Çarşamba, Haziran 30, 2021
Yine bir çamaşır markası
Çok değil, üç ay önce, yazarlık dediğin, bile isteye çamaşırları sermek ve göstermek değil midir diye yazmıştım, galiba yazmıştım... Levent'in dönüp dolaşıp bir çamaşır markası olarak karşıma çıkması... manidar değil de nedir? Ee nedir?
Salı, Haziran 29, 2021
Seyrüsefer Defteri 129-130
Pazartesi, Haziran 28, 2021
Son Okuduklarım 49
Pazar, Haziran 27, 2021
Sakallı cüce
Cumartesi, Haziran 26, 2021
Popüler kültürü konuşmak neden zor? (2)
Cuma, Haziran 25, 2021
Popüler kültürü konuşmak neden zor?
Perşembe, Haziran 24, 2021
Zıngırdatacak bir şey
Zıngırtı ile zangırtı anlamında titretme kastedilmiş... Viktor'un "ifrit" dediği canavar, "zıngırtadacak" derken dehşete düşürecek, şaşırtacak bir şey söyleyeceğim diyor yani...Cinayeti ben işledim şu bu diye devam ediyor.
Frankeştayn'ın ağzından pek de kullanılmayan bir sözcüğü duymak-okumak beni niyeyse şaşırttı...dilime dolandı. Franki gibi biri böylesi eksantrik bir sözcük kullanır mı diye sordum kendime... Hani arkadaşımız "yapıntı" ya... niyeyse diyemez gibi geldi. Saçma gelmesin, zıngırtı argo gibi duruyor ama az kullanıldığı için "edebi" de sayılabilir...Tuhaf ve ilgi çekici. Elektrikle (!) ve zangırdıyarak canlanmıştı, oradan mı biliyor acaba? Hımm...
Orijinalindeki sözcük/cümle nedir bilmiyorum, bilsem güzel olurdu... Böyleyken böyle...
Not: Kim çevirmiş o da belli değil...O yıllarda, hele çizgi roman gibi pulp metinleri kimi çevirdiği handiyse hiç umursanmazdı... Bunu özellikle belirttim çünkü yayıncı, hatta rapidocu bile kendinden bir şeyler katabilirdi...
Çarşamba, Haziran 23, 2021
Nostalji ve Cumhuriyet Folkloru
Salı, Haziran 22, 2021
Nefretin Bitmeyen Açlığı (4)
Turist az olunca, gazetelerin ilgisini çekiyor, niye geldiklerini merak ediyorlar, yok yere gezmezler, var bunun altında bir başka niyet fikriyle sokurdanıp duruyorlar. Malum, yabancı dediğin düşmanlığa gelir, kandırmaya, fethetmeye, sömürmeye... değil mi ama? Ortaç da geri kalmıyor elbette, Çimdik imzasıyla bir şiir yazarak Akbaba'da seyyahları hicvediyor:
İstanbul’a geliyor yine mirasyediler!
Baktım hepsi Salamon, Yasef, İbrahim, Mişon,
Dedim: Kalemim size karlı seyahat diler,
Buyurunuz ey kurnaz, açıkgöz Yahudiler!
Vardır bu seyahatten bir kastınız mutlaka:
İstanbul’da gezerken etrafa baka baka,
Tatlı, güzel sözlerle gülüp ederken şaka,
Mutlak birkaç kişiyi bastırırsınız faka!
Buyurunuz ey kurnaz, açıkgöz Yahudiler!
Hepiniz uslusunuz*, pek acar:
Museviler kavgadan, gürültülerden kaçar!
Küçükler defter satar, büyükler dükkan açar,
Nihayet olursunuz birer kalantor tüccar!
Buyurunuz ey kurnaz, açıkgöz Yahudiler!
Olmaz bir lahza olsun poker, bakara sizin,
Ondan başka dünyada ak sizin, kara sizin,
Bursa’da, piyasada bütün yaygara sizin,
Eski esvablar sizin, iğne, makara sizin,
Buyurunuz ey kurnaz, açıkgöz Yahudiler!
Sık sık el sürmezsiniz kasada anahtara,
İktisad edersiniz, hiç gelmezsiniz dara,
Hakimsiniz dirheme, teraziye, kantara,
Sizler bastırırsınız şeytanı mantara!
