ve gündelik hayatın giderek aracılık yapan dijital platformlar üzerinden örgütlendiğini hatırlayın. Sadece telefonunuzdaki uygulama listesine şöyle bir bakmanız yeterli.
Artık arabayı, oteli, yemeği, diziyi, sevgiliyi, haberi, iş ilanını doğrudan değil; araya giren bir uygulamanın kendi kuralları, algoritmaları ve komisyon oranları üzerinden buluyoruz. Platform, bir yandan piyasayı “düzenleyen” taraf gibi davranıyor (puan vermemizi ve yorum yapmamızı istiyor, bize algoritmik sıralamalar sunuyor); diğer yandan o piyasadan kira toplayan görünmez bir arazi sahibi gibi sürekli pay alıyor.
Platform kapitalizmi, başka bir deyişle veri sömürgeciliğinin kurumsal motoru olmuş durumda. Elde edilen veriyi ekonominin merkezine yerleştiriyor, bunun etrafında yeni tekel biçimleri inşa ediyor ve tümünü de “doğal” bir dijital ilerleme gibi paketliyor.
Toprak, maden, emek derken kapitalizm, geçmişte handiyse hiç ilgilenmediği kişisel deneyim, dikkat ve ilişkilere bu yüzden bu kadar hevesle yöneliyor. Artık yemeğe tuz atıp atmadığımızı görmek için kimsenin bizi yemeğe çıkarmasına gerek yok; telefondaki şarj yüzdesi, uygulamada geçirdiğimiz süre, kaydırdığımız ekranlar fazlasıyla iş görüyor.
![]() |