Buyurunuz ey kurnaz, açıkgöz Yahudiler!
Akbaba, 10 Mart 1927
Pazartesi, Haziran 21, 2021
Vâlâ Nurettin
Pazar, Haziran 20, 2021
Üç kayıp kadın
İlki, münasebetsiz gevezeliğiyle, ikincisi tuhaf kıyafetleriyle ve üçüncüsü de akılsızlığıyla hatırlanıyor... O kadar popüler ki bu isimler, dönemin herhangi bir mizah dergisinde, bir gazete fıkrasında, köşe yazısında karşılaşabiliyorsunuz. Dedelerden, amcalardan hasılı yaşlı kuşağın ağzından mutlaka duymuş olmalısınız.
Erkek aklı ve kibrinden çıkmış nitelemeler olduğu aşikar... O faslı hiç tartışmayalım, argonun mantığı bu türden cinsiyetçi tahkirle kurulur ve gelişir.
Her üç isim ve deyim bugün kullanılmıyor, akla dahi gelmiyor. Zamana bağlı değişimler hep olur, bazı isimler ve deyimler bir moda gibi yaygınlaştıkları hızla unutulurlar. Hıdır, Zühtü ve hatta Şaban da o alaycı tonla hatırlanmıyorlar mesela.
Ha ne olur? O isimler bir başkasına devredilir, aynı eleştiri ya da aşağılama başka bir biçim ve isimle yaşamaya devam eder, örneğin bugünkü Kezban kullanımını bir düşünün, öyle ya da böyle, Dilli Dilazar, Düttürü Leyla ve Alık Raziye'yi içeriyor sanki...
Cuma, Haziran 18, 2021
Dik kafaya!
Perşembe, Haziran 17, 2021
Türk dizileri neden seviliyor?
Aslolan hikayedir, bir yerden dokunuyoruz diyelim ama bu dokunma, bir üretici olarak yapmak veya varmak istediğimiz yol ve amaçla da ilgili olmayabilir… Bir süre önce Koreliler ve onlara çalışan profesyoneller, senaryo tarzımın Korelilere çok benzediğini söylediler, tesadüf sandım, bir yorum saydım ama aralıklarla duyunca-tekrar edince şaşırdım. Çünkü özel olarak türün meraklısı ve izleyicisi değilim, denk düşerse izlerim, her gün film ya da dizi izleyen biri olarak yılda on tane bile izlemem, o kadar az yani…
Biz bir şey yaparız, ama o üretim, bizim istediğimizden çok daha farklı biçimde anlaşılabilir demek istiyorum... Aynı hikayeyi farklı sınıf ve etnisitelerden insanlar seyrediyor ve farklı farklı anlamlandırıyorlar. Popüler kültür, çok kolay anlaşılabilir bir şey değil. Biz, western filmlerine "çok erkek" deriz ama moda olduğu altmışlı yıllarda Britanya taşrasında filmlerdeki kahramanların meydan okuyan taraflarını genç kadınlar ilham verici ve radikal buluyorlarmış veya ne bileyim, Kızılderililer o filmlerin ilk yarısını seyredip sonrasını izlemiyorlarmış... Hep verdiğim bir örnektir, filmin ikinci yarısında yenildiklerini biliyorlar çünkü.
Konuşurken deriz ki asıl mesele, hikayenin insanlara ilginç, iyi ve farklı gelmesidir, geliyor ki seyrediliyoruz...Onun dışındaki her cevap, kolaycılık oluyor, ben size en az on ayrı cevap verebilirim, ama her birini yanlışlayacak şeyler de söyleyebilirim. Geçen biri bana bir yorum yaptı dedi ki, bizim kahramanlarımız tek bir duyguya indirgenerek istifleniyorlar, o yüzden başarılılar, uzun uzun anlattı... Doğru değil dedim.. Zanaat olarak tek duyguya indirgemek veya finaldeki tek etkiye odaklanmak doğru hamleler olabilir ama bizim diziler o kadar uzun anlatılıyor ki... hiçbirisi tek duyguda kalamıyorlar, finalden çok süreç veya yolculuk öne çıkıyor mesela...
Bir Rus seyirci, Türk dizilerinde karakterler sinirlenince eşyaları kırıyor dedi, çok saçma filan diye ironi yaptı... ben fark etmemiştim... zanaat kısmıyla ilgili söylüyorum, insana şiddetle eşyaya şiddet arasında sansürle ilişki çok farklıdır. Ben ebeveynlerden de öğretmenlerden de dayak yemiş bir kuşaktan geliyorum, oysa bugün ekranda dayak yiyen çocuk gösteremezsiniz... Hem correct bulunmaz hem de orta sınıflar tepki gösterirler...Eşya kırmak, senaristin etki olarak bulduğu bir cevap olabilir... Veya diyebiliriz ki, Türkler cana geleceğine mala gelsin filan der ama aslında tersini yaşarlar. Hatırlayın Gezi'de onca insan öldü, onu değil de mala gelen zararı ziyanı konuştu siyasetçiler... Bilemiyorum, belki eşyaya zarar verildiğinde kırıp döküldüğünde reyting yükseliyordur.
Rus seyirci yorumunu neden anlattım, ben senarist olarak bu durumun farkında değildim. Yazdığınız işin nereye varacağını bilemezsiniz derken dediğim bu... Popüler kültür eleştirisi bence kolay yapılıyor, çok ezberden gidiliyor, bakın size şöyle bir soru sorayım, diyelim ki Devlet Bahçeli bir diziyi beğeniyor ve izliyor... O dizi, sağcı mı demek sizce... Mesela bugün bir mafya lideri, muhalif referanslarla konuşuyor, insanlar şaşırıyor, gülüyor, mizahını ve parodisini yapıyor, solcu oldu deniyor, o adamın konuştukları, anlatım dili ve jestleri, referansları dizilerde var mı, yaşıyor mu? Popüler kültürün nereye sızdığını, nasıl bir etki yaptığını bilebiliyor muyuz? Bence bilmiyoruz, korkmaktan, endişe etmekten veya küçümsemekten başka bir söz etmiyoruz. Biz, bizi bilmiyoruz, başkalarını kolay kolay bilemeyiz gibi geliyor bana…
[Aynı soru için biri akademisyene diğeri bir gazeteciye verdiğim iki ayrı cevabı harmanladım.]
Çarşamba, Haziran 16, 2021
Yazmak gerçekten de çok tuhaf bir şey
Salı, Haziran 15, 2021
Bilge K.
Pazartesi, Haziran 14, 2021
Pierre Wazem'in Düşündürdükleri
Bant karikatür havasında değil mi?. Çizgi romanlar kendi yayın mecralarına oluşturduklarından beridir bu tür anlatı ve espriler, gazetelere bırakıldı. Gazete okuru ile çizgi roman okuru birbirinden farklı olduğu için bu tür hikayecikler gazetelerde tutunabildiler. Böyle bir hikayenin kitap ya da dergi olma şansı yok diye düşünülürdü...
Çizgi roman yayıncılığı genel olarak serüven ve sürat üzerine kuruludur, "az sonra" dünyaya doğru gelen bir meteor vardır, İstanbul büyük bir bombayla patlayacak, savaş çıkacak, kötüler kazanacak, birisi ölecek ya da gerçeğin üstü örtbas edilecektir. Kahraman ortaya çıkıp düzeni yerine getirir. Yavaş bir hikayenin, insani bir meselenin bu aura içinde zerre önemi yoktur. Gazetedeki okur yazar, kültürlü adamlar bu tür hikayeleri sevebilirler ama...dergi-kitap olarak satış şansı yoktur, yayıncı da çizer de durumu bilir. Kimse kapıları aşındırmaz.Bu tercihi sorgulamaz.
Ta ki grafik romanlar çıkana kadar diyelim. Grafik romanlar başka türden hikayelerle, bant karikatürlerde üç beş kareye sıkıştırılan bir hissi, duyarlılığı, espriyi, takıntıyı, keşfedişi geniş geniş anlatmaya başladılar.
Bizim çizgi romanlarımız, mizah dergileri dışında, hep büyük hikayelerle yürüdü. Üreticilerimiz, kendilerine çizer bile denmesini istemediler, ressam sayılmak istediler. Çocuklara değil gençlere çizdiklerini, tarih anlattıklarını iddia ettiler.
Şuna da inanırım: dünyanın taşrasında yaşadığımız için toplum olarak hep büyük, önemli, hayati şeyler konuşmak istiyoruz. Böyle alışmışız, bağırmadan konuşamıyoruz.
Wazem gibi bir şeyler anlatan, sıradan duran, iddiasız ve insani anlatılan bir şeye, belki bir flaneura ihtiyacımız var. Grafik roman olarak, kitap olarak ihtiyacımız var...
Mesele Wazem de değil...Bir hissi, bir yavaşlığı anlatmaktan söz ediyorum. Çizgi romanı kaslı ve yakışıklı muktedir erkek kahramanlara bırakmamaktan söz ediyorum. Büyümekten söz ediyorum. Okur yazarlıktan. Grafik romandan.
Pazar, Haziran 13, 2021
Seç beğen al derken...
Cumartesi, Haziran 12, 2021
Aynalar
Kan Kalesi
Cuma, Haziran 11, 2021
Uygunsuz
Derginin bu kapağını ilginç bularak, yakınlarda sahaflardan satın aldım, meraklısı kapağa kurşun kalemle nal gibi yazılmış 134 rakamından derginin mezata girdiğini anlamıştır zaten...
Kapak ilginç dedim, niye ilginç, erkek öğretmen, öğrencisine kopya veriyor da ondan...Sınıfta başkaları da var ama merkeze romantik bir ikili yerleştirilmiş. Yakışıklı erkek öğretmen, Gilda'yı andıran saçlarıyla genç kadın öğrenci var...Öğretmenin göz ucuyla bakışı, vücudunu perdeleyerek, çevreyi kollayarak uzanan ve cevabı gösteren işaret parmağı, genç kadının endişeli yüzü ve ürkek bakışı belirginleştirilmiş...
Bu resim başka türlü yorumlanabilir mi? Yani öğretmen kopya vermiyor da olabilir değil mi? Yelpaze, hele ön kapakta mutlaka romantizmi, sevdayı ve bir çifti öne çıkarırdı. Sadece öğretmen ile öğrenci aşkı değil, iş hayatından, sosyal hayattan dualistik görünen çiftler arar bulurdu. Yani, öğretmen kopya veriyor ya da vermiyor, ölçemeyiz ama, öğrencisine özel bir ilgi gösteriyordu mutlaka... yoksa o kapağa çıkmazdı (burayı gülerek yazdım).
Dönemin koşullarını atladığımı sanmayın, örneğin tersi olamazdı, benzer bir fikirle kadın öğretmen ile erkek öğrenci resmedilemezdi elbette...Erkek öğretmen ile öğrencisinin evliliği "normal" bulunurdu da, tersi sapkın sayılır ve öğretmenin iş akdinin feshine kadar vardırılırdı.
Oysa zaman değişti, pek çok Batı Avrupa ülkesinde bir öğretmenin öğrencisiyle ilişkisi yanlış, nahoş, uygunsuz, etikdışı ve taciz kapsamında değerlendirilir, not verdiğin birisiyle ilişkide olmak "suç" sayılır oldu. Geçmişte, bu derginin yayımlandığı yıllarda akla bile gelmiyordu.
Demem o ki, yukarıdaki kapak, yarım asır sonra, yani bugün "correct" olmadığı için kolay kolay çizilemezdi.
Perşembe, Haziran 10, 2021
Böyle başladı
Çarşamba, Haziran 09, 2021
Ellerin günahı ne?
Salı, Haziran 08, 2021
Son Okuduklarım 48
Sabiha
Pazartesi, Haziran 07, 2021
Tahta Bavul
Pazar, Haziran 06, 2021
Yunus ve Nurettin
Cumartesi, Haziran 05, 2021
Tampon
Dünyaya dönüş
Cuma, Haziran 04, 2021
En gülünç
1936 yılında Akşam gazetesi Cemal Nadir karikatürleriyle ilgili bir yarışma yapmış, tamamı yazısız karikatürler yayımlayarak, en gülünç olanını sormuş, sonra da o karikatürlerden oluşan kitapçığı katılımcı okurlara hediye etmiş